11.
EVLİLİK VE AİLE
Çoğu genç Amerikalı, evlenip bir aile
kurabilme zamanını bekliyor. Başka bir deyişle,
karşı cinsiyetten bir kişiyle yaşamı boyunca mutlu
olmayı ve onunla kendi apartmanlarında ya da bir evin
çatısı altında, anababalığın sevinçlerini
paylaşabilme umudu içinde yaşıyorlar.
Bu bekleyişlerin tümü öyle doğal, basit
ve pekâlâ haklı görünüyor ki, başka kültür ve zamanlardan genç
insanların çoğu kez, oldukça farklı şeyler hissettiklerine
inanmak zor gelebilir. Oysa, tarihçi ve antropologlardan
öğrenebildiğimiz kadarıyla günümüzdeki evlilik ve aile biçimleri
nispeten yeni olup, kesinlikle evrensel değildir. Örneğin, bazı
Batı dışındaki toplumlarda, insanlar aynı cinsiyetten
bir kişiyle, hatta karşı cinsiyetten birden fazla eşle
evlenebilir; evlilik tamamen mutluluk, aşk, cinsel ilişki ya da
üremeyle ilgili olmayabilir. Yeni bir ev, ocak, bir çatı kurmaya
götürmeyebilir ve daha başlangıçta yalnızca geçici bir
anlaşma olarak planlanabilir.
Aynı nedenle, geçmişin bazı
toplumları da, bir aile yalnız anababa ve çocukları değil,
aynı zamanda hizmetçiler, arkadaşlar ve sürekli konukların
yanısıra, birtakım yakın ve uzak akrabaları da içerir.
Öte yandan, bazen çocukların doğal ana ya da babaları aileden
hariç tutulur ve «dışarıda» bilinmeden kalırdı.
Gerçekte, bazı durumlarda «resmi» koca ya da karıların kendileri
bile çocuk olup, resmi evlatlarından da gençtiler.
Bu birkaç gözlem, sanki herkes için evlilik
aynı anlama geliyormuş gibi, evlilik ve aile üzerine soyut biçimde
konuşmanın fazla bir anlamı olmadığını
göstermek için yeterli olabilir. Ancak, evlilik ve ailenin dünyada çok
farklı biçimleri ve çeşitli tipleri olduğu da akılda
tutulmalıdır. Kısacası, herhangi bir kurala uymayan,
düşünemeyecek kadar çok istisnai durumlar vardır. Evlilik ve aileyi
gerçekte tanımlamak ve hatta açıklamak çok zordur.
Her şeye karşın, bilginler, evlilik
ve aileyi sık sık onların açık işlevlerine dikkat
ederek açıklamaya çabalamıştır. Gerçekte kadın ve erkek
arasındaki cinsel ilişkiden çocukların üretilebilmesi ve bu
çocukların kendilerini geçin-direbilmeden önce yetişkin olabilmek
için yıllarca bakım ve korunmaya ihtiyaç duymaları biyolojik bir
olgudur. Böylece, onların tüm olası çeşitleriyle, evlilik ve
ailenin, çocuğun uygun bir biçimde büyümesini sağlayan, yani insan
türlerinin bekaası için gerekli olan doğal ve kaçınılmaz
kurumlar olduğunu göstermiş olduk. Gerçekte iki kurum da tüm üyeleri
arasında ekonomik işbirliği, karı ve kocanın
arkadaşlığı ve cinsel doyum sağlama gibi birçok ek
yararlı işlere hizmet etmek için kurulmaktadır. Ayrıca,
başka rastge-le barbarca ilişkilere yol açabileceğinden,
evliliğin, insanın davranışını sınırlaması,
düzenlemesi ve arındırması eğilimi duymasından
dolayı geniş topluluğun böyle bir anlaşmadan, yani
evlilikten yararlanacağı söylenmektedir. Aynı nedenle, statik
bir aile yaşamı, çoğu kez toplumsal huzurun en sağlam
güvencesi olarak görülmektedir.
Gerçekte, daha yakın bir gözlem
yapılırsa, tüm bu değerli amaçların aynı zamanda
evlilikler ve aileler olmaksızın da üstesinden gelinebileceği
açık olarak görülür. Çocukların anababalarına bağlı
olmaları gerekmez, aynı zamanda profesyonel hemşireler, çocuk
bakım evleri, okullar ve benzer kurumlarca pekâlâ
yetiştirilebilirler. Cinsel doyum ve arkadaşlık, evlilik
dışında da kurulabilir ve ekonomik işbirliği her
türden insan arasında her tür yolla başarılabilir. Cinsel
davranış, dinsel ve dünyevi otoritelerce düzenlenebilir ve toplumsal
huzur, bir kurum olarak aileye daha az değer veren ve herkesin bazı
doğrudan totaliter denetimlerle herkesin nesne olduğu bazı
toplumlarda korunabilir.
Öte yandan, henüz yukarıda da
vurgulandığı gibi, yerkürenin kimi kısımlarında
evlilik kurumu uzun zamandır Batılı gözlemcilerin onlara bir
anlam veremediği, işin içinden çıkamadığı
şaşırtıcı özellikler gösterdi. Örneğin,
evliliğin, çocukların kendi anababalarınca yetiştirilmesini
sağladığı teorisinin bazı çok acayip «babalık»
belirleme kurallarınca belli toplumlarda tersi ortaya koyulmuştur.
Böylece Levirete (yani kardeşinin dul karısıyla bir adamın
zorunlu evliliği,) pratiğini yaşayan eski İsrailliler
arasında, ölü bir adam karısı ve kardeşinin evlenmesiyle
olan çocukların babası oluyordu. Benzer bir örnek, Güney
Hindistan'da, Nayar'lar arasında, genç bir kız, hiçbir zaman hamile
bırakma şansı olmayan bir adamla evlendirildi, ancak her
şeye karşın daha sonra adam onun tüm çocuklarının
babası oldu. Başka canalıcı bir örnek de, Güney Sudan'da,
Nuer'ler arasında, bir kadın başka bir kadınla
evlenebilirdi ve dışardan bazı erkeklerin de çocukları olan
kadının çocuklarının babalığı kabul
edilirdi. Bundan başka, cinsel ilişkinin, evliliğin temeli ya da
nesnesi olduğu inancı, yetişkin erkeklerin daha bebek halinde
kızlarla evlenmesine izin veren Mojave yerlilerinin örneğini kabul
etmesiyle değerini yitirdi. Son bir örnekle açıklamayı
bağlayalım: Sibiryalı çukçiler arasında, izin verilen bir
sevgilisinden hamile kalan bir kadın, onunla evlenmeyebilir, aynı
zamanda bir bebeğin kocası, onun kendi çocuğundan
yaşlı değildir ve yine o, onların her ikisini de emzirerek
besleyebilir.
Bu geleneklerin bir açıklamasını
aramak yeteri kadar garip geliyor. Ancak kişi aransa da nihayet
onların benzemezliklerine karşın, ekonomik nitelikli ortak bir
paydaya sahip olduklarını bilir. Yani, yukarıdaki örneklerin
tümünde, evliliğin biyolojik akrabalık ya da cinsel eş olmayla
önemsiz bir yanı olmasına karşın, bunların yerine
toplumsal meşruiyet, resmi aile bağları, mülkiyet hakları
ve miras yasalarıyla ilgisi olduğu görülür. Kısacası, evlilik
statüler ve zengiliğin korunması ve düzenli geçişi için bir
yöntemdir. Evliliğin özel biçimi, her toplumun siyasal örgütlenmesine
bağlıdır. Bu gözlem, sırasıyla bazı bilginleri
evliliğin kökenini ve gerçek temellerini ekonomik olarak tanımlamak
için harekete geçmiştir. Friedrich Engels'in 1880'lerde
yazdığı Ailenin, özel Mülkiyet ve Devletin Kökeni adlı
yapıtı, bu yaklaşımın en iyi örneği olarak
bilinir.
Oysa, evlilik ve ailenin gelişiminde ekonomik
etkenler kuşku duyuiama-yacak bir biçimde önemli bir rol oynarken bunlar
onlar hakkındaki her şeyi açıklayacağına da dikkat
edilmelidir. Örneğin, eğer yalnızca ekonomi gözö-nüne
alınsaydı, aynı-cinsten evliliklerin uzunca bir zamandır tüm
dünyada yaygın olması gerekecekti. Oysa, bunun yerine, evli eşler
hemen hemen her zaman farklı cinsiyetten olmaktadır.
Vurgulanması gereken başka bir nokta da şudur; evlilik
çoğunlukla cinsiyetler arasında bir işbölümü gerektirirken,
insan işbölümünün pratikte nasıl çalışacağı
üzerine asla kehanette bulunamaz. Bir toplumda «erkeklerin işi» olan,
başka bir toplumda kadınların işi ya da tersi olarak
adlandırılabilir. Tüm eşlerin ve annelerin her yerde
yaşamlarını çocuklarının bakımı, evin yaratıcısı
olarak geçirdikleri ya da tüm kocalar ve babaların tedarikçi olarak ev
dışında çalıştığı gerçek değildir.
Modern antropologlar bu rollerin tersine döndüğü kültürlere tanık
olmuştur.
Koşullar gereğince, hâlâ başka
açıklamalar yapmaya zorlanıyoruz. Nitekim, bazı çağdaş
bilginler bizim tam koca ya da anababa ve çocuklar arasındaki
ilişkilerden ötelere bakmamızı önermektedirler. Evlenmenin
bundan daha iyi olacağı görünüyor. Gerçekte herhangi bir kişinin
soruna bir açıdan bakması, sorunla doğrudan ilgili olmuyor.
Örneğin, Fransız Antropolog Claude Levi-Straus, damadı
sağlama almak dışında, evliliğin bir karı elde
etmek amacından öteye gitmediği duruma, Yeni Gine yerlilerince
verilen ilginç bir ipucunu kanıt olarak gösteriyor. Buna göre Levi-Straus,
evliliği, evlilikle kazanılan karşılıklı
akrabalığın daha geniş bir toplumsal eylemde rol
oynaması için iki saygın ailenin kullandığı piyon
olarak tanımlar. Bu, gerçekte bir paradoksa değindiğimiz
anlamına gelir: Evliliğin aileyi ürettiği bir gerçek
olmasına karşın aynı zamanda aralarında
anlaşmalar yaparak ailelerin evlilikler ürettiği gerçektir. Böyle
genişleyen anlaşmalar uygarlığın önkoşuludur.
İnsanlar yakın kan bağı olan akrabaların ötesinde
başka insanlarla sistematik olarak yakın ilişki kurmanın
bir yolunu bulmasalardı toplumsal ilerlemenin de bir yolunu buldular.
Böylece aileler daha geniş gruplar oluşturmak için birleştirildi
ve insan ırkının kalımı sağlandı.
(Ayrıntılı bilgi için A.S. ve J.H. Skolnicklin Reference and
Recommended Reading âdı altında sundukları antolojilerinin
Levi-Straus, «Aile» bölümüne bakınız. Bu deneme daha önce H.L
Shapiro'nun hazırladığı (Newyork 1956) «İnsan, Kültür
ve Toplum»da çıkmıştır.)
Levi-Strauss'un ensest tabusu üzerine
açıklamalarının herkesçe kesin olarak kabul edilmediğinin
belirtilmesi gereklidir. Öte yandan, onun toplumda ailenin yeri üzerine
verdiği sonuçları su götürmez biçimde gerçek görünüyor; anababa ve
çocuklardan oluşan küçük aile, toplumun doğal temel
parçalarından biri, köşetaşı ya da birleştirici
çimentosu değildir. Ancak çoğu kez düşüncesizce öyle
sayılıyor. Gerçi bir toplum onu meydana getiren bireylerden
başka, herhangi bir aileyi içermez, yani toplumu bireyler oluşturur.
Eski model bir toplumun, devlet ya da ulusun, insanlardan ya da insan
gruplarından oluştuğu yanlıştır. Toplumlar, devletler
ya da uluslar, ihsanlardan değil, ilişkilerden oluşur. Ve bu
ilişkiler basitçe sayılar eklenerek anlaşılamazlar. Aileye
gelince, toplumun gerisiyle onun ilişkisi açıkça statik olmaktan
uzaktır. Aileler zorunludur, ancak bu onların sürekli olması
anlamına gelmez. Tersine, toplum sürekli olarak oluşur,
parçalanır ve evlilik-lerce yeniden oluşturulup yaşar gider.
Yetişkinler, kendi sürekli aile birimlerini bulabildiği ve öyle devam
eden sadece evlilikle onlara armağan veren sürekli bir aile biriminde
çocuklarla yaşarlar.
Böylece, her evlilik üçüncü, yeni bir aile kurar ve
aynı zamanda birbiri arasında bağ olan damat ve gelinin aileleri
arasında ikiye ayrılır. Bununla birlikte, tüm girişim
noktası toplumsal yükümlülüklerin değişiminin yerinden sıraya
sokulması ve nakledilmesinin sürekliliğidir. Strauss'un onu Kutsal
Kitap'tan aktararak özetlediği gibi, «sen herhangi bir toplumun
işlevi ve kuruluşu için gereken demir kuralı ana ve babanın
sağlamasına bırakırsın.»
Oysa birçok eski ve yeni düşünürün bu «demir
kuralı» Levi-Straus'un aktardığından çok daha tam
anlamıyla uygulanmasını istemesi oldukça ilginçtir. Yani
Platon'dan K'ang Yu-wei'ye değin tarih boyunca ütopyacı filozoflar,
evlilik ve ailenin birlikte ortadan kalktığını görmek
istediler. Bu yüzden çocukların hemen doğduğu günden sonra
anababalarından alınması gerekliydi. Örneğin Platon'un
Devlet'inde kadınlar ve çocuklar ortak oluyordu. Öyle ki, anababalar kendi
çocuğunu, çocuk da anababasının kim olduğunu bilmeyecekti.
Sonuç olarak, tüm aile duyguları topluma taşınacaktı. K'ang
Yu-wei'de Büyük Eşitlik Kitabı'nda (1935) çocukların
genel kurumlarda yetiştirilmelerini savunuyor ve ailelerin, insan
doğasının yetkinliğini engellediğini ileri sürüyordu.
Benzer duygular, belli dinsel liderlerde dile getirilmektedir. Gerçekte,
evlilik bağları ve aile sadakatlarıyla insan
çabalarının engellendiğini görüp onu çözmeye ya da değerini
artırmaya çalışanların ne kadar çok olduğu dikkat
çekicidir, işte, Kutsal Kitaptan öğrenebildiğiniz gibi, İsa,
toplumsal kurum olarak aile ve evliliğe karşı oldukça
kayıtsızdı. O, bekârları, evlenmeden kalanları
uyardı, arkasından kendi akrabalarını terketti ve hiçbir
zaman onlara herhangi bir özel saygı göstermedi. (Matt-hew-12: 46-50)
Bazı gençler onun izdeşi olmak istedikleri zaman O, onlardan
ailelerini önemsemeyip kendilerini bütünüyle davaya vermelerini istedi. Hatta
izdeşlerinden birine «Git Tanrının hakimiyetini anlat, gidip
babanın cenazesiyle zamanını boşa geçirme» diyordu. (Luka
9: 59-60). Bu duruma göre ilk Hıristiyanlar genel olarak aile
ilişkileri ve ile yaşamı üzerinde fazla durmadılar.
Nasıra'da yakın bir «Hıristiyan Aile» kavramı ve pastoral
«kutsal aile» imgesi daha sonraki tarihsel dönemlerin ürünüdür.
Kuşkusuz ailelerin bir bireyin elinden
tuttuğu ve onların hırslarını engelleyebildiği,
insiyatiflerin bastırabildiği, kişisel gelişimlerini
durdurabildiği ya da soylu amaçları sabote edebildiği üzerine
önemsiz bir kuşku vardır. Arası-ra aileler tamamen
yıkıcı olabilirler. Aynı zamanda değişmez aile
sistemlerinin çoğu kez eşitsizliği artırıp
derinleştirdiği de açıkça görülür. Kısacası, aile çok
tutucu bir kurumdur ve çoğu kez bütünüyle olacak olan hakim toplumsal
düzene hizmet eder. Aynı-nedenle devrimciler, reformcular ve toplumsal
düşçüler çoğu kez sabırlarını kaybederler. Aile
bağları, hatta daha iyisi olmak anlamındaysa ani toplumsal
değişim yoluna girmeye yönelir.
Öte
yandan, er ya da geç herhangi bir büyük
toplumsal değişim aynı zamanda aileyi etkiler. Bu olgu bugün
toplumumuzda aile ve evliliğin iyi reklamı yapılan
«bunalımları» olarak gösterilir. Biz şimdi sık sık
yakın tarihimizin teknolojik ve politik değişiminin aileyi
çöküntüye götürdüğünü ve
bu çöküntünün de eninde sonunda toplumumuzu
çöküşe götüreceğinin söylenildiğini
duyabiliriz. Oysa bu iç
karartıcı kehanetlerin gerçek olması gerekmez ve hatta
yanlış varsayımlar üzerinde de kurulmuş olabilir. Daha önce
de belirttiğimiz gibi, aile ve toplum, birbirleriyle statik bir
ilişkiyle ayakta durmaz, ancak dinamik bir gerilimle, gerçekte
kesin
yeniden düzenlemelerle karşılaşan yaratıcı bir
dengeyle varolurlar. Böylece, biz şimdi aile ve toplumun
taleplerinin yeni
bir denge bulmaya zorlandığı başka bir aşamaya
geçebiliriz.
Aşağıdaki sayfalar, bu ve başka
sorunların daha ayrıntılı bir tartışmasına
ayrılıyor. Anlaşılsın diye, evlilik ve aile aynı
bölümlerde inceleniyor. Bununla birlikte, bu bölümlerin her ikisi de bazı
tarihsel ve karşı-kültürel gözlemler sunuyor ve doğacak
olasılıkları belirtiyor.
EVLİLİĞİN
ANLAM VE BİÇİMLERİ
İngilizcede, Latince Maritus: Koca'dan gelen
evlilik (marriage) ile Latince mater ana'dan gelen evlenme (matrimony)
sözcükleri burada tartışmaya
çalıştığımız fenomenin anlamı ve kökeni
üzerine bize herhangi bir ipucu ver-
mez. Kuşkusuz, aynı şey, başka
Avrupa dillerinde kullanılan Latince kökenli benzer terimler için de
geçerlidir.
Farklı toplumlarda ve farklı tarihsel
dönemlerdeki evlilikleri
karşılaştırdığımız zaman, evli
eşlerin her yerde birbirlerine karşı çok açık görevleri
olduğunu görürüz. Bu görevler her zaman ayrıntılarıyla
belirtilmeyebilir, ancak bunlar iyi anlaşılır ve her durumda
severek uygulanır. Bu nedenle, insanlığın bildiği tüm
evliliklerin çeşitli biçimleri için bir ortak payda arasaydık, pekâlâ
onu karşılıklı yükümlülük temelinde bulabilirdik.
Doğal olarak, birçok farklı biçimlerde görünebilir her yükümlülük.
Teklifsiz, resmi olmayan bir sessiz anlaşmadan çıkabilen popüler bir
kutlamayla herkesin görebileceği, duyabileceği biçimde ilan ediliyor
olabilir. Ve çifti de aşarak evlatlarına her iki tarafın
ailelerine, hatta tüm topluma yayılabilir. Sürekli sayılabilir ya da
karşılıklı anlaşma uyarı tek taraflı
hareketle sona erebilir. Bazıları eşler evli oldukları
sürece karşılıklı yükümlerin varolduğunu resmen
tanışa, bunların hiçbiri sorun olmaz. Erkek ve kadının
aşk yaptığı ve aşksız çocuklara sahip olduğu
durumda bir sorun, bir oynaşma bir aşk macerası ya da bir
birlikte yaşama durumu sözkonusu olabilir ama bir evlilikten söz edemeyiz.
Görebildiğimiz gibi, evlilik, ev
kadınlığı, cinsel ilişki ve doğurmadan çok daha
başka şeyi ilgilendiren çok özel bir fenomendir. Kendi kendilerine,
bu doğal insan etkinlikleri bir evlilik oluşturmaz. Onun gerçek
anlamı toplumsal yaptırım ve bekleyişlerden türer.
Gerçekte, bekleyişler bir başka toplumda değişseler bile
evlilik onun değişmesiyle sınırlıdır. Bu nedenle,
kesinlik ifade etmeyen biçimlerde evlilik üzerine konuşmak çok
yararlı değildir. Evliliğin işlevlerini ve olası
biçimlerini tanımlamak ve listelemek çok daha işe yarayacağa
benziyor. Burada, sınırlı amaçlarımız için basit bir
sınıflandırma yapmakla belki en iyiyi bulmuş oluruz.
GELENEKSEL OLARAK, BİLGİNLER
EVLİLİĞİ DÖRT TEMEL TİPE AYIRIYORLAR
1 - Monogami (tek eşle evlilik)
2 - Polijini (bir kocanın birkaç
kadınla evliliği poligeni)
3 - Poliandri (birkaç kocanın tek
kadınla evliliği çok eşle evlilik)
4 - Grup evliliği (birkaç kocanın
birkaç kadınla evliliği)
Monogami, bugünkü egemen evlilik biçimidir.
Polijini ve Poliandri (her ikisi birlikte Poligami olarak
adlandırılır) artık azalıyor olmakla birlikte,
dünyanın çeşitli kısımlarında görülmektedir. Grup
evliliği her zaman ender olmaktadır.
Viktorya çağında dört temel evlilik
tipinin insan evriminin farklı aşamalarını temsil
ettiğine inanılırdı. Böylece, ilk insanlar grup
evliliğine geçmeden önce rastgele ilişkiler kurdukları bir
aşamadan geçtiler. Uygarlığın gelecek aşamasında
onlar, poliandri diye karekterize edilen anaerkil bir aşamaya girdiler. Bu
sırayla, polifinin hakim olduğu babaerkil aşamayla ve sonunda
insan ilerlemesinin başarısının tacı olarak
monogaminin ortaya çıktığı tek eşle evlilik
aşamasınca izlendi, şimdiye değin bu çekici kuramı
sağlama bağlanmadı; oysa, dört evlilik tipinin en erken
çağlardan beri ekonomik ve teknolojik koşulların tüm
çeşitleri altında varolduğunu öğrendik, bu arada. Bazı
çok «ilkel» insanlar, bazı «uygarlaşmış» insanlar çok
eşle evli olmakta ve bunu hâlâ devam ettirirlerken, her zaman tek
eşle evlilik (monogami) pratiğini sürdürdüler. Dahası, biz
şimdi evliliğin bu dört temel türünün birkaç türde
görünebildiğini de anlıyoruz. Örneğin, ömür boyu ayinsel bir
birlik olarak süren monogami ile geçici bir sivil anlaşma olarak ele
alınan monogami arasında oldukça önemli bir farklılık
vardır. Polijini, bir adamın bir kapatma olduğu zamanla ya da
kardeşinin dul karısıyla evlendiği zaman, ya da onlar
farklı ailelerden gelip ayrı evlerde yaşamaya çabaladıklarında
görülen örnekler gibi, farklı koşullar altında çok farklı
şeyleri kastedebilir. Poliandri de bir kadının birkaç
kardeşiyle evlenmesi, onlardan yalnızca en yaşlı
olanın çocuklarının resmi babaları olması, ya da
kadının hepsine eşit haklar vermekten hoşlandığı,
birkaç akraba olmayan erkekle evlenmesini kastedebilir. Grup evliliği, çok
eşle evlilik pratiklerinin doğal bir sonucu olarak kazaen ya da
bilinçli bir «bilimsel» deney de olabilir.
Bununla birlikte, bugün monogaminin bir ya da
birden çok çeşidinin her zaman evliliğin en yaygın tipi
olduğu üzerine önemsiz bir kuşku var. Grup evlilikleri olsun
poliandri olsun, her ikisi de yalnızca az sayıda kültürlerde
kurulmuştur ve birçok toplumda izin verilmesine karşın, polijini
hemen hemen her zaman daha zengin sınıflarla
sınırlanmıştır. Gerçekte, birden fazla karı
satın alıp sonra da onların yükünü çekmek asla ucuz
olmamıştır. Kuşkusuz, bazen, kadınların işçi
olarak sahiplerinden daha çok kazandığı da olmuştur, ancak
böyle durumlarda bile kocalarının güçlü ve etkili olması
gerekti, ya da kadın kendisi için böyle bir avantaj yaratmış
olamazdı. Başka erkekler de aynı ayrıcalık üzerine
ısrar edecekti ve bu ayrıcalık
bağışlanmış olamazdı, çünkü «doğal olarak»
her erkek için aşağı yukarı yalnızca bir kadın
vardı. Erkekler ve dişiler arasındaki biyolojik denge hemen
hemen yakındı ve bu yüzden poligami yalnızca
ayrıcalıklı koşullar altında serpilebilirdi. Böyle
koşullar yeni doğan dişi bebeklerin öldürülmesi âdetinden,
sık sık yapılan ve birçok erkeğin öldüğü
savaşlardan, ya da az sayıda kişinin özel prestijini
sağlayan dinsel ve politik inançlardan kaynaklanabilirdi. Oysa,
koşulların «normal» olduğu, insanlara önemsiz bir eşit
şans verilen yerlerde tek eşle evlilik gözde eğilim olur.
Bu olgulardan yaklaşımla, insan tek
eşle evliliklerinde her zaman mutlu ya da her durumda pratik
olacağı sonucunu çıkarması gerekmemesine karşın,
kişi, monogamiyi evliliğin «doğal» biçimi olarak görebilir.
Gerçekte, monogami üzerinde çok katı biçimde ısrar eden toplumlarda
bile evlilik öncesi ve evlilikdışı ilişkilere
karşı resmi olmayan bir hoşgörü vardır çoğu kez.
Başka toplumlar daha hoşgörülüdür ve monogamiyi başlangıçta
«esnek» ya da «açık» bir kurum olarak oluşturur. Ek olarak, aynı
zamanda onlar evliliğin başarısız olduğu durumda
boşanmalara izin verebilir. Her durumda, deneyler insanın monogaminin
tek bir biçimini ya da her yerde tüm erkek ve kadınlar üzerine
evliliğin tek bir biçimini empoze edemeyeceğini göstermişe
benziyor. Kuşkusuz herkesin gönlünde yatan bir ideal vardır
yaşamda ortaya çıkan ama bazı yaratımlara ve deneyimlere de
izin vermek gerekir.
Her şeye karşın, karı ve
kocaların en büyük cinsel hoşgörü verildiği durumda bile evlilik
her zaman önemli sayılır ve evlilikdışı birliktelerden
açıkça ayırt edilir. Yani, genel olarak konuşursak, insanın
evli kaldığı sürece evliliklerini nasıl düzenlediği,
çabaladığı ya da değiştirdiği zor bir konudur.
Ayrıntılar, bir kültürden başka kültüre göre derinleşebilir,
ancak ilkenin her yerde aynı olduğunda kuşku yok; evlilik de
iyidir ve desteklenmelidir. Örneğin, belli toplumlarda evli kişiler,
evde kalmış kız ya da bekâr erkeklerden daha
ağırbaşlı bir durumda olmaları için evliliğe
uygun elbise giymeye zorlanır. Aynı nedenle, evli durumda olanlar
çoğu kez özel ayrıcalıklar taşır, görkemli evlenme
törenleri ya da masraflı nikahlarla kutlanırlar. Bizzat, bu
kutlamalar için çoğu kez önceden ısmarlanan elbiselik kumaşlar
istenir ve bunlarla uygun elbiseler yapılır. Kısacası,
insanın gerekli gördüğü bazı onayla-
maları için başka herhangi bir insan
ilişkisinden evliliği farklılaştıran özel bazı
şeylerin olduğu görülüyor. Bunların hepsi evliliğin sadece
karı-kocanın yararı için varolmadığını ve
daha başka kişisel gereksinmelere hizmet ettiğini gösteriyor.
Yerini açık toplumsal bir ilgi alıyor. Bu ilginin sadece biçimi
değil, aynı zamanda evliliğin anlamını
yansıttığını ve ikincisinin bu nedenle sadece
kişinin, onun bireysel ve toplumsal görünümlerinin her ikisini birden
saydığında anlaşılabileceği daha açık
görülür.
Kuşkusuz günlük yaşamda evliliğin
eksiksiz tanımında ya da olası imalarının tümüne çok
üzülmeksizin konuşuyoruz. Uzman kimseler bile fenomenin farklı
yönlerini aydınlatmaya çalıştıkları halde çoğu
kez bilerek belirsiz kalıyorlar. Böylece, bu çerçeveye bağlı
olarak, evliliğin çok farklı bakış açılarından,
çok farklı terimlerle tanımlandığını görebiliriz.
Örneğin, Amerikan hukuku evliliği, bir kurum, bir statü ve bir
anlaşma olarak çeşitli biçimlerde tanımlayabilir. Buna göre bu
ülkede bugün politikacılar «evlilik kurumunu» övüyor, bürokratlar öteki
insanlara «evlilik statülerini» açıklamalarını istiyorlar ve
avukatlar müşterileri için, ilerde belli haklar ve görevlerden söz
edebilmek amacıyla resmi evlilik sözleşmeleri düzenliyorlar.
Gerçekte, evlilik sözleşmeleri ne yenidir ne
de Amerika'ya özgü bir şeydir. Dünyadaki birçok toplumlar yazılı
evlilik anlaşmalarını bilmektedir, gelinle damat arasında
ve sonra da saygın aileler arasında değilse bile. Gerçekte
feodal dönemde bir evlilik anlaşması tüm kabileler ve halklar
arasında bir ittifakı onaylama anlamına gelebilirdi. Şimdi
böyle motifler hâlâ toplumumuzun üst sınıflarınca daha
ılımlı ölçülerde oluşturuluyor. Böylece, evlilik
sözleşmeleri alışılagelmiş bir unsur olarak büyük
ailelerin şanslarının birliğini ya da olası yitimini
ilgilendiren durumlarda kullanılıyor. Gerçekte, bu durumlarda evlilik
yalnızca iki kişinin değil, belki düzinelerce ya da yüzlerce
kişinin yazgısını belirleyebilir. Bununla birlikte, kural
olarak bu sözleşmeler yalnızca ittifaklar, mali yerleşimler,
miras vb. gibi dışsal durumları kapsar, onlar uygun anlamda
evlilik konusuna pek seyrek değinirler ve karşılıklı
sorunlarla ilgilenmezler. Bu nedenle onlar aslında salt ihtiyat tedbirleri
ya da güvenlik ölçüleridir. Bu ölçüler evliliğe eşlik edip korur ama
onu oluşturmaz.
Bu temel farklılık her zaman açıkça
algılanmamaktadır. Öte yandan, evlilik, bir birlikteliğin
sözleşmeler yoluyla korunması, rehberlik edilmesi, hatta bazı
sözleşme niteliğinde elementler içermesi olgusu, kimi modern
gözlemcilerin evliliğini bizzat kendisinin sözleşmeden başka bir
şey olmadığına inanmaya götürmüştür. Bu
bakış aynı zamanda öteki kültürlerdeki belli âdetler ve
düzenlemelerle desteklenmişe benziyor. Örneğin, İslâm hukuku
evliliği açıkça «cinsel ilişkinin ve çocuğun
yasallaşması için bir sözleşme» (nikâh) olarak
tanımlıyor. Aslında bu kesinlikle özel bir konudur, dinsel tören
istemez ve belli koşullar altında sonuçlandırılabilir.
Oysa, bu belirleme hiçbir zaman ayrıntılı olmaması ve
dogmatik olarak okunulmaması gerektiği anlamına gelmez. Gerçekte
mutan evlilikler âdeti çocuğun doğumu için sözleşmeye gerek
olmadığını gösterir. (Ayrıntılar için «İslam
Ülkelerinde Evlilik»e bakınız.) Bundan başka, babaların
isteksiz kızları için zorunlu evlilik sözleşmesi yapması
İslâm ülkelerinde olası olduğundan, sözleşme yapan
tarafların her zaman damat ve gelin olduğu
varsayılmamaktadır. Benzer bir şekilde, Ortaçağ
Avrupasının başlarında, evliliğin, kadıpın,
babasından kocasına Lordluğu geçirme amacı
taşıdığı durumda, gelin sözleşmede bir taraf
değil, onun daha çok nesnesi durumundaydı. Gelinin yazgısı
yalnızca evliliğe dinsel bir anlam veren ve ona kutsal bir statü
tanıyan kilisenin etkisi altında değer kazandı.
Bir kere, evliliğin kutsal bir karakter
taşıdığını söylemeye gerek yok, o artık
sözcüğün herhangi bir anlamında, bir sözleşme olarak
adiandırılamaz-dı. Her şeyden önce evlilik bir zerafet
aracıydı ve böylece onun özü herhangi bir resmi tahakküm altında
değil, onları «tek can» yapan her iki eşin karşılıklı
kararı altında yatıyordu (Mark, 10.8). Bu, anababanın etkisi
ve ekonomik değerlerin önemini azalttı. Sonuç olarak, bir süre gizli
evliliklere bile izin verildi. İkinci olarak; evlilik ilişkilerine
kiliseyle İsa ışık tuttuğundan, sona erdirilmedi:
«Tanrnının birleştirdiğine, insanın onları
birbirinden uzak parçalar haline getirmesine izin verme» (Markos 10.9). Oysa,
bu sonraki değişim nihayet gücenilir duruma geldi ve bu nedenle
Protestan reformu boşanmayı Hıristiyanlar için yeniden
olası hale getiren bir medeni sözleşme olarak evlilik kavramına
dönüştü. Püriten İngiltere'de, John Milton evliliği ebediyen
tarafları bağlamaya ihtiyaç duymayan bir akit, sözleşme
(Covenont) olarak adlandırdı.
Evliliğin manastır sisteminden
kurtarılması, kuşkusuz birden ortaya çıkan burjuva
sınıfınca özellikle memnunlukla karşılandı.
Burjuva kiralama, sözleşme ve düzenleme ve tertipte içice, dengeli bir
biçimde artan alım-sa-tım dünyasında yaşıyordu ve
böylece doğaüstü güçlere ya da mitlere çok az sempati duydular. Sonunda,
18. yüzyılda Alman burjuva filozofu Emma-nuel Kant'in, evliliği
«cinsel niteliklerinin ömür boyu karşılıklı sahipliği
için farklı cinsiyetten iki kişinin bir birliği» olarak
tanımladığı zaman konuyu en açık, süssüz terimlerle
yeteri kadar aydınlatmış olduğu görülüyordu. (Rechtslehre,
paragraf 24). Bu tanım üzerine çok şey söylenilebilir, ancak biz
basitçe onun evrensel olmadığını belirtebiliriz. İki
kişiyle ilgisi ve bir «ömürboyu» karşılıklı sahiplik
evliliğin yalnızca Batı türü bir özel biçiminin kabul
edildiğini gösteriyor. Dahası, herhangi bir sözleşmeden de bahsedilmediği
belirtilmelidir. Gerçekte, geri alınamaz, değişmez kişisel,
sözleşmeler bireysel özgürlük için modern istemlerle uyum halinde olmaktan
uzaklaşmıştır. Bir insanın başka birine ömür boyu
sahip olması, şimdi tüm adalet sistemimize garip geliyor. İnsanlar
artık kendilerini resmen köle olarak satmıyorlar ya da bazı
kimseleri de ömür boyu hizmetçi olarak satın almıyor. İş
evliliğe gelince böyle durumların çok daha azı kabul edilebilir.
Gerçekte, Eski Roma'da bile evlilik yeminlerini ayırmak hiçbir zaman
yasadan önce geçerli olmazdı. Bu nedenle Kant'in sözünü ettiği
«birlik», tam resmi bir anlaşmadan daha başka bir şey
olmalı.
Oysa, bizim çağdaş çözülebilir
evliliklerimizin bile hiçbir zaman tam bir sözleşme gibi
tanımlanmadığı açıkça görülebilir. Karı koca
arasında varolan biricik kişisel ilişki yazılı
anlaşma, vaziyet, madde ya da imzalarla yaratılamaz,
biçimlendirilemez ve kurulamaz. Bu ilişki öyle yakındır ki,
geniş ve bağlayıcı olmayan sözleşmelerin ona
uydurulabilmesi olası değildir ve bağlayıcı olmayan
sözleşmelerin değersiz olduğunu söylemeksizin sürer gider. Basit
sağduyu bile, damat ve gelinin başlangıçtan evliliklerinin
aleyhine hüküm vermemek için, birbirlerine yasalcı bir ruhla
yaklaşmamalarını anlatır, öte yandan, onlar, evliliğin
kurulduktan sonra artık yasayla halledilemeyeceğini de bilirler.
Bu birkaç gözlem, kolay yüzeysel
yaklaşımlar için evlilik konusunun çok karmaşık
olduğunu göstermeye yeterlidir. Evlilik birlikteliğinin kesin
doğasının anlaşılması zordur ve onun toplumdaki
rolü koşullara göre değişir. Böylece, tek bir tanım
evliliğin tüm kavranabilir anlamlarını ortaya çıkaramaz ya
da onun tüm biçimlerine uygun olamaz. Bununla birlikte, biz en azından
bazı asgari görüşler elde edebiliriz, kuşkusuz, sorunu bazı
tarihsel ve karşı kültürel perspektifte ele alırsak. Bu nedenle,
aşağıdaki sayfalar da Batıda ve az sayıda Batı
dışı toplumlarda, evliliğin şimdiki aşaması
ve tarihsel gelişmesi kabataslak veriliyor. Ayrıca, gelecek üzerine
bazı spekülasyonlar bir sonuç bölümünde sunuluyor.
BATI UYGARLIĞINDA
EVLİLİĞİN TARİHİ
Bugün, Batı uygarlığında
bildiğimiz gibi evliliğin köklerinin Roma, Yahudi ve Germanik
kültürlere uzanan uzun bir geçmişi vardır. Batı
evliliğinin, biraz daha derinlere inildiğinde, Ortaçağ Hıristiyan
kilisesinin politika ve öğretileri, Protestan reform hareketinin istemleri
ve Sanayi Devriminin toplumsal etkisiyle biçimlendiği görülür.
Atalarımızın evlilik âdetlerine baktığımız
zaman, birkaç çarpıcı olay keşfedebiliriz. Örneğin,
Batı tarihinin çoğu için evlilik salt karı kocayla ilgili
değil, aynı zamanda onları bir araya getiren iki ailenin
işiyle de oldukça ilgiliydi. Zaten çoğu evlilikler bu nedenle
düzenlenirdi. Dahası, karının kocasından çok daha az
hakları vardı ve kocasına köle gibi boyun eğmesi
beklenirdi. Romantik aşka pek yer yoktu ve basit cazibenin bile zorunlu
olmadığı kabul edilirdi. Doğurma ve işbirliği
evliliğin ana görevleriydi.
Öte yandan, ilk zamanlarda boşanmanın
çoğu kez kolayca sağlanılma-sını duymak modern
çiftleri şaşırtabilir. Burada yine erkekler, karılarını
kolayca boşayabilme avantajına sahipti, ancak birçok örnekte
kadının aynı zamanda boşanma davası
açtığı olurdu. Eski Roma'da çiftler, henüz Avrupa ülkelerinin
tümünün sahip olmadığı bir olasılıkla,
karşılıklı anlaşma yoluyla birbirlerinden
boşanabilirdi. Başka bir dikkate değer tarihsel olgu,
evliliğin gerekli olduğu üzerine ve tek eşle evlenmeyle
sonuçlanan, hemen hemen evrensel baskıdır. Bu baskı, en
azından bazı zamanlar bekârlıkta özel bir fazilet bulan
Hıristiyanların etkisi altında kısmen kaldırıldı.
Hıristiyan Doktrinlerinin kuşkusuz aynı zamanda bizzat evlilik
üzerinde etkileri vardı ve bunların bir kısmı
aşağıda tartışılmaktadır.
ESKİ YUNANİSTAN VE ROMA'DA
EVLİLİK
Eski Yunanistan'da evlilik temel bir toplumsal
kurum olarak görülüyordu. Gerçekte, büyük kanun yapıcı Solon, bir
kere evliliğin zorunlu olmasını düşündü ve Atina'da
Perikles döneminde bekârlar, belli önemli yerlerden
uzaklaştırıldı. Sparta, erkekler arasındaki cinsel
ilişkiyi teşvik ederken, her şeye karşın onların
evlenip çocuk yapmaları üzerine ısrar etti. Tek ve çocuksuz erkekler
de hor görüldü.
Bununla birlikte, evlilik önemli bir görev
sayılırken ona, çok romantik anlam verilmeksizin pratik bir konu
olarak yaklaşılıyordu, çoğunlukla. Bir baba, oğlu için
çok avantajlı bir evlilik düzenlemiş ve tanıklardan önce bir
sözleşme imzalamıştı. Kısacası, ondan sonra bir
evlenme töreni yapıldı ve (birbirlerini hiç tanımayan) genç
çiftler yatağa gönderildiler. Tüm evlilikler tekeşlidir; bir kural
olarak, damat otuzlarında, gelin onlu bir yaşta bulunuyordu.
Yaşlardaki eşitsizliğe ek olarak, aynı zamanda
eğitimde ve politik haklarda da bir eşitsizlik vardı.
Kadınlar, erkeklere göre ikinci sınıf sayılıyor ve eve
hapsolup kalıyordu. Karı olarak onların temel işleri çocuk
yapmak ve kocaları dışarıda genel sorunlarla ilgilenirken
ev kadınlığını yürütmekti. Erotik gereksinimleri için
erkekler çoğu kez fahişe ve kapatmalara yönelirlerdi. Demostenes gibi
hatipler bunu şöyle açıkladı: «Bizim zevklerimiz için
fahişelerimiz, sağlığımız için
kapatmalarımız ve meşru evlat doğurmak için
karılarımız var.» Birçok erkek, aynı zamanda erkek
delikanlılarla güçlü duygusal ve cinsel ilişkilerle yetişti.
Cinsiyetlerin resmi eşitsizliği boşanmalarda daha aşikâr
bir biçimde görüldü. Bir kocanın karısını
boşaması, karının kocayı boşamasından her
zaman daha kolay oldu. Oysa, boşanan kadın çeyizini yanına
alalı beri erkekler boşanmayı yalnızca zina ve
kısırlık durumlarında istenmeye başladı.
Eski Roma'nın evlilik yasaları ve
âdetleri pek çeşitli olduğundan ve zaman içinde önemli
değişmeler geçirdiğinden kolayca özetlenemezler. Bununla
birlikte, sorunu çok aşırı basitleştirmeksizin insan,
boşanmanın ve evliliğin yönetimin ve dinsel otoritenin
onayına gerek duyulmayan ve katılanlar arasında her zaman
kişisel medeni bir düzenleme olduğunu söyleyebilir. Roma tarihinin
başlarında, bir koca, karısı ve çocukları üzerinde
onları cezalandırmaya, satmaya ve hatta uygun gördüğünde
öldürmeye değin varan hatırı sayılır bir güce sahipti.
Oysa, sonunda kadınlar daha iyi yasal pozisyonlar edinmeye
başladılar ve mülkiyetleri ve yaşamları üzeride gittikçe
artan olanaklara kavuştular. Böylece, imparatorluk zamanlarında koca
ve karı evliliğe eşit olarak yaklaştı. Yine de,
imparator Augustus'un tek kalanları cezalandıran ve insanları
evlenmeye zorlayan çarpıcı yasaların geçmesini zorunlu
kıldığından, doğum oranları ve evlilikte bir
düşüş olduğu görünüyor. Evliliğin birkaç türü vardır.
İlki hiç tören istemiyordu. O basitçe bir yıl için çiftlerin birlikte
yaşaması temelinde oluşturuluyordu. Gayrıresmi olarak
boşanma hakları vardı. Evliliğin daha resmi bir türü,
tanıkların önünde bir törenle başlardı. Aynı zamanda
evlilik bir törenle ortadan kaldırılırdı. Üst
sınıfın üyeleri çoğu görkemli bir töreni yeğlerdi ve
böylece on tanık ve bir papazın önünde (Con Farreatio) evliliği
yaparlardı. Bir boşanma durumunda başka bir büyük tören
istenirdi. Oysa, bununla birlikte, evlilik ve boşanmanın bu üç biçimi
eşit olarak geçerliydi. Tüm evlilikler tek eşle idi.
Erkek olsun kadın olsun, her ikisi de ilk
evliliğe çoğunlukla 13 ile 19 yaşlarının
sonlarında girerdi.
Romalılar bir yandan fahişeliğe ve
kapatmaya karşı hoşgörülü davranır ve eşcinsel
ilişkilerden rahatsızlık duymaz bir yandan da evlilik
yasaları kadınlara harikulade iyi yaklaşıyor ve böylece
onların özgürleşmelerine büyük ölçüde yardım ediyordu.
Eski İsrail'de Evlilik
Kutsal Kitap'tan öğrenebildiğimiz
kadarıyla, eski İsrailliler ataerkil bir aile yapısına
sahipti. Kadına ikinci sınıf tutumu takınılır,
baba ya da kocalarının malları olarak değerlendirilir ve
sahibinin rızası olmaksızın hiçbir şey
yapamazlardı. Evliliğin asıl amacı doğurmak ve bir
erkeğin soyunu sürdürmekti. Her sağlıklı kişiden
evlenmesi beklenirdi. Tek erkekler ve kadınlar hor görülürdü. Bir
adamın birkaç karısı ve kapatması olabilirdi (Yakup, Leah
ve Rachel adlarında iki kız kardeşiyle evliydi ve
Süleyman'ın 700 karısı ve 300 cariyesi vardı) Boşanma
teşvik edilmezdi, ancak bir adam karısında bazı «pislikler»
bulursa, onun boşanmasına izin verilirdi. Böyle bir durumda o basit
bir boşanma belgesi yazıp karısını evinden atardı
(Beuteronomy 24: 1). Oysa, bir kadın için kocasını boşamak
gerçekte mümkün değildi.
Kutsal Kitap, zaman içinde İsrail evlilik
hukuku ve âdetlerinin biraz değiştiğini gösteriyor. Nitekim,
boşanmaların artan bir şekilde uygun görülmediği ve tek
eşle evliliğe (monogami) doğru genel bir eğilimin
olduğu anlaşılıyordu. Başka bir değişim de
Levirat'la ilgiliydi (erkeğin kardeşinin dul karısıyla evlenme
yükümlülüğü). Bu evlilik türü bir zaman istenirken, başka bir zaman
yasaklandı (Levitikus 20: 21). Bu değişim, olasılıkla
ekonomik koşulların değişmesiyle ilgiliydi.
Bir gelin için babasına «başlık
parası» ödenmesi ve oğlu için bir gelin seçilmesi çoğunlukla
ataerkil özelliklerdir. Bu başlık parasının kabulü resmi
bir nişanlanmayı kurumlaştırdı ki, bunu,
kızın yeni ailesine katılmasıyla birlikte, evlenme töreni
izlerdi. Kız olsun erkek olsun, her ikisi de 13-19 yaşları
arasında, daha doğrusu hemen ergenlikten sonra evlenirlerdi. Kuramsal
olarak, bu nedenle cinslerin hiçbiri de herhangi bir uzun, cinsel engelleyici
bir dönemle karşılaşmıyordu. Bununla birlikte, kuşku
götürmez bir cinsel çifte standarttan dolayı, erkekler cinsel görevini
yerine getirme bakımından kadınlardan daha büyük bir şansa
sahiptiler.
ORTAÇAĞ AVRUPASINDA EVLİLİK
Hıristiyanlığın yükselişi,
Avrupa'da evlilik yasa ve âdetlerinde derin bir etki yarattı. İlk
Hıristiyan İmparatorlar aşağı yukarı geleneksel
Roma hukukuna uyuyorlardı. Oysa, değişik politik ve dinsel
baskılar altında, onlar alternatifli bir şekilde genişleyip
boşanma düzenlemelerini sınırladılar. Aynı zamanda,
evlenmemiş ve çocuksuzları cezalandıran eski yasaları da
kaldırdılar, kuşkusuz bu uygulama yeni
Hıristiyanlığın koyu çileciliğini evlilik üzerinde
bakirelik ve cinsel perhiz sopasını etkin bir biçimde
salladığı döneme rastlıyordu. Birçok bakımlardan da
onlar değişmenin karşısına çıktılar. Evlilik
ve boşanma, sivil ve özel konular olmaya devam etti.
Oysa, sonraki yüzyıllarda, evlilik gittikçe
artan bir biçimde kilisenin etkisi altına girdi. Roma'yla karşılaştırıldığında,
Kuzey Avrupa'nın yenice Hıristi-o yanlaşmış ülkeleri,
oldukça barbar evlilik âdetlerine sahipti ve kadınlara kölelerden pek
farklı davranmıyorlardı. Germen hukukunda örneğin, evlilik
temelde damatla gelinin babaları arasında geçen bir işten
ibaretti, («evlilik satışı»). Başarılı bir gelin
satışının simgesi, gelinin kendisine verilen yüzüktü
(taksitle alışverişte peşin ödemenin bir biçimi).
Yüzüğün kabulü nişanı kurumlaştırıyordu. «Gelinin
bedelinin» tam olarak ödenmesi, teslim anında yapılıyordu, yani
gerçek evlilik olduğu zaman. (Sonraları yüzük birçok simgesel
anlamlar kazandı ve gerçekte hâlâ modern evlilik törenlerinde
kullanılır.) Sivilleşmenin kiliseye etkisi kısa bir süre
sonra bu ilkel âdetleri temizlemeye başladı. Roma hukuku ve Hıristiyan
inancına göre evlilik yalnızca tarafların özgürce onayları
üzerine kurulabilirdi ve bu öğreti kadınların statülerinin
büyümesini sınırladı.
Bundan başka, tanrıbilimciler evlilikte
giderek artan bir biçimde dinsel bir anlam buldular ve nihayet onu da dinsel
törenler arasına soktular. Böylece, kökeni daha öncelere dayanan bir
düzenlemenin allanıp pullanıp yeniden ortaya
çıkarılması da gerçekleştirilmiş oluyordu.
Ne yazık ki kilise, bu arada iki sorun
yarattı: evliliğin artık çözülemez olduğunu bildirerek
(ölüm dışında) boşanmanın gerçekleşmesi ve
evlilik yasaklamalarının büyük ölçüde o artması. Artık
evliliğin önünde üç temel engel vardı: «kan
akrabalığı», «nikâhla kazanılan akrabalık» ve «ruhani
akrabalık.» Kan akrabalığı, 6. ve 7. dereceye değin geniş
bir biçimde yorumlanıyordu. Bu hiç kimsenin üçüncü kuzen ya da kuzeninden
daha yakın olan biriyle evlenemeyeceği anlamına geliyordu.
Nikâhla kazanılanı akrabalık, karı ve kocanın aileleri
arasında gizemli bir yakınlık yaratıyordu. Daha son-
ra yeni evlilere «tek bir can» olmaya
başlayınca onların aileleri arasındaki yakınlaşma
da artıyordu. Bu durumda onların birbirlerinin ailesinden yeni
evlilikler yapması olası değildi. Ruhani akrabalığın
da onların aileleriyle vaftiz çocukları ve vaftiz anababaları arasında
oluştuğu söylenirdi.
Bu yeni düzenlemelerin sonucu, kilisenin evlilik
kurumu üzerinde etkisi giderek güçlendi. Evlenmeye engel durumların olup
olmadığını ortaya çıkarmak için şimdi kilise
tarafından çok sıkı bir araştırma
yapılıyordu. Kuşkusuz uygulamaya karşı
çıkılarak yapılan evlilikler, kilise nezdinde geçersiz oluyordu.
Kilisenin evlilikleri bu biçimde geçersiz kılması, boşanmalara o
dönemde izin verilmediğinden, kilisenin bu tutumu yeni bir boşanma
biçimi gibi değerlendirilmeye başlandı. Kuşkusuz kilise de
bu yolu kapamak için evlenecek olanların önceden bilmesi gereken yasaklar
koydu. Kilisenin evlilikle ilgili bu çabaları, daha sonra evlilik için bir
de özel dinsel tören yapılması uygulamalarını ortaya
çıkardı. Oysa, Hıristiyanlığın ilk yıllarında
evlilik kesin olarak özel bir düzenleme olarak değerlendiriliyordu. 10.
yüzyılda bile, evlenmenin asıl zorunlu kısmı bizzat kilise
dışında gerçekleştiriliyordu. 12. yüzyılda evlenme
törenlerinde bir de papaz bulunmaya başladı ve papaz, 13.
yüzyıla değin evlenme işlemi içinde herhangi bir resmi görev
almadı. Her şeye karşın, evlilik eşlerin her ikisinin
özgür onayından çıkan ve bu nedenle ne anababanın, ne
papazın ne de yönetimin geçerliğini etkilediği kutsal bir tören
gibi anlaşılır kaldı.
Böylece, evlilik, çiftler için eğer herhangi
bir kimsenin desteği sağlan-madıysa, gizlice yapılan bir
iş haline geldi. Eğer anababaları onlardan tatlı sözlerle
zorunlu bir onay çıkarabilirse, aynı zamanda çok genç çocukların
evlenmesi de olası hale geldi. Özellikle aristokratik aileler küçük
oğulları ya da kızlarının evlenmelerinde politik bir
çıkar gördüklerinde, bu olasılığın yararlarından
kazanmak için üzerlerine düşeni yaptılar. Oysa, ortalama olarak
erkekler 20'li yaşların ortalarında, dişiler de 13-19
yaşlarında evlenirlerdi (ilk âdet döneminden hemen sonra).
Bugün, ortaçağ evliliklerini
yumuşatılmış dinsel öğretilerin ve trobador-ların
dizelerinin ışığında görmek çekici gelebilir. Oysa,
ortaçağın çoğunda ve nüfusun büyük kesimi açısından,
evlilik pratik, ekonomik bir sorun olarak kaldı. Bu çerçeve içinde
romantik aşklar pek fazla yer kaplamıyordu. Dahası,
kadının toplumsal ve yasal statüsü, kimi ülkelerde bir dereceye kadar
ilerleme göstermesine karşın, aşağıda kalma durumu
sürüp gitti.
ONEIDA TOPLULUĞU
1848'de John Neyes
tarafından kurulmuştur. Kuzey Newyork'da, Oneida kolonisinde,
kuramsal olarak her kadının her erkekle evli olduğu,
karmaşık evlilik diye adlandırılan bir tür grup
evliliği gelişti. Topluluk, aynı zamanda bedensel ve akıl
sağlığı komitesi tarafından seçilen potansiyel
anababaların eleştirildiği «bilimsel çiftleşme» deneyimi
yaşadı. Resim onurlu ana-babaların önünde çocukların özel
çiftleşme oyununu gösteriyor.
MORMON POLİGAMİSİ
(Mormonlarda çok eşle evlenme)
Çok eşle evliliklerinden
dolayı Mormon kilisesi üyeleri acımasız baskılarla
karşılaştı, rahatsız edildi ve alay konusu oldular.
Sonunda bu geleneklerini dağıtmaya zorlandılar. Resim, 1%77'de
Brigham Young'un ölümü üzerine hicivsel bir karikatür yorumunu gösteriyor.
Kocaların ölümü üzerine dul kalan 12 kadın, bir yastığa
başkoydukları yatakta yas tutarken.
MODERN AVRUPA VE AMERİKA'DA EVLİLİK
16. yüzyılda Protestan reform hareketi birçok
başka Katolik öğretiyle birlikte, hakim evlilik kavramını
da yadsıyordu. Martin Luther, evliliği devlete bağlı
«dünyevi bir şey» olarak açıklarken Calvin de buna benzer
düşünceler ileri sürüyordu. 17. yüzyılda ise, İngiliz
püritenleri bile evliliğin «ruhani olmadığını» kabul
eden Parlamento Akdini meclisten geçirmek zorunda kalıyor ve hemen bir
süre sonra evlilik dünyevi bir kurum olarak ortaya çıkıyordu
İngiltere'de. Artık evlilik törenleri bir papaz tarafından
değil, bir sulh yargıcı tarafından yönetiliyordu.
Restorasyon hareketi eski yasayı kaldırıp tersine çevirdi. Ancak
püritenler kaldığı yerden evlilik kavramlarını
Amerika'ya taşıdılar. Luther ve öteki protestanlar aynı
zamanda evlilik engellerinin sayısını da azalttılar. Evlilikle
doğan akrabalık ve ruhani akrabalık, artık evlilik için bir
engel olarak görülmüyor, aynı zamanda kan bağı
akrabalığının da sınırları
daraltılıyordu. Böylece, birinci kuzen ile kuzin arasında bir
evlilik mümkün hale getirilmiş oluyordu.
Protestan meydan okumaya yanıt olarak durum,
1563'te toplanan Trent Konsiline götürülüp orada eski öğretilerin
geçerliliği onaylatıldı. Gerçekte, şimdi tüm evliliklerin
iki tanık ve papazın önünde yapılması isteniyordu.
Başka şeylerin yanısıra bu
sadece gizli evliliği değil, aynı zamanda önceleri olan
yaygın gayriresmi evlilikleri de yok ediyordu. Eski Roma evliliklerine
benzeyen (usus), bunlar resmi tören olmaksızın tarafların
karşılıklı rızası temeline dayanıyordu.
İngiltere'de «ananevi yasa evlilikleri» diye adlandırıldı
ve VIII Henry, Roma'yla bozuştuğundan beri, onlara, İngiltere
Kilisesinin tüm evliliklere yükümlülükler koyduğu 1753'e, değin izin
verilmeye devam edildi. (Yükümlülükler Katolik olanları kapsıyor,
Ouakerler ve Yahudileri dışlıyordu.) Bu gelişme
İngiliz kolonilerine yansımadı, bununla birlikte, ananevi hukuk
evlilikleri Amerika'da mümkün oldu. (1970'e değin hâlâ birkaç eyalette
kabul ediliyordu.)
Avrupa'nın çoğunda, evliliklerde 1792'de
zorunlu medeni evliliği getiren Fransız devrimine değin, dinsel
bir tören âdeti sürdü. Bismarck, Katolik Kilisesinin etkisini
azalttığı zaman, Almanya'da 19. yüzyılda bu tutumu izledi.
Nihayet, bazı yargıçlar ya da devlet görevlilerinin önünde
yapılan evlilik, Batı dünyasının çoğunda tek geçerli
biçim oldu. Dinsel düğünlere izin verildi ama, bu sivil törenden sonra
olabiliyordu. Karşı koyulan bir başka sorun, boşanma idi.
Katolik doktrine muhalif olarak, Protestan reformcuları, evliliğin
çözülemez olduğuna inanmadılar, ancak boşanmanın özel
koşullar altında olmasını onayladılar. Püriten John
Milton, Boşanma Öğretisi ve Disiplini adlı
yapıtında (1643) devletin ya da kilisenin ilgisi
olmaksızın, herkesin boşanma hakkının
olacağını savundu. Ona göre, evlilik bütünüyle eşlerin tam
geçimliliği üzerinde yükselmeliydi. Karşılıklı
sevginin eksik olduğu yerde, evlilik çözülmesi gereken bir yalandı.
Oysa, bu düşünce zamanın çok ilerisindeydi. İngiliz
Parlamentosu, bazı boşanmalara izin vermeye baş-tadı, ancak
işlem o denli hantal ve pahalıydı ki, bundan çok az çift
yararlanabildi. 19. yüzyılın ortalarına değin daha yeterli
bir boşanma mahkemesi de kurulmadı. Koloniyal Amerika'da Püritenler
belli koşullar altında boşanmaya izin verirken, tüm Katolik
ülkelerde bu yasak, Fransız devrimine değin sürdü ve boşanma,
Fransa'ya Napolyon yasasıyla girdi. Napolyon' dan sonra, boşama
monarşinin restorasyonuyla yeniden kaldırıldı, ancak
1884'te 2. Cumhuriyetle yeniden kurumlaştı. Bununla birlikte,
boşanmanın Portekiz'de, İspanya'da ve İtalya'da
tanınması mümkün olmadı. İtalya'da bu durum 1970'te boşanmanın
yasallaşmasına değin sürdü. Luther'in istisnai durumlarda polijiniye
gözyummasına karşın monogami, Katolik ve Protestan ülkelerde
kabul gören tek evlilik biçimiydi, hâlâ da öyledir. (Luther, gayriresmi olarak
Hesse'li Landgra ve Philip'in iki kadın almasına izin verdi.) Her
şeye karşın, böyle eski ilk dinsel gelenekler çoğu modern
Hıristiyan'a tiksindirici geldi ve Mormonlar 19. yüzyılda Amerika'da
Polijiniyi yeniden canlandırmaya başladığı zaman,
onlar uygulamaların karşılığında bunları bırakacak
kadar acımasızca bir zulüm gördüler.
Kilisenin denetiminden evlilik ve boşanma
yasasının giderek kurtulması daha büyük bireysel özgürlüklerle
sonuçlandı ve sonucunda, kadınların statülerinde olumlu bir
gelişme gözlendi. Anababalar, çocuklarının evliliğinde
seçici olma güçlerini yitirdiler ve romantik aşk evlilikte önemli bir etmen
oldu. Böyle olsa bile, çoğu çiftler için 19. yüzyıla değin
evlilik hâlâ temel olarak ekonomik bir düzenlemeden öteye gitmiyordu.
Dahası, kocalar çoğunlukla kâr eden biriydi. Çünkü aile reisiydi ve
karısının malını denetlerdi. Aynı zamanda
karısına verilmeyen birçok başka hakka da sahipti ve ona
hatırı sayılır cinsel bir izin veren ahlaksal bir çifte
standartla kollanıyordu. Şartlara göre, kadın bugün henüz tam
amacına ulaşmayan bir süreçte daha geniş reformlar için
zorlamaya devam etti.
BATILI OLMAYAN ÜLKELERDE EVLİLİK
Birçok Batılı Hıristiyan,
yalnızca «doğal» ve işe yarar evlilik biçiminin kendilerinki
olduğunu söyler ve tüm öteki biçimlerin yalnızca günah değil,
aynı zamanda barbarca olduğu izlenimi altında yaşar. Oysa,
öteden beri daha yakın bir menzilden, alışılmamış
evlilik âdetlerini gözleyen Batı olmayan ülkelerdeki Hıristiyanlar,
konunun hiç de öyle basit olmadığını anlayabilirler.
İnsanlar büyük ölçüde bulunduğu koşullara uyabilir ve
çoğunlukla özel toplumsal ve ekonomik koşullara yanıt olarak,
özel evlilik biçimleri geliştirirler. Bu koşullar
değiştiği zaman, evlilik de onunla birlikte değişir.
Aşağıdaki üç örnek, bu konuyu açıklayabilir. Burada
tanımlanan evliliğin ilk biçimi, fiilen Batı etkisi altında
artık görünmez olmuştur. İkincisi, daha uzun zamandır
sürmekle birlikte, artan baskıyla giderek modernleşiyor. Üçüncüsü de,
modası geçmiş, radikal bir âdetler reformunu temsil etmekte.
ESKİ POLİNEZYA'DA EVLİLİK
Batı uygarlığıyla
ilişkiden önce, Polinezyalılar çeşitli yaygın evlilik yasa
ve âdetlerine sahipti. Bunlar, Avrupa ve Amerika'da olanlardan tümüyle
farklıydı. Polinezyalılar, cinsel bakımdan oldukça
yasaksız ve cinsel doyuma büyük değer veren bir toplumdu. Evlilik
büyük ölçüde arzu edilebilir sayılıyordu ve çok az yetişkin
bekâr yaşardı. Dul olanlar ve boşananlar bile en kısa
zamanda yeniden evleniyorlardı. Oğlanlar ve kızlar,
çoğunlukla yetişkin olduklarında evlenirdi.
Bununla birlikte, Polinezyalıların bilinç
düzeyi oldukça yüksekti ve soyluların evlilik âdetleri halk arasında
yaygın olandan farklıydı. Bazı adalarda soylular Polijini
deneyimi içindeydi (Marquez Adalarında poliandri). Bazı durumlarda
soylular, eğer politik yarar umuyorlarsa çocuk evliliklerini
düzenliyorlardı. Her durumda üst sınıflar karmaşık
toplumsal düşünceleriyle eş seçiminde oldukça
kısıtlıydılar. Alt sınıflar bu bakımdan çok
daha özgürdü, evliliklerin çoğu anababaların anlaşması ya
da en azından onların isteğiyle olmasına karşın.
Birkaç dereceye kadar kan bağıyla akraba olanlar ve bireyin toplumsal
sınıfı dışında evlenme yasaklanıyordu. Öte
yandan, bir evliliğe başlarken öyle büyük işlemler gerekmiyordu.
Damat ve gelin basitçe birlikte yaşamaya başlardı. Evlilikler
tek eşli idi (monogami) ve sadakat beklenirdi. Bununla birlikte,
kocanın çoğu kez baldızla cinsel ilişki
kurmasına ve gelinin de kayınbiraderiyle
ilişkisine izin verilirdi. (Bu çerçevede, kuzen ve kuzinler de aynı
zamanda kardeşler ve kızkardeşler gibi değerlendirilirdi.)
Bir koca bazen karısıyla yatmak isteyen kan kardeşine, en iyi
arkadaşına ya da erkek konuklarına izin verirdi. Koşullara
göre, evlilik ilişkileri çok sınırlı bir şey
değildi. Bununla birlikte, eğer bir evlilik doyurucu olmazsa, bu
evlilik kolayca bazı özel düzenlemelerle çözümlenirdi. Mal ve çocuklar
paylaştırılır, çoğunlukla baba büyük oğlanı,
karı da bebeğiyle kızlarını alırdı. Yeniden
evlilik de kolayca gerçekleştirilebilirdi. Genel olarak belirtirsek, bu
nedenlerle eski Polinezya'da evlilik karı koca tarafından mutsuz bir
biçimde sürdürülmeyen çok esnek bir kurumdu. Eski Polinezyalılar evliliği
zevkli bir gerekseme saydılar. Bu temel tutum, onların sekse gerçekçi
ve doğrudan yaklaşımlarına yansıdı bedensel
doyuma derin bir saygı duymalarını sağladı.
İSLÂM ÜLKELERİNDE EVLİLİK
İslâm inancı her zaman evliliği
güçlü bir şekilde desteklemiş ve bekârlığı,
istenilmeyen ve kuraldışı bir olay saymıştır.
Manastırlar geleneği ya da ömür boyu bakirliği koruma yemini
İslâmiyette yoktur. Birçok açıdan İslâmi-yetin evliliğe
bakışı, Eski Ahitte (Tevrat) dile getirilenlerle bir benzerlik
taşır. Kur'an, polijiniye, yani birden fazla kadınla evlenmeye
de izin verir. Hz. Muhammed zamanından beri, bir erkek dört kadınla
evlenebilirdi, ancak onların geçimini yeterli ölçüde sağlaması
ve tümüne eşit davranması gerekirdi. Ek olarak,
karılarının ayrıcalıklarını paylaşmayan
birkaç kadına da sahip olabilirdi. İslâm polijinisi, dünyanın
pekçok bölgesinde bugün de varlığını korumaktadır.
Oysa daha önceki zamanlarda her zaman oldukça kuraldışı
durumlarda idi. Çoğu Müslüman için normal uygulamada tek eşle
evliliktir, hâlâ da öyledir. Zaman zaman İslâm kültüründe mutah
(Arapçası-haz) olarak tanınan geçici bir evlilik biçimine sahip
olduğu da görülmektedir. Bir erkek önceden belirlenen bir süre için
eğer ona makûl bir ödeme yapar ya da çeyiz alırsa, bir kadınla
evlenebilirdi, (bazen yalnızca bir gece için). Bu zamanın sonunda
evlilik otomatik olarak çözülürdü (düşerdi). Eşlerin cinsel
anlaşmaları dışında, kadının erkeğin
malı üzerinde daha başka bir hak iddia edemediğini söylemek bile
gereksiz. Mut'ah evlilikleri çoğunlukla Mekke'ye Haca giden ya da
başka koşullarda evinden ayrılan erkeklerde görülürdü. Oysa,
birçok sofu müslüman bu evliliğe karşı çıktı ve bunun
fahişelikten başka bir şey olmadığı ileri sürdü.
Resmen de desteklenmez olunca, mut'ah evliliği
yaygınlığını yitirdi.
Kur'an boşanmayı yasaklamaz, bu yüzdendir
ki boşanma İslâm toplumlarında her zaman varolmuştur.
Boşanmanın başka bir biçimi, karının serbest
bırakılması için kocasına kurtulmalık olarak ödeme
yaptığı basit karşılıklı anlaşmayla
olanıydı. Başka bir biçimi de kocanın karısına üç
kez kendisiyle boşanmak istediğini söylemesiyle gerçekleşen
basit bir yoldu. Bu, bütünüyle kocanın kendi bileceği bir işti
ve bu davranışını herhangi bir kimseye haklı göstermek
zorunda değildi. Oysa, kadın kocasından boşanmak isteseydi,
baskı görme, geçim yetersizliği gibi özel zeminlerde dava açması
gerekirdi.
Bu kısa özetin de belli ölçülerde
gösterdiği gibi, İslâmda evlilik yasaları ve âdetleri erkeklere
açıkça ayrıcalıklı bir kanun tanıyordu. Kadınlar
yasal olarak avantajsız kalıyordu. Oysa, daha yakınlarda,
sanayileşme ve modernleşmenin birçok İslâm toplumlarında
anlamlı değişimlere götürdüğünü dikkate almak gerekiyor.
ÇİN'DE EVLİLİK
İmparatorluk Çininde evlilik, bekâr
kişiler önemsiz bir ilişkiden hoşlanırken güçlü bir biçimde
özendirilirdi. Bununla birlikte, evlilikler, iki bireyden çok iki aile
arasında yapılan bir sözleşmeydi. Babalar, çocukları için,
üstelik evlenecek olanlar çoğunlukla evlenmeden önce birbirlerinin
yüzlerini bile görme şansına ulaşmadan, en iyi değerlendirmeyi
yaparlardı. Evliliğin amacı doğurmaktı, yani soyu
sürekli kılmaktı. Karı-koca arasında romantik aşk
beklenmezdi ve gerçekte bu sözkonusu bile olmazdı. Koca,
ayrıcalıklı bir konumdan hoşlanır: Kadın çok az
haklara sahipken, aile üzerinde büyük güç gösterirdi. Kadın yalnızca
kocaya itaatle değil, aynı zamanda kaynanasına da aynı
itaati göstermekle yükümlüydü. Kocaların bir sevgili bulma hakkı
yoktu, ama cinsel gereksinimleri için kapatmalar bulabilirlerdi. Boşanmalar
olasıydı, kuşkusuz önce koca isterse. Ancak
işlem-karmaşıktı. Dahası, boşanma her iki
tarafın aileleri arasında bir sorun yaratacak türdense, uygun
görülmezdi. Bu nedenle, evlilik mutsuzluk verse bile öylece sürüp giderdi.
Yüzyılımızın ilk birkaç on
yılında, imparatorluk düzeninin sona ermesinden sonra, evlilik
yasalarında reform başladı ve Halk Cumhuriyetinin
kuruluşundan sonra, 1950'de modernize edilen yeni bir yasanın
kabulüyle sonuçlandı. 27 maddeden oluşan bu yasa sadeliğiyle
dikkate değer. Devlet, eşlerin özgürce seçimi ve her iki cinsiyetin
eşit haklara sahip olduğunu açıkladı. Kapatmalık,
çocuklukta nişanlanmalar ve zorla para alma ya da evlilikle ilgili
armağanlar gibi eski âdetler yasaklandı. Yasa, evliliğin ancak
tarafların tam isteği üzerine kurulacağını öngörüyordu
(madde 3). Sonuç olarak evlilik sözleşmesi, daha sonra devletin bir
evlenme cüzdanı çıkarmak için öngördüğü bir kayıt
niteliğine büründü. Karı olsun koca olsun, her ikisi de isterse,
boşanma hemen sağlanır. Eşler, çocuklarının ve
malın bakımı için basit bir anlaşma yaparlar ve bunu
yönetimin kaydetmesinden sonra bir boşanma belgesi alırlar.
Boşanmada yalnızca bir taraf ısrar ederse, uzlaşma için
bazı resmi girişimler yapılır. Bu girişimler
başarısız olursa, boşanma durumu kesinleşir.
Boşanan eşler, çocukların bakımını üstlenir ve
yetiştirilmeleri için uygun koşullar yaratmakla yükümlü tutulurlar.
Eğer anababa böyle bir çözümü kabul etmezse, mahkeme tarafından bir
anlaşma ortaya koyulur. Buna göre, çocuklar koruyucu anababaya kalabilir.
Günümüzde, bir yabancı gözlemcinin bu yasaların pratikte nasıl
çalıştığını belirlemesi zordur, ancak
insanın en azından kâğıt üzerinde onların yüksek
ölçüde akla uygun olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu yasalar, kesinlikle
çoğu Avrupa ülkeleri ve Amerikan evlilik yasalarının oldukça
ilerisindedir. Ancak, belki bazı açıklamalara gereksinim duyulan
oldukça tuhaf iki koşul içerirler. 5. Madde, taraflardan birinin belli
fiziksel kusurlar nedeniyle iktidarsız sayıldığı
durumda ve yine birinin belli özel hastalıklara katlandığı
durumda evliliği yasaklar. Bu maddenin tam
karşılığı belirsizdir, ancak çoğu Batı
ülkelerinde bu haktan hoşlanacak olan birçok kötürüm ya da kronik
hastaların evlenme hakkı yadsınmış görünüyor. Günümüz
Çin'inde erkekler için resmi evlilik yaşı 20, kızlar için
18'dir. Ancak, gençlerin çoğunlukla birkaç yıl daha
yaşlandıktan sonra evlenmeleri özendirilmektedir.
ÇAĞDAŞ AMERİKA'DA EVLİLİK
Kitabın daha önceki
kısımlarında modern çağlarda kadınların
yavaş yavaş özgürleşmesini ve bunu günlük yaşamdaki
etkilerini tartışmıştık. Bu özgürleşme henüz
tamamlanmamış olmasına karşın, şimdiden
evliliğin anlamında ve ailenin yapısında derin
değişmeler yaratmıştır. Geçmişte, evli
kadınların sözleşme yapmalarına izin verilmiyor ve resmen
evlilikten önce sahip olabildikleri herhangi bir malı, mülkü yönetmekten
alıkonuluyorlardı. Evli kadınlar hiçbir zaman onlardan
bağımsız bir gelir kabul edemezlerdi. Gerçekte evlilik öncesi
mal mülkün tümünün kocaya aktarılmış olması gerekirdi.
O zamandan beri, kadınlar hemen hemen
erkeklerle eşit haklara sahip oldular. Bundan başka şimdi birçok
kadın ev dışında çalışıyor, kariyerini
ilerletiyor ve kimi durumlarda kocasından çok daha fazla para
kazanıyor. Ancak, cinsel çift standart hâlâ varlığını
sürdürüyor, özellikle seks suçlarına karşı yasalarda bu daha da
açık görülmekte. Bunların en kötü görünenlerinden birkaçı
ortadan kalkmaktadır. Boşanma yasaları genişletilmiş,
basitleştirilmiş ve daha eşit bir nitelik
almıştır. Böylece, kadınlar erkeklerden hatırı
sayılır bir bağımsızlık kazanmışlar ve
bu da geleneksel cinsel rollerde kimi değişimlere yol
açmıştır.
ABD'de BOŞANMA
Günümüzde ABD'de boşanma
oranı büyük bir hızla artmaktadır ve bu durum bugün de
sürmektedir. (Kaynak: ABD Nüfus Bürosu)
Aynı zamanda, ailenin de kimi işlemleri
değişmiştir. Eğer, geçmişte aileler herkese
yardımda bulunduğu kimi ticari ya da iş birimleri
yaratıyor-duysa çoğunlukla, bunlar şimdi daha çok salt tüketim
birimleri olmuştu. Aile bireyleri hâlâ birlikte yaşarlar, yerler ve
öteberi satın alırlar, ancak herkes kendi işine gider. Çocuklar
her gün birkaç saatlerini anababalarından uzakta, zorunlu okul
eğitiminde geçirirler. Okuldan sonra birkaç saatlerini de, gençlik
kulüplerinde, kırlarda ve spor etkinlikleriyle geçirebilirler. Günümüzde birçok
anababa dışarıda bir işte çalışmakta. Büyükanne
ve babalar ya da hasta devletin yardımıyla evde
yaşamaktadır. Böylece, mali ve ahlaki aile yükümlülükleri büyük
ölçüde azalmış olur.
Bu ve başka gelişmelerin bir sonucu
olarak, bugün evlilik yalnızca bir yüzyıl öncesinden oldukça
'farklı bir anlam kazanmış olup maddi değerler daha az
önemli hale gelmiştir. Yerine, onları evlenmeye zorlayan karı
koca arasındaki cinsel çekiciliktir. Oysa, onlar aynı zamanda bu
çekiciliğin azalı-şıyla boşanabileceklerini
bilmektedirler. Birçok durumda eşler, dul kişiler olarak kendilerine
bakabileceklerini ve yaşlılıkla çocuklarına bir yük
olmayacaklarını daha güçlü bir biçimde umabilirler. Öte yandan, genel
sağlık koşullarının ilerlemesi ve ortalama
yaşamın yükselmesi, karı kocanın, hatta çocukların
yetişmesinden sonra bile birkaç on yıl teklifsiz bir dostluğun
sürebileceği umutlarını pekiştiriyor. Geçmiş
evliliklerin ender gümüş ve altın yılları şimdi tüm
genç evli çiftler için gerçek olasılıklar haline geliyor.
Bununla birlikte öyle uzun zaman birlikte
kalmayı kararlaştıran çift çok değil. Çiftlerin
birçoğu, 20, 30 ya da 50 yıllık sıkı monogami
istemlerini aşırı buluyor ve er ya da geç, boşanma
yollarını arıyorlar. Böylece, çağımızda ABD'de
boşanma oranı hızla artmakta, her üç evlilikten biri boşanmayla
(şema'da her 2 evlilikte bire inmiş görünüyor) sonuçlanıyor ve
bu yönelim giderek pekişiyor.
Oysa, günümüzde yüksek boşanma oranı,
eskisinde daha çok insan evlendiğinden, evliliğin modası
geçmiş olduğu anlamına gelmiyor. Bu oran, çiftlerin evliliğe
ömür boyu sürecek bir vaat olarak inanmadıklarını göstermiş
oluyor. Yalnızca genel değil, aynı zamanda özel yaşamda da
erkekler ve kadınlar kişisel mutluluklarını geleneksel
kurumların çabalamalarında daha çok değer vermeye
başladılar. Koşullara göre, en azından geçici olarak
gittikçe artan sayıda çocuğun yalnızca anne ya da
babasının yanında yaşamaları pek
şaşırtıcı gelmiyor. Boşanıp evlenmemiş
anababalar, bazı
rastgele evliliklerle «koruma» yerine,
çocuklarına yalnız başına bakmayı yeğliyorlar
çoğu kez.
Amerikan evlilik, boşanma ve aile
yasaları, bu toplumsal değişimlerin tümünü yansıtacak denli
çağdaş düzeye ulaşmamıştır henüz. Bu durum
bazı gözlemcilerin modern evliliklerin bir bunalımda olduğuna
inanmalarının nedenlerinden biri olabilir. Gerçekte, bu bunalım
yeni pratik gerçeklikle eski yasal şeyler arasındaki ihtilafın
yarattığı yanlış bir izlenimden başka bir
şeye dönmeyebilirdi.
EVLİLİĞİN GELECEĞİ
Bugün pek çok insan evlilik kurumundan memnun
değildir ve bu nedenle ona nasıl daha «yeni», daha ussal bir biçim
verebileceğini merak eder. Öyle ki, «evlilik bunalımını»
tartışan ve çözüm yolları öneren sayısız kitap ve
makale okuyabiliriz. Örneğin, bazı yazarlar, sözleşmesel bir
evlilik (yani özel bir anlaşmayla kolayca bitirilecek bir temelde)
«komünal bir evlilik» (bir toplulukta, komünde grup evliliği), «izinli,
seçimli bir evlilik» (evlilik-dışı ilişkilere izin veren
evlilik) ya da «quarternary bir evlilik» (iki evli çift ve
çocuklarının birlikte yaşadığı evlilik)
önerdiler. Bu ve benzer düzenmelerin, işlemez hale geldiği
varsayılan geleneksel evliliklerden daha gerçekçi ve dayanıklı
olduğu düşünülebilir. Oysa, bu önerilerin bazıları bir
kısım insanlara radikal görünmekle birlikte, herhangi yeni bir
şey içermez. Gerçekte, bugün savunulan evliliğin «gelecek»
biçimlerinin tümü geçmişte bir zamanlar bazı yerlerde
varolmuştur. Ancak bunlar zamanlarında hakim evlilik biçimi haline
gelmemişti. Nispeten özel bir monogami uzun zamandan beri gelecek evlilik
biçimlerinin yerini almakta ya da öyle bir süreç içinde görünüyor. Bu,
şimdiki evlilik biçimimizin kuşkulanılmayan gelenekten daha
sağlam bir zemin üzerinde kurulduğu anlamına gelir.
Karı-kocanın birlikte yaşama uğraşında ve
çocukların bakımında eşsiz derecede çekici ve uygun
bazı şeyler olacağa benziyor. Dahası, bu özel monogami
eşlerin gerçekten eşit olabileceği tek evlilik düzenlemesi gibi
görünüyor.
Kuşkusuz, yine de monogaminin uzun zaman
eşitsizlik vaat ettiği ve kadınların uzun zaman ezilmesi,
hatta tek bir kocanın sahipliğinde olması gibi sonuçları
binlerce yıldır içinde taşıdığı gözönüne
alınmalıdır. Her şeye karşın, kadınlar
özgürleştikçe polijiniye dönüşü istemediler. Birçok erkeğin
hiçbiri de poliandri için yaygara koparmadı. Öte yadan, grup evlilikleri
çok büyük disiplin istediği içindir ki, hiçbir zaman geniş ölçüde
yaygınlaşmadı.
Kısacası, sonunda gelecek tam cinsel
eşitlik getirirse, tek monogami evliliklerin temellerini daha da
güçlendirmiş olacaktır.
Bu, değişimlerin
yapılamayacağı demek değildir. Gerçekte, şimdiki resmi
evlliik idealimiz belki tümüyle aşırı katı ve
kısıtlayıcı nitelikte görülebilir. Gerçi, pratikte herkes
için tam görev hiçbir zaman sağlanmadı. Bazı gayrı-resmi
«emniyet subabı», «yan kapı» ya da «kaçış
kapısı»nın her zaman açık tutulması gerekirdi.
Kısacası, evlilikte birazcık esnekliğe her zaman gereksinme
duyulmaktadır. Bu bakımdan, gelecek çok ilerleme getirebilir. Evlilik
ve boşanma yasaları daha pratik ve eşitçe yapılabilir,
evlilikdışı ilişkilere karşı yasalar
kandırabilirdi. Evlenmemiş kişilere karşı olumsuz
tutumlar sona erebilirdi. Evlilik statüleri ve anlaşmaları tam
anlamıyla özel sorunlar olabilir ve kişisel tercihlere daha fazla yer
verilebilirdi. Bu olasılıkların bazıları
aşağıda kısaca tanımlanıyor.
ESNEK MONOGAMİ
Bugün resmen hakim olandan daha esnek bir evlilik
biçimini tasawur etmek kolaydır. Gerçekte, gayriresmi olarak bugünkü
standartlara uygun evlilikler şimdiden kurulmaktadır.
Aşağıdaki örnekler, doğabilecek olası gelişmeleri
gösterebilir.
Açık evlilik
Açık evlilik terimi, daha çok özel olmayan tek
eşle evli ilişkiler için kullanılıyor. Böyle bir evlilikte
eşlerin her ikisi birbirlerini sevip büyük saygı gösterirler ve
birlikte yaşamak isterler. Ancak onlar aynı zamanda birbirlerine
başka cinsel karşılaşmalar için izin verirler. Gerçi
birlikte girdikleri yatağa arası-ra üçüncü, hatta dördüncü eş
bile kabul edebilirler. Bu uygulama bugün ABD'de yaygın bir biçimde
«swinging» paylaşma olarak adlandırılır. Böyle
düzenlemelerin yeni bir yanı yoktur gerçekte. Bunlar tarih boyunca birçok
halklar arasında varolmuştur. Örneğin, belli Amerikan yerlileri
ve Eskimolar arasında kocaların, karılarını
konuklarına sunması bir gelenektir. Aynı zamanda birçok
Polinezyalı erkek, bu pratiği izledi ve ek olarak bu ayrıcalığı
kendi kardeşlerine de tanıdı. Kendileri de
baldızlarıyla, yengeleriyle cinsel ilişki kurdular. (Havai'de bu
tür bir ilişki punalua olarak bilinirdi.) Ancak «açık evliliğin»
bu toplumsal bakımdan uygun biçiminin dışında bile, birçok
başka toplumlarda, özellikle erkekler için evlilikdışı
sekse sessizce göz yumulmuştur. 18. yüzyıl Avrupasında
üst-sınıftan kocalar, çoğu kez karılarının «resmi
bir âşığı» olmasına izin vermelerine karşın,
kadınlar bu alanda genellikle daha kısıtlıydı. Eski
âdetlerin şu ya da bu biçimi pekâlâ gelecekte de sürebilir.
Geçici Evlilik
Önce de belirtildiği gibi, geçici evlilik
zaman zaman İslâm ülkelerinde görüldü (mut'ah evlilikleri). Aynı
zamanda, eski Japonya'da da beş yıl ya da daha az bir süre içinde bir
evlilik sözleşmesinin geçerli olduğunu biliyoruz. 19.
yüzyılın başlarında büyük Alman yazarı Goethe, Elective
Affinities (Seçmeli Akrabalıklar) adlı yapıtında,
beş yıllık evlilik, eğer eşler geçimli olursa
sürebilir. Gerçekte, çoğu Batı ülkelerinde boşanmalar kolayca
sağlandığından, evlilik aslında yasada olmasa bile,
birçok çift için geçici bir düzenlemeye dönüşebilir. Bugün artık
birkaç yıl içinde, erkeğin ya da kadının iki, üç, dört,
hatta daha fazla evlenerek boşanması olağan hale gelmiştir.
Bu gelişmelerin ışığında, her evliliğin sonu
için yasanın resmen önceden belirlenmiş bir tarih koyması
gerektiği önerilmektedir. Bu tarihe gelindiğinde, kuşkusuz
evlilik başka bir dönem için yenilenebilir, ancak böyle bir yenileme
olmaksızın, evlilik otomatik olarak bitirilebilir de. Böylece, bu
durumda boşanma gereksiz olacaktır. Oysa, bu öneriyi
eleştirenler, herhangi bir sabit zamanla sınırlamanın
evlilik üzerinde kaygı verici bir tatsızlığın erken
ortaya çıkabileceğini ve daha ussal, «kusursuz» boşanma
yasalarının aynı amaca daha iyi hizmet edebileceğini
belirtmektedirler.
Deneme Evlilikleri
Avrupa tarihinin çoğu boyunca, çiftçiler
bekledikleri gelinin doğurganlığını görmek ve uygun
bir eş olmasını güvenceye almak için çocuklarının
evlilik öncesi cinsel ilişkilerine izin verirdi. Böylece, onlar modern
çağlarda İngiltere'de bundling (soyunmadan aynı yatakta yatmak),
Larrying Sitting up, Norveç'te Nightrunning, Hollanda'da Guesting,
Night-courting-deneme geceleri, Almanya'da Kiltgang, Fensterin vb. adlarla
çağrılan çeşitli âdetler yaşadılar. Bu âdete göre, bir
kız gece yatağına, eğer anababaları onu ciddi bir umut
olarak görüyorsa, bir erkeği alabilirdi. Başlangıçta, bu gece
ziyaretlerinde herhangi bir fiziksel yakınlık olmayabilirdi, ancak
ziyaretler daha sık olursa, cinsel ilişkiye izin verilirdi. (Bu tür
ilişkiler uzun zaman sürerdi) Oysa, evlilik her zaman nihai amaçtı,
ancak özellikle kız hamile kalırsa. Evlilik, her ikisi de
yükümlülüklerinin farkına vardıklarında düşünülürdü.
Gerçek-
te, bazı alanlarda resmi evlilikten önce gelen
bu pratik, aylarca, hatta yıllarca süren deneme evlilikleriyle biraz daha
resmileştirilirdi. Bu âdetler, birçok yüzyıl onların gerçek
anlamlarını önemseyerek avantajlarından yararlanan
yabancıların hücumu altında ölene değin, kırsal nüfusa
hizmet etti. Bununla birlikte, çağımızın cinsel
reformları da tekrar tekrar tüm yurttaşlar için benzer âdetlerin
yeniden tanıtılmasını istedi. Böylece, onlar «bir
arkadaşlık gibi evlilik» (ABD'de), «Ehe auf Zeit» (Almanya'da) ya da
«Probeehe» (Avusturya'da) önerdiler. Ayrıntılarda farklı
olmasına karşın bu önerilerin hepsi
karşılıklı anlaşma yoluyla, basit bir ayrılmayla
ona boşanmanın yerine koyarak onun komplikasyonlarından
kaçınmaya yardım etti.
Görüldüğü gibi, bir deneme evliliği
yukarıda tartışılan geçici evliliğe çok benziyor.
Eskisi, sonuçta bir çifti sürekli evlilik umutlarını ima ederken,
daha sonraki, geçici olmayı kastediyor. Bu da onların
aralarındaki tek fark oluyor. Oysa, eğer boşanma yasaları
basitleştirilirse bu reformların hiçbirinin gerçekte gerekli
olmadığı görülecektir. Bugün birçok çift, evlenmeden önce bir
süre birlikte yaşayarak bir deneme evliliği uyguluyorlar. Böyle özel,
gayriresmi anlaşmalar sürüp gidiyor ve bu gelecekte daha sık
uygulanabilir.
İki Aşamada Evlilik
Deneme evliliğinin tek bir çeşidi
Amerikan antropologu Margaret Mead tarafından önerilmektedir. Bu öneriye
göre; evliliğin iki türü olacaktır. Biri çocuksuz, öbürü çocuklu.
Başka bir biçimde açıklarsak, ikinci aşamaya hiç gerek duyulmasa
bile iki aşamalı evlilik sözleşmesi yapılacaktır.
Birinci aşama, «kişi evliliği» diye adlandırılan
biçimi getirecektir genç bir çifte. Bu evlilik, eşler birbirlerini arzu
ettikleri sürece işleyecektir, ancak eşler çocuk yapma hakkına
sahip olmayacaktır. Gelecek aşama bir «anababasal evliliğe»
doğru götürecektir, ancak karı ve kocanın çocukları
bakıp büyütmek ve destekleme yeteneklerini göstermesinden sonra. Bu iki
aşamalı evlilik, bu yüzden özel bir belge ve tören isteyecektir.
Böyle bir reform pratik görünmüyor, çünkü
kişisel evliliklerde yasağa karşın «gayrimeşru»
çocuklar yaratma tehlikesi her zaman olacaktır. Böylece iki
aşamalı evlilik sistemi kesinlikle kendi içinde zayıf
düşecektir. Her şeye karşın, kuramsal bir düzeyde,
Mead'ın önerisi, genç evlilerin anababa-lık
sorumluluklarını etkileme değerine sahiptir.
Monogami Olmayan Evlilik
Monogami, gelecekte şu ya da bu biçimiyle
egemen evlilik biçimi olarak kalırken, monogami olmayan evliliklerin de
sürebilmesi olasılığı vardır. Bu evlilikler yeniden
görünecekse, tam cinsel eşitlik temelinde ortaya çıkmış
olacaktır. Aşağıdaki örnekler bunları açıklamak
için yararlı olabilir.
Poligami
Poligaminin her ikisi de kuşkusuz uzun ve
saygıdeğer bir tarihe sahiptir. Polijiniye Tevrat'ta da Kur'an'da da
göz yumulur. Oysa, Hıristiyanlığın etkisi altında ve
cinsel eşitlik taleplerinin gelişmesinin bir sonucu olarak,
evliliğin bu biçimi Batı uygarlığında uzun
zamandır görünmedi ve dünyanın başka bölgelerinde de bir
baskı altında bulunmaktadır. 19. yüzyılda Amerika'da,
Mormonlar onu yeniden canlandırmaya çalıştı, ancak en
azından bu uygulama resmi bir baskı sonucunda kısa zaman içinde
yok edilmeye zorlandı. Her şeye karşın, poligami bazı
insanlar için çekiciliğini sürdürdü. Öte yandan, pek çok
Batılının tekrar tekrer evlenip boşanmasıyla «seri
halinde» poligamiye benzere bir uygulamaya başladıkları
gözlendi. Gelecekte resmen öyle yapma haklarını kazanırlarsa,
bazı erkeklerin yeniden birkaç kadın ve bazı
kadınların da birkaç koca alması inanılmaz
olmayacaktır. Ancak bugün birtakım insanlar iki evlilikten
dolayı mahkûm ediliyor, dava konusu olmaktan kaçanlar da menage a trois
diye adlandırılan biri resmi, öbürü resmi olmayan eşle birlikte
yaşıyorlar. Günün birinde bu tür düzenlemeler pekâlâ resmen
tanınabilir. Böyle bir evlilikte her eşe aynı yasal
hakların verilmesinin zorunlu olduğunu söylemek bile gereksiz.
Grup Evliliği
Bir grup evliliğinde, birkaç kocayla birkaç
karının evlendiği görülür. Başka bir deyişle, gruptaki
tüm erkekler, tüm kadınlarla evlidir. «İlkel» halklar arasında
bazı örnekler görülmesine karşın, böyle evlilikler hiçbir zaman
herhangi bir yerde yaygınlaşmamıştır... Bununla
birlikte, grup evliliğinde ünlü ve oldukça başarılı
deneyimle 19. yüzyılda Amerika'da John Humprey Noyes ve Oneilde
topluluğunda gerçekleştirilmiştir. Bu toplulukta her kadın
«kompleks evlilik» diye adlandırılan bir sisteme göre, kuramsal
olarak her erkekle evlidir. Cinsel ilişki özgürce gerçekleştirilir,
ancak döllenmeden «bilimsel olarak» belirlenen çiftler dışında
kaçınılır. Bilerek doğurmanın bu biçimi (evlilik
biçiminden ayrı bir sorun) stirpiculture olarak bilinirdi.
İnzivaya çekilen ve nihayet bir süre sonra ölen karizmatik önderlerinden
sonra, bu deneyimin de sonu geldi. Ancak, yakın zamanlarda böyle
deneyimlerin başarı şansı az da olsa, yenilendiği
görülmüştür. Eşler üzerindeki duygusal gerginlik, birçok durumlarda
çok büyük ve oldukça geleneksel evlilik örneklerinde kendilerini
gösterdiği halde, belli çağdaş «komünler»de grup evliliği
varolmuş ve varolagelmektedir. Her şeye karşın, gelecekte,
grup evliliği üzerine bazı girişimlerin devam edebileceği
görülebilir ve evlilikler zaman zaman başarılı olabilir. Resmen
tanınıp tanınmayacağı ise başka bir sorundur.
Eşcinsel Evlilik
Yakın zamanlarda bazı ciddi
tartışmalara yol açan, ancak önceleri söz-konusu edilmeyen bir sorun
da eşcinsel evliliktir. Kuşkusuz, eğer eşlerden biri erkek
öbürü kadın olduğu sürece, iki eşcinselin evlenebilmesi her
zaman olasıdır. Gerçekte biz, geçmişte böyle evliliklerin pekâlâ
gerçekleştiğini biliyoruz. Buna iyi bir örnek, İngiliz diplomat
Harold Nicolson ile romancı Victoria Sackville - West arasındaki
evliliktir. Her ikisi de cinsel görevlerini ayrı yataklarda, yani
dışarıda yerine getiriyor, ancak birbirlerine her şeye
karşın derin bir saygı ve sevgi duyuyorlardı.
Bununla birlikte, şimdiye değin Batı
kültürü aynı cinsten eşler arasında bir evliliğe hiçbir zaman
izin vermemiştir. Yalnız Eski Roma'daki uygulamalar
kuraldışıdır. Çok az uygarlık da, daha geniş
anlayışlara sahip olmuştur. Nitekim, bazı Amerikalı
yerli kabilelerinde, bir erkeğin, kendini kadın rolünde varsayıp
başka bir erkekle evlenmesi olasıydı. Kuzey Afrika'da, Siwanlar
arasında, birçok erkek, genç erkeklerle evlendi ve onlara, kızlara
verilenden daha çok «başlık parası» ödedi. Bununla birlikte,
genel olarak konuşursak, böyle âdetler her zaman seyrek olmuştur,
çünkü evlilik çoğunlukla doğurmayla ilişkiliydi. Bu nedenle,
eşcinsel ilişkilerin teşvik edildiği yerlerde bile, bu
ilişkiler evlilik öncesi ve evlilikdışı ilişkiler
olarak kaldı.
Evliliğin geleneksel anlamlan bazı sanayi
toplumlarında yalnızca yakın zamanlarda değişmeye
başladı. Yeni, güvenilir gebelik önleyicilerin ortaya
çıkmasıyla, doğurma bir seçme sorunu haline geldi ve bugün
birçok erkek ve kadın, çocuk sahibi olmak istemeseler ya da çocuk
yapamasalar bile
Çin'de Erotik Sanat
Çin sanatçıları cinsel
ilişkinin daha çok sevecen ve uysal yönlerini vurgulamaktadırlar.
Buna karşın erkek ile kadın arasındaki anotomik
farklılıklar daha çok arka plana itilirler. Bu yüzden Çin erotik
sanatı çoğunlukla sakin ve gözlemsel (kontemplatif) karakter
taşırlar. Hırs (tutku) pek nadir gösterilir. (Yukarıda)
resim albümünden alınan bu sahne, bir kadınla cinsel ilişki
kuran ve başka bir kadına suni bir penisle mastürbasyon yapan bir
erkeği göstermektedir. (Genç Ming - Hanedanlığı).
evlendiler. Bunların yerine, eşler evlilikte
sevgi, arkadaşlık, mali güvence, mesleki işbirliği gibi
başka değerler aradılar. Öte yandan, evlilik için aynı
cinsten çiftlerin de aynı nedenleri ileri sürdükleri oldukça
açıktır. Bu nedenle, kısır karşı cinsel çiftler
evlenebilirlerken, eşcinsel çiftlerin bu haktan yoksun
bırakılması doğrusu pek inadına gelmiyor.
Kuşkusuz, birçok eşcinsel çift, bazen
ömür boyu bu ilişkilerini değiştir-meksizin sürdürürler ve buun
yasal bir evlilik olarak kabul edilmediğinden, bunun olumsuzluklarına
katlananlar dışında, pek evlenmek istemezler. Vergi, veraset ve
göç yasaları eşcinsellere karşı farklı bir uygulama
içine girer
ve böylece onlar bu sorumlu oldukları
davranışlarından dolayı herhangi bir ödüllendirmeyi
beklemezler. Gerçekte, toplumumuzun bugün eşcinselleri karmaşık
ve kararsız bir halde bıraktığını söyleyebiliriz.
(Ayrıntılar için «Cinsel Baskılar - Eşcinsellere
bakınız.)
Bununla birlikte, şimdi, birkaç
Hıristiyan kilisesi, özellikle Metropolitan Topluluğu Kilisesi
eşcinsel çiftlerin evlenme törenlerini ya da (kutsal birliklerini) yerine
getiriyor. Böyle bir evlilik yasal olarak tanınmıyor, ancak en
azından birbirine kesin tahahhüt veren çiftlerin durumlarının
biraz yasallaşması-nı sağlıyor. Bazı Avrupa ülkelerinin
parlamentolarında (Danimarka, Hollanda) eşcinsellerin birbirleriyle
evlenebilmelerinin tanınması için büyük tartışmalar
yapıldı. Ve bu tartışmaların sonunda
eşcinsellerin birbirleriyle evlenebilmeleri yasallaştı. Öte
yandan, ABD'de de benzer yasaların çıkarılması için
uğraşılmaktadır.
TARİHSEL PERSPEKTİF İÇİNDE
AİLE
Aile sözcüğünün İngilizcesi, «ev
hizmetçisi» anlamına gelen latince «fa-mulus»tan türemiş olup, bir
adamın sahip olduğu bir grup hizmetçi anlamına gelir.
Sonraları anlamı genişlemiş ve bir adamın soyundan
gelen ya da bir adam tarafından yönetilen hizmetçiler, karılar,
çocuklar, anababalar, büyükana-babalar, öteki yakın ve uzak akrabalar,
arkadaşlar ve geçici konuklar gibi bir adamın evinde yaşayan tüm
kişileri kapsamıştır.
Bu çeşitli anlamlar, ortaçağ
İngilizcesinde çok canlı bir biçimde görülüyordu. Gerçekte,
Rönesansla birlikte «aile» sözcüğü ya hizmetçilerin ana bölümü, ya da bir
soylunun mahiyeti, kan bağı olan bir grup insan ya da birlikte
yaşayan bir grup insan anlamında kullanılıyordu. Bu
anlamlar son ikisinin yeni bir toplumsal fenomeni tanımlamak için
birleşmesi 17, 18. yüzyıllarda oldu:
Buna göre, aynı çatı altında
yaşayan az sayıda yakın akrabalar, birbirlerine duygusal
bakımdan da yakın oldular. 19. yüzyılın
başlarında bu kullanım, öbürlerinin yerini aldı ve «aile» çoğunlukla
anababa ve çocuklardan oluşan yakın bir gruba dönüştü. Bugün bu
sözcüğün öncekine göre hem geniş, hem de dar anlamını
biliyoruz. (Aynı anlamsal değişim, kabaca Fransız ailesi,
«famiile» ve Alman ailesinde «familede» de gözlemlenebilir.
Şimdiki özel aile kavramımızın
bu anlamları basitçe öteki kültürlere, hatta geçmiş kültürümüze
uygulanamaz. Sorunu gerçekten anlamak istiyorsak, filolojik gözlemlerimizin
gösterdiği gibi, sorunu daha bir incelememiz, üç ayrı fenomen
arasında ayrım yapmamız gerekir.
1 - Akrabalar, yani birlikte yaşasın
ya da yaşamasın, akraba olan
insanlar.
2 - Ev halkı, yani, akraba olsun ya da
olmasın, birlikte yaşayan insan-
lar.
3 - Aile, yani akraba olan ve birlikte
yaşayan insanlar.
Şimdiki kültürde bu üç olgudan en çok
üçüncüsü, yani aile, tartışmaların baş köşesinde yer
alır. Akrabalık sistemleri ve ev halkı örnekleri bir toplumsal
sorun olarak savsaklanır genellikle. Bunun yerine, asıl ilgi,
onların uyuştukları bir durumda odaklanır. Örneğin,
yakın zamanda ABD'de yapılan bir nüfus sayımında, «aile»,
bir ev içinde birlikte yaşayan ve kan bağı, ya da evlatlarla iki
ya da daha fazla akraba kişiden oluşan bir birim olarak
tanımlanır.
Önceki geniş anlamlar dizisiyle
karşılaştırıldığında, ailenin bu
geçerli tanımı, kuşkusuz oldukça sınırlıdır.
Daha yakın bir gözlemle, olası birleşimlerin
şaşırtıcı bir çeşidini içerdiği görülür. En
basit durumda bile, yani yalnızca iki kişiden oluşan bir ailede,
en azından bir düzine farklı ilişki bulabiliriz:
1 -
Çocuksuz evli bir çift
2 - Bir
kadın ve kendi çocuğu
3 - Bir
kadın ve evlatlığı
4 - Bir
adam ve kendi çocuğu
5 - Bir
adam ve evlatlığı
6 - Bir
kadın ve kendi torunu
7 - Bir
kadın ve evlatlık torunu
8 - Bir
adam ve kendi torunu
9 - Bir
adam ve evlatlık torunu
10 - Bir
erkek ve kızkardeş
11 -
İki kızkardeş
12 -
İki erkek kardeş
Gerçekte, liste öteki uzak yakın akrabalarla
genişletilebilir. ABD'de nüfus sayımına göre, bu sosyal
birimlerin hepsi ya da herhangi biri, yalnızca iki unsur içerseler bile,
bazı yaygın yaşam düzenlemeleriyle ilgisi olduğu sürece,
aileler olarak kabul edilmelidir.
Görebildiğimiz gibi, «aile» sözcüğünü bu
biçimde kullanan bürokratlar, sınırlı ve modern, ancak
«yansız» bir bakışı ifade ederler... Onlar günümüz
gerçeklerini pratik bir yolla tanımlamasını aramaktan başka
özel bir domes-tik aile tipi ya da idealini ifade etmezler. Gerçekte, onlar
basit, tanımlayıcı istatistikler ister. Böylece onlar için
yukarıdaki örneklerin tümü parçalanmış ya da
dağılmış geniş ailelerin, başka
parçalarını değil, kendi hakları içinde meşru aileleri
temsil ederler.
Bununla birlikte, ortalama yurttaş, sorunu
oldukça farklı görebilir. Ona, «iki kişilik aile» hiçbir zaman
«gerçek» bir aile olarak görünmeyebilir. Bunun yerine, bu aileyi, bir ailede
olması gereken bir kalıt ya da salt bir iz, bir istisna olarak
değerlendirebilir. Bu nedenle, örneğin bir koca ve
karısının ya da bir erkek ve kızkardeşinin bir aileyi
oluşturmadığı ve bir ailenin en azından iki
kuşaktan üç kişiyi, yani ana, baba ve bir çocuğu içermesi
gerektiğini hisseder.
Öte yandan, bugün çoğu insanlar esas olandan
çok çok derinlere inmekte isteksiz olacaktır. Kuşkusuz bu, herhangi
bir ek çocuk sayısını içer-meyecek, ancak gerçekte büyükanne ve
babalarının, koca dede ve ninelerinin, kuzen ve kuzinlerinin,
yeğenlerin, amcalar ve halaların aileye uygun kişiler olup
olmadığını merak etmeye başlayabilirler. Burada,
yeniden nüfus sayımcılarının farklı düşündükleri
hatırlanacaktır. Onlar, ailenin büyüklüğü ya da aile üyeleri
arasındaki ilişkilerinin derecesi hakkında hiçbir şey
söylemiyorlar. Onların kararlaştırıcı ölçütü,
geleneksel ev halkıdır. Böylece, ABD nüfus sayımı
tanımları yalnız en küçüğünü değil, olası en
geniş aileyi de kapsamaktadır.
Bununla birlikte, gerçek durumda çoğu modern
Amerikan aileleri bir dereceye kadar uç noktalar arasına düşüyor. Bu
aileler çoğunlukla iki kişiden daha çok kişiyi, ancak nadiren
iki kuşaktan daha fazla kişiyi içeriyor. Küçük aileler olsun en
geniş aileler olsun, her ikisi de tipik kabul edilmiyor artık,
tersine, aileyi belli bir temel grupla ya da evli bir çift ile
çocuklarından oluşan bir çekirdeğe indirgemek, genel bir
eğilim olarak belirtiyor. Bu nedenle, daha ayrıntılı bir
tartışma için tek başına «aile» terimi yetersizmiş
gibi geliyor. Aileler, farklı biçim ve büyüklüklerde olabilir ve bugün onların
açıkça bir özel bileşimi popüler olursa, o zaman daha derin
ayrımların yapılması yararlı olacağa benziyor.
Böyle, bir ayrım aileyi yaygın olarak iki temel tipte listeleyen
sosyologlar tarafından getirilmektedir.
1 -
Çekirdek aile (Latince Nucleus: öz, esas.) Sadece ana, baba ve çocuklardan
oluşan aile.
2 -
Geniş aile: Bir çekirdek aile ve çeşitli akrabaları içerir.
(Gerçekte geniş aile, sosyal bir birim oluşturduğu durumda bile,
her zaman üyelerinin aynı çatı altında yaşadığı
anlamda domestik değildir. Oysa, onlar normal olarak yakın bir
birliktelik içinde yaşar ve birçok önemli durumlarda işbirliği
yaparlar.)
Bu ayrım ilk kez önerildiği zaman,
çoğu kez bir kısım tarihsel evrimi ima edeceğinin
varsayıldığı yeteri kadar garip görünüyor. Gerçekte ailenin
evriminin evlilikle bir paralellik içinde olduğuna inanılıyordu.
Tıpkı monogaminin poligamiden ortaya çıktığı
gibi. Çekirdek ailenin de, geniş ailenin evrimiyle ortaya
çıktığı söyleniyordu. Çok eşli evliliklerin her zaman
geniş aileler oluşturduğunu, ancak bu kurama göre tek eşli
evliliklerin de bir kez yalnızca, daha geniş bir çerçeve içinde
modern endüstri toplumunda ayrı ve bağımsız halde görüldü.
Bu çarpıcı ve basit kanı,
yıllarca üzerinde herhangi bir kuşku bırakma-macasına
varlığını korudu. Bu kanının, gerçeğe iyi
bir biçimde değindiği de kabul edilmelidir. Her şeye
karşın, daha yakın gözlemler bir bütün olarak ele
alındığında evrimci monogami kuramı gibi, fazla ayakta
kalmadığı görülür. Tarihçiler, çekirdek ailenin,
endüstrileşmeden önce Batı dünyasında egemen olduğunu ve
geniş ailelerin endüstrileşmeden sonra da devam ettiğini
gösterebilirlerdi. Aynı zamanda imalat (fabrika) sisteminin her iki aile
tipini de kolayca destekleyebildiği ve birinden öbürüne, düz bir evrimci
çizginin olmadığı görülüyordu.
Bununla birlikte, modern çağların Avrupa
ve Amerika aile yapısından bazı dramatik değişimlere
tanık olduğu ve geniş ailenin giderek seyrekleşti-ği
de gerçektir. Dahası, çekirdek aile şimdi üyeleri açısından
farklı bir anlam kazanmış ve böylece konuya yeni ve tek bir
fenomen açısından değineceğimiz anlaşılıyor.
Bu durumda, dikkatli bir yol tutup geleneksel
geniş aile olsun modern çekirdek aile olsun, her ikisini de
tartışmak uygun olacak. Bu nedenle, aşağıdaki sayfalar
bu tartışmaya ayrılıyor. Bir bölümde de toplumumuzda
gelecek olan aile örneklerine değiniliyor.
MODERN AİLENİN
GELİŞİMİ
Çekirdek aile yeni bir fenomen
değildir, uzun zamandır birçok farklı kültürde görülmektedir.
Bununla birlikte, çekirdek ailenin tipik modem karakter ve anlamı büyük ölçüde
aileyi bir üretim biriminden tüketim birimine dönüştüren sanayi devrimiyle
biçimlenmiştir.
1559'larda isviçreli Orta
Sınıf Bir Aile
Erasmus'un ölümünden 20 yıl
sonra yapılmasına karşın, resim, onun Collsquia Familiaria'da
yazdığı tipik aileyi gösteriyor. Tek çatı altında
birkaç kuşak ve çeşitli akrabaların varlığı ile
ciddi bir biçimde düşünen yetişkinler gibi çizilen çocukların,
özellikle sol altta köpekle birlikte görülen küçük çocuğun
davranışına dikkat ediniz.
19. Yüzyılda Amerikalı
Bir Orta-Sınıf Aile
Resim, Sanayi Devrimiyle ortaya
çıkan «ideal» yeni çekirdek aileyi gösteriyor. Evinin
dışında çalışıp bir ücret kazanan baba, kendisini
bütün gün özlemle bekleyen çocuklarının sıcak bir
karşılamasıyla eve dönüyor. Bebeğini emziren anne, çocuk
bakımı ve öteki ev işleriyle uğraşıyor. Resimde
de görüldüğü gibi, büyük ana-baba ya da öteki akrabalar hane halkı
arasında yer almıyor.
20. Yüzyılda Tipik Amerikan
Ailesi
Zamanımızda
banliyosundaki eviyle çekirdek aile, tek geçerli model gibi görülmeye
başladı. Birkaç on yıl içinde bu aile imgesi ilan
tahtalarında reklamlarda, ticarette, film ve TV gösterileriyle, okul
kitaplarında karşımıza çıkmaktadır. Resim, 1972
yılında bir çocuk kitabından alınmıştır.
(Baney's Lake).
GELENEKSEL GENİŞ AİLE
Geniş ailenin olası birkaç çeşidi
varolup üyelerinin her birinin pozisyonu ve işlevi, durumlarına göre
değişebilir. Örneğin, geniş aileler çok eşle evlilik ya
da grup evliliğinden oluşabilir ve cinsel eşitlik ya da ev
halkının bazılarının önderliğine boyun eğme
üzerinde kurulabilir. Günümüz çerçevesinde biz, kendimizi Sanayii Devrimi
öncesinde, Batı dünyasında varolan geleneksel geniş aileyle
sınırlıyoruz.
Kuşkusuz Hıristiyan Avrupasında
monogami, evliliğin kabul edilen tek biçimiydi ve geniş ailede
çoğunlukla evli bir çiftin, en büyük oğlu ve karısı, belli
torunlar ve öteki yakın akrabaların birlikte yaşadığı
tek biçim oluyordu. Başka bir deyişle, çok kere bazı ortak
girişimlerle uğraşan üç ya da daha fazla kuşaktan da
oluşuyordu bir aile. Bu aile tipi yaygın olmakla birlikte, evrensel
değildir. Yaşama koşullarının ilkel insanların
kendi topraklarının olmadığı ve mülkleri biraraya
getirmenin zor olduğu durumda küçük aileler daha yaygındı.
Gerçekte ailelerin büyüklüğü ve yapısı çoğu kez toplumsal
değişimlere bir yanıt olarak düzensizce değişti.
Böylece, artan ekonomik şansla bazı
çekirdek aileler genişleyebildi, zenginleşti ve toplumsal etki
sağladı. Öte yandan, bazı mali tehditlerle yüz-yüze gelince
mallarını mülklerini sağlama almak için yeniden sözleşme
yapabiliyorlardı. Bununla birlikte, aynı nedenle Ortaçağ
Avrupası'nın çoğunda yoksul kitleler hiçbir zaman büyük bir ev
halkı çerçevesinde güvenceye alınmış yaşamı
arzulayamadılar. Tersine, ayrı kulübeler, ahır gibi evlerde çok
küçük gruplar halinde yaşadılar. Açıkçası, geniş
çiftlik evleri, büyük evler (kâşaneler), köşkler ve şatolar
zenginlere ayrılıyordu.
Her şeye karşın, modern
çağın başlangıcı ve ticaretin gelişimiyle büyük,
uygun semtlere dayanan orta sınıf ortaya çıktı. Böylece
yoksulların bir iki odalı konutları, zengin resmi görevlilerin,
tüccarların karılan, çocukları, akrabaları, arkadaşları,
hizmetçileri, kâtipleri ve çıraklarıyla yaşadığı
iyi yapılmış birkaç bölmeli yüksek binaların görünümünü
bozmaya ve gölgelemeye başladı. Bu «büyük evlerde» yaşayan
ailelerin «ideal geniş aile»ya da «Batı özleminin klasik ailesi»
olarak adlandırıldığı görüldü.
Böyle bir ailenin kesin olarak avantajları
vardı. İnsanlar, onların nereye ait olduklarını ve
onlardan ne beklendiğini biliyordu. Aynı çatı altında
yediler, içtiler, uyudular, öğrendiler, çalıştılar ve hep
birlikte oynadılar. Doğumdan ölüme, tanıdık yüzler
arasında gelişip yaşlanan organik bir bütünün parçalarıydılar.
Hepsi ortak çıkarlarına hizmet edip birbirlerinin sevincini,
tasasını paylaştılar, dara düştüklerinde hazır
destek buldular. Hasta ya da eli ayağı tutmaz oldukları zaman
bakım ve koruma buldular. Kısacası, hiçbir zaman yalnız
kalmadılar ve yaşamlarının her zaman bir «anlamı
vardı.»
Şimdi geniş aileyi böyle çekici gösteren
koruma ve güven duygusu budur. Bununla birlikte, tarihsel
çalışmaların gösterdiği gibi, bu birliktelikler gerçekten
çok fazla duygusal sıcaklık sağlamamaktadır. Büyük ev
olgusunun ana işlevi ekonomik oluşudur. Sevgi ve şefkat ikincil
önemdedir. Bireylerin gereksinimleri ve ilgilerine çok fakat dikkat
gösterilmezdi. Aslında, ana-babaların kendileri, çoğunlukla
âşık oldukları için değil, maddi ve pratik nedenlerle
evlenirdi. Bundan başka, karının konumu, istekleri her zaman
egemen olan kocadan aşağı düzeydeydi. Çoğu kez eşler
arasında büyük yaş farkı olurdu. Çünkü, birçok kadın çocuk
doğururken ölür ve erkekler
17. YÜZYILDA AİLE
YAŞAMI
17. Yüzyılın «büyük
evleri» genellikle topluluktan bir ayrımı sözkonusu etmiyor,
ayrıca aile üyelerinin tüm yaşlardan davetsiz, rastgele konuklar,
komşular ve arkadaşlarıyla serbestçe kaynaşmalarına
izin veriyordu. Kilise yılları sırasında coşkun
kutlamalar yaygındı. Resim: Jan Ste-en (1626-1979)
de yeniden genç eşlerle evlenme eğilimi
duyardı. Evin reisi öldüğü zaman, dul karısı evin
işlerini yürütmek için kocanın başta gelen
yardımcısıyla evlenirdi. Az sayıda çocuk potansiyel işçiler
olarak memnunlukla karşılanır, ancak anababaları
zamanlarının çok azını onlarla birlikte geçirirdi.
Çocuklara hizmetçiler bakar ve bir süre sonra da bazı işyerlerine
çırak olarak gönderilirlerdi. Soylu erkeklerin oğulları da soylu
ailenin yanına yardımcı olarak verilirdi. Birçok çocuk basbayağı,
ihmal edildiğinden, çocuk ölüm oranı da oldukça yüksek olurdu.
Örneğin, 18. yüzyıl başlarında Londra'da 5'ine
yaklaşan her 1 çocuğa karşı üçü ölüyordu. Koşullara
göre, anababalar evlatlarına çok yakından bağlı
değillerdi. Gerçekte dolaysız ve dolaylı yoldan bebekleri
öldürme yaygın bir uygulama idi. Anababalar, çocuklarını yatakta
boğulmaya terkediyorlar ya da çocuklara zulmediyor, aç
bırakıyor, öldürmeleri için sütanne ve bakıcılara teslim
ediyorlardı. Hatta, çocuğun masumluğu üzerine duygusal
yazılar yazan «aydınlanmış» Jean Jacques Rous-seau bile,
beş çocuğunu bir yetimhaneye vermişti. Evler için her türden
hizmetçi ve asker gereksinimini sağlayan bu kurumlarda ölüm oranı çok
kere % 80-90'ı buluyordu.
17. yüzyıl sonlarından önce, 18.
yüzyıl başlarında «büyük evler»in kural olarak fazla
kalabalık ve gürültülü olduğunu anlamalıyız. Bu evler bir
özellik göstermiyor, ancak yarı kamusal yerler görünümü veriyorlardı,
insanlar günün her saatinde, tüm bölümlerde koşuşturuyor, bir içeri
bir dışarı girip çıkıyorlardı. Konuklar haber
vermeksizin görünüveriyor, arkadaşlar, tanıdıklar, iş
arkadaşları, müşteriler, her türlü aracılar bir
aşağı bir yukarı serbestçe dolaşıyor ve bazen
gece de orada kalıyorlardı. Çeşitli hizmetçilere ek olarak, evde
çoğunlukla sürekli birkaç konuk da bulunuyordu. Özel odaları,
işyerleri ya da büroları birbirinden ayıran bir bölüm yoktu.
Yataklar ve masalar biraraya yerleştirilip gereksinmeye göre
kullanılıyordu. Aile yemeklerinin bir düzeni olmadığı
gibi, belli bir yemek saati de yoktu, yemekler o anda hazırlanıp
ortaya getirilip ya da bitişikteki hanlardan satın
alınırdı. Bir «aile yaşamı» da olmazdı. Yerine,
tüm etkinlikler geniş bir toplumsal yaşamın parçası durumunda
idi. Aile her zaman topluluğa ve onun etkisine açık
kalırdı.
Bu nedenle orta ve yukarı
sınıfların aile bireyleri arasındaki ilişkilerin
oldukça soğuk ve resmi olması fazla
şaşırtıcı değildir. Fransa'da koca ve karı
birbirlerine Monsieuor (efendi) ve Madame (bayan), İngiltere'de sir (sör)
ve leydi diye hitap ederdi. Bu resmi sıfatlar aynı zamanda
anababala-rıyla karşılaştıkları sırada
çocuklar tarafından da kullanılırdı. Soylu çocuklar,
anababalarına «milord» (lordum) ve «milady» (leydim) diye hitap ederlerdi.
Çocukların kendi aralarında seremoni de bundan az değildi. Ön
adları kullanmak yerine, birbirlerine «kardeş»,
«kızkardeş», «hemşire» ve «kuzen» diye
çağırırlardı. Ön adın takma ad ve teklifsiz
yakınlık olarak «papa» ve «mamma»nın kullanımı, 17. yüzyılın
sonlarına değin moda olmadı. (1800' den sonra İngilizler
çocuk dilinde ana karşılığı olarak «mama»yı
kullanmaya başlarken, Amerikalılar da «momma»yı kullandılar
ve sonraları basitçe «mom» (ana) ve Dad (baba) şeklinde
konuştular.)
Sonraları, yüzyıllardır geniş
Avrupa ev halkı bireylerinin birbirlerine karşı öyle çok fazla duygusal
bir ilgi duymadıkları açıkça görüldü. Gerçek ve duygusal
yakınlık yalnızca orta sınıfın ve onun
değerlerinin yavaş yavaş ortaya çıkışı ile
gelişti. Katı yurttaş tipi ortaya çıkarken, sonraları
daha endüstriyel, kurallı, saygın, disiplinli ve evcimen oldu.
Kısacası aşina olduğumuz bir «burjuva yuva karakterine»
dönüştü. Bu süreç 16. yüzyıl sonlarına iyi biçimde giderek
sonraki yüzyıl boyunca da hızlandı. «Büyük ev»in bizzat kendisi
değişmeye başladı. Bir kere içbağlantının
kurulmakta olduğu yer çok amaçlı bölümlere açık oldu, müzik,
okuma, uyuma, yemek odaları birbirine yakın olmakla birlikte
ayrıydı. Hizmetçilere özel bölümler, (yatak odaları vb. yerler)
yasaklandı. Özel bir dünya kuruluyordu artık ev içinde. Böylece
zevkler ve işler karışmayacaktı. Çalışma
odaları ve oturma odaları belirgin bir biçimde birbirinden
ayrıldı. Her ev davetsiz konukların artık giremeyeceği
bir iç kutsallığa sahip olmuştu. Gerçekte, habersiz ziyaretler
cesaret kırıcıydı. Aile yalnızca belli günlerde ya da
Jours Fixes'de konuk kabul ederdi. Başka zamanların tümünde, aile
bireyleri birbirlerine konuk oldu. Onlar «aile masasının» çevresinde
toplanıp «aile oyunları» oynadılar, «aile dergileri» okuyup
«aile konserleri» verdiler. Anababalar korunma ihtiyacına muhtaç saf
yaratıklar gibi değerlendirdikleri çocuklarının
eğitimi ve refahına da çok nazik bir ilgiyle yaklaştılar.
Bu koruma aile çevresinde oluyordu. Yani, ideal, sıcak, tatlı, saf ve
sevimli bir «mutlu yuvaydı».
Yalnız yavaş yavaş ortaya çıkan
bu idealin kesinlikle her yerde görülmediğini söylemeye bile gerek yok.
Yukarı sınıflar ve aşağı sosyal
sınıflar çok farklı bir biçimde yaşadılar.
Aristokratlar önceki gibi düzensiz kalabalık bir akraba, hizmetçi ve konuklar
tarafından çevrelenen, açık şato ve saraylarda oturmayı sürdürdüler.
Yoksul çiftçiler ve geniş bir işçi kesimi de hâlâ küçük kulübe, dam
ya da baraka evlerde yaşıyorlardı. İşin doğrusu,
burjuvazinin kendisi çoğu kez daha devingen ve maceralı
standartlarından saptı. Birçok erkek sevdikleriyle geçirdikleri
tatlı akşamları askıya aldı. Bu nedenle, kahvelerde,
publarda, derneklerde, kulüplerde, mason kuruluşlarında ya da dinsel
cemiyetlerde geçen bir toplumsal yaşam geliştirdiler. Sonuç olarak,
ailenin işlevi ve biçimi yeniden değişti. Gerçi ailenin
«kapalılığına» karşı aile büyüklüğünde
küçülmeye doğru bir eğilim olduğu açıktı. Daha
yaşlı kuşağın ve uzak akrabaların devam edegelen
varlığı, artan bir biçimde zorla gelip dayatma olarak görülüyordu.
Böylece başlayan sanayileşmeyle geleneksel geniş aile, yerini
modern çekirdek aileye bıraktı.
MODERN ÇEKİRDEK AİLE
«Çekirdek», «ayrı» ya da
«sınırlı» aile, yeni bir fenomen değildir. Tarih boyunca
pek çok kültürde varolmuştur. Gerçekten de, birkaç kuşaktan
oluşan geniş aile, yeni sanayileşmiş toplumlarda değil,
ileri zengin, yerli yerine oturmuş toplumlarda kurulur. İlk ve çok
deneyimli toplumlarda çekirdek aile modelinin yeğlendiği görülüyor.
Oysa, çekirdek aileler
sınırlılık ve ayırımların derecesine göre
değişebilir. Örneğin, Sanayi Devriminden önce Batı çekirdek
ailesi sık sık bir çiftlik, malikâne, aristokratik bir konak ya da
nüfusu akrabaların oluşturduğu köy gibi geniş bir sosyal
birimde görülürdü. Birçok eski kent komşulukları, aynı zamanda
güçlü akrabalık bağları gibiydi ve böylece çok küçük aileler
topluluğa açık bir durumda kaldı. Aile ziyaretleri çok
yaygındı. Çocuklar başka bir evi kendi evleri gibi
hissederlerdi. Öte yandan 17. yüzyılın sonlarında,
«kapalılığa» karşı yönelim birçok geniş evli
ailelerin büyüklüğünü düşürdü ve kalan aile üyeleri arasındaki
ilişkiler de değişti. Bu üyeler birbirleriyle daha fazla
ilgilenir oldular. Birbirlerine daha çok gereksinme duydular, saf ve sevimli
«burjuva» evi, modernleşmenin toplandığı fırtına
da, bir huzur odası, dünyadan saldırganlıktan rekabetten ve
sınıf savaşlarından uzak, güvenilir bir liman oldu. Biz,
aynı zamanda bu evin kadınlara nasıl sığınak
olduğu ve çocukları cinsel ve başka günaha teşviklerden
nasıl koruduğunu gördük. Başka iğrenç sosyal gerçeklikler
de körfezde tutuluyordu. Ailenin geliri artık içerde değil, evin
oldukça dışında kazanılıyordu. Cinsler arasındaki
işbölümü, erkeklerin zamanlarının çoğunu ailelerinde
ayrı, fabrikalarda, dükkânlarda ve buralardaki ücretliler olarak
görülmesiyle yeni bir biçim kazandı.
Küçük çocuklarının
bakıcısı ve eğiticisi olarak yalnızca onların bir
arkadaşı olan karıları şimdi onların asıl
sorumlusuydu. (Önceleri, bu görevler anneler, büyükanneler, bakıcılar
ve hizmetçiler arasında paylaşılmaktaydı.) Gerçekten de
artık orta sınıftan evde çalışan erkekler
yalnızca özel işleriyle doktorlar ve avukatlardı. Bununla
birlikte, kural olarak, burjuva ailesi aile reisi ya da kendilerinin geçimini
sağlayan kimseyi (ekmek kazanıcılarını) yalnızca
o geceleyin işten eve döndüğü zaman görüyordu. Bu çalışma,
aile reisinin karısından ve çocuklarından soyutlanmasına
yol açtı.
Üretimsel çalışmanın evden
fabrikalara aktarılmasının kuşkusuz, tüm aile üyeleri için
önemli sonuçları vardı. Artık onların herhangi birini
herhangi özel topluluğa ya da özel bir eve bağlayan güçlü köklerde
geliştirmek zorunlu değildi. Yerine, herhangi bir yerdeki işi
kovalamak, yeni yerleşimler-deki endüstriyel gelişmeyi izlemek te
serbest oldular. Dahası, aile bağları, fabrika
çalışması, her zamankinden daha fazla rasyonelleşip
yeterlileşirken, daha az önemli hale geldi. Akrabalarını
kayırma yerini, yalnızca değer ya da hizmete göre terfi ve kira
ödemeye bıraktı. Aynı nedenle, yeni işçiler,
işadamları ya da bürokratların artık uzak akrabaları
kollaması geekmiyordu ve artık kendi küçük ailesi için
çalıştı ve bu da onu daha çalışkan bir hale getirdi.
Şimdi geliniyle birkaç insanı geçindirmeye
başladığından beri daha hızlı ilerleyebilirdi.
Böylece, tek başına koca ya da baba, artık geleneksel ya da
yaygın yükümlülükler altında ezilmiyordu. Ek olarak, çocuğunun
eğitimi ve yaşlı ya da hasta anababalarının
bakımı devlet tarafından ele alınmaya
başlanmıştı.
Bu gelişmelerden yaklaşarak, birçok
gözlemci, çekirdek aile ve sanayileşme arasında bir «uygunluğa»
dikkat çektiler. Başka bir deyişle, küçük, yakın ve devingen
aileler, sanayileşmeyi harekete geçirici iyi, uygun unsurlar olarak
gördüler ve sanayileşme, çekirdek ailenin oluşumunu
hızlandırdı. Gerçekte, modern sanayi toplumlarında
eşitlik ve kişisel bağımsızlığa doğru
bir yönelim vardı. Bu, sırasıyla, evlilikte eşin ikâmet
yerini ve meşguliyetini serbestçe seçmesine olanak veriyor. Geniş bir
ailede bu özgürlükler, «yanlış» bir seçim, akrabaların
çoğunun etkilenmesine yol açacağından, her zaman
sınırlıdır. Böylece, yeni sorumlulukların tüm
avantajlarından yararlanmak isteyen insanlar geç evlenip ailelerini küçük
görürler. Bununla birlikte, bu kural istisnaları da içinde
taşır. Bazen geniş aileler daha yararlıdır, çünkü,
canalıcı durumlarda bir sığınma ve yardıma olanak
sağlayarak bir «destekleme birimi» gibi hizmet edebilirler. Bu, özellikle
geniş aile bağları kurmaya çalışarak üst
sınıflara geçmek isteyen aşağı sınıftan
kişiler için önemlidir. Nitekim, tam sanayileşmiş toplumlarda
bile kişi, geleneksel geniş aile ya da en azından geniş bir
akrabalar ağına değer veren erkek ve kadınla karşılaşabilir.
Bununla birlikte, genel olarak yakın
bağlarla kenetlenmiş çekirdek aile, Batı toplumlarında, son
birkaç kuşaktan beri egemen olmuştur ve böylece bir ailenin ne
olması gerektiği konusundaki genel algı biçimlenmiştir: Bir
erkek ve kadın, birbirlerine aşık olarak evlenirler, zamanla iki
ya da üç çocukları olur. Bir evde, dairede, kendi kendilerine
yaşayıp tüm boş zamanlarını birlikte geçirirler.
Kadın, ev işleri ve çocuklarla uğraşırken, erkek de
sabahları evden çıkıp, işe gider. Kadın, aynı
zamanda akşam yemeğini hazırlar ve gece bitkin eve dönen
kocasına yardım eder. Yılda bir ya da iki kez, Şükran günü
ya da Noel'de büyükana-babanın evinde, başka akrabalarla törensel bir
hava içinde kısa bir zaman için biraraya gelirler. Ama herkes belli bir
resmililikle davranıp işlerini aklından çıkarmaz o gün
bile.
Bu «ideal» modele göre, aile üyelerinin geniş
akrabalıktan tüm toplumdan uzaklaştığı
açıktır. Bununla birlikte, onlar bu uzaklaşmayı çekirdek
aile içindeki daha büyük bir duygusal sıcaklıkla telafi ederler.
Baba, anne ve çocuklar, kendi dünyaları içinde olur. Derin bir
karşılıklı sevginin onları bir arada
tutacağı varsayılır ve öteki küçük aile birimleriyle
ekonomik rekabetleri onların moralini yükseltir. Ne yazık ki, birçok
ailenin de gördüğü gibi, evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz.
Daha büyük ölçüde iletişim eksikliği, çoğu kez bir bozukluk
olarak kabul edilebilir. Çok aşırı yakınlık
bastırıcı olur ve kaçınılmaz saygısızlık
doğurur. Bu nedenle, daha başlangıçtan, modern çekirdek aile
eleştiri konusu olmaktadır.
Victoria döneminde, «yuva kültürü» doruğunda
olduğu zaman, bu eleştiri esas olarak orta sınıf
yaşamının anlayışsızlığını,
sığlığını ve ikiyüzlülüğünü açıklayan
ve saygın dış görünüş ardındaki çirkin psikolojik
iççatışmayı ve katlanılan şeyleri ortaya koyan büyük
burjuva yazarları, Flaubert, İbsen ve Stringberg tarafından dile
getiriliyordu. Aileyi, felsefi ve politik temel üzerinde, özel mülkiyet
çabasına ve kökenine bağlayan Engels tarafından daha derin bir
biçimde eleştirildi. Sonunda, Sigmund Freud, dolaylı yoldan da olsa,
yani nevrozların ve cinsel saldırganlığın temelinde
yatanın «mutlu» çekirdek ev olduğunu ortaya koyduğu zaman, belki
de en ciddi suçlamayı getirmiş oluyordu.
19. yüzyılın sonlarında, burjuva
aile modelinin dezavantajları, birçok ortalama erkek ve kadına daha
açık görünmüştü. Evin sıcak yuva asmosfe-ri boğucu
görünmeye başladı ve bir kez kutsal bir yer olarak övüldüğü
zaman, çoğu kez artan bir biçimde bir hapishane gibi mahkûm edildi.
Geleneksel geniş ailede çocuklar birkaç erkek ve dişi yetişkin
rolü, model olarak seçmekteyken, şimdi bir anababayla
karşılaşmaktadırlar. Öncekileri, onların ilk
eğitimi birtakım farklı insanlar ve çeşitli etkiler
altında biçimlenirken, şimdi tamamen kendi ana ve babalarına
bağlıdırlar. Gerçekten, son durum her zaman
varolamamaktadır. Baba, artık ev içinde
çalışmadığından, çocukları da açık bir
sosyal rol kavramına sahip olmamaktadır. Yerine, evin geçimini
üstlenip, gizemli ve uzak bir otorite biçimi uygulayan disiplin
sağlayıcı olmaktadır. Çocuk arasıra sevilir, sık
sık korkutulur ve sözüne pek seyrek kulak verilir. Aynı zamanda,
karı ve anne, önceki her durumdan daha kısıtlı bulunur. O
büyük ölçüde artan nesnel görevleriyle «dört duvar» içinde kuşatılmış
kalır. Dışarıda yalnızca kiliseye gitmek ya da
alışverişe çıkmak riskine girebilirdi. Onun dünyası
küçülüp işlevleri bir daire içinde sınırlanıyordu. O,
kadınsı, anacıl, duyarlı, «uygun» olmalı ve tüm önemli
konuları kocasına havale etmeliydi.
Bu nedenle, Victoria döneminde birçok
kadının çekirdek aileye ve onun içinde kendi konumlarına
gücenmeye başladıkları dahi iyi anlaşılabilir.
İşte, İbsen'in Bir Bebek Evi adlı
yapıtındaki kadın kahramanı Nora'nın kocası ve
çocuğunu terketmesi böyle bir şeyin göstergesi oluyordu. Zaman
ilerledikçe, artan sayıda kadın, erkeklerle eşit tutulma ve bir
insan olarak potansiyellerini eksiksiz geliştirme özgürlüğü
istediler. Nitekim, başlarda oy verme hakkı, evlilikte reform ve
boşanma yasaları için mücadeleye atıldılar. Aynı
zamanda, artan bir sayıda işgücü ordusuna katıldılar.
Sonunda, 1. Dünya Savaşı sırasında, önceleri giremedikleri
birçok işte yeteneklerini gösterdiler ve eve, tutsak olmaktan belli ölçüde
kurtuldular. («Kadının özgürleşimi»ne bakınız.)
Son birkaç on yılda bu yönelimin sürdüğü
görülüyor. Bugün, birçok ailede, çocuklar zamanlarının çoğunu
bir günlük bakımevi, anaokulu, yuva ya da okulda geçirirken,
karı-koca da dışarıda çalışıyor. Sonuç
olarak, aile üyeleri arasındaki duygusal bağlar bir dereceye kadar
daha yapıcı olmakta ve daha geniş bir hoşgörü ortamı
sağlanmaktadır. Akran grupların etkisi yalnızca çocuk için
değil, anneler için de giderek artmaktadır. Geleneksel ana ve baba
rolleri yeni bir evrim geçirmektedir. Kitle iletişim araçları herkesi
daha geniş bir toplumla yüzyüze getirmekte, bu da sürekli bir dönüşüm
sağlamaktadır. Bununla birlikte, aile dünyası da
genişlememektedir. Büyü-kana-babalar artık ev halkının bir
parçası olamamakta, daha çok kendi köşelerinde, huzurevleri vb.
yerlerde yaşamaktadırlar. Evlenmemiş akrabalar ise kendilerine
uygun bir otel ya da apartman dairesine yönelmektedir.
Böylece, ortalama Amerikalı bir aile oldukça
küçük bir birim olmaktadır. Gerçekte, günümüzde yalnızca ana ve
çocuklardan oluşan birçok babasız aile vardır.
Tek ebeveynli aile ya da «öz aile», çoğunlukla
«tamamlanmamış» bir çekirdek aile olarak tanımlanmaktadır.
Ancak böyle bir ailenin istenmez olduğu üzerine genel bir varsayım
vardır. Bir babanın eksikliği, çocuk gelişimine
zararlı görülmekte ve «uygun görülmeyen» dişi etkisi üzerine tez
elden genellemelere varılmaktadır. ABD'de, ana ve çocuktan
oluşan ailelerin genellikle yoksul zenci nüfus arasında görülmesi, bu
yorumlara ırkçı bir nitelik vermektedir. Bununla birlikte,
boşanma oranının yükselişiyle bu aile tipi beyaz orta
sınıf arasında da gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Gerçekten, günümüz Amerikasında 6 çocuktan 1'i yalnızca tek bir
ebeveyniyle yaşar ve gelecekte böyle bir ev halkı biçimi de pekâlâ
artabilir. Bizim refah düzenlemelerimiz ve devlet politikalarımız,
çoğu kez başka türlü birlikte kalmaya zorlayarak ailelerin
dağılmasını etkilemektedir. Yasa koyucularımız
henüz ilerlemede böyle niyet edilmeyen sonuçları ortaya koyan «etkin aile
çalışmaları» içinde yeni yasaların nasıl deneneceğini
öğrenmedi. Bununla birlikte, bu arada tek ebeveynli ailelerin aslında
kötü olmadığı da anımsanmalıdır. I. ve II. Dünya
Savaşlarını izleyen yıllarda, milyonlarca kadın,
çocuklarını yalnız başına yetiştirmeyi
başarmış ve bu, duyguları etkileyen örnek yüzeysel
yargılara karşı bize bir uyarı olmuştur. Dahası,
kesin bir gözlemde birçok «öz aile»nin akraba gruplarıyla yakın
bağlarını genişletmeye çabaladıkları ve böylece
bu olgu varsayılandan daha açık ve geçerli bir durum
kazanmıştır. Sonuç olarak, birçok baba ve çocuklardan
oluşan ailenin yeterli eleştirisel dikkatle ele alınmadıklarını
biliyoruz.
Çekirdek ailenin bizzat tamamlandığı
zaman bile, hâlâ geçerli bir tercih olup olmadığı da başka
bir sorundur. Bugün birçok insan, küçük, tek ev halkından oluşan
ailenin ekonomik olmadığı ve yıpratıcı bir
özelliğe sahip olduğunu kabul ediyor. Aynı zamanda onların
duygusal olarak hâlâ sağlıksız olduğu bireyleri modası
geçmiş cinsiyet rollerine yükümlü kıldığı ve
insanlığın mutluluğu için yalnızca evrensel
işbirliğinin geçerli göründüğü bir çağda, çocuklarda egoist
ve rekabetçi duygular yeşerttiği görülüyor. Modern ailenin sevgi ve
yakınlığı sağlama dışında herhangi bir
işlevi kalmadığı, bunun varlığını
haklı göstermek için modern ailenin kesinlikle yeterli
olmadığı tartışılmaktadır. Gerçekte,
ailelerin eğitimsel, ekonomik ve koruyucu işlevi devlet
tarafından sağlandığından beri, cinsel ilgi hemen
hemen evliliğin temeli olmuştur ve bu temel gerçekte çok
zayıftır. Bununla birlikte, yeniden evlilik ve boşanma,
yetişkinler için bir ölçüde pratik olmasına karşın,
çocuklara hiç de öyle görünmüyor. Koşullara göre, birtakım
düşünceli erkek ve kadının daha kararlı «yeni ve
ilerlemiş» aile modelleri araştırmaya devam etmeleri
gerektiği, olası çözümlerin en uygunudur.
YENİ AİLE MODELLERİ
Modern çekirdek ailenin dezavantajları,
eleştirmenlerin birçoğunu alternatif aramak üzere harekete
geçirmiştir. Bunlar arasında bazı reformcular, Sanayi Devrimi
öncesi geleneksel geniş aileye dönüşü arzu etmektedir. Oysa, günümüz
koşullarında bu aile biçiminin yeniden nasıl
kurulacağı pek açık değildir. Gördüğümüz gibi, bunun
bazı çok ciddi kusurları da vardır. Ayrıca, şimdi bir
hak olarak kazanıldığı düşünülen özel ve bireysel
özgürlük talepleri de gözardı edilemez ya da bunların yerine,
başka bir şey konulamaz. Öte yandan, önemsiz ölçüde
genişlemiş çekirdek aileler herhangi bir çarpıcı sosyal
reform olmaksızın, bireysel olarak yaratılabilir. Ancak böyle
arasıra görülen küçük ilerlemelerin çok farkedeceğinden emin olacak
çok az insan görünüyor. Aslında, gerçek sorun daha derinde yatıyor.
Birçok insan, bir bütün olarak toplumda radikal bir dönüşüm
gerçekleşmediği sürece, en iyi potansiyel isteklerinin hiçbir zaman
gerçekleşmeyeceğini hissediyor. Bu insanlar daha iyi bir aile sistemi
kurulmadan önce, «yeni bir erkek» ve «yeni bir kadın»ın
yaratılması gerektiğine inanıyorlar. Onlara göre, egemen
sosyal düzen herkesi başarılı gerçek mutluluğa
karşı önceden hazırlıyor. Onlar, insan
doğasının günümüzün sağlıksız
uygarlığı tarafından bozulduğunu görüyor ve bu nedenle
«yeni bir başlangıç» ve geleneklerden tam bir kopmanın gerçekleşmesini
talep ediyorlar. Bu deneme isteği aslında yeni olmayıp
yalnızca yakın tarihimizde görülen hareketlerle öncekinden çok daha
geniş alanlara yayılmıştır. Böylece, bugün
birtakım aile modelleri ülkenin ve dünyanın çeşitli
yanlarında deneniyor. Aşağıdaki iki örnek bu
olasılıkları sergilemekte.
Kibbutz
Kibbutz (İbranice: «grup»: çoğulu:
kibbutzim), kolektif yerleşimcilerce İsrail'de uygulanan bir
tarım biçimidir. Kolektifin üyeleri bulundukları kolektif için
çalışıp her şeye ortak olurlar. Evli çiftler kendi
meskenlerine sahiptir, ancak yemeklerini ortak yemek odalarında yerler.
Tüm çocuklar ortak bir «çocukevi»nde yaşarlar. Eğitilmiş
personelce denetlenip eğitilir, ancak ana-babaları onları
akşamleyin birkaç saatliğine ziyaret edebilir. Böylece, çocuklar
arasında özel ilişki kurulması için bazı özel bölümler
vardır. Bununla birlikte, bekâr yetişkinler, çocuklarına bakmak
için çalışır ve bu nedenle onları kendi çocuğu
saydığı için, kibbutzlarda, dış dünyada görülenden
daha geniş anlamda ve yeni bir aile biçimi vardır. Evlilikler tek
eşlidir. Çiftlere ayrı bir oda verilerek evlilikleri kabul
edilmiş olur. Evlenmemiş genç insanlar arasındaki cinsel
ilişki hoşgörüyle karşılanır, ancak er ya da geç,
sürekli bir birliğe eğilim duyulur. Evli çiftler çoğunlukla
dışarıdan getirilir. Kadınlar, kızlık
soyadlarını korur ve kibbutzların bir üyesi olarak, kişisel
hakları olduğu gibi kalır.
Görüldüğü gibi, bu sosyal düzenlemede
geleneksel anlamda aileler yoktur, çünkü anababalar ve çocuklar birlikte
yaşamazlar. Bundan başka, anababalar ne kendileri için, ne birbirleri
için, ne de kendi evlatları ya da akrabaları için
çalışırlar. Tersine, çalışma, eğitim ve tüm
sosyal hizmetler onların yeteneklerine ve gereksinimlerine göre kolektif
olarak paylaşılır. Kibbutz, yaratılmasını daha
insancıl bir toplum kurmak isteyen İsrailli yerleşimcilerin
idealizmine borçludur. Bununla birlikte, bazen artan başarıdan
dolayı bu idealizmi canlı tutmakta güçlük çekilir. Dahası, bu
deneyim her zaman herkesin hoşuna gitmez, İsrailde bile. Şimdiye
dek bu uygulama başka ülkelerde de geniş bir biçimde kopye
edilmiş değildir.
Komün
Bugün komün sözcüğü hayat
pahalılığını azaltmaya çabalayan kent orta
sınıfın belli pratik düzenlemelerinden «hippi çiftliklerine»
değin uzanan çeşitli komünal ev biçimleri için kullanılır. (Çin
Halk Cumhuriyetinde de kırsal kesimlerde görülen ve belli mülkiyet ve
yaşam biçimine tekabül eden bir üretim birimidir komün.)
Aslında komün, yaşanılan bir yuva ve
içinde yemek pişirme, dikiş, çamaşır yıkama,
bahçecilik, alışveriş ve çocuk bakımı vd. işlerin
yaygın anlamda birkaç çekirdek ailenin birleşmesiyle kolektif olarak
daha ucuza sağlanmasından başka bir şey değildir. Bu
nedenle, bazı bu tür aileler paralarını biriktirmek için
kaynaklarının bazılarını biraraya getirmeye
başladı. Onların «komünü» paylaşılmış bir
evin ve aletlerden daha etkin kullanımından başka bir şeyi
içermeyebilir. Oysa, daha radikal çözümler de vardır. Özellikle son birkaç
on yıl içinde birtakım genç insanlar toplumdan «ayrı»,
«yabancılaşmış insanlar», kırda ya da kentin
bitişiğinde bir yerlerde «komünal» alternatif yaşam biçimi
oluşturdular. Amerika'da, daha doğal bir yaşam biçimine
doğru bu tür hareketler uzun zamandır ve etkin bir tarihsel
geçmişle görülmektedir. Günümüzde, Amerikan «radikal» komünleri,
kurucularının özel yardımlarına bağlı, büyük
ölçüde farklı biçimlerde görünüyor hâlâ. Bazıları dar dinsel
inançlar temelinde kurulurken, bazıları da daha dünyevi ve hazcı
oluyor. Bazıları resmi tek eşli evlilikler içeriyor,
bazıları düzeltilmiş poligami ya da grup evliliklerinin belli
tiplerini kapsıyor. Bazı anababalar çocuklarını
eğitmek için okula gönderirken, bazıları da kendi kendilerine
eğitmeye çabalıyor. Bazı komünler kolektif sahipliği deneyerek,
ekonomik bakımdan kendi kendilerine yeterken, bazıları da
hayırseverlerden gelen mali destek, gıda ya da benzeri
yardımlarla dışarıdan gelen gelirlere bağlı
oluyor. Bazı komünler yıllardır göreli olarak durumunu korurken,
bazıları da henüz deneyimsiz olanlara uyarıcı bir örnek
gibi sefil bir biçimde sürünüp gidiyor ya da parçalanıyor.
Konuyu çeşitli açılardan daha derin bir
bakışla, çağdaş komünler üzerine herhangi bir uygun sonuca
varmak oldukça zor. Kuşku yoktur ki, birçok durumlarda, bugün bizim
bildiğimiz «normal» ailenin yerine getiremeyeceği birçok insanın
gereksinmesini karşılar. Birçok komünün
başarısızlığı, onların çoğu kez soylu
niyetlerine gölge düşürmüyor. Özet olarak, komünal deneyimlerin gelecekte
de iyi bir biçimde devam etmesi beklenilmelidir. Böyle deneyimler daha
geniş ölçüde kopye edilebilecek değerli seçenekler sunabilirler.