İNSANIN
CİNSEL DAVRANIŞI
Bugün «insanın cinsel
davranışı» terimi öylesine alışılmış,
öylesine yaygın bir kullanım alanı bulmuştur ki, bu terimin
bilinmediği bir zamanı düşlemek bile çok zor olacaktır.
İnsan ırkı her zaman iki cinsiyetten oluşmuş ve bunlar
her zaman birbirini çekmiştir. Gerçekten bu iki cinsiyet, yani erkekle
kadın cinsel ilişkide bulunarak yeni canlıların doğum
heyecanını yaşamışlardır. Öte yandan biz,
onların çoğunun yaptıklarının bilincinde
olduklarını varsayıp, bu bağlamda insanın cinsel davranışı
üzerine konuşmaya başladığımızda,
insanlığın kendisi kadar eski ve basit evrensel bir kavramı
irdeliyor görüyoruz kendimizi.
Bununla birlikte halkın, her zaman kesin
olarak, yaptığı şeylerle düşündüklerinin, her zaman
aynı doğrultuda sonuçlanmadığı görülüyor. Gerçekten
de, herhangi bir tarihçi ya da antripolog, insanın en temel «yaşam
olgularının» algılanmasının bile belirli bir zaman ve
yerden, bir başka zaman ve yere göre büyük değişiklikler
gösterdiğini bilir. Aynı zamanda dilbilimciler ve görünürde basit
sözcüklerin çoğunlukla öteki dillerde tam
karşılıklarının olmadığını ve de
yıllar geçtikçe bunların anlamlarında büyük
değişiklikler olacağını bilir.
Bu, özellikle «cinsiyet» ve onun türevleri için de
geçerlidir. Biz, eski ve ortaçağlarda halkın, erkek ve dişi
organlar ve cinsel birleşme üzerine düzinelerle, hatta yüzlerce sözcük
kullandığını biliyoruz. Aynı zamanda bereketli
olmaktan ve «kendi kanlarını, canlarını» sürdürmekten söz
ettiklerini de biliyoruz. Öpmenin, kucaklamanın ya da bir kişiyi
okşamanın ne anlama geldiğini iyi biliyorlardı onlar.
Aynı zamanda duyusal hazza, bedensel uyarımlara ve heyecana
yabancı değillerdi. Aşktan, arzudan, sevgiden, sevecenlikten,
tutkudan, duygusal şiirlerden, sevdadan, aşk tanrısı Eros,
Cupid ve Tanrıça Venüs'ten gurur ve coşkuyla söz ederlerdi. Kimi kadın
ve erkekler de vücutlarını çırılçıplak göstermekten ya
da çıplakları seyretmekten hoşlanırdı. Kimileriyse
cinsel arzularını bastırmayı denediler ve şehvetin,
uçarılığın, sefahatin ve zamparalığın ya da
arzu ve baştan çıkmanın şeytan işi olduğu üzerine
ahkâm kestiler. Kimileri «cenabetliğe», «kirlenmeye», «tohumunu ziyan
etmeye» karşı başkalarını uyardılar. Kimileri,
şehvet düşkünlüğünü, hayvani eylemleri Tanrıya ve
doğaya karşı işlenen günahları kınarken, iffet,
örtünme, cinsel perhiz ve bekareti övdüler. Ama biraz yakından inceleyince
atalarımızın tüm bunları bir tek «cinsel
davranış» kavramında özetlememiş olduklarını
görüyoruz. Bütün bu farklı insan deneyimlerinin, eylem ve
tutumlarının aynı kaynaktan
fışkırdığını görmedikleri gibi,
bunların birbirleriyle ilişkili olduklarının da
ayrımında değillerdi.
Aynı zamanda insanlar, güdülenimlerinin
geniş yelpazesi içinde kendine özgü bir «cinsel itki»nin
varlığını da ayrımsayamıyorlardı. Bilim
öncesi düşüncede, insan yaşamı da henüz belirgin bir bölümleme
içinde değildi. Bedensel işlevler ne ayrı ayrı
sınıflandırılıyor ne de bedensel gereksinimlerin
farklı türleri arasında keskin bir ayrım yapılıyordu.
Erotik itkiler (impulse) bir anda parlayıp sönen ruh hali gibiydi.
Arasıra cinsel ilişkide bulunmak, okşamak ya da sevişmek
kendi doğrultusunda özerk bir içgüdü olarak görülmeyip, insanın genel
durumunun oldukça küçük bir yönü olarak değerlendiriliyordu. Erkek ve
kadın, yaygın bir deneyimi paylaşıyordu. Her dem
birlikteydiler, bir dünyanın insanlarıydılar; sonsuz bir
tasarının müteva-zi öğeleriydiler, «büyük bir yaratılmışlık
zinciri» ile birbirlerine bağlıydılar. Aynı tanrısal
yasa, yıldızları, mevsimleri, ölüleri ve yaşayan
organizmaları yönetiyordu. Her şey, bir şeylerle bağlıydı
birbirine. Bütün normal yönetimler, aynı sürekliliğin bir
parçasıydı ve bu nedenle onlara bir kendine özgülük, bir karakter
kazandırmanın çok az nedeni vardı.
Bu, «cinsel davranış» ifadesinin, neden
modern çağlara değin herhangi bir Batı dilinde ortaya
çıkmadığını açıklayabilir sanırım.
Kutsal Kitabın herhangi bir yerinde geçmez; Homer'den Dante'ye,
Shakespeare, Racine ya da Gothe'ye kadar klasik Avrupa yazarlarınca
bilinmezdi. İşin doğrusu, tek başına «cinsel»
sözcüğü bile günümüzden ancak birkaç yüzyıl öncesine dayanır ve
bugünkü anlamsal çeşitliliğini aşamalarla
kazanmıştır. Başlangıçta dar anlamda ve salt teknik
bir deyimden başka bir şey değildi ve basit anlamda, erkek ya da
kadın olmayı açıklamaya yönelikti.
Kuşkusuz sıfat olarak «cinsel»in ortaya
çıkmasından önce «cinsiyet»in ad olarak bilinmesi gerekliydi. Bu
deyim, ilk kez 1382'de İncilin Latinceden ingilizceye çevrilmesiyle
kazanıldı. Din reformcusu John WycIiffe'in esin kaynağı
olan bu ünlü çeviride Tanrı, Nuh' tan, her hayvan türünden bir çift
almasını buyuruyordu, «erkek ve dişi cinsiyette»
(Yaradılış 6: 19). Burada «cinsiyet» sözcüğü, basit olarak
cins, çeşit, küme, sınıf, tip, ırk ve soy
anlamındadır. Gerçekten de «cinsiyet» sözcüğü 18. yüzyıla
değin bu anlamda kullanıldı. Tıpkı «mezhep»
sözcüğü gibi. Yani izleyiciler grubu, tarikat, hizip, akım, ekol
gibisinden bir anlamda kullanıldı. Artık, herhangi biri
aynı deyimi «büyük ve küçük cinsler», «yeni bir cinsiyet» ya da
«ardıç kuşlarının türü» gibi değişik anlamlarda
kullanabilirdi. 19. yüzyıla değin «cinsiyet», «kadınlar»
(dişi cinsiyet) sözcüğüne eşanlamlı ve hatta birisinin ya
da bir şeyin erkek ya da dişi cinsiyetten olması
anlamını karşılamak üzere «cinselleş-mek» fiili olarak
kullanıldı. (Latince «sexus» sözcüğünün kökeni için
bakınız: «Cinsel Farklılaşma Süreci»)
Aynı nedenle, «cinsel» sıfatı da
bazı türlerin sınıflandırılmasından başka
herhangi bir şey dile getirmeyen birkaç sınırlı
kullanım alanı bulmuştu, işin doğrusu, sözcüğün
anlamının genişletilerek aynı zamanda üreme sürecine ilişkin
bir kullanım kazanması, 18. yüzyılda gerçekleşmiştir.
Bu da kısmen bilimsel ilerlemenin bir sonucudur. Örneğin, 1735
yılında İsveçli bitkibilimci Linne, «Cinsiyetler Yöntemi»
(Methodus Sexualis) dediği bir sınıflama geliştirdi.
Türleri sınıflandırma yöntemi ya da sistemi diyebileceğimiz
bu yönteme göre bitkiler, üreme yapılarının sayısına
ve niteliğine göre sıralanıyordu. Bugün artık
kullanılmayan bu yöntem, dönemin bu işe aklı erenini de,
ermeyenini de büyük ölçüde etkiledi. Bununla birlikte, oldukça tuhaf
karşı çıkışlar da vardı. Bir çiçekte birkaç
dişi organla (pistil) bir erkek organın (sta-men) birarada
bulunmasının Tanrının işi olduğunu savunan dinsel
liderler, Linne'nin yöntemine şiddetle saldırdılar. Onlara göre
bu, düpedüz Tanrı buyruğunu ve onun sistemini ayaklar altına
alan deli saçmasından başka bir şey değildi. Linne'nin
sınıflandırmasını, körpe öğrencilerine
anlatmamaları için biyoloji öğretmenlerinin de kulakları
büküldü.
Bugün bizim bakış açımızdan bu
ahlak şampiyonlarını alaya almak kolaydır, kuşkusuz.
Ama karşı çıkışları bir dereceye kadar
anlaşılır şeylerdi. Onlara göre, Linne ve öteki
bilimadamları, doğayı «cinselleştiriyor» ya da bir
başka deyişle her bir bitkinin tek yaprağının
gelişimine bile kösnül (şehvani) bir amaç yüklüyorlardı. Bu
suçlama haksızdı. Ayrıca çalışmalar genelde, geçerli
bir izlenim bırakmaya başlamıştı. Biyolojik ve
tıbbi araştırmaların hızla ilerlemesiyle
yaşamın daha çok alanlarında korkusuz bir araştırma
içine girildi; anatomiler ve davranışlar
karşılaştırıldı; önceleri hiç kimsenin
farkına bile varmadığı ilintiler kuruldu. İnsanlar bir
kez güller ve fulyaları cinsel yaratıklar gibi düşünmeye
başlamıştı, cinsellik kavramının bütünüyle
yepyeni boyutlar kazanmasıyla, cinsellik birdenbire kapsamlı bir
nitelik kazanmıştı, ne var ki bu kavrayış, gençlerin
körpe dimağlarında kötü etkilere yol açtığı gerekçesiyle
sınırlandı. (Ne denli gariptir ki, bir süre sonra
ahlakçılar bile genişleyen bu görüşlerden etkilenerek insan
üretimini, çocuklarına «kuşlardan, çiçeklerden ve arılardan» söz
ederek anlatmaya başladılar.)
Her nasılsa çok dar ve yansız cinsellik
kavramının genişlemeye başlamasına, Linne'nin
'sınıflandırma sistemi' çevresinde yoğunlaşan
tartışmanın önemli katkıları olmuştur.
Tartışma, artık yalnızca cinsleri kapsamakla kalmıyor,
aynı zamanda döllenme süreci ve onunla ilgili değişik bedensel
ve ruhsal tepkilere değin uzanıyordu. Böylece sonraki 150 yıl
içinde çok sayıda yeni ve her biri kendine özgün ifadeler ortaya
çıkarak hızla birçok Avrupa dillerinde kullanılmaya
başlandı. İngilizce, aslında bu dillerden herhangi birinde
görülen genel eğilimi yansıtır. Örneğin, Oxford'un
«İngilizce Sözlük»ü aşağıdaki terimleri ilk olarak
yanlarındaki baskı tarihlerinde kullanmıştır: Cinsel
ilişki (1799), cinsel işlev (1803), cinsel organlar (1828), cinsel
istek (1836), cinsel içgüdü (1861), cinsel dürtü (1863), cinsel eylem (1888) ve
cinsel ahlaksızlık (1911).
İşin bir ilginç yanı da bu ifadeler
sırasıyla kullanılmaya başladıktan bir süre sonra
kendi kendilerine anlamları da genişledi. Örneğin «cinsel
organlar» terimi başlangıçta yalnızca dişi ve erkek
«cinsiyet organlarını» dile getiriyordu (yani anatomik olarak
ayrı ayrı bilinen organlardı). Ancak bir süre sonra erotik zevk
veren duyarlı noktalar da bu terimin kapsamına girdi. Sonuç olarak,
bu organları uyaran çok yakın herhangi bir davranış da
«cinsel» olarak tanımlanabiliyordu. Bu nedenle aynı temel anatomik
yapıyı paylaşan aynı cinsler arasında «cinsel»
teması konuşmak da doğal hale geldi.
Bundan başka 19. yüzyılın
başlarında bilimsel tartışmalarda yepyeni bir terim olarak
«cinsellik» boy gösterdi. Bu terim de başlangıçta erkek ya da
dişi niteliği olan anlamıyla sınırlıydı.
Birkaç on yıl sonra cinsel konularla ilgili zihinsel çaba anlamında
kullanıldı ve sonraları erotik duygular yeteneği ya da cinsel
güçlerin etkisi anlamına ulaştı. Özcesi, o görecelikten daha
mutlak bir terim haline geldi. Böylece 1880'lerde bu terimle bir kişinin
cinselliği bütünüyle özel bir olay olarak tartışılabilirdi.
Bu olgu salt erkeksi ya da kadınsılıktan daha geniş bir
anlam ifade ediyor ve esasen her zaman kadın ve erkekle ilintisi
olması da gerekmiyordu. Herhangi bir cinsel çekicilik ya da herhangi bir
üreme süreci bunu dile getirmezdi. Artık kendi kendine doyum bile 'cinsel'
davranış olarak yani, birinin «cinselliğinin» bir
dışavurumu olarak kabul edilebilirdi.
Yüzyılımızın
başlarında ve ruhçözümleyici düşüncenin
artan etkisi
altında cinsellik kavramı daha kapsamlı bir konum kazandı.
Artık yalnızca erotik zevkleri kovalama ve dölleme anlamlarıyla
sınırlı kalmıyor, aynı zamanda aşk ve
kişisel doyumlara gereksinimi de içeriyordu. Yani yaşamı
tutkuyla isteme. Erkek ve kadının cinselliği, artık
insanın yerine getirebileceği cinsel tepkileri açısından
onları, kişiliklerinin temel ve kapsamlı bir
karakteristiği, duygularının ve etkinliklerinin tam tamına
önemli bir görünümü olarak
değerlendiriliyordu. Hatta Freud ve
izdeşleri insanın hemen hemen bütün etkinliklerinin altında
bir
cinsel öğe olduğunu ileri sürdüler ve bunu birincil bir
içgüdünün
dışavurumu ve temel, güçlü içsel
«itki»nin bir görünümü olarak
tanımladılar.
Kendi doğrultusunda doğal bir güç olarak
insan «cinselliğinin keşfi ve bu anlam kaymalarının,
halkın kafasında yarattığı düşüncelerde belirgin
değişiklikleri yansıttığından hiç kimsenin
kuşkusu yoktur sanırım. Yine de ortaçağın sonundan bu
yana Avrupa'da yaşam biçimi her zamankinden daha hızlı ve köklü
dönüşümler geçirdi. Feodal ekonomiden kapitalist ekonomiye geçiş,
ticaretteki büyüme ve teknolojik gelişmeler, yeni tutumlar,
alışkanlıklar ve ahlaksal değerler getirdi. Yükselen orta sınıf
ya da burjuvazi, o zamana değin görülmedik ölçüde disiplin, denetim ve
özveriyle kendini eğitti. Etkin olma, dakiklik, üretkenlik ve kâr, her
yerde yeni idealler olarak değer kazanıyordu.
İnsan vücudu, olası en akılcı
ve düzenli bir biçimde işlemesi gereken bir makine gibi görülüyordu.
Böylesine pürüzsüz işlevlerle çatışan kendiliğinden
fiziksel tepkiler ve istekler acımasızca baskı altına
alındı, israf ve avarelik hoşgörülemezdi. Aşk bile bir yol,
bir amaç olarak -çocuğun yaratılması- aklanmak zorundaydı.
Yani yeni yeni işçiler, askerler ve toplumun 'işe yarayan' öbür
üyeleri yetişmeliydi aşklarla. 18. yüzyılda, kendi kendine
doyum, sağlığa karşı ciddi bir tehdit olarak görüldü.
Büyüyen erdem taslama hastalığı, kadınları hem kendilerinden
hem de birbirlerinden soğuttu. Bu tutumların sonucu olarak 19. yüzyılın
ortalarında vücudun her tür doğal işlevi tam bir tabu haline
geldi. İşin garip yanı, boyun eğdirme, sömürü ve vücuttan
korkma, dikkatleri sürekli «cinsel» nitelikler üzerinde
yoğunlaştırı-yordu. Ancak insanlar kendileriyle ne denli
çelişirse çelişsin, vücutları ten-
sel haz duyma ve «yararsız» görülen esrime
yeteneğini sürdürüyordu. Gerçekte, insanların haz ve esrimeleri ne
denli kınanırsa, onların bu konu üzerine düşkünlükleri de o
denli artar. Demek ki tehlike her yerdedir, bunun için herkes kendine iyice
gözkulak olmalıdır. Sonuç olarak, iffet taslama
hastalığı arttıkça, yasaklanmış beden ve
işlevleri güçlü, gizli bir sabit fikir haline gelir. Nitekim Viktorya
dönemindeki insanlar her yerde 'seks' görür ve ararlardı.
Onlar aynı zamanda duyusal ve erotik sözler
dünyasının giderek daraldığını ve
kısırlaştığını ayrımsadılar.
Ortaçağ İngilizce, Fransızca, Almancası-nın cinsel
organlar, vücut işlevleri ve sevişmeye ilişkin fantastik
değişikliklerinin yerini yavaş yavaş utangaç bir
kibarlık ve anlaşılmaz bir görünümle eski Yunan ve Latince
terimler aldı. Zengin bir anlatımı olan konuşma dili,
«kaba» ve «iğrenç» bulunarak bastırıldı. Sonuç olarak bütün
aynı anlamsal alanı karşılamak üzere «kabul edilebilir»
birkaç sözcüğü öteye beriye çekiştirmek gerekiyordu.
Böylece «cinsel» sözcüğü henüz yaratılan
terminolojik boşluğu doldurarak basit, belirgin yeni anlamlar
kazanmayı sürdürdü. Çağdaş Avrupalı ve Amerikalılar,
önceki dönemlerde konuştukları ayrı ve birbiriyle
bağlantısı olmayan olayları karşılamak üzere tek
seçeneğe sahiptiler: 'Seksüel' sözcüğünü kullanmak. Böylesine bir
kullanım belirli bir süreç içerisinde insanların bilinçlerinde etki
bırakmadan kalamazdı. O zaman da toplum, önceleri pek «safiyane» ya
da cinsellikten bağımsız görünen her tür davranışta,
cinselliği çağrıştıran alışkanlıklar
edindi. Başka bir deyişle, kadın ve erkek birbirlerine
karşı son derece duyarlı ve aşırı cinsel bir
tutum geliştirmeye başladı. Algılamadaki bu
değişim basit bir örnekle de tanımlanabilir: Kadın ve erkek
karışımından oluşmuş tedavilerinde, pek çok
kişilerarası sorunların cinsel kökenli olduğu biçimindeki
tanı, modern psikiyatrislerin ortak kanışıdır. Bununla
birlikte, bu ortak sorunlar, tüm kadın ya da erkek gruplarında
oldukça farklı bir biçimde tanımlanır. Burada cinsel görünüm çok
önemli sayılmaz ve grup tedavisine katılanlar başka bir
açıklama arayışına girerler. Aynı zamanda, modern bir
gözlemciye cinsellikten başka hiçbir şey
çağrıştırmayan kimi durumlarda, sözde ilkel diye nitelenen
pek çok insan herhangi bir cinsel öğe bulamaz. Bu, cinsel doyuma büyük
önem veren insanlar için de geçerlidir. Bu insanlar
davranışlarını dallandırıp budaklandırmadan
ve onlara başka anlamlar ya da simgeler yüklemekten çok uzaktırlar.
Böylece, cinsellik onlar için önemli bir durum olmakla birlikte, onu kendileri
için sınırlı bir konu haline getirirler.
Aynı sorun Batı toplumunda «cinsel»
etkinlikle yüzyüze gelen gençler için de söz konusudur. Onlar, bu etkinliklerin
çoğunu «cinsel» olarak görmezler bile. Dahası, yetişkinlerin bu
konu üzerine yorumları yavaş yavaş ve çoğu kez isteksizce
kabul edilir.
Bu ve benzer gözlemler, her yerde cinsel simgeler
aramak ve her şeyi kapsayan temel bir güç olarak tasarlamak için özel bir
düşünce biçiminin olması gerektiğini gösterir. Dahası, bu
düşünce biçimi, temelde duyusal haz için daha büyük bir yetenek ya da daha
güçlü bir aşk yaşamını yansıtmaz. Gerçekte, pekâlâ
körelmiş ya da yoksullaşmış bir
duyarlıfığın simgesi olabilir. Kafanın cinsel
şeylerle yüklü olması erotik eylemle aynı şey
değildir: Herhalde konuya dikkatle yaklaşmak yalnızca iffet
taslamak olarak görünüyor. İnsanın «cinsel»
davranışından söz ettiğimiz zaman, kimi nesnel
olayları kolaycacık tanımlamakla sorunu çözümleyemeyeceğimizi
hiç mi hiç unutmamalıyız. Böylece bu olaylar üzerinde yoğunlaşan
özel bir bakış açısını da seçmiş oluyoruz.
Kısacası, belirli öznel (belki de dargörüşlü) bir
anlayışı dile getiriyoruz.
Çağımızın meslek dilini gözden
geçirdiğimiz zaman yazarın bilimsel ilgi ve geçmiş deneyimine
bağlı olarak «cinsel davranış» terimi üzerine üç
farklı temel anlam geliştirdiğimizi görüyoruz:
1. «Cinsel davranış» terimi döllenmeyi
olası kılan tüm tepki ve eylemlere değin olabilir.
Gerçekte bu, en eski, en basit ve en sığ
tanımlamadır. Her yüksek hayvan türünün iki gruba ya da cinsiyete,
erkek ve dişiye bölündüğünün ve onların cinsellik
ürettiğinin gözlemine dayanır. Yani, erkek ve dişi birbirinden
farklı, ama birbirini bütünleyen cinsiyet hücreleri (gametler) üretirler.
Yeni yaşam, bir erkek cinsiyet hücresinin bir dişi hücresiyle
birleşip onu döllemesiyle gelişmeye başlar. Bu döllemeyi
etkilemek için erkek ve dişi bireylerin bir dizi fiziksel hareket ve
tepkilerle ayırt edici bir sürece girmesi zorunludur. İşte bu
süreç (ya da onun herhangi bir parçası) uygun olarak cinsel
davranış diye tanımlanır.
Aşağı memeli
sınıfında cinsel davranışlar, kendine özgü fizyolojik
bir denetimle düzenlenir. Döllenmenin olası olduğu belirgin
dönemlerde dişi ve erkek yaratık, birbirlerine karşı açık
davranışsal 'işaretler'de bulunurlar ve böylece sonuçta erkek ve
dişi cinsiyet hücrelerinin biraraya gelmesi sağ-
lanır. Örneğin, erkek dişinin
üzerine çıkar, cinsel organlar birleşir ve daha sonra döllenmeye yol
açmak üzere, erkek, dişinin bedenine boşalır (erkek cinsiyet
hücrelerinin dişiye aktarılması). Bununla birlikte, söz konusu
süreç ve tepkiler ancak eşlerin tüm gerekli işaretleri
karşılıklı olarak göstermeleriy-le tamamlanır. Erkek
ve dişi cinsel davranışları, her aşamada, kendilerine
özgü yollarla birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirmek
zorundadır. Hayvanlar döllenmeyi gerçekleştirmek üzere
«programlanmışlardır ama, karşılıklı
dayanışma ve birbirlerini güçlendirme olmazsa döllenme yarıda
kesilebilir, hatta gelişme tümden durabilir. Bu demektir ki, öteki
şeyler arasında söz konusu hayvanların cinsel
davranışları içgüdüsel değildir, yani tümden içsel
güdülerle yönlendirilmemektedir.
Yüksek memeliler sınıfında cinsel
davranışlara ilişkin doğuştan gelen denetimler
«başarılı» bir çiftleşmeyi sağlama bağlamak için
yeterli değildir, ancak öğrenilerek başarı şansı
artırılabilir. Örneğin, daha önce cinsel birleşmeyi hiç
görmemiş ya da yaşamamış, bir tür tecrit ortamında
yetişen maymun ya da kuyruksuz maymunlar (goril, şempanze,
orangutan), ansızın karşılarına çıkan
karşı cinslerinin çağrılarını yanıtlayabilme
yeteneğine sahip olmalarına karşın, onlarla
karşılıklı etkileşimin nasıl
gerçekleştirileceğini bilmeyebilirler. Böyle bir
şaşkınlığın sonucunda, vücut hareketleri
beceriksiz ve yetersiz kalabilir. Sonuç olarak, döllenme meydana gelmez.
Dolayısıyla bu hayvanların 'normal' cinsel
davranışlarının büyük ölçüde deneyim ve öğrenime
bağlı olduğu ortaya çıkar. Dahası, yüksek memeliler
sınıfının pek çoğunda cinsel davranışın
yalnızca bir yeniden üretim işlevi olmaktan çok, tümüyle çeşitli
ve özenle düzenlenmiş hizmetlerden oluştuğunu görürüz. Cinsel
davranış aynı zamanda toplumsal uyum ve eşgüdümün
sürdürülmesine de yardımcı olur.
Davranışsal örnek en gelişmiş
yüksek memeli olan insanda daha esnek ve karmaşık bir durum
alır. insan belirli, kesin ve temel cinsel tepkiler yeteneğiyle
doğar, ama, cinsel birleşme için hiçbir şekilde
kendiliğinden düzenlenmiş değildir. Bu, tümüyle gözlem ve
deneyime bağlıdır. Cinsel davranışları aşırı
ölçüde değişkenlik gösterdiğinden, döllenme, insanın hiçbir
zaman birincil işlevi olamaz. Tersine, bireysel doyum ve değişik
toplumsal amaçlar çok daha fazla önem kazanabilir. Özcesi, insanlardan söz
ettiğimiz zaman, onların cinsiyetlerini basitçe üremeyle
eşitleyemeyiz. İnsanın cinsel davranışı üreme
davranışından çok daha geniştir ve bu yüzden yukarıda
belirtilenle sınırlı kalmayıp, daha kapsamlı bir
tanımlamayı gerektirir.
2. «Cinsel davranış» terimi vücudun
«cinsel tepki»sini içeren herhangi bir davranışa değin olabilir.
Bu tanımın, yakın zamanlara
değin kullanılagelen oldukça yararlı bir niteliği
vardır. Bu, yüksek gelişme düzeyindeki hayvanların
eşleştiklerinde 'cinsel tepki' terimiyle özetlenebilen ve kendine
özgü bir örnek oluşturan belirgin bedensel değişim sürecinin
gözlemine dayanır. Çok sonraları, döllenmenin olası
olmadığı durumlarda bile bu tepkinin var olduğu
görülmüştür. Böylece kimi hayvanların cinsel organlarının
yalnız oldukları zaman ya da kendi cinsiyetlerinden eşlere
karşı, ya da öteki türlerin üyeleriyle birleşme (insanları
içeren) anında uyarıldıkları görülmüştür.
Bunların tümünde de açık bir cinsel tepki söz konusudur.
Yukarıdaki anlamda cinsel davranış
yalnızca üreme terimiyle ve erkek-dişi ilişkileriyle
açıklanamaz. Gerçekte, bu sözde cinsel davranış «uyarı
davranışı», «karşılama davranışı», «yatıştırma
davranışı», «güç gösterisi davranışı»... gibi
daha farklı ve çok daha iyi bir biçimde tanımlanabilir. Örneğin,
kimi maymunlar, bölgelerine izinsiz giren kimi konuklarına bir uyarı
olarak sertleşmiş haldeki penislerini gösterir; kendilerini cinsel ilişkide
bulunuyormuş gibi selamlar ya da yatıştırırlar. Ya da
kendilerinden daha aşağı düzeydeki hayvanların üzerine
çıkarak güç gösterisinde bulunurlar. Dolayısıyla böyle
davranışlara cinsel dediğimiz zaman salt tanımsal
davranıyor ve bunun anlamına ilişkin herhangi bir şey dile
getirmiyoruz. Yani, davranışın yalnızca bazı eksik
cinsel tepkileri kapsadığından söz ediyor, ama bu tepkinin ne
anlama geldiğini belirtmiyoruz. İşin doğrusu bu anlamı
kapsamlı bir biçimde sunabilmek için kimi hayvanlar üzerine derin
gözlemler yapmak gerektiği de ortada.
İnsanlarda, cinsel davranışın
anlamı bu bağlamda bazen çok daha az belirgindir. Böylesi bir cinsel
tepki yeteri kadar açık olabilir, ancak temel güdü ve amaç büsbütün
bulanık kalabilir. O zaman yaygın bir deyişle, «cinsellik
amacından uzak bir cinsellik» gösterildiğini söyleyebiliriz.
Gelgelelim, bu amacın ne olduğu üzerine yapılan
tartışmalar çoğunlukla çözümsüz kalmakta. Gerçekte, «cinsellik
amacından uzak cinsellik» gibi dikkat çekici bir kanı, cinsel
davranışı belirleme sorununun bütününü açık bir biçimde
yerli yerine oturtur. Bununla birlikte, bu deyim, yüzeysel bir
yaklaşımla anlamsız görülmektedir. Bu, tam da, politikasız
politika'dan söz etmeye benziyor. Gerçekte her şey «politika»dan ne
anlaşıldığına bağlıdır.
Değişik anlamlarına kaynak
gösterilmeksizin cinsel davranıştan söz etmenin yararını
belirtmeye gerek yok kuşkusuz. Yansız bir kullanım bizi soruna
önyargıyla yakaşmaktan korur. Bununla birlikte, bu kullanım,
niçin yaptığını açıklamadan önce,
yaptığının kapsamlı ve nesnel bir
tanımını vermeye çalışan cinsellik
araştırmacıları arasında çok tutuluyor.
Açıkçası tanım, insanın cinsel
davranışının her türünü kapsamakta (kendi kendini
uyarım, eşcinsel ve karşıcinsel ilişkiler ve
hayvanlarla cinsel temas) ama, aralarında hiçbir hiyerarşik
sıralamayı çağrıştırmamaktadır. Dahası,
bu eylemlerin her birini yoruma açık bırakmaktadır. Özcesi,
yukarıdaki tanımlama, cinselliği, üreme ya da belli bir
başka amaçla eş tutmamaktadır. Dikkatleri, ancak eyler türleri
arasında ortak olan belli fiziksel tepkiler çekmektedir. Bu tepkiye
insanlarda çoğu kez güçlü hazzın eşlik ettiğini biliyoruz.
3. «Cinsel Davranış» terimi haz aramaya
ilişkin tüm eylemler ve tepkileri kapsıyor olabilir.
Bu,
Sigmund Freud ve onun psikoanalitik kuramınca
izlenmiş olan modern ve çok yaygın bir tanımdır. Freud,
başlangıçta, bedensel enerjiyle cinsel itinin birleşmesinden
oluşan ve sonra insanın tüm yapısal çabası biçimine
bürünen
«libido» kavramını ortaya attı. Sonunda Freud, insan
yaşamına bir bütün olarak iki karşıt temel
içgüdünün egemen
olduğunu gördü: Eros (yaşam içgüdüsü)
ve Thanatos (ölüm içgüdüsü). Bu
görüş, onun izdeşlerinin tümünce paylaşılmadı,
ancak
doğuştan gelen güçlü bir erotik
içgüdü ya da dürtü kanısı
büyük bir yaygınlık kazandı, hatta modern bilgeliğimizin
bir parçası haline geldi. Böylece birçoklarının
kafasında
'cinsel dürtü' her türlü arayışın tüm
biçimleri yerine geçti.
Seks, artık yaşamı güçlendiren ve ona haz veren her
güdünün
temelini oluşturdu.
Gürdüğümüz gibi, «cinsel davranış»
terimini bu içeriğiyle kullandığımız zaman oldukça
kapsamlı bir durum çıkıyor ortaya. Bu durumda terim,
yalnızca erkek ve kadın arasında aşk yapmanın tüm
biçimlerine değil, aynı zamanda insan etkinliklerinin tümüne de
ilişkin olabiliyor. Dahası, yetişkinin yemek yemesi, su içmesi,
sigara tüttürmesi, dans etmesi, şarkı söylemesi, bisiklet sürmesi,
sanat koleksiyonuyla uğraşması ya da bir artisti
alkışlamasından, bir çocuğun meme ya da parmak emmesine
değin genişletilebilir bu terimin kullanım alanı. Biraz daha
ileriye götürürsek: avlanmayı, güreşmeyi, eksrim
çalışmayı ya da silah kullanmayı bile kapsayabilir. Bu
durumların tümünde tek sorun, güdülenmenin tek olmasıdır.
Eğer davranış haz duyma isteğiyle güdüleniyorsa,
eksikliğini duyduğu bir şeyi tamamlamak amacıyla bir
bireyin iç gereksemelerince harekete geçiliyorsa, onu doyuma
ulaştırıp huzur veriyorsa, onun canlı olma duygusunu
artırıyorsa, o zaman davranış açıkça cinseldir.
İşin doğrusu, insan, aşk
üzerine düş gören ya da simgesel, anlaşılmaz bir biçimde erotik
fanteziler yaşayan kişilerdeki cinsel davranışlar üzerine
konuşabilir, hatta konuyu daha da derinleştirebilir. İnsan,
aynı zamanda «cinsel dürtü»nün kimi erkek ve kadınlarda
yasaklandığı, saptırıldığı ya da
bozulduğunu ve onların bu yüzden savunmaya geçtiklerini,
saldırıya uğradıklarını,
yaralandıklarını, sakatlandıklarını, hatta
saldırgan girişimlerle doyuma ulaşan başka insanlarca
öldürüldüklerini ileri sürebilirdi. Üstelik bu durumların kimilerinde
açık cinsel ipuçları bile bulunmayabilirdi. Oysa bir psikoanalist
belki de onları belirleyebilir ve böylece «gerçek» güdülenimi
açığa çıkartabilirdi. (Öte yandan, «gerçek» güdülenim sonunda
tümüyle olumsuz bir duruma da dönüşebilir, yani ölüm içgüdüsünün
görünmesiy-le). Sonuçta, kuşkulu cinsel davranışın hiç mi
hiç cinsel olmadığı açığa çıkacaktır.
Bu örnekler, yukarıdaki cinsel
davranış tanımının sorunsal olduğunu göstermeye
yetebilir. Kuşkusuz daha önce görülen tanımlamalar gibi yansız
bir tanımlama değildir. Tersine, yorumsaldır ve güçlü kurgusal
öğeler taşımaktadır. İnsan, bu tanımın
hayvanlara uygulanmasının herhangi bir anlam taşıyıp
taşımadığını sorabilir. Ancak gene de
bilimadamlarına yararlı bir sonuç vermemiştir. Oysa,
ahlakçı ve düşünürlerin büyük beğenisiyle
karşılaşmıştır.
Burağa değin, kuramsal düzeyde de olsa,
seksin görüldüğü kadar basit olmadığının yeterli
açıklıkta anlaşılmış olması gerekir. Bundan
başka, insanların yaygın olarak konuştuğu «seks»,
«cinsel davranış» ya da «cinsel dürtü»nün de o denli kolay
kavranır terimler olmadığı açıktır. Yani bunlar
nesnel bir çözümleme için kesin olarak uygun değildir. Şimdi
soralım: Böyle cinsel dürtü diye bir şey var mıdır? Varsa
ne anlama gelmektedir? Üretmek bir dürtü müdür? Ya da özel bir yolla, bir
gerilim sonucunda boşalma, bir dürtü müdür? Ya da zevk duyma bir dürtü
müdür? Şurasını iyice belirle-sek: Neye ne ile başlamak bir
dürtüdür?
«Seks dürtüsü» ya da «cinsel dürtü»
yüzyılımızın başlarında aynı zamanda «cinsel
içgüdü» olarak da kullanılan Almanca «Sexsualtrieb» sözcüğüyle bir
kıyaslama içinde ortaya çıkmıştır. İçgüdü yada
dürtünün, hayvanları önceden kestirebilen belirli davranışlara
götüren doğuştan gelen bir güç ya da enerji olduğu söylenirdi.
Dürtüler, özellikle hayvanların açlık, susuzluk gibi
rahatsızlıklardan sakınmak ve cinsel etkinlikte gerilimini
boşaltmak için harekete geçmesini sağlıyordu. Örneğin,
hayvanın yiyecek bulmak üzere avlanması, açlık dürtüsünün
çalışmasını, su araması susuzluk dürtüsünü, cinsel
etkinliğe girişmesi de cinsel dürtünün
çalışmasını gösteriyordu.
Bu nedenle, «dürtü» sözcüğü
başlangıçta, yalnızca dar bir biliyolojik anlama geliyordu.
Oysa, biraz önce gördüğümüz gibi, cinsel içgüdü ya da cinsel dürtü
kavramı, Sigmund Freud'la birlikte çok daha büyük boyutlar kazandı.
Libido adı altında, sonraları Eros olan terim, tüm insan
davranışlarının güdülenimlerini (büyük ölçüde bilinçsiz)
açıklayarak hızla etkisini artıran psikoanalitik kuramın
bir parçası oldu. Gerçekte, çok yaygın bir biçimde benimsenmeyen,
ancak öbür psikoanalitik varsayımlar bağlamında doğrulanan
«cinsel dürtü» terimi, Freudçular tarafından bugüne değin
kullanıla-geldi. Ayrıca, bir başka olgunun
varlığı da sarktı günümüze; o da, ruh çözümlemenin bilimsel
bir kanıt olmaktan çok, bir inanç konusu olmasıydı.
Çağdaş bilimsel tartışmalarda
«dürtü» sözcüğü eskisi kadar sık kullanılmıyor artık.
Gerçekte pek çok bilimadamı, bunu bir kavram olarak da bütünüyle
yadsımakta. Bilimadamları, açlığı açlık
dürtüsüyle tanımlamanın bir yarar getireceğini ummuyorlar ve
susuzluk dürtüsünden söz açmak yerine, hayvanların susadığını
söylemeyi yeğliyorlar. Bundan başka, hayvanların, hareketsiz
ağır oldukları, bu yüzden de etkin olabilmeleri için
dürtülenmiş olması gerektiği düşüncesi üzerine de giderek
kuşkular artıyor. Öte yandan, «dürtü» kavramı, kimi psikolojik
temeller içeren güdülenimi tanımlamak isteyen psikologlarca birazcık
beğeniyle karşılanıyor ve onlarca korunuyor. Böylece insan,
psikoloji metinlerinde «dürtü» terimini, kimi psikolojik gerilim, eksiklik ve
dengesizliklerin kökeninde yatan ve bir organizmayı harekete geçiren bir
itki gereksinimi olarak gösteren bir tanımla
karışlaşabili-yor hâlâ. Bazen «dürtü», bir bedensel dengesizlik
ya da rahatsızlık durumundan sakınmayı yönlendiren bir
organizmanın davranışının
uyandırılmış durumu olarak da tanımlanır.
Örneğin, dürtüler, bu anlamda açlık, uykusuzluk, susuzluk, sakinlik,
bir ortama duyulan gereksinim olabilir. Uyku, yiyecek ve su yetersizliği,
ısının ya çok sıcak ya da çok soğuk olması,
dürtüyü harekete geçirir. Daha büyük dengesizlik, daha büyük dürtü demektir.
Gene bu nedenle yeterli yiyecek, su, uyku ve normal bir hava olduğu zaman
dürtü, kendisini harekete geçirecek yeni bir dengesizliğe değin doyum
halinde kalır. Sonunda, bu dürtülerin organizma için yaşamsal bir
önem taşıdığı apaçık ortaya
çıkmaktadır. Yiyeceksiz, susuz, uykusuz ve cayır cayır
yanan, tir tir titreten bir havada organizma ölür.
Biraz önce belirttiğimiz gibi,
bilimadamları, bu «basit» durumlarda bile dürtü kavramının
yeterince açıklayıcı olup olmadığını
tartışıyorlar. Oysa, en azından seks konusunda bu
kavramın bize az da olsa bir şeyler verdiğini görüyoruz. Her
şeyden önce, cinsel etkinliğin, herhangi bir organizmanın
kalıcılığı açısından zorunlu
olmadığı bilinmelidir. Su ya da yiyecek eksikliği
insanı ölüme götürür ama, seks eksikliğinin hiç kimseyi ölüme
götürdüğü görülmemiştir. İkinci olarak, cinsel isteğin
gücü, cinsel yoksunluk ölçüsüne bağlanamaz. Cinsel perhiz, her zaman
cinsel isteği nasıl artırmıyorsa, çok sık yapılan
cinsel etkinlik de cinsel arzuyu her zaman azaltmaz. Tam tersine, uzun zaman
cinsel perhiz uygulayan kimi insanlar eninde sonunda sekse duydukları
ilgiyi tümden yitirmişlerdir. Çok kolayca uyandırabilenler ise son
derece etkin bir cinsel yaşam sürdürmüşlerdir. Bundan başka,
insanlar kendilerini bilerek aç ve susuz bırakmazlar ama, sık
sık, hem de etkin bir biçimde cinsel uyanma ararlar. Susuzluk ve
açlığa benzemeyen bu uyanmalara salt psikolojik etmenler neden
olabilir ve uyanmaların etkinliğini artırabilir. Sonuç olarak,
açlık ve susuzluk hoş şeyler çağrıştırmaz,
hatta acıya bile neden olurken, cinsel uyanma hoş duygular
verdiğinden, doyumsuz kalsa bile kendisini böylece ödüllendirmiş
olur.
Bu olgulara bakışta, modern seks
araştırmacıları pratik anlamda seks dürtüsü
kavramını bir kenara atmışlardır. Yerine,
1940'ların başlarında R.L Dickinson, seks yeteneği ve
cinsel dürtü arasına bir ayrım koydu. 1948'de Alfred C. Kinsey
«gerçek başarım»a karşılık olarak «cinsel yetenek
kapasitesini getirdi. 1958'de de Lester A. Kirkendall, «cinsel yetenek»,
«cinsel başarım» ve «cinsel dürtü» arasına bir ayrım
getirmeyi önerdi. («Erkeğin Cinsel Dürtüsü Kavramının
Açıklığa Kavuşmasına Doğru», «Evlilik ve Aile
Yaşamı», 20 Kasım 1958) Şimdiye değin, en son sözünü
ettiğimiz yaklaşım daha doğru geliyor. Burada Kirkendall'in
görüşünü desteklememiz gerekiyor belki. (Elbet dilini biraz
değiştirerek.) İnsanın cinsel davranışı
üzerine konuşmaya başlayınca, bunu, aşağıda
olduğu gibi üç temel etmene ayırarak incelemek daha yararlı görünüyor.
1 - Cinsel Kapasite
(Bireyin yapabildiği)
2 - Cinsel Güdülenim
(Bireyin yapmak istediği)
3 - Cinsel Başarım
(Bireyin yapacak olduğu)
Cinsel kapasite (yani cinsel uyanma ve orgazma
ulaşma yeteneği), bir kişinin genel fiziksel durumuna ve
özellikle sinir ve kas sistemlerinin işlevine bağlıdır. Bu
kapasite kişiden kişiye, hatta aynı kişide bile zaman zaman
değişir. (Örneğin, aynı kişi çok kere bebeklikte,
çocuklukta, delikanlılıkta, yetişkinlikte ve
yaşlılıkta tümüyle farklı cinsel kapasitelere sahiptir.)
Cinsel güdülenim (yani cinsel etkinlik kurma
arzusu), çoğunun psikolojik etmenlere bağlı olmakla birlikte,
vücuttaki belli hormonların düzeyinden de etkilenebilir. Ayrıca
herhangi bir özel durumda, özel ve toplumsal koşulların önemi çok
büyük olur. İşte bu nedenlerle cinsel güdülenim de kişiden
kişiye, ya da aynı kişide bile farklı zamanlarda büyük
ölçüde değişebilir.
Cinsel başarım (yani cinsel
etkinliğin nesnel miktarı), yalnız bedensel ve psikolojik
etmenlere değil, aynı zamanda ele geçirilen fırsata,
olanağa da bağlıdır.
Öte yandan, oldukça yüksek bir
başarımın, kapasiteyle sınırlı
olacağını söylemek bile gereksizdir.
Sağduyumuz bize, cinsel kapasite, güdülenim ve
başarımın, her zaman kolayca örtüşmeyeceğini söyler.
Gerçekte iş sekse geldiğinde, çok az insan, yapmak istediği ve
yapabileceği her şeyi yapma şansına sahiptir. Herhalde seks
araştırmacıları da, erkeklerde en büyük cinsel kapasiteye,
gerçek başarımın doruğuna varmadan önceki yıllarda
ulaşıldığına dikkat etmişlerdir. Öte yandan,
kadınlarda cinsel kapasitenin çok kere cinsel güdülenimden çok daha yüksek
olduğu da gösterilmiştir. Kimi insanlarda, düşük cinsel
güdülenim düzeyiyle yüksek cinsel başarım birarada bulunabilir. Ya da
güdülenim önemli ölçüde mali (bir fahişenin durumunda olduğu gibi) ya
da toplumsal (kocasını bırakmak istemeyen yorgun bir
kadının durumunda olduğu gibi) olabilir.
Bu koşullar altında bir insanın
«cinsel dürtüsü» hakkında bir fikir yürütmek artık pek kolay
görünmüyor. Böyle dar bir yaklaşım, herhangi bir olumlu sonuca
götürmez bizi. Üstelik, bu insanın cinsel etkinliğinin özel görünüşünün
tanımını açıkça incelemek de çok daha umut verici
görünüyor. Gerçekten de, bu inceleme sırasında birçok
araştırmacı yararlı şeyler ortaya
çıkartırken, kimileyin de şaşırtıcı
sonuçlarla karşı karşıya kalmışlardır.
Kin-sey'in istatistiksel olarak cinsel başarımı
hesaplamasından sonra, William H. Masters ve Virginia E. Johnson da
laboratuvarda insanın cinsel kapasitesini ölçtüler. Nitekim bu ve birçok
başka çalışma, soruna büyük bir açıklık getirmiştir.
Bu alanda çok daha ayrıntılı çalışmalar günümüzde de
yürütülmektedir. Örneğin, cinsel güdülenimi, uyarma ve uyanma
yeteneği (uyarıla-bilme) diye ikiye ayıran R.E. Whalen
tarafından yürütülen çalışmalar umut vericidir. Bu ayrıma
göre, insanların uyarılma yeteneği bedensel koşullara
bağlıyken, uyanma ise, özel durumlarda özel uyarıcılara
bağlıdır. Bu durumda uyanma yeteneği ya da
uyanılabilirlik, büyük önem kazanmaktadır. Çünkü, vücutta bulunan
hormon düzeyi de değişebilmektedir kişiden kişiye. (Whalen,
«Cinsel Güdülenim», Psychological Review, 73, 151, 63, 1966) Kuşkusuz
Whalen'in bu iki örneği Kirkendall'ınkinin
basitleştirilmiş bir biçimi olarak anlaşılabilir. Gerçekte,
«uyanma»nın, güdülenimin bir görünüşü olduğu açıkken,
«uyanılabilirlik» ise bir anlamda cinsel kapasiteyi de dile getirmektedir.
Her neyse, bu ve benzer ayrımlar, önceki çapraşık konuya yeni
bir görüş getiriyor, böylece biz de, insanın bir bilmece
karmaşıklığında-ki cinsel
davranışını, gelecekte daha anlaşılır
biçimde bulacağımızı umabiliyoruz.
Cinsel davranış terimi,
kitabımızda hem geniş hem de dar anlamıyla
kullanılıyor. Geniş anlamda, insanın cinsel olarak
yaptığı her şeyi içeriyor. Başka şeyler
arasında, bu, yerine yetirdiği erkeksi ve kadınsı cinsel rolleri
ve cinsel eşlerini seçtiği ve yaklaştığı yolu
kapsar. Bu kullanım belirsiz olabilir, ama geniş biçimde
benimsenebilir bir nitelik taşımakta olup, genel olarak da
anlaşılır. Bu nedenle günümüzde herhangi bir önemli sorun
yaratmaz.
Oysa gördüğümüz gibi, bu terimi dar anlamda
tanımlamak daha güçtür. Cinsel davranışın her koşulda
üremeyle ilgili olduğu ya da en azından kökensel olarak üreme
davranışıyla bir bağlantısı olduğu konusunda
kimsenin kuşkusu yoktur. Gelgelelim, yüksek hayvanlarda ve özellikle
insanlarda, bunun bütünüyle bir rivayet olmadığını
biliyoruz. Sonuç olarak, Freud ve izdeşlerinin her insanda temel güçlü bir
içgüdü ya da dürtünün bulunduğunu varsaydığını da
öğrenmiş olduk.
Ne iyi ki, asgari amacımız için bu
varsayımın doğrulanıp doğrulanmadığına
karar vermek zorunlu değildir. Bunun yerine kendimizi burada daha
kılgısal bir bakış için sınırlayabiliriz. Bu
yüzden, aşağıdaki sayfalarda cinsel davranışı,
cinsel organların tahriki ve uyarımını içeren dar anlamda
bir davranış olarak ele alıyoruz. Ayrıca, böyle bir
davranışın nedenleri, güdüleri ya da amaçları konusunda,
önceden bir yargıya varmak da istemiyoruz.
6.
CİNSEL DAVRANIŞLARIN GELİŞİMİ
Bu kitabın birinci bölümünde, erkek ve
kadın arasındaki anotomik farklılıkların, cinsel
uyanmaların ve çoğalma yeteneklerinin birdenbire ortaya
çıkmadığını, tersine, yavaş yavaş ve giderek
bir gelişme sonucu ortaya çıktığını gördük.
Ayrıca bu gelişmenin çeşitli yollardan engellenebileceğini
de biliyoruz. Örneğin, belli bazı kromozom ya da hormon
bozuklukları, dölütün normal büyümesini önleyerek «cinsiyeti
tamamlanmamış» bir bebeğin doğumuna yol açabilmektedir.
Hatta cinsel kusurları olmadan doğan erkek ve kız çocuklar da,
daha sonra yaralanma, hastalık ya da hadım edilme sonucu Gonad
hormonlarından yoksun bırakılırlarsa, tipik dişi ve
erkek görünümüne ulaşamayabilirler. Bu durumda cinsel yetenekleri de
oldukça sınırlı kalır ve doğal olarak hiçbir zaman
çocuk sahibi olamazlar. Sonuçta, her açıdan sağlıklı bir
gelişim göstermesine karşın, kısır olan pek çok yetişkin
insan vardır.
İnsanın fiziksel büyümesi için geçerli
olan şeyler, insanların cinsel davranışının
gelişmesi için de geçerlidir. Erkeksi ve kadınsı tavırlar
ve belli cinsel eşlerin ya da cinsel etkinlik biçimlerinin tercihi belli
bir anda değişmez biçimde yapılmaz, bunlar zaman içinde
kazanılır. Bu sürecin sonucu yalnız çocuğun kalıtsal
becerileriyle değil, aynı zamanda anababanın,
öğretmenlerin, oyun arkadaşlarının ve dostlarının
tepkileri gibi toplumsal etkiyle de belirlenir. Örneğin küçük bir erkek
çocuğa ailesi tarafından sürekli olarak kız gibi
davranılırsa kendini bir dişiymiş gibi görmeye başlar.
Erken yaşlarda benimsenen bu rol, daha sonra tersine çevrilemez duruma
gelebilir ve yaşam boyu zorluklara yol açar. Doğru cinsel
özdeşleşme yapan çocuklar bile, daha sonra tam cinsel potansiyellerine
ulaşmalarını engelleyen ve kendilerini dar dürtüsel ya da
yıkıcı davranış biçimlerine mahkûm eden travma-tik
deneyimlerle karşılaşabilirler. Dahası,
sağlıklı bir gelişme geçirdikten sonra garip bir
tutukluğa ve kötü bir eşgüdüme giren ve böylece cinsel olarak
yetersiz kalan pek çok yetişkin de vardır.
Yetişkinlerin cinsel
davranışının uzun, karmaşık ve çoğu kez
tehlikeli bir gelişmenin ürünü olduğu anlayışı oldukça
yenidir. Yüzyılımızın başlarına kadar seksin
geniş ölçüde içgüdüsel, yani biyolojik kalıtımın bir sonucu
olduğuna inanılıyordu. Çoğu kimse, ergenlikten bir süre
sonra bütün erkek ve kadınlara «doğal» olarak cinsel arzu ve cinsel
etkinlik geldiğini, bunun toplumsal koşullandırmayla ilgisi
olmadığını varsayıyorlardı. Cinsellik, birdenbire
ortaya çıkan, sonra da kendi başına eksiksiz «doğal»
anlamını bulan bir «doğa gücü» idi. Toplum bu gücü
bastırabilirdi ama biçimlendiril-mesine katkısı olamazdı.
Bu geleneksel görüşe ilk ciddi karşı
çıkış Sigmund Freud (1856-1930) ile ardıllarından
geldi. Freud, pratisyen doktorluğu sırasında isteri denilen
şeyden acı çeken birçok hastayla karşılaştı (Yani
fiziksel hiçbir nedeni bulu-namadan felç yada körlük geçirenlerle.) Gerçekten
de standart tüm tıp deneylerine göre bu hastaların normal
işlevlerini sürdürebilmeleri gerekiyordu. Bu erkek ve kadınlarla uzun
süreler boyunca görüşen Freud, rahatsızlıkların acı ya
da tedirginlik verici çocukluk deneylerine bağlı
olduklarını bulguladı. Ayrıca, artık hastalarında
bilincinde olmadığı bu eski deneyimlerin cinsel nitelikte
olduklarını da belirledi. Sonunda, bu deneyimlerin rahatsız
yetişkinler tarafından açık seçik hatırlanıp
anlaşıldıktan sonra gizemli sakatlıkların yok
olduğunu da gördü.
Bu ve başka bulgulara dayanarak Freud, Avrupa
ve Amerika' nın düşünce yaşamında derin etkiler yapabilecek
psikanalitik kuramını geliştirdi. Gelgelelim, kuram ilk
önerildiğinde kamuoyunun geniş tepkilerini çekti. Çoktan
unutulmuş bir çocukluk deneyiminin, yetişkin bir kişinin
yaşamında belirleyici bir etki yapmayı sürdürebileceği,
çoğu kimse için tümüyle anlaşılmaz bir şeydi. Bu kimseler,
deneyimlerin cinsel olduğu görüşünü büyük bir öfkeyle
karşılıyorlardı. Bunların görüşüne göre çocuklar
«masum» idiler ve «doğaları gereği» kesinlikle cinsel duygu ve
tepkiler gösteremezlerdi. Öte yandan, Freud için çocukların, hatta bebeklerin
cinselliği, yaşamsal önemi olan tartışılmaz bir
gerçekti. Psikanalitik düşünceye göre, bütün insanlarda doğum
anından başlayarak temel bir cinsel içgüdü ya da dürtü vardır.
Duyusal zevke dayanan bu içgüdü, başlangıçta bulanıktır ve
doğru yönelim ve keskinliğe yalnızca bir «psikoseksüel
olgunlaşma» süreci ile ulaşır. Bebekler başlangıçta
doyumu dolaysız, kısıtlamasız ve ayrım gütmeyen bir
yoldan ararlar, sonra içgüdüsel dürtülerini toplumsal koşullandırma
yoluyla değiştirmeyi ve denetim altına almayı öğrenirler.
İnsan cinselliği böylece iki karşıt gücün etkisi
altında serpilir: «Zevk ilkesi» ve «gerçeklik ilkesi». Başka bir
deyişle, bir çocuğun kişilik gelişimi, biyolojik dürtülerle
kültürel kısıtlamalar arasında bir çekişme olarak
tanımlanabilir. Bu çekişme, çocuğun fizyolojik
olgunlaşmasıyla bağlantılı olarak üç temel
aşamada gerçekleşir; Oral, anal ve fallik aşamalar.
Oral aşamada (Latince os: ağız),
biricik zevk kaynağı ağızdır. Bebek, anne memesini
emerken sadece gıdaya değil, derin fiziksel ve psikolojik doyuma da
ulaşır. Bu aşamada ağız bir araştırma
organıdır da. Bebek her şeyi tanımak için ağzına
sokar. Dünyayı «içine almak», ona egemen olmak için ilk girişimidir
bu onun. Bunu izleyen anal aşamada (Latince anüs: rektum deliği),
asıl duyusal doyum kaynağı, ağızdan anal bölgeye
kayar. Çocuk şimdi bağırsak hareketleri üzerinde denetim kurmaya
başlamış ve böylece, dışkısını ederek
ya da etmeyerek hoşnut ya da hoşnutsuz kılabileceği
yetişkinler üzerinde de denetim kurmuştur. Yine bu sıralar çocuk
sevgisini vermeyi ya da vermemeyi, evet ya da hayır demeyi, özcesi,
«tutarak» ya da «salarak» dünyaya egemen olmayı öğrenmiştir.
Yaşamın yaklaşık 3
yılını alan oral ve anal aşamalar, her iki cins için de
aynı olmakla birlikte, bunları izleyen fallik aşama (Yunanca
prallosi: penis), cinsel farklar, erkek ve dişi cinse organları
hakkında artan bir bilinç getirir. Vücudun en zevk veren alanları
artık ağız ya da anüs değil, erkek çocuklar için penis,
kız çocukları için klitoristir. Çocukların, çevreleri
hakkında doymak bilmez bir merak geliştirdikleri, oraya buraya
parmaklarını soktukları, oyuncaklarını kırıp
içine baktıkları, gerek kendilerini gerek başkalarını
inceledikleri aşama, işte bu aşamadır. Ama bu
aşamanın en önemli boyutu, 'Oi-dupus kompleksi' denilen şeyin
gelişmesi, yani çocuğun karşı cinsten ebeveynine erotik
bağlılık duyması ve aynı cinsten ebeveyni ile
yarışmasıdır. («Oidipus kompleksi» deyimi, Yunan
mitolojisinde, bilmeden babasını öldüren ve annesiyle evlenen Kral
Oidupus'tan gelmektedir.) Örneğin, 4 yaşında bir erkek
çocuğu kural olarak annesine sırılsıklam
âşıktır. Annesi onun için bildiği ve bilmek istediği
tek kadındır. Ne ki, bu kadının zaten bir kocası
vardır, çocuğun da babasıdır bu. Çocuk onu
kıskanır ve bir kenara iterek yerine geçmeyi çok ister. Bu istek
genellikle açıkça ve içtenlikle belirtilir. Örneğin, çocuk annesinin
yatağına tırmanır ve «Büyüyünce seninle evleneceğim»
der. Bu durumun Kral Oidipus'un durumuyla kıyaslanabileceği
açıktır, şöyle ki: Oidipus, babasını yok etmiş ve
annesiyle evlenmişti. Çocuğun normal gelişmesi ise başka
bir yol izler. Erkek çocuğun, annesi ile evlenme isteği, annesi gibi
bir kadınla evlenme isteğine dönüşür. Babasının yerini
alma isteği, babası gibi bir adam olma
kararlılığına dönüşür. Eğer baba izlenmeye
değer, çekici bir model oluşturuyorsa ve eğer oğlunu bir
erkek olması için etkin biçimde yönlendiriyorsa, çocuk bu geçişi
kolay^yapar. Bir yandan da annenin görevi, seçimini zaten yapmış
olduğunu ve artık cinsel ve nesne olarak kendisini elde
edemeyeceğini algılamasını sağlamaktır. Ebeveynin
bu tür tutumları, çocuğu cinsel doyumu başka yerde aramaya
yöneltecektir. Kız çocuklarında gelişme bunun tersi olan bir
yola girer: Babasını sever ve annesini kıskanır. Bunu
tanımlayan psikanaliz deyimi, sevgili babasının ölümünden sonra,
onu öldüren ve annesinin öldürülmesine yardımcı olan efsanevi Yunan
Prensesi Elektra'dan esinlenen «Elektra kompleksedir. (Elektra kompleksi
kavramının Freud'un ardıllarınca önerildiğini, ancak
Freud'un bunu benimsemediğini belirtmek gerekir.)
Freud, gelişme sürecine olumsuz bir etki
olmadıkça normal olarak bütün çocukların oral aşamadan anal
aşamaya, sonra da fallik aşamaya geçtiğine inanıyordu. Ne
var ki, bu üç aşamadan herhangi birine özgü gereksinimler, doyurulamaz ya
da aşırı doyurulursa çocuk «fikse» olabiliyor ve böylece
psikoseksüel büyümesi engellenebiliyordu. Örneğin, bir çocuğun
tuvalet terbiyesinin çok katı ya da aşırı tutucu
olması, anal doyum düzeyinde fikse olmasına yol açabilir. Böyle bir
çocuk, yetişkinliğinde «anal karakter» gösterir. Yani aklı fikri
disiplin, düzen ve temizliktedir. Parasını yemez, saklar
(başkalarından sakınılıp «tutulabilecek» bir şey
olan dışkının bilinçsiz eşdeğeri) ya da bütün cinsel
birleşim biçimlerinde anal uyarıları yeğler. «Oral
karakter» sahibi bir kişi ise cinsel doyum için bile ağız
düşkünlüğünü sürdürür ya da durmadan yiyen, içen ve sigara tüttüren
biri olur.
Bu anlamda fikse olmayan çocuklar «jenital
olgunluğa» ulaşırlar. Yani açık cinsel ilginin
duraksamış göründüğü Latency döneminden sonra ergenlikle
birlikte cinsel içgüdü yeniden uyanır ve jenital birleşme ile doyum
arar. Oral ve anal uyarılar hâlâ sınırlı ölçüde hoşa
gidebilir ama bunlar, yetişkinler için gerçekten biricik
«olgunlaşmış cinsel dışavurum» biçimi olan
birleşmenin yanında ikinci plana düşmüştür.
Bu kısa ve yüzeysel tablodan
anlaşılacağı gibi, Freud'da insan cinselliği
kavramı olağanüstü geniştir. Freud, bu kavramı kendisinden
önce bütünüyle cinsiyetdışı varsayan tepki ve etkinlikleri
anlatmak için kullanmaktadır. Bugün bile sıradan biri bir
bebeğin meme emmesinde ya da bir yetişkinin tıkınıp
durma alışkanlığında cinsel bir yön görmekte güçlük
çekebilir. Gerçekte birçok bilimadamı da hâlâ psikanalitik görüş
açısına karşı çıkmaktadır. Örneğin,
çeşitli ilkel kültürleri inceleyen antropologlar, odipal
çatışmanın evrensel bir deneyim olmayabileceğini
söylüyorlar. Sosyal psikologlar, içten gelen bir cinsel dürtü ya da içgüdü olup
olmadığı konusunda kuşku duyuyorlar. Birçok
davranışçı kuramcı da Freud'un kuramının
aşırı karmaşık olduğunu ve insan
davranışlarının daha basit, dolayısıyla daha
inandırıcı bir biçimde açıklanabileceğini söylüyorlar.
Ayrıca, bu kuramın doğruluğunu ya da
tanışıklığını kanıtlayacak ölçüde
yeterli bilimsel testin hiçbir zaman uygulanmamış olduğunu da
belirtmek gerek.
Açıkça görülüyor ki, Freud'un öğretileri
bir doğma olarak benimsenme-meli, içinde bulunduğu dönemin kültürel
çerçevesi içinde incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Böyle bir
eleştirel değerlendirme, sonuç olarak Freud sonrası kültürümüzü
de daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Freud, tarihin en parlak
ve uzlaşmaz düşünürlerinden biri olmanın yanı sıra,
büyük bir yazardı da. İngilizce baskısı 24 cilt tutan
yapıtlarında yalnız insan cinselliği konusunda değil,
Batı uygarlığının tarihsel niteliği konusunda da derin
kavrayışlar buluyoruz.
Ne var ki, Freud'un öğrenci ve
ardıllarından bazıları onun eleştirici
kişiliğini örnek alacaklarına, kuramın çeşitli
öğelerini toplumsal denetim araçları haline getirmeyi
yeğlemişlerdir. Sonuçta, psikanalitik düşünce biçimin özgürleştirici
etkisi gözden kaçmış ve saptırılmıştır.
Freud'un bazı varsayımlarının, onun amacına ters
düşecek biçimde cinsel azınlıklara zulmetmekte ve baskı
yapmakta kullanıldığı Amerika'da bu eğilim özellikle
belirgindir. (Bkz. «Uyumculuk ve Sapkınlık» ve «Cinsel Baskı»)
Çeşitli
psikanalitik akımların,
hatta Freud'un özgün kuramının ayrıntılı olarak
tartışılması, bu kitabın kapsamı
dışındadır. Öte yandan, yaşam bize bu kuramın
basitleştirilmeye ve yaygınlaştırılmaya yatkın
olmadığını göstermiştir. Böyle basitleştirme
girişimleri sık sık ciddi yanlış anlamalara yol
açmıştır. Freud'cu deyimlerin dilimize çoktan girdiği,
bugün gazete ve dergilerde «Oidipus kompleksi» ve
«bilinçaltı» gibi
konularda yazılar çıktığı bir gerçektir. Filmlerde,
radyo ve televizyonda sık sık Freudvari ağızdan kaçan
sözler; «ego», «süper ego»,
«libido» ve «yüceltme» gibi sözler
çarpıyor
kulağımıza. Her şeye karşın bu sözler, kuramsal
anlamı dışında kullanıldığında
kafaları bulandırıyor ve konuyu bilmeyenlerce yanlış
yorumlanıyor.
Neyse ki, bu arada psikanalitik kavramlar
kullanmadan cinsel davranışın gelişmesini anlatmak pekâlâ
olası görünmektedir. Son zamanlarda yapılan deneysel seks
araştırmaları, insanların içinde bulundukları
davranış biçimlerini nasıl öğrenmiş oldukları
konusunda bol bol yeni bilgiler sağlamıştır. Belli
davranışların istatistiksel yoğunluğu üzerine de bir
görüş kazanmış bulunuyoruz. Bütün bunlar, insan
cinselliğinin «doğası» hakkında birçok geleneksel
varsayımı yeniden incelemeye zorluyor bizi. Sonuç olarak, konuya
yepyeni bir açıdan yaklaşabiliyoruz.
Yüzyılımızın ortalarında
Indiana Bluemington'daki Seks Araştırmaları Enstitüsünden Alfred
C. Kinsey'le arkadaşları, her yaş grubundan ve her kesitten
binlerce kişiyle özel görüşmelere dayanan, insanların cinsel
davranışları hakkında iki tarihsel inceleme
yayınladılar. Daha önce bu türde yapılan incelemeler, tedavi
altındaki hastalardan ya da cinsel suç işlemiş kimselerden
oluşan küçük örnekleme grupları üzerinde yapılmıştı
ve «normal» cinsellik konusu genellikle pek araştırılmamıştı.
Kinsey'in çalışmaları sağlıklı normal (vasat)
erkek ve kadınların davranışı üzerine ilk güvenilir
istatistiksel bilgileri gün ışığına
çıkarıyordu. (Erkeğin Cinsel Davranışı, 1948
- Kadının Cinsel Davranışı, 1953)
Yine bu sıralarda, biri antropolog öbürü
psikolog olan iki bilim adamı, Clellan S. Ford ile Frank A. Beach 191
değişik toplumda cinsel davranış biçimlerini
araştıran bir karşılaştırmalı kültür
incelemesi yayımladılar. (Cinsel Davranış Biçimleri, 1951).
Daha sonraları Johns Hopkins Üniversitesinden John Money ile birkaç
araştırmacı arkadaşı, bozuk cinseloluşumlar ve
cinsel kimlik sorunları üzerine yaygın araştırmalar
yaptılar (Vücudun Cinsel Kusurları, 1968: Kadın ve
Erkek, Kız ve Oğlan; Cinsel İşaretler. 1975).
Ayrıca, Missouri St. Louis'teki Reprodüktif Biyoloji Araştırma
Vakfında araştırmalar yapan William H. Masters ile Virginia E.
Johnson, insanların cinsel etkinlikleri ve etkinlik bozuklukları
üzerine ayrıntılı bir bilimsel araştırma
yaptılar. (İnsanın Cinsel Tepkileri, 1966: İnsanın
Cinsel Yetersizliği, 1970; Zevk Bağı, 1975)
İnsan cinselliği üzerine bu ve birçok
yeni inceleme, psikanalitik kuramdan hiçbir şey almıyor ya da pek az
şey alıyor. Bu araştırmacılar, belli konularda Freud'a
şiddetle karşı çıkıyorlar. Ama yine de onun temel
varsayımlarından hiç değilse bir bölümünü doğruluyorlar.
Örneğin, cinsel davranışı insanların «doğal»
olarak kazanmadığını, bunun toplumsal
koşullandırmayla biçimlendiği bugün artık herkesçe
benimsenmektedir. Bu koşullandırmaların, farklı toplumlarda
farklı şeylere hizmet ettiği ve farklı sonuçlar
doğurduğu da apaçık ortadadır. Çocukların cinsel tepki
gösterebildiği ve çocukluğun ilk dönemlerindeki belli deneyimleri o
kimsenin daha sonraki cinsel gelişmesi üzerine belirleyici bir etki
yapabildiğinden de artık hiç kimsenin kuşkusu yoktur.
Bu toplumsal koşullandırmanın
gerçekten de ne anlama geldiği sorunu, her zamankinden daha
karışıktır. Bir doktor olan Freud, her şeyden önce
hastalarına yardımcı olmaya çalışıyordu ve
çocukluktaki cinsel deneyimleri tek ölçüye göre kolaylıkla yararlı ya
da zararlı olarak nitelendiriyordu: Kişinin «jenital
olgunluğunu» geliştiriyor ise yararlıydılar, engelliyor ya
da önlüyor ise zararlıydılar. Böylece cinsel davranış olgun
olmak ya da olmamak, sağlık ya da hastalık, normallik ya da
sapkınlık olarak ele alınabiliyordu. Ama sonraları cinsel
araştırmacılar daha dikkatli davranmaya başladılar.
Cinsel normalliğin başka başka yerlerde ve başka başka
zamanlarda, çok değişik olabileceği ve insan
davranışı açısından olgunluk ve sağlık gibi
deyimlerin bir olguyu belirtmekten çok, bir değer yargısı
olduğu artık bilinmektedir. Freud'un zamanında cinsel
sağlık ve olgunluğun belirtilerinin çocuk sahibi olmaya yönelik
tek eşli evlilik olduğuna inanılıyordu. Bu yüzden de seks,
aşk, evlilik ve çocuk yapmak birbirinden ayırt edilmiyordu.
«Toplumsal yararı olan», özelliklerinden yoksun cinsel etkinliğe kötü
gözle bakılıyordu: Aşksız seks (mastürbasyon ve
fuhuş), nikâhsız seks (evlilik öncesi ve evlilikdışı),
çocuk yapmadan seks, çocukların cinsel oyunları, menopozdan sonra
seks, eşcinsellik. Bugün, bu özgün değer sisteminin hiç de evrensel
olmadığını, belli bir tarihsel dönemde Batı
toplumlarının orta sınıflarına özgü olduğunu
biliyoruz. Örneğin, ortaçağ köylüleri ya da feodal toprak
ağaları, bütünüyle değişik bir değer
yargıları sistemine göre davranıyorlardı. Aynı
şey, geleneksel Asya ve Afrika toplumları için de söylenebilir. ABD
toplumunda giderek artan sayıda erkek ve kadının
mirasçısı olduğu orta sınıfın, törel
değerlerinden koparak yeni değerler aramaya
başladığını görüyoruz. Bu koşullarda cinsel
davranış için herhangi bir özel amaçtan, normdan ya da standarttan
söz etmeden önce iyice düşünmek gerekir. İlk işimiz böyle bir
olguyu anlamaktır ve bu yüzden de ahlaksal açıdan nesnel
tanımlamalar kullanmak zorundayız. Tek başına nesnellik de
yeterli değildir. Ayrıca tanımlamalar açık ve kesin olmak
zorundadır ve bu da çok zor bir iştir. İnsan cinselliği
kadar terminolojik kargaşa yaratan başka bir alan yoktur. Gerçekte,
bu kargaşa en başka seks kavramıyla başlar.
«Seks» deyimiyle erkekler ve kadınlar
arasındaki farka ve çekiciliğe şu ya da bu şekilde
değinildiğini biliyoruz ama bu farkın boyutları ve bu
çekiciliğin niteliği hâlâ büyük bir tartışma konusudur. Her
şeye karşın modern araştırmalar soruna oldukça
açıklık kazandırmış ve özellikle çocukluktaki
gelişmelerin incelenmesi çok değerli ipuçları vermiştir.
Örneğin, hermafro-dit çocukların (yani «cinsiyeti
tamamlanmamış» çocukların) istenirse kız, istenirse erkek
olarak yetiştirilebileceği ve cinsel eş tercihi de dahil olmak
üzere «yakışan» bütün tavırları geliştirebilecekleri
gözlenmiştir. Başka bir deyişle cinsiyeti doğuşta
yanlış saptanan çocuklar, kendilerine yakıştırılan
cinsiyet ile özdeşleşmektedirler. Üstelik belli bir kritik dönem
geçtikten sonra bu özdeşleşme kalıcı olmaktadır. Bu
yanlışın farkına sonradan varılsa bile
düzeltilememektedir. Kız olarak yetiştirilen bir erkek çocuk, belli
bir yaştan sonra kendisini dişi varsaymaya devam edecek ve çoğu
durumda erkeklere cinsel ilgi duyacaktır. Erkek olarak yetiştirilen
bir kız çocuğu ise kendisini erkek varsaymaya devam edecek ve
çoğu durumda dişilere cinsel ilgi duyacaktır. Başka bir
deyişle, eğer «cinsellik» dişi ve erkek arasındaki
karşıtlık ile ilgiliyse, kişinin «cinsel» gelişmesinin
en az üç yanı vardır:
1. Vücudun erkek ya da dişi özellikleri
(fiziksel cinsellik)
2. Erkek ya
da dişi olarak toplumsal rol (cinsel rol)
3. Erkek ya
da dişi cinsel eşlerin yeğlenmesi (cinsel yönelim)
İnsan cinselliğinin bu üç yanı göz
önüne alınırsa karışıklığın çoğu
giderilir. Bu yüzden de aşağıdaki tanımlamaları
belleğe iyice yerleştirmekte yarar vardır.
BEDENSEL CİNSİYET (FİZİKSEL
CİNSİYET)
Fiziksel cinsellik, bir kişinin erkekliği
ya da dişiliği olarak tanımlanmakta ve beş fiziksel ölçüte
göre saptanmaktadır;
Kromozomsal cinsiyet
Gonadsal cinsiyet
Hormonsal cinsiyet
İç yardımcı üretimsel yapılar
ve dış cinsel organlar.
İnsanlar, erkeklik ya da dişiliğe
ilişkin fiziksel ölçütlere uydukları oranda erkek ya da
dişidirler.
Çoğu kimse, beş fiziksel ölçütün tümüne
göre, açıkça erkek ya da dişidir.
Bir azınlık ise, bu sınavı
verememekte, o yüzden de fiziksel cinsellikleri belirsiz kalmaktadır
(Hermafroditizm).
CİNSEL ROL
Cinsel rol, kişinin erkeksiliği ya da
kadınsılığı olarak tanımlanır ve bir cinste
özendirilen öteki cinste ise önlenen belli psikolojik verilere göre
saptanır.
Kişiler, cinsel rollerine uydukları
ölçüde erkeksi ya da kadınsıdırlar.
İnsanların çoğu, kendi biyolojik
cinsiyetlerine uygun cinsel role tümüyle uyum gösterir. Ancak bir
azınlık kendi biyolojik cinsellikleriyle çelişen bir cinsel rolü
kısmen benimser (Transvestizm). Çok küçük bir azınükta ise bu rol
büsbütün tersine dönmüştür. (Transseksüalizm)
CİNSEL YÖNELİM
Cinsel yönelim, bir kişinin
eşcinselliği (homoseksüelliği) ya da karşıcinselli-ği
(heteroseksüelliği) olarak tanımlanır. Yani bu yönelim,
kişinin seçtiği cinsel eşe göre belirlenir.
İnsanlar, aynı cinsten ya da
karşı cinsten eşlere besledikleri erotik duygularının
ölçüsüne göre, eşcinsel ya da karşıcinseldirler. Genellikle
çoğu kimseler, karşı cinsiyetten eşlere karşı
açık bir erotik duygu geliştirirler, (kar-şıcinsellik-
heteroseksüellik).
Bununla birlikte, az sayıda insan da hem
erkeğe hem de kadına karşı erotik duygular besler
(ambiseksüel). Daha küçük bir grup ise en başta kendi cinsinden
eşlere karşı güçlü erotik duygular taşır
(eşcinsellik-homo-seksüellik).
Böyle durumları yalnız fiziksel
cinsiyetle değil, cinsel rol ve cinsel yönelimin ölçüsüne göre
açıklamak daha nesnel olur. Ayrıca bu özellikler birbirinden
bağımsız bir nitelikte de görülebilir.
Bu açıklamalar çerçevesinde erkeklerin
fiziksel özellikleri aşağıdaki belirtilerle gösterilebilir:
• Erkek
- Erkeksi - Heteroseksüel
Erkek cinsiyetli bir kişi, genellikle erkeksi
rolü benimser ve heteroseksüel bir yönelim geliştirir. Böyle bir kişi
sonradan, bildiğimiz «tipik» erkek imgesine uyum gösterir.
• Erkek
- Erkeksi - Homoseksüel
Erkeksi cinsel rolü benimsemiş bir erkek
cinsiyetli kişi, pekâlâ homoseksüel eğilimler de geliştirebilir.
Böyle bir kişi, yalnız eş tercihindeki
farklılığı dışında her bakımdan bütün
«tipik» erkekler gibi görünebilir ve davranabilir.
• Erkek
- Kadınsı - Heteroseksüel
Erkek cinsiyetli bir kişi, kadınsı
bir cinsel rolü benimseyebilir. Böyle bir kişi sonradan cinsiyet
değiştirme ameliyatı dahil vücudunu kadınsı görünüme
uygun hale getirmek için mümkün olan herşeyi yapmaya
çalışabilir. Bu durumda onun erkeğe karşı cinsel
yönelimi elbette heteroseksüel olarak kabul edilecektir.
• Erkek
- Kadınsı - Homoseksüel
Erkek cinsiyetli bir kişi, kadınsı
bir cinsel rol benimseyebilir ve vücudunu kadınsı görünüme uydurmak
için ne gerekiyorsa yapar. Eğer, böyle bir kişi kadınlara
karşı erotik tercih geliştirirse, bu cinsel yönelim ancak
homoseksüel diye adlandırılabilir.
Son iki olayın oldukça uç örnekler olduğu
açıktır ve ayrıca kendisini kadınsı cinsel rolle
özdeşleştiren bir erkeğin bu özdeşleşmeyi
tamamlamasının da gerekmediği anımsanmalıdır.
Üstelik böyle biri, kadınsılığı kısmen, hatta
arasıra kabullenebilir ve kendisini hiçbir zaman bir dişi olarak
görmeyebilir de. Ancak, kendini kadınsı tavırlar için
hazırlayabilir ve kadınsı giysiler kullanır ve
kadınlara özgü uğraşları yeğler. Bu hallerin bütününün
ya da herhangi birinin görülmesi, ileride kişinin eşcinsel,
karşıcinsel ya da ambi-seksüel olabileceğinin belirtisi
sayılabilir. Özcesi, burada verilen dört örnek; yeni kurallar,
sınıflandırmalar ya da prototip insan tanımı
yerleştirmek amacını taşımıyor. Ancak bu
örneklerle insan yaşamının şaşırtıcı
farklılıkları geniş bir açıdan ele alınıyor.
Bununla birlikte biz, her kişinin doğada tek olduğunu da hiçbir
zaman unutmamalıyız. Üstelik, aynı kategoriye az sayıda
insan girebileceği ve bunların da sayısız türevleri ve
derecelerinin olacağı bir gerçektir.
Gerçekten de fiziksel cinsiyet, cinsel rol ve cinsel
yönelim arasındaki bu ayrım, yüzeysel yargılamalar ve
yanlış genellemelerden sakınmamıza yardımcı olur.
Örneğin, bize her efemine erkeğin eşcinsel
olmadığını, tüm eşcinsellerin de efemine özellikler
göstermeyeceğini anımsatabilir. Bu, aynı zamanda bir kimsenin,
pekâlâ erkek olduğunu bildiği halde, niçin tam anlamıyla «gerçek
bir erkek» olamadığını anlayabilmesine açıklık
getirir. Sonuç olarak, bu bize bir «cinsiyet değişimi»nin olası
alt ve üst sınırını da gösterir.
Cinsel davranışımızın
gelişmesini anlamak yolundaki ilk adım, erkek ve dişi olarak
gelişmemizde toplumsal koşullandırmaların nasıl bir
etkisi olduğunu belirlemekle atılır. Dahası, şimdi,
başka bir ayrım da yapabiliriz. Önceki metinde erkek ya da dişi
eşlerin erotik tercihlerini göstermek için geniş bir biçimde «cinsel
yönelim» terimini kullanmıştık. Aslında pek çok insan,
erotik duyguların, çoğu zaman kendine özgü yanlar
taşıdığını bilir. Örneğin, tipik bir erkek
hiçbir zaman her kadına ilgi duymaz, ancak kadının belirli bir
yaşta olması, boyu, poşu, saç rengi gibi özellikler onun
ilgisini çeker. Aslında o, yalnızca özel tipte bir kadını
da tercih etmeyebilir ya da özel koşullar altında ve özel türde bir
cinsel ilişkiyi de tercih edebilir. İnsanın cinsel yöneliminin
genel çatısı altında bu özel tercih ve nazların en iyi
tanımı kişisel cinsel ilgi olgusunda bulunur. Bu ilgiler de bir
toplumsal koşullandırmanın sonuçlarıdır.
Kuşkusuz insanların çok çeşitli
duyusal uyarımları yanıtlama yeteneğiyle doğduğu
bir gerçektir. Nitekim, çok küçük bebeklerdeki ritmik kalça hareketlerini,
kasların kasılmasını, vajinanın
yağlanmasını ve penisin sertleşmesini de bu olguya
dayanarak açıklarız. Özcesi, hiç kimsenin, kendini orgazma götüren
fizyolojik tepkileri öğrenmesi gerekmez. Ancak herkes bu tepkilerin hangi
koşullar altında başlatılabileceğini öğrenir.
Yaşamlarının ilk yıllarından itibaren çocuklar belirli
bir uyarıya olumlu ya da olumsuz karşılık vermeyi
öğrenirler. Kişisel deneyimlerinin bir sonucu olarak, daha sonra
kendi davranış biçimlerini kazanmış olurlar.
Dolayısıyla biraz önce de anlatıldığı gibi,
insanlar erkeksi olmayı, kadınsı olmayı,
karşıcinsel ya da eşcinsel olmayı öğrenmiş
olurlar. Aynı zamanda kendi kendine doyumu, cinsel birleşmeyi ve
cinsiyetlerinden hoşnut olmayı ya da suçluluk duymayı; genç ya
da yaşlı, sarışın ya da esmer, Avrupalı,
Afrikalı ya da Asyalı bir eşi tercih etmeyi de öğrenirler.
Bu arada bazı kişiler, özel olarak bir kişiyle güçlü bağlar
kurar ve başka herhangi bir kişiye de ona gösterdiği güçlü
tepkiyi göstermez. Birtakım kişiler ise sık sık eş
değiştirmeye devam ederler. Kimileri
erotik tekniklerde değişiklikten
hoşlanırken, kimileri de yaşam boyunca aynı teknikten haz
duyar. Kimi erkek ve kadınlar cinsel hevesliliklerine büyük bir dikkat ve
dokunulmazlık içinde bağlıdır; kimileri ise
dayandıkları bilgiye ek uyarımlar aramaya koyulur. Cinsel
ilişkide bir yandan heyecanlı, saygısız, hatta
acımasız olanlar da vardır. Kimileri herhangi bir cinsel
ilişki yerine kendi kendine doyumu yeğlerken, kimileri de hayvanlarla
cinsel temas yolları arar.
Bütün bunlar ve benzeri kişisel cinsel ilgi,
seçim ve tercihler öğrenmeyle geliştirildiğinden kişiye
doğal, akla uygun ve hatta kaçınılmaz görünebilir. Dahası
fantastik, anlamsız, rezilcesine ya da gülünç görünen
davranışlar bile, çoğu insana çeşitli
koşullanmaların etkisiyle anlamlı ve dikkate değer
gelebilir. Tahta bir at gördüğünde cinsel heyecanı kabaran bir adam
bu olayla yalnızca atlıkarıncayla oynamaktan cinsel zevk
duyduğu ilk deneyimlerini yansıtmış olur ve onun bu
davranışı striptizciyi seyreden bir adamın cinsel
kıpırdanmalarını açıklamaktan daha zor değildir.
Buradan da görüleceği gibi, daha sonraki tepkiler, genç yaşlarda
önemli etkiler bırakan tepkilerden kaynaklanan, ortalama bir özelliğe
sahip olabilir. Ancak bunların tümünün de mutlaka bir toplumsal sorun
haline gelmesi gerekmez. Öte yandan çok sayıda insan, herhangi bir
şeyin yalnızca bir yoldan gidilerek doğru
yapılabileceği inancıyla, rahata kavuşacaklarını
umarlar. Bu insanlar kendi dar ve tek yönlü duyularını yetersiz görmez;
tersine, insanın sınırsız sayıda cinsel
davranışları olabileceğinden de pek hoşlanmazlar.
Böyle insanlar her zaman kendi kurallarını evrenselleştirmeye
bayılırlar ve bunlara ters düşenleri de kınamaya
kalkışırlar.
Öte yandan, her toplumun kendisini, şiddet ve
güçle dolu ya da istenmeyen tanıklar önünde cinsel ilişkiden koruma
hakkına sahip olduğu açıktır. Bu tür eylemler onları
yapanları doyuma ulaştırıyor olabilir, ancak
başkalarının haklarını çiğnediği için
toplumsal sayılmazlar. Geleneksel olarak bu tür hareketler önemli suçlar
arasında görülerek, şiddetle cezalandırılmaları uygun
görülür. Ancak yakın zamanlarda bu tutuma karşı, bu tür
eylemlerin suç olarak görülmesinden çok, bir akıl hastalığı
belirtisi» olarak değerlendirilmesi eğilimi güç kazanmaktadır.
19. yüzyılla birlikte, psikiyatristler, bu durumda olan insanların
hapisane yerine, akıl hastanelerine gönderilmesini mahkeme kürsülerinden
savunmaya başladılar. Böylelikle psikiyatristler onların cezaya
değil, tedaviye gereksinimleri olduklarını vurgulamış
oluyorlardı. Nitekim bu yaklaşımları desteklemek
amacıyla cinsel eylemlerin; normal, anormal ya da kişilerin hasta ya
da sağlıklı olmalarını inceleme çerçevesinde pek çok
girişimde bulunuldu. Bu girişimler içerisinde en iyi bilineni,
Viyanalı psikiyatrist Richard Von Krafft-Ebing'inkiydi belki de. 1886'da
yayımlanan Cinsel Psikopatlık adlı kitabında yazar,
patolojik kabul edilen cinsel olayların uzun bir listesini veriyordu.
Aslında Krafft-Ebing'in bu listesinde oldukça düşsel birkaç özel
terim de bulunuyordu. Sonraları, birçok psikiyatristin bu örneği
izlemesiyle liste uzadıkça uzadı ve özel terimler garip ve
yabancı anlamlar bile kazandı. Ne yazık ki bu listeler,
çoğunlukla toplumsal bakımdan zararlı eylemlerle
sınırlanmıyor, yaygın ve uygun olmayan ya da yazarca
beğenilmeyen pek çok davranış tiplerini de içeriyordu. Gerçekten
de cinsel psikopatoloji konusunda bugüne kadar sürdürülen çalışmalar,
bilimsel kılığa girmiş ahlaksal değerlendirmelerden ancak
bir boy fazladır. Bunlar, temel olarak özel bir dönemin ahlak
anlayışının değişmez düşünce ve cinsel
standartlarını yansıtan tarihsel belgeler olması
bakımından önemlidir. (Daha kapsamlı bilgi için «Uyumculuk ve
Sapkınlık» bölümüne bakınız.)
Bununla birlikte, bazı insanların
kendilerinin bile kabul etmediği davranışlar gösterdikleri
yadsınamaz. Örneğin, bir erkek başkalarına zarar veren bir
cinsel eylemde bulunabilir, ancak kendisini denetleyebilmek için büyük
güçlükler de çekebilir. Başka bir durumda böyle bir davranış,
toplumdışı görünmeyebilir. Ancak kişide bir güçlük,
zayıflık duygusu yaratılırsa, bu kişi büyük ölçüde
saldırma, tedirgin etme gibi başkalarına zarar veren
eğilimleri uygulamaya kalkışabilir. Aynı zamanda herhangi
bir cinsel etkinliğe kaygıyla ve suçluluk duygusuyla yaklaşan
kadın ve erkek olduğu gibi, duygularını ve öz bilinçlerini
tuttukları için cinsel yetersizlik gösteren kadın ve erkekler de
vardır.
Bu tip insanların tümünün de cinsel olarak bir
uyumsuzluk içinde olduklarını söylemek sanırım yerinde
olur. Başka bir deyişle, bunların belirli bazı deneyimleri,
tam bir cinsel iletişimde yetersiz kalmalarına neden olmuştur.
Bu halleriyle ya başkalarının gereksinimlerine karşı
duygusuz kalırlar ya da tam bir karşılık veremezler.
Aynı zamanda cinsel eşleriyle tam bir kişi olarak ilişki
kuramaz ya da kendi isteklerini farklı durum ve koşullara
uyarla-yamazlar. Bunun yerine, aynı
düşkırıklığını ve kendisini yenilgiye
götüren eylemleri yinelemeye mahkûm görünürler. Kısacası, her insanın
başarabileceği bedensel ve duyusal doyumu, gerekli ölçüde başaramamış
olurlar.
(Bu sorunun kapsamlı bir
tartışması «cinsel uyumsuzluk» bölümünde bulunabilir.)
Aşağıdaki sayfalarda, çocukluktan
yaşlılığa değin, insanların cinsel
davranışlarının «normal» gelişimi üzerine bilgimizin
yalın bir özetini bulacaksınız. Böyle bir özetin, bu
gelişmeyi etkileyen sayısız yolları tam olarak
karşılayamayacağı açıktır. Ama
bellibaşlı ipuçları da vermek zorundayız. Gene de, bu konu
üzerinde ek bilgiler, kitabın üçüncü bölümünde yer alan «Seks ve Toplum»
başlığı altında görülebilir.
BEBEKLİK VE ÇOCUKLUK
Yüzyılımızın başında,
ilk kez Sigmund Freud, çocuk cinselliği üzerine yazmaya
başladığı zaman, «toplumun saflığı ve
masumiyetini bozan şeytan fikirli adam» yakıştırmasıyla,
kendisine karşı büyük bir saldırıya geçilmişti.
Ayrıca, Freud'un
çağdaşlarının çoğu da çocukta böyle cinsel
duyarlık ya da kapasitenin olmadığına
inanıyorlardı. Gerçekte, bugün bile birçok insan, çocukların
doğumla birlikte bir cinsel yaşama sahip olduğu konusunda derin
bir kuşku duymaktadır. Oysa Batı uygarlığında,
halk her dönem böyle düşünmemiştir. Gerçekte, çocukluğun,
yaşamın korunulması gereken «saf» bir dönemi olduğu
kanısının birkaç yüzyıllık bir geçmişi var. Eski
ve ortaçağ Avrupa'sında çocuklar, yetişkinlerden pek farklı
görülmezdi ve çoğu, etkinliklerini yetişkinlerle
paylaşırdı. Yetişkinlerle aynı işi yapar,
aynı oyunu oynar, aynı şarkıları söyler ve aynı
türde elbiseler giyerlerdi. Ortaçağ ressamları, oğlanlar ve
kızları kaslı vücutları ve ciddi yüzleriyle çizerek,
onları minik yetişkinler gibi gösterirlerdi. Aynı dönemde
ozanlar ve yazarlar da, çocukların kendilerine özgü kişiliklerinin
olmadığı düşüncesinden hareketle, onları yalnızca
yetişkinlerin deneyleri ve ilgileri çerçevesinde işlemişlerdir.
Bu nedenle özel bir çocuk edebiyatı da olmamıştır. Okuyabilselerdi,
klasik Latin ve Yunan yazarlarını, özgün dillerinden okurlardı.
İşin doğrusu, çocuklar için özel bir okul da yoktu. Çoğu
çocuk da herhangi bir resmi eğitimden geçmemişti, salt
anababaları için çalıştılar, bazı
zanaatçıların yanına çırak girdiler, ya da soylu bir
ailenin yanında uşak olarak yaşadılar. Tabii özel
öğretmenlerce yetiştirilenler bunların
dışındadır. Bu arada bir kısmı da her yaştan
öğrencinin bulunduğu sınıflara girerek bir şeyler
öğrenmeye çalıştılar. Gençler için belirli dinsel kurallara
göre eğitim yapan okulların kuruluşu ise 16. yüzyıldan önce
gerçekleşmişti.
Çocukların cinselliği bir sorun olarak
görülmüyordu. Genelde cinsiyet ile üreme eşit tutuluyor,
eşitleştiriliyor ve bu anlamda insanlar ergenlik öncesi cinsel
davranışlara fazla dikkat etmiyorlardı.
Oğlanlar ve kızlar, üreme
yapamadığı ölçüde cinsel sınırlamalardan uzak
kaldı. Söz konusu dönemde hiç kimsenin, bir başkasının
gerçek yaşını belirleme konusunda bir çaba göstermediği de
anımsanmalıdır. Çocuklar, çoğunlukla kaç yaşında
olduklarını bile bilmezlerdi, dahası, bunu kendi
anababaları da bilmezdi. Bir kız ilk âdetini gördüğünde,
evlenmeye hazır olduğuna inanılırdı.
Bu geleneksel tutumlar ortaçağın
sonlarında değişmeye başladı. Teknolojik ilerlemeler,
uzmanlaşmanın artışı ve kentlerin gelişimi,
yepyeni bir yaşam biçimi ile yeni bir aile yapısı yarattı
(orta sınıfların doğuşu-burjuvazi). Kiliseler de tam
bir kesinlikle doğum kayıtları tutmaya başladı.
Yaş farklılıkları, sıkı bir program izlenmesi ve
yeterli zaman kullanımı bakımından önem kazandı. 16.
ve 18. yüzyıl arasında çocukluk, özel gereksinimler nedeniyle
yaşamın ayrı bir aşaması olarak görünmeye
başladı. Büyükler, çocuklar için okullar, kitaplar, oyunlar,
oyuncaklar ve modalar yaratmayı uygun gördüler. Böylece çocukların
duygusal, entelektüel ve toplumsal olgunluğu bir süre bütün yönleriyle
dikkate değer bulundu. 18. yüzyılın başlarında,
gençlerin «korunması» yaşamın başka alanlarına da
kaydırıldı. Özcesi genç insanlar, yetişkinlerden çok
farklı bir dünyada yaşamaya başladılar. (Kapsamlı
bilgi için «Delikanlılık»a bakınız.)
Gerçekte bu yeni dünya, giderek artan cinsel
baskıya bir kaynak da oluyordu. Kitabın önceki bölümlerinde söz
edildiği gibi, modern çağ, insanın yeteneği ve
başarımı üzerinde özellikle durarak, her kişiden, büyük
ölçüde öz-denetim mekanizmasını
çalıştırmasını istiyordu. İnsanlar kendi
tepkilerini izlemeye yetişemiyorlardı artık. Dahası,
kendiliğinden oluşan bedensel işlevleri konusunda çok daha
duyarlı olmaya başlıyorlardı. Ağzın açık
tutulması, öksürme, esneme, aksırma, yellenme ve geğirme gibi
sağlık ve doğallık olarak benimsenen hareketler,
kibarlaşan toplumda hoş görülmez olmuştu. Nitekim
çıplaklığa şiddetle karşı çıkılarak,
üreme ve boşaltım organları iğrenç, hatta kirli organlar
olarak görülmeye başlandı. Sonunda bunlar büsbütün bir tabu haline
getirildiler. 18. yüzyılda doktorlar, bedensel ve zihinsel
sağlığı tehdit eden yeni ve korkunç bir tehlike
bulduklarını duyurdular birden: Çocukluk mastürbasyonu. Dönemin çok
yaygın tıp kitaplarında mastürbasyon, hemen hemen tüm insan
hastalıkları ve yetersizliklerinin temeli olarak gösteriliyor ve
insanı ölüme bile sürükleyeceği savunuluyordu. Bundan etkilenen
anabalalar da, cahilce uygulamalarıyla çocuklarının yaşamını
tehlikeye attılar.
6 ile 12 yaşları arasındaki zengin
«şımarık» çocuklarından bu kötü huya
alışmamış az sayıda çocuk kalmıştı. Bu
talihsiz oğlan ve kızları, ölüm ve çılgınlıktan
ancak çok önemli değerler kurtarabilirdi.
Mastürbasyona karşı, 200 yıldan
fazla süren bir haçlı seferi açıldı ve çok garip bir eğitim
yöntemi uygulandı. Bununla birlikte kendi amaçları hiç
değişmedi: Çocukların cinsel varlıklarını
yadsıyarak öz cinselliklerine karşı koruma. Çocukların
cinsel konular üzerine bilgi edinmelerine gerek olmadığı gibi,
«kötü» etkilerden de uzak tutulmalıydılar. Gerçekte çocuklar her
zaman gözlenmeli ve denetlenmeliydi. «Saflıkları» belki «kirli»
şeylerle bozulabilir, hatta mikrop kapabilirdi. (Bu dönemde
yetişkinler, işçi çocukların koşullarında hiçbir
olumsuzluk görmediler. Viktorya İngiltere'sinde yoksul çocuklar, hâlâ
fabrika ve kömür ocaklarında günde 12 saatten fazla çalışmaya
zorlanıyordu.) Sonunda, çocukluk mastürbasyonundan artık açıkça
söz edilmez oldu. Burada anababalar ve öğretmenler, mastürbasyondan
«normal» kız ve oğlanların haz duymayacağını,
bunun çocuklardaki «doğal olmayan» kötü huylar ya da hastalıklardan
başka bir şey olmadığı görüşünü savunmaya
başladılar. 19. yüzyılın sonlarında çoğu yetişkin,
çocukluğun, bir kişinin herhangi bir cinsel itki bakımından
tümüyle serbest olduğu bir yaşam dilimi olduğuna inandı.
Freud tarafından çürütülen ve sarsılan bu
inançların niçin korunduğunu anlamak güç değildir. Gerçekte
Freud tam karşıt şeyler söylüyor göründü. Onun kuramına
göre her çocuk, güçlü bir cinsel içgüdüyle doğuyor ve yaşamının
ilk yıllarında da kendine özgü bir biçimde kesinleşiyordu.
Önemli çelişkiler içermesine karşın,
bu psikoalatik görüş, giderek yaygınlaştı.
Yaygınlaştı ama, anababa ve eğitimcilerin korumacı
tutumları değişmedi. Tam tersine, çocuğun cinselliğini
artık yadsımaz oldular ve gittikçe artan bir ilgiyle,
cinselliğin, çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerini gözlemlemeye
koyuldular. Dahası, bu gözlemleme sırasında kendi tepkilerinin
de ayrımına vardılar ve bu durum, bazen onlarda yepyeni
kaygılar ve heyecanlar yarattı.
Günümüzde, Freud'un kuramı önemini yitirmeye
başlamıştır. Birçok çağdaş cinsel
araştırmacı, onun varsayımlarını artık
benimsemiyor ve genelde çocukluk deneyimleriyle de çok daha az ilgileniyor.
Erkekler ve kadınlar, yaşamları boyunca birçok tutum ve
tepkilerini yeniden öğrenip öğrene-meme konusundaki farkın,
eskisinden çok daha fazla olduğunu görüyorlar artık. Böylece,
bebeklik ve çocukluktaki koşutlanmanın aynen kaldığı
da iyice bilinmiş oluyor. Akrabaların da büyük etkisi oluyor bunda.
Yetişkinler, cinsel tutumlarını çocuklara bin türlü yolla
taşırlar: Alçakgönüllülüklerime, gizlilik duygularıyla, cinsel
konulara ilişkin sorulara verdikleri yanıtlarla, cinsel organlar ve
cinsel etkinlikleri tanımlamak için kullandıkları sözcüklerle,
ses tonlarıyla, jest ve yüz ifadeleriyle.
Ne yazık ki, Batı kültüründe birçok
yetişkin, kendi cinselliğinden oldukça rahatsızlık duyar ve
bu nedenle kendi çocuklarını da cinsel yönden sağlıklı
ve mutlu göremez. Sonuç olarak, kuşaklar arasında önemli bir
iletişim kopukluğu gelişir çok kere. Bedensel tepkileri
hakkında kendilerini suçlu hisseden çocuklar, anababalarına
karşı güvenlerini yitirir ve bir süre sonra da onlara cinsel konular
üzerine sorular sormaktan vazgeçerler. Böyle durumlarda bazı anababalar
gizliden gizliye bir ferahlama duygusuna kapılır ve
çocuklarının cinsel konulara olan ilgilerinin
kalmadığı yanılgısına da düşebilirler. Her
nasılsa bugün çoğu yetişkin, çocukluğun son yıllarını,
cinselliğin geçici bir duraklama gösterdiği bir dönem olarak görmeye
alışmıştır.
Gerçekte çocukların, ergenlik dönemine
yaklaşırken, toplumsal ilgi ve yükümlülükleri epeyce artar ve bu
nedenle cinsel etkinlikleri bir süre için azalıyormuş gibi görünür.
Daha büyük çocuklar ise, serbest etkinlikleriyle çok kere ayrılırlar
öteki çocuklardan. Oğlan ve kızlar arasında bedensel temas
şansı daha azdır. Özellikle kızlar, öpüşmeye,
kucaklamaya, vücutlarını göstermeye ya da cinsel ilişkiye girme
konularında uyarılır. Kendi kendine doyumla orgazma ulaşan
bu çocuklar, hâlâ bu yolla doyuma ulaşmaya devam ederler. Başka bir
deyişle, bir kuweden fiile geçme dönemi, yeni bir duraklama varsa, bunun
biyolojik bir temeli olmadığı apaçık görülüyor. Bu sonuç,
değişik antropolojik çalışmalarla da destekleniyor.
Çocuklar, cinsel konulara hoşgörüyle yaklaşan ilkel toplumlarda,
çocukluklarının sonlarında bile cinsel oyunlardan
vazgeçmiyorlar. (Çocuklukta cinsel oyunlara karşı toplumsal tutumlar
üzerine ayrıntılı bilgi için «Cinsel Baskı»ya
bakınız.)
BEBEKLİKTE CİNSEL TEPKİ
Modern araştırmacılar, çok kere bir
dil öğrenimiyle cinsel davranışın gelişimini
karşılaştırmışlardır. Gerçekten de çok
aydınlatıcıdır bu karşılaştırma.
Örneğin, farklı kültürlerdeki insanların, farklı cinsel
davranış gösterdiklerini biliyoruz. Tıpkı farklı
dilleri konuştukları gibi. Üstelik bir insanda ve aynı kültürde
de farklılıklar görülüyor. Kişinin kendi dilini her yönüyle
oldukça ustaca kullanabilmesi gibi, bazı kişiler de
başkalarından daha fazla cinsel heves gösterebilirler. Bazı
insanlar, konuşurken pelteklik vb. engellerle karşılaştığı
gibi, bazı erkek ve kadınlar da cinsel engeller, yasaklar ya da tepki
eksikliği ile yüzyüze gelebilirler. Sonuç olarak, insanlar birkaç dili
öğrenebildikleri gibi, pek çok değişik cinsel uyarılara
karşılık vermeyi de öğrenebilirler. Özcesi, tüm sağlıklı
çocuklar, herhangi bir cinsel davranışı kabullenecek ve herhangi
bir dili öğrenecek kapasitede doğarlar. Her iki durumda da
gelişmeleri kültürel koşullarca önemli ölçüde etkilenir.
Çok küçük yaşlarda, henüz konuşamayan
çocuğa bebek denildiğini söylemeye gerek yok. (Bebek sözcüğünün
İngilizcesi, Latince 'konuşamayanlar' anlamına gelen 'infas'tan
gelmektedir) Bebekler, konuşma için tüm fiziksel araçlara (ağız,
dil, ses telleri vb.) sahip olmakla birlikte, başkalarınca
anlaşılabilen bir sözcük çıkarabilmekten uzaktırlar. Ancak
sözcük yerine rastgele ve çok farklı olan normal insan sesine benzer
sesler çıkarırlar. Bu sesler, onların öğrendikleri dilin
herhangi bir parçasıyla bile ilgisi olmayan sesli ve sessiz harfler
içerir. Bu kendine özgü sesli ve sessizler, çocuğun anadilinden
yineleyerek öğrendiği uygun seslerin gelişmesiyle
bastırılır ve unutulur gider. Ama ilerde bir yabancı dil
öğrenmeye başladığında, bebekliğinde unuttuğu
birçok sesi yeniden öğrenmek için büyük bir çaba ve zaman harcayabilir.
Cinsel davranışın ilk gelişmesi
buna çok benzer bir çizgide ilerler. Tüm bebekler, cinsel uyarımları
yanıtlayabilecek belirli fiziksel araçlarla (organ vb.) doğar.
Oğlan bebeklerin penisleri sık sık sertleşebildiği
gibi, kız bebeklerin de vajinaları yağlanabilir. Bebekler,
cinsel organları ya da erojenik bölgelerine değildiği zaman çok
hoşlanırlar ve yaşamın bu ilk döneminde bile orgazma
oldukça yaklaşabilirler. Bununla birlikte bebekler, hiçbir zaman cinsel
bakımdan kendilerini tam olarak gösteremezler. Tüm uyarımlara
rastgele tepki gösterirler ve tepkileri de tam yoğunlaşmış
ve düzenli değildir. Ancak toplumsal koşulların etkisi
altında çocuklar, yavaş yavaş yetiştikleri kültürce kabul
edilebilecek bir yolla cinsel davranışlarını
biçimlendirmeye ve oluşturmaya başlarlar. Başka bir deyişle
'uygun' tepkiler öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda 'uygunsuz'
olanları da bastırıp unuturlar. Gerçekte, daha sonra cinsel
tepkilerini artırmaya çabaladıkları zaman, bir kez
bastırması öğretilen 'o' cinsel tepkileri yeniden öğrenmeye
kalkınca, büyük bir çaba ve zaman harcayabilirler.
Bebeklerin asıl uyarım kaynağı
annedir. Vücutlarına dokunulurken, okşanırken, beslenirken,
sevilmeyi ve kabul edilmeyi öğrenirler. Bedensel yakınlık,
onlara sağlıklı bir gelişme için gereksindikleri güven
duygusunu verir. Ne yazık ki, hastanelerde, yeni doğan bir
çocuğu annesinden hemen ayırma işlemi oldukça yaygın bir
uygulamadır. Böylece hem bebek, hem de annesi ilk gerekli ilişkiden
yoksun bırakılmış olur. Daha sonra, bu ilk
yanlış, bebek eve gelince, çeşitli nedenlerle onunla temastan
kaçınan annenin geliştirdiği başka yanlışlarla
birleşebilir. Aynı nedenlerle bebeğini emzirmekten sakınan
bir anne, bebeğiyle yakın ve önemli bir ilişki kurma
fırsatını bir kez daha elden kaçırır. Bebek de annenin
güven verici varlığından ve sıcaklığından
(şefkatinden) yoksun kalır. Bazı anneler, çocuklarının
gereksinmelerini bu anlayışla karşılamaya
çalışırlar, ancak kısa bir süre sonra bebeğin olumsuz
bir tepkisiyle karşılaşırlar. Oysa bebekler, kendileriyle
konuşulmadıkça, konuşmayı öğrenemedikleri gibi,
bakıcıları ya da anababalarınca öpülmedikçe, kucağa
alınıp okşanmadıkça ve gıdıklanmadıkça sevgi
ve şefkat duygularını geliştirmeyi de öğrenemezler.
Çocuklarının böyle fiziksel ve duyusal zevklerinin olabileceğini
yadsıyan anababalar, onları yıkıma sürükleyebilir ve
dolayısıyla çocuklarına kendi bedenlerinden
rahatsızlık duymayı öğretmiş olurlar. Kuşkusuz bu
ilk olumsuz deneyimler, çocuğun cinselliğe karşı tutumunda
gelecekte derin bir etki bırakır.
CİNSEL ROLÜ ÖĞRENME
İnsanlar ya dişi ya da erkek
cinsiyetlidir ve çocuklar ilk yıllarda kendilerini bunlardan biriyle
özdeşleştirmeyi öğrenirler. Aynı zamanda, dişi ya da
erkek tiplerinde görüldüğüne inanılan özelliklerde davranmayı
öğrenirler. Özcesi, kadınsı ya da erkeksi bir rolü benimsemeyi
öğrenirler.
Cinsel rol kavramı, bu alanın önde gelen
araştırmacılarından biri olan John Money tarafından
açıklanmıştır. Cinsel rol, erotizm duygusundaki
cinselliği sınırlamaksızın içerir. Bir cinsel rol
doğumda oluşmaz, ancak açık öğretim ve telkinle,
rastlantı ve planlanmış öğrenimle, yaşanmış
ve işlemden geçirilmiş deneyimlerin birikmesiyle oluşur.
Çocuk doğar doğmaz; anababa, akrabalar,
arkadaşlar ve komşular, bebeğin kız mı yoksa
oğlan mı olduğunu araştırmaya koyulurlar. Hemen bebeğin
dış cinsel organlarına bir göz atmayla 'cinsiyet belirleme'
işi tamamlanıverir. Sorun çözümlenmiştir. Bu, toplumsal
sonuçları da beraberinde getirir.
Bir yetişkin, soruna çok daha farklı bir
biçimde yaklaşabilirdi. Sözgelimi, oğlan bebeği gücünden ötürü,
kız bebeği de güzel yüzünden ötürü öve-bilirdi. ABD toplumunda
genellikle oğlanlara mavi, kızlara da pembe elbiseler giydirilir.
(Pek çok Amerikalı, pembeyi kadınsı bir renk olarak görür.)
Oğlanlara, kızlardan çok daha farklı adlar verilir ve
çoğunlukla saçları da farklı biçimde kesilir. Ayrıca
farklı oyuncaklar armağan edilir ve-farklı oyunlar oynamaya
yönlendirilir. Yaşamının bu ilk aylarında bile bir
oğlan çocuğu, kız çocuğundan daha farklı ve az
okşanmayı ve farklı bir durumda tutulmayı isteyebilir.
Yetiştirilirken «erkekler ağlamaz» denir ona ve duygularını
denetim altında tutması öğretilir. Öte yandan, bir kız
çocuğundan da şefkat ve sevgi göstermesi beklenir. Yaygın bir
çocuk şiirinde, oğlanların «çulluk, salyangoz ve köpek yavrusu
kuyruğundan» yaratıldığı, kızların ise
«şeker, güzel kokular ve hoş şeylerden»
yaratıldığı söylenir. Bu şiir de koşullanmaya bir
örnek oluşturuyor. Böylece oğlanlar, kendilerinde öyle
ödüllendirilecek bir kibarlık ve yumuşak bir tavır aramazlar.
Kızlar da bir süre sonra yakında saldırgan tepkilerini
bastırmayı öğrenirler. (Bkz. «Kadın ve Erkeğin
Toplumsal Rolleri»)
Yetişkinlerin bu yaklaşımları,
tutumları, imaları, örnekleri ve bekleyişlerinin etkisi
altında oğlanlar ve kızlar, yavaş yavaş kendilerini
cinsel birer varlık olarak görme kavramını geliştirirler.
Bununla da kalmaz, iki cinsin birbirleriyle nasıl bir ilinti içinde
olduklarını da öğrenirler. Bu arada çocuklar 18 ay ile 2
yaşları arasında bir dil öğrenmeye, olumlu yollarla cinsel
rollerini oluşturmaya başlarlar. Bu dönemde ve sonraki 2 yılda
çocuklar, cinsel olarak kendilerini, güçlü bir biçimde kendi cinsinden
anababasıyla özdeşleşti-rirler. Dişi ya da erkek kimlikleri
tersine çevrilemez çoğunlukla. 4-5 yaşlarındaki çocuklar, hâlâ,
erkek ve dişi cinsel organlarını birbirine
karıştırabildiğin-den, dikkat edilmesi gerekir, çünkü bu
yaşlarda, dişi ve erkeği ağırlık, cüs-se, giyim
ve saç biçimi vb. ölçülerle tanımlayabilirler. Bütün bunlar,
çocukların kendi erkeksiliği ya da
kadınsılığı üzerine herhangi bir"kuşkuya düştükleri
anlamına gelmez. Yalnızca, bu yaştaki çocukların cinsel
organlarının henüz belirleyici bir öneme
ulaşmadıklarını gösterir.
Cinsel kusurları bulunan çocuklara seyrek de
olsa kimi durumlarda doğumda yanlış bir teşhis konulur.
Böylece çocuk, kendi biyolojik cinsiyetine uymayan bir cinsel rol
geliştirir. Bu yanlış daha sonra belirlendiği zaman,
varolan cinsiyeti tersine çevirmek gerekebilir. Yaşamın ilk
aylarında, böylesi bir yeniden cinsiyet belirlenimi, çok kere, çocukla
ilişkisi olan tüm yetişkinlerin rızası ve onayıyla
olası kılınabilir. Oysa ilk 18 aydan sonraki girişimlerin
başarı şansı daha azdır ve dört yaşından
sonra da artık yeni cinsiyet belirleniminin başarılı
olamayacağı kesinlikle söylenebilir. («Cinsel Kusurlar» bölümüne
bakınız.)
Öte yandan, açıkça erkek ya da dişi olan
çocukların hatalı, karmaşık ya da kusurlu bir cinsel rol
benimsedikleri belirli durumlar da vardır. Bu kişilerin
sorunları, kitabımızın başka bir bölümünde
tartışılacaktır. (Bkz. «Trans-seksüalizim»)
ÇOCUKLUKTA CİNSEL OYUNLAR
Çocuklar, kendi cinsiyet kavramlarını
ancak yavaş yavaş geliştirirler. Böylece, demin
belirtildiği gibi, onlara, bir dişi ya da erkek olarak ve kendi
yaptıklarına göre bir özdeşleşme, bir kimlik kazanma
öğretilir. Bununla birlikte yalnızca ergenlikten sonra cinsel bir
anlam kazanan birçok şeyi içeren bir cinsel rol provasını
gerçekleştirmek de önemlidir. Başka bir deyişle çocuklar, çok
önceden gerçek anlamlarını gösterecekleri bazı «cinsel»
davranış örnekleri öğrenirler. Örneğin, birçok ABD ve
Avrupa plajlarında erkekler basit bir şortla (mayoyla) denize
girerken, küçük kızlar ise iki parçalı bir mayo giyerler. Dar
mantıksal bir bakış açısıyla, giyimdeki bu fark
ilkönce zor anlaşılır. Aslında ergenlik öncesinde erkek ve
dişi göğüsleri hemen hemen birbirinin aynıdır. Oysa
gelecekteki farklılıkları duyumlama, kızlara şimdiden
anatominin bu özel bölümü üzerine utangaç ya da iffetli davranmayı
öğretir. Sonuç olarak, dişi göğüsleri «erotize» olmuştur ve
erkek göğüsleri için böyle bir şey söz konusu değildir. (Belirli
Batı dışı kültürlerde göğüs özel bir erotik anlam
taşımaz.)
Bu örneğin de gösterdiği gibi, çocuklar
herhangi bir gerçek cinsel karşılaşmadan önce, pekâlâ belli bir
cinsel tutum edinebilirler. Ama öteki insanlarla cinsel olmayan yakın
fiziksel temaslar da kurabilirler. Onlara seksle ilgili bazı
davranış ve eylemlerin daha büyük çocuklar ya da yetişkinlerce
anlatılmış olması gerekir. Bu nedenle «gizemli, gizli,
heyecan ya da serkeşlikle ilgili olan şeyler» onlar için özellikle
önemlidir. Ayrıca, çocuğun cinsel gelişimi üzerinde etkisi
bakımından anababaların belirleyici bir özelliğe sahip
oldukları da apaçık ortadadır. Yetişkinler, kendi
cinselliklerine ilişkin bir rahatsızlık, hatta bir suçluluk
duygusu içindeyseler, bu olumsuz duyguyu çevrelerindeki herkese
taşıyabilirler ve sonuç olarak çocukta bir korku ve uyumsuzluk
görülür. Bu da onları oldukça rahatsız edecektir. Çocuklar, yeni
deneyler aramaya, varolanları yapmaya özendirilmez ve tüm yeteneklerini
gösterme olanağı bulamazlarsa, olumlu bir biçimde gelişemezler.
Çocukların «cinsel oyunları», böyle yüreklendirme ve uygun yol
göstericilikle birlikte, amaçlı ve sorumlu davranışlara
dönüşecektir.
Kendi Kendini Uyarım
Yukarıda belirtildiği gibi, yeni
doğmuş bebekler de belirli cinsel tepki gösterebilme
yeteneğindedirler. Hatta birçok erkek çocuğun, penisi
sertleşmiş halde doğduğu görülür. Kız ya da erkek
olsun, pek çok bebek, cinsel organlarını yataklarına,
oyuncaklarına ya da döşemeye sürterken gözlemlenmiştir,
onların bu eylemlerinde fiziksel bir zevk olmadığını
kimse söyleyemez. Daha bir süre hareketlerini düzenleyemezler ve doğrudan
uyarım için ellerini kullanamazlar. Bununla birlikte, kısa bir süre
sonra bunları yapmayı öğrenerek mastürbasyona başlarlar.
Böyle istenilerek yapılan mastürbasyonun orgazma değin sürdüğü
görülür.
Bir çocuğun orgazm olma kapasitesi
yaşı ilerledikçe artar. Beş yaşlarında tüm
çocukların yarısından çoğu orgazma
ulaşmıştır. 10-13 yaşlarında-kilerde bu oran %
80'e yükselir. Pek doğaldır ki, bu çocukların orgazmında
boşalma olmaz, ergenlikten önce meni benzeri salgı üretmez çünkü.
(Daha sonra boşalma olsa bile bir süre meni içinde sperm hücresi
bulunmaz.) Öte yandan, bazı oğlanlar kısa sürelerle birkaç kez
orgazma ulaşabilirler. Büyüdükçe de doğal olarak bu kapasitelerini
yitirirler.
Genelde, ilk yaşlarda kendi kendini uyararak
orgazma ulaşan kız çocuklarının, oğlan
çocuklarından daha az olduğu görülür. Bunun ilk nedeni, iki
cinsiyetin farklı anatomilere sahip olmasında bulunabilir. (Vajinayla
karşılaştırıldığında, penisi yönlendirmek
kolaydır. Vajinanın yağlanması pek o kadar önemli olmasa da
penisin sertleşmemesini umursamazlıkla karşılamak oldukça
zordur.) İkinci neden, pasiflik olabilir; yanikızların toplumsal
koşullanmanın bir sonucu olarak cinsel olmayan tutumları
kabullenmeyi öğrenmeleri. ABD kültüründe bile çok kere küçük kızlar
cinsel olma konusunda pek yüreklendirilmezler. Kendi çocuklarını
mastürbasyon yaparken gören anababalar, onları doyum konusunda uyarmak ve
ceza verme tehdidiyle durdurmaya zorlamakla, ciddi bir yanlışa
düşerler. Bu durum, çocukta yalnızca gereksiz bir suçluluk duygusu
yaratacak, üstelik bu işe gizlice devam edeceklerdir. Hangi yaşta
olursa olsun, cinsel tepki insan bedeninin normal bir işlevidir ve
herhangi bir zararı olamaz. Hiçbir şey, çocuğun gelişiminde
onu durduramaz. Tam tersine, mastürbasyon birçok çocuğun büyümesinin bir
parçasıdır ve ondan hoşlanmaması için herhangi bir
tıbbi neden yoktur. Oysa ABD kütüründe bile, çocukların,
mastürbasyonunun kabul edilemez özel ve çok kişisel bir etkinlik olduğunu
öğrenmesi gerekir ve öğrenebilirler de. Aynı zamanda, bu
etkinliğin temelde kötü, günah, utanç verici, pis
olmadığını da anlamaları gerekir. Böyle olumsuz
çağrışımlardan kaçınılırsa, çocukluk
mastürbasyon sorun yaratmaz.
Öteki Çocuklarda Cinsel Oyunlar
Çocuklar doğal olarak meraklıdır ve
büyürken kendi dünyaları çevresinde, kendilerini ilgilendiren her
şeyi öğrenmeye çalışırlar. İlkönce kendi
vücutlarını incelemekle başlarlar işe, öteki çocuklarda
herhangi bir farkın olup olmadığını öğrenmekte de
pek heveslidirler. Bu, özellikle anababalarını, kız ve erkek
kardeşlerini hiç çıplak görmemiş çocuklar için geçerlidir.
Oğlanlar ve kızlar,
ağırlıkları ve çevikliklerini
karşılaştırdıkları gibi, vücudun
değişik bedensel kısımlarını ve buraların
hangi tür giysilerle örtülmüş olduğunu da
karşılaştırabilirler. Çok kere bu işleri yapmanın
«doktorculuk», «evcilik» ya da «annecik ve babacık» olma gibi, pratik
yollarını bulurlar. Böyle oyunlar onlara birbirlerinin bedenleri
üzerinde zevkli bir inceleme yapma olanağı verir. Bu arada dokunmak,
cinsel organları okşamak ya da karşılıklı
mastürbasyon yapma, bu oyunlar arasında görülebilir. Hatta birbirlerinin
üzerine uzanarak cinsel birleşme ya da anal cinsel ilişkiyi taklit
edebilirler. Kızlar gibi oğlanlar da penisi ağızlarına
alabilir ve onu emebilirler. Böyle davranışlar, yetişkinler
düzeyinde bakıldığında, temelde cinsel olarak görülmez.
Çocuklar yalnızca yavaş yavaş erotik anlamlı toplumsal
durumlar ve belirli etkinlikleri araştırmayı öğrenirler.
Başlangıçta, çocukluk cinsel oyunları, insan anatomisinin
alışkın olduğu şeylerin başka bir yoludur.
Böylece oğlanlar, bilinegelen kızlarla oynamanın yanı
sıra başka oğlanlarla da oynarlarken, kızlar da
birbirleriyle cinsel oyunlar oynarlar. İstatistiksel olgulara göre,
oğlan çocuklar, 10 yaşından önce kızlardan çok kendi
cinsleriyle oynamaktadırlar. Ancak bu durumu bir eşcinsellik
belirtisi olarak görmek biraz aptallık olacaktır. «Eşcinsel
davranış» terimi teknik açıdan aynı cinsten kişilerin
birbirleriyle ilişkiye geçmesi anlamında doğrudur ama, aynı
türde çocukluk cinsel oyunları, yetişkinlerde görülen bir
karşıcinsel yönelime götürülemeyeceğinden, konuyu bu
bağlamda ele almak yanlış olacaktır. Çocuğun davranışına
hemen bir yafta vurmaya kalkmak yalnızca gereksiz sorunlara yol açar. Bu
nedenle, her çocuğun kişisel gelişiminde bir 'eşcinsel
aşama' olacağı düşüncesi de
akıldışıdır. Ancak oğlan çocuklar, bir dönem
'kız düşmanlığı' duyabilir ve bu nedenle başka
oğlanlarla olmayı yeğleyebilirler. Bununla birlikte, bu tutum,
erkeksi cinsel bir rolü pekiştirme girişimi olarak açıklamak
yerinde olacaktır. (Kuramsal olarak çocukların kendi kendilerini
sevmekten, aynı cinsten olanları sevme ile hiçbir zaman
denenmemiş karşı cinsten olanları sevmeye doğru
ilerledikleri öne sürülüyor. Oysa yakın zamanlarda ortaya koyulan bilimsel
bulgular, bu anlayışın önemli ölçüde yanlış
olduğunu göstermiştir.)
Hemen hemen tüm çocuklar, zaman zaman cinsel
oyunlar oynarlar. Bunlar, çoğunlukla çocuklar için bir
sağlıklı olma ve zevk ölçütü sayılır. Bu oyunlarda tam
bir erotik potansiyel gösteremezler, ama kısa bir süre sonra bunun ne
anlama geldiğini anlarlar. Cinsel oyunlarını severek
sürdürürlerse, sonuçta bu, çocuklara cinsel korku ya da suçluluk duygusuna
kapıl-maksızın, kendi bedenlerini sevmeleri konusunda
yardımcı olur.
Ne yazık ki, olumlu sonuç her zaman
sağlanmıyor. Hatta belirli durumlarda, cinsel oyunlar çocukların
dünyasını allak bullak ediyor. Bu tür olaylar, örneğin, çocuklar
daha büyük arkadaşları ya da oynadıkları yerlerdeki
zorbalarca istismar ya da tehdit edildiğinde ortaya çıkabilir. Öte
yandan kimi çocuklar da acımasız davranır ve zayıf ve ürkek
olanları pekâlâ incitebilirler. Çocuğun isteksizce
katılacağı herhangi bir cinsel oyunun da zararlı
olacağı açıkça kabul edilmelidir.
Başka bir sorun da, anababaların
tepkisidir. Birçok anababa, çocuklarını cinsel oyunlar oynarken
gördükleri zaman çılgına döner ve bazı durumlarda böyle 'kötü'
davranışların en acımasız biçimde cezalandırılması
gerektiğini düşünürler. Ancak böyle bir tutum, her zamanki
masumluklarıyla çocuklara anlaşılmaz gelir ve bu cezanın
uygulanması halinde ilk kez yanlış bir anlamayla
karşılaşır ve bu olaydan büyük rahatsızlık
duyarak şaşkınlığa düşerler. Aynı zamanda,
böyle bir olayın onlar üzerinde bıraktığı etki, çok
daha korkulu ve önemli sorunlar ortaya çıkarır. Kişilik
gelişimi ilerde büyük bozukluklar gösterebilir. Özellikle bazı
duyarlı çocuklar, böyle bir sarsıntılı (travmatik) deneyimi
yaşamları boyunca unutamazlar.
Şimdiki çocuklar, anababalarının ya
da yakınlarının cinsel konular üzerinde daha hoşgörülü ve
bilgili oldukları için oldukça şanslı sayılırlar.
Yetişkinlerle Cinsel Temas
Daha önceleri de belirtildiği gibi Batı
uygarlığında çocukların her zaman tüm cinsel temaslardan
uzak tutulması gerektiğine inanılmamıştır. Oysa
Ortaçağ Avrupasında çocukların ev halkından biri
tarafından serbestçe sevilmesi ve okşanması, olasıydı.
Kırsal kesimlerde, bizzat anababalar, bakıcılar ya da
hizmetçiler, küçük çocukların mastürbasyon yapmaktan duydukları hazza
alışkındılar ya da en azından onların bu
hareketlerine göz yumarlardı. (Bu deneyim aynı zamanda Avrupa
dışında birçok toplumda da görüldü. ABD'de bugün böyle bir
uygulama Hopi yerlileri arasında hâlâ yaygındır.) Oysa modern çağlarda
çocukları cinsellik dışı olarak görme eğilimi
gelişmiştir. Yalnızca yaşadığımız
yüzyılda Freud'un ve izdeşlerinin etkisiyle çocukların
cinselliği yeniden, en azından kısmi olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. Ancak çoğu insan hâlâ çocuklarla
yetişkinler arasında zararsız bir cinsel temas
olasılığının bulunmadığı
inancını sürdürüyor.
Dahası, çocuğu cinsel yönden kötüye
kullanan bazı yetişkinler var ve anababalar da bu tehlikeyle
ilgilenmekle yetiniyorlar. Ne yazık ki bu ilgi bazı anababaları,
çocuklarına aşırı baskıcı ve koruyucu davranmaya
kadar götürüyor. Yabancılara karşı kesin olarak uyarılan ve
yetişkinlerin bir kısmının herhangi bir dostluğuna
kuşkuyla bakması öğretilen çocuklar sinirli, düşmanca ve
çekingen olabilirler. Sonunda, tüm yetişkinlerden ve tüm cinsel
duygulardan uzak durmayı öğrenebilirler, ancak bunun sonunda duygusal
bakımdan sakatlıklar ortaya çıkabilir. Bu durum, bir
yetişkinle bir cinsel yönden karşılaşan ve öteki
yetişkinlerce yanlış anlaşılan çocuklarda da
görülebilir.
Yarıda kalan bir cinsel
karşılaşma, resmi görevlilerin, komşuların ve
anababalarının aşırı tepkisinden daha az psikolojik
zarara neden olabilir. Çocuklara gösterilen bu tutum teşhircilere
karşı alınan resmi tutumla aynıdır. Çıplak bir
insan vücuduna alışkın olan çocuklar ondan ürkebilir ama
penisini gösteren bir adam gördükleri zaman ciddi bir şok geçirmeleri pek
olası değildir. Dahası, böyle bir adam, çoğunlukla
şiddete başvurmadığından, anababalar sakin
davranır ve olayı uygun bir biçimde açıklarlarsa, çocuğa
büyük bir zarar vermemiş olurlar. Bununla birlikte, toplumumuzda genel
olarak çocuklara, yabancılardan uzak durması ve yetişkinlerle,
hatta kendilerinden büyük çocuklarla bile herhangi bir cinsel temastan
sakınması öğütlenir. Ancak kendi akranı olan yakın
arkadaşlarıyla cinsel oyunlar oynayan bir çocuğun daha iyi
gelişeceği açıktır.
BÜLÜĞ ÇAĞI
Delikanlılık (Latince: adolescene -
yetişmek), yaşamın ergenlik ve yetişkinlik arası
dönemini içerir. Son birkaç yüzyılda bu dönem oldukça uzamış
olmasına karşın, insan tarihinin bütünü ya da büyük bir bölümü
açısından nispeten kısadır. Ancak bizim
anladığımız anlamda bir delikanlılığı
hiç bilmeyen birçok ilkel topluluklar vardır dünyanın birçok
bölgesinde. Bu tür topluluklar, ergenliğe yaklaşan
çocuklarının, artık yetişkinlerin arasına girip
giremeyeceklerini saptamak üzere, sözde dinsel bir tören yaparlar.
Ergenlik, ikincil cinsel karakteristikleri ortaya
çıkarıp döllenmeye yol açan bir fiziksel olgunlaşma sürecidir.
Buna karşıt olarak delikanlılık, tam bir
yurttaşlığa götüren toplumsal olgunlaşma ve psikolojik bir
süreç olarak tanımlanır daha çok. Ergenlik biyolojik,
delikanlılık ise kültürel bir olgudur. Ergenlik, kişinin 10'lu
yaşlarının ilk zamanlarında başlar ve birkaç yıl
sonra sona erer. Delikanlılık, ergenlikle başlar ve on yıl
sonunda biter, ya da biraz daha sürer.
Batı kültüründe bile birçok insan, her zaman
böyle bir yol izlenmediği olgusundan bile habersizdir. Örneğin,
Ortaçağ Avrupasında kızlar ve oğlanlar, resmi
yetişkinliğe oldukça erken yaşlarda ulaşırlardı.
Çoğu eski Orta Avrupa kabileleri, çocuklarının
yetişkinliğe 12 yaşında ulaştıklarını
açıklıyordu. Angıllar ve Saksonlarda bu yaş 11'e bile
iniyordu. XIII. yüzyıla ait bir Alman resmi belgesinde,
anababalarının rızası olmaksızın her 14'ündeki
erkek ve 12'sindeki kızın evlilik başvurularının kabul
edilebileceği belirtiliyordu.
Bu yasa ve gelenekleri iyice anlamak için o dönemde
güdülen tarımsal uğraşın büyük gereksinimleri ve
ayrıca ortalama insan yaşamının
kısalığı ve genç-yaşlı herkesin pratik olarak tüm
günlük işleri paylaştığı
anımsanmalıdır. Bu koşullarda çocukluktan
yetişkinliğe geçişte uzatılmış özel bir döneme
gereksinim duyulmuyordu. Gerçekte, bir çocukla yetişkin arasındaki
toplumsal karşıtlık, bugünkünden çok daha az söz konusu oluyordu.
Çocukların zayıf, saf, aklı ermez olduğuna
bakılmıyor ve yapabildikleri ölçüde, anababaları,
ağabeyleri ya da ablaları yanında kabaca işlere
koşuluyorlardı. Onlar da yavaş yavaş kendilerini
yetişkin saymaya başlayarak, buna uygun tepki ve tutumlarını
yansıtmaya çalıştılar.
Modern çağların
başlangıcında kuşaklar arası farkların gözle
görülür biçimde arttığını daha önce belirtmiştik.
Çocuklar daha bir «çocuksu», yetişkinler de daha bir «ciddi» oldular.
Artık yetişkin olmak, kendisini denetim altında tutabilmek,
öncekinden daha büyük bir disiplin göstermek anlamına geliyordu.
Gelişen kentlerde işlerin mekanikleşmesi,
uzmanlaşmayı, yeri ve zamanı tam değerlendirecek yöntemleri
bulmayı gerekli kıldı. İş saatleri ve boş
zamanlar için sabit programlar oluşturmak gerekiyordu. Genç insanlar
belirli bir programa göre bir işe girmeye, zanaat tutmaya
çalışıyor ya da belirli eğitim programları olan bir
okula gönderiliyordu. Yıllar geçtikçe daha da arttı bu çabalar.
Üstelik kişilerin ilk zamanlarındaki başarı şansı
da giderek azaldı. Bu arada gençler için özel okullar kurulmaktaydı.
Bunlar, gerçek yaşamın istemlerinden ve kendi değer
yargılarıyla kapalı bir çevreden, geçici de olsa bir
kaçış sağlıyordu. Öğrencilerin bir
yığın görevi vardı ama fazla hakları yoktu ve uzun bir
süre daha öğretmenleri ile anababalarına bağlı kaldılar.
15. yüzyılın başlangıcında çocukluk, yaşamın
korunması gereken, özel bir dönemi olarak ortaya
çıkmıştı. 18. yüzyılda ise
delikanlılığı tanıtacak böyle bir ikinci dönem
açılıyordu.
Nitekim, son birkaç yüzyıldan bu yana,
gençlere karşı takınılan toplumsal tutumda
çarpıcı bir değişim olmuştur. 16. ve 18.
yüzyılın iki önemli kitabını okuduğumuzda, bu
değişimin özellikle cinsiyet alanında olduğunu görüyoruz.
Bu yapıtlardan Aile Konuşmaları'nı (Colloguia
Familiarla) 1522 yılında Hollandalı ünlü yazar Erasmus, Emile'i
ise J.J. Rousseau yazmıştır. Erasmus, Aile
Konuşmaları'nı 6 yaşındaki vaftiz oğluna «iyi
bir Latince öğretmek ve dünya hakkında bilgilenmesini sağlamak
için» yazmıştı. Bu nedenle yapıt, cinsel sorunlar da içinde
olmak üzere, günlük yaşamın cinsel zevk, cinsel ilişki,
döllenme, gebelik, doğum, evlilik, boşanma fahişelik ve zührevi
hastalıkların çok dürüstçe ve kapsamlı bir
tartışmasını yapıyordu. Dili açıktı ve yer
yer mizaha kaçıyordu; seks, yaşamın sağduyu ve
anlayışla yaklaşılması gereken doğal ve hoş
bir parçası olarak görülüyordu.
Öte yandan ütopik (ideal) bir eğitim
tanıtımını yerleştirmeye çalışan Rousseau,
seksi büyük bir gizilgüç olarak değerlendiriyordu. Rousseau, bu nedenle
çocuklar, hatta anababalar için pek bir şey yazmaz. Ancak ilgisini uzman
eğitimcilere yöneltir: Dili de bu yüzden dolambaçlı ve çetrefildir;
önemli noktalar bilerek es geçilmiş, ama cinsiyetin tüm olumsuz
çağrışımları önemle vurgulanmıştır.
Erasmus'un tersine Rousseau, çocukluk, delikanlılık ve
yetişkinliği açıkça ayırt eder. Onun bu «modern
yaklaşımına göre çocukların seks hakkında büsbütün
bilgisiz kalmaları sağlanmalı, delikanlılar ise
olabildiğince az öğrenmelidirler. Yalnızca doğrudan ve
ısrarla sorulan sorular yanıtlanmalı, sonra da konunun önemi
özellikle vurgulanmalıdır. Böylece, gençlerin «masumiyeti» daha iyi
korunabilir. Özcesi, gençlik, cinsel bilgiden korunmalıdır, der
Rousseau ve bunu yetişkinlerin nasıl sağlayabileceklerini uzun
uzun anlatır kitabında.
Rousseau'nun,
ondan önce de Erasmus'un
yalnızca kendi dönemlerinin ruhsal yapısını dile
getirdiklerini anlamamız gerekir. Yeni ideal, yaşamın
sıkcı görevleri için «gücünü
koruyan», «cinsellikten uzak», «saf»,
«idealist» gençler yetiştirmeyi amaçlıyordu.
Mastürbasyonun
tehlike'erini tanımlayan ilk tıbbi kitapçıkların
yüzyılın başlarında İngiltere ve Almanya'da görülmesi
rastlantı değildi. Hatta Emile'in basımından birkaç
yıl önce Tissot adındaki bir İsviçreli hekim de bu
kampanyaya
katıldı. Batı dünyasında hızla yayılan ve
gençliğin «fiziksel ve ahlaksal
çürümesi» üzerinde yetişkin
isterisinin benzeri görülmemiş aşırılıkları
vardı bu kampanyanın.
Bu gelişen sözde erdemlilik havası içinde
gençler, kısa sürede yalnız cinsel bilgilenme haklarını
yitirmekle kalmadılar, aynı zamanda cinsel etkinliklerin herhangi
birinden ya da tümünden de oldular. (Daha kapsamlı bilgi için «Cinsel
Etkinlik Tipleri», «Cinsel Özuyarım»a bakınız.)
Bununla birlikte, başlangıçta bu
gelişmelerin yalnızca orta sınıftan çocuklara
yansıdığına dikkat çekilmelidir. Aristokrasi ile çiftçiler,
işçiler, askerler ve hizmetçiler gibi aşağı
sınıflar, geleneksel cinsel tutumlarını korudular.
Sanayi Devrimiyle birlikte orta sınıflar,
toplumsal olarak başat güç haline geldiler ve yaşam biçimleri de
toplum için bir model öldü. Öte yandan, ABD toplumunda bir modeli kabul etmeyen
toplumsal gruplar bugüne değin gelmiştir. Ancak bu gruplar daha çok
etnik kökenlidir. Örneğin, özel yerleşme bölgelerinde
(rezervasyonlarda) yerliler, kent gettolarında zenciler, Alaska'da
Eskimolar ve ABD'ye bağlı çeşitli Pasifik adalarında
Polinez-yalıların hepsi, cinsel ahlak anlayışı ve
delikanlılığa bakış açılarını
koruyorlar. (Daha bir ayrıntıya girecek olursak; bu tür kültürel
farklılıklar aynı zamanda çeşitli beyaz etnik gruplar
arasında da bulunabilir.) Bundan başka, yakın yıllarda,
orta sınıfın birçok üyesi, konumunu terk ederek tarihsel
bakımdan daha geri dönemlere tekabül eden aşağı
sınıfların değer yargılarını
benimsemiştir.
Aslında çoğu, sanayi toplumunda cinsel
yasa ve âdetler, genel olarak konuşursak, modern çağların
başlangıcıyla ortaya çıkan orta sınıfların
gereksinmelerini, umutlarını ve korkularını
yansıtırlar. Böylece dekikanlılık, gençlerin yalnızca
yaşamın acımasız gerçeklerine karşı değil,
onların kendi acemiliklerine karşı da korunması gereken
oldukça uzun, özel bir düzeltme dönemi olarak kabul edilmiştir.
Yetişkinlik hakları, ayrıcalıkları ve tepkileri
bireylere, hepsi bir arada, bir törenle verilmez, bunların, yıllar
alan ve yavaş yavaş süren bir gelişmeyle
kazanılmış olması gerekir. Hatta bazılarının
tam bağımsız bir yetişkin olması otuzlu
yaşların ortalarına ya da daha ilerki yaşlara değin
sürebilir.
ABD'de yetişkinliğe doğru ilk
adım, şimdi çoğunlukla çocukların 12 yaşına girip
bazı fiyat indirimlerinden yoksun kalmasıyla atılıyor.
Arkasından sinemalar, müzeler, hayvanat bahçeleri, otobüsler, uçak
şirketleri vb. kuruluşlarca tam yetişkin bir müşteri olarak
kabul edilmesi geliyor. Statüsündeki gerçek değişim 4 yıl sonra
oluyor. 16'sına gelen kız ve oğlanlar bir sürücü ehliyeti elde
edebiliyor ve çocuklar için düzenlenmiş iş yasalarının
sınırlamalarından kurtuluyorlar. Bazı eyaletlerde cinsel
ilişkilerinin onanması için resmi yeterlik de kazanıyorlar.
Başka bir anlamlı değişim de 18 yaşında
görülüyor. Kadınlar için bu yaş çoğu eyaletlerde evlilik için
onay yaşıdır. Erkekler askerliğe yazılabiliyor. (Ancak
bu kural barış zamanında geçici olarak uygulamadan
kaldırıldığı için fazla bir anlam
taşımıyor.) Çoğu eyaletlerde her iki cins de anababalarının
onayı olmaksızın evlenebiliyor. Bu yaştaki gençler oy
kullanma ve resmi görevlerde çalışabilme hakkını da
kazanıyorlar. Hatta birçok eyalette resmi görevlerin çoğu için
yetişkinlerle aynı statüde değerlendiriliyor, yani yetişkin
kabul ediliyorlar. Bununla birlikte pek çok eyalette, içkili gece kulüplerine
ya da barlara girerek içki içebilmek için 21 vaşına değin
beklemesi gerekiyor. Durum böyleyken, kişiliklerinin işlerliği
açısından tam yetişkin olamıyorlar. Örneğin, bir lise
öğrencisi ekonomik bakımdan anababasına
bağlılığını sürdürüyor olabilir. Yoğun
uzmanlık isteyen bir işe girmek isterse, başının
çaresine bakmayı, bir on yıl ya da daha fazla desteksiz kalmayı
göz önüne alması gerekiyor.
Böylece şunu görüyoruz ki kültürümüzde
geçmişlerine ve geçmişlerinin yardımlarına bağlanan
genç insanlar, ergenlikten sonraki 5-10, hatta 20 yılda bile resmi ve
ekonomik bağımsızlıklarını kazanamıyorlar.
Kuşkusuz büyük çapta, bu gecikme modern dünyanın artan
karmaşasından kaçınamıyor. Gecikme, bugünün yetişkin
yaşamının birçok isteminin yalıtıcı bir
düzeltimine izin verdiğinden yararlı olarak da görülebiliyor. Oysa
bu, cinsel olanları da içeren birçok önemli sorun yaratıyor.
Resmi ahlak anlayışımız, evli
eşlerle cinsel ilişkiyi kısıtlıyor, üstelik 20'si-ne
basmadan önce evlenmek istemediklerinden ya da para
yetiştiremeyeceklerinden, fiziksel bakımdan olgun dişi ve
erkeklere de çok kere izin vermemiş oluyor. Sonuç olarak, gençler, cinsel
sorunlar ve engellerle dolu ağır bir döneme girmeye
zorlanıyorlar. Bereket versin, bu arada son iki yüzyıldır mastürbasyona
karşı yürütülen kampanyalar etkisini yitirmiş görünüyor. Ne var
ki, evlilik öncesi ilişki geniş ölçüde mahkûm edilmeye devam ediyor.
Böylece birçok delikanlı için kendi kendine doyum biricik
çıkış yolu oluyor.
Çeşitli «sevişme», teknikleriyle
yapılan deneyimler, geçici bir bedel olarak eşcinsel ilişkilere
dönüşüyorlar. Aslında cinsel baskı altında olan gençlerin,
çok daha ciddi sorunlarla karşılaştıklarından kimsenin
kuşkusu olmasın. Çağdaş uzmanlar ve bilimadamları,
onlu yaşlarda erkeklerin cinsel hevesliliklerinin ortalama olarak, oldukça
yükseğe ulaştığını açıkça göstermişler
ve onların bazı düzenli etkinlikleri gerçekleştirmelerinin
gerçekten olanaksız olduğunu belirtmişlerdir. Genç bir
dişiye cinsel perhiz yapmak kolay gelebilir, ancak evliliğinde cinsel
doyum şansı, eğer daha önce bir orgazm deneyimi geçirmişse,
çok daha büyük bir artış gösterir.
Böylece modern araştırmalar, önceki, daha
az bastırıcı yaşlarda, bunun her zaman açıkça
görülmekte olduğunu yeniden göstermiş bulunuyor. Hatta Alfred C.
Kinsey gibi araştırmacıların da on yıl önce
vurguladığı gibi, dünya edebiyatının
romanlarının çoğu büyük gençlerin aşırı tutkulu
aşklarını selamlıyor. Eros ile Psyche (Roma mitolojisinde
Venüs'ün oğlu Tanrı Cupid tarafından sevilen ve Jüpiter
tarafından ölümsüzlüğe kavuşturulan kız) Acis ile Galatea,
Pyramus ile Thisbe (Pyramus, Thisbe'nin komşusu ve oğlan
arkadaşı), Daphnis (Apollon tarafından kovalanan peri
kızı) ile Chlöe, Floire ile Blancheflior, Aucassin ile Nicolette,
Romeo ile Jüliet... Tüm bu âşıklar, modern ölçülere vurulacak olursa
henüz olgunlaşmış sayılmazlar. Margarethe, Faust'a
âşık olduğunda 13 ile 19 yaşları arasındaydı
ve Helen, kocası Meneleas'ı terk edip Paris'i Truva'ya dek
izlediğinde henüz 12 yaşındaydı.
Birçok delikanlı ve genç kız, onda
aşkı aradıkları zaman Narcissus 16'-sındaydı.
Gonymede, Zeus'un gözdesi olduğunda bundan da gençti. Hya-cinth, Apollo ve
Zephros onun için tartışmaya giriştiklerinde bir
delikanlıydı ve Hylas da Herkül tarafından anababasından
zorla alındığı zaman aynı yaşlardaydı.
Kısacası, kültür tarihini bilen her öğrenci, böyle gençlik
dönemindeki 'aşk konuları' üzerine batı mitoloji ve
şiirinde oldukça bol örnekle karşılaşabilir. Eğer
onlardan herhangi biri bugün yaşamış olsaydı, çocuk suçlular
gibi işlem görecek ve âşıkları da, küçükleri baştan
çıkarma suçundan hapse atılacaktı.
Toplumumuzdaki bu olumsuz ve
bilimdışı tutumların silinip gideceğini, ancak
gelecekte umabiliriz. Artan sayıda yetişkinin daha şimdiden
delikanlılığın cinsel haklarını savunması ve
benimsemesi bu konuda olumlu bir göstergedir. Bazı resmi ve özel okullar,
kuruluşlar ve sağlık kurumları, geleneksel gerekçeleri
bırakıyor ve artık belli sayıda gencin cinsel
etkinliğini doğal haklardan biri olarak görüyor. ABD'nin birçok
bölgesinde gençler, sağlıklı bir cinsel eğitim görüyorlar
ve gençlerin cinsel sorunlarına etkin bir biçimde yardımcı
olunmaya çalışılıyor. Ancak böylesi yeni gelişmelere
karşın, yaşamlarında en çok uğraşmaları
gereken dönem olarak delikanlılık yine de birçok erkek ve genç
kızın en büyük sorununu oluşturuyor. (Bu sorunların
kapsamlı bir tartışması için «Cinsel Baskılar»a
bakınız.)
Aşağıdaki sayfalarda, ergenlikteki
fiziksel değişimlerin ilkönce kısa bir özeti verilecek, sonra da
toplumumuzda, gençlerin kendilerini cinsel olarak ifade etmelerinin bazı
yolları tanımlanacaktır.
ERGENLİKTE FİZİKSEL
DEĞİŞİMLER
Ergenlik, oğlanların genç erkeğe,
kızların da genç kadına dönüştüğü bir yaşam
dönemidir. Yani bu dönemde onların bedenleri ikincil dişi ve erkek
özelliklerini göstermeye başlar ve üreme yeteneğine kavuşur. Bu
bedensel değişimler, değişik hormonların, özellikle de
gonodal hormonların etkisi altında gerçekleşir.
(Ayrıntılı bilgi için «Cinsel Farklılaşma Süreci»ne
bakınız.)
Ergenlik, farklı kişilerde farklı
yaşlarda görülür ve bir iie birkaç yıl arasında
değişir. Çoğunlukla kalıtımsal etmenler, beslenme,
iklim, kültürel etkiler ve duygusal koşullara bağlıdır. Son
on yılda ergenlik yaşının her iki cinsiyet için de
düştüğü görülüyor.
Ancak her nasılsa dişinin bedensel
olgunlaşması hâlâ erkeğinkinden önce gerçekleşiyor.
Kızlarda göğüslerin genişlemesi ve kasık
kıllarının gelişimi ortalama olarak 10-11
yaşlarında başlıyor ve ilk âdette, 11-13 yaşları
arasında gerçekleşiyor. Oğlanlarda erbezleri genişlemesi ve
kasık kıllarının gelişimi normal olarak 12-16
yaşları arasında başlarken, ilk boşalma 13-17
yaşlarında görülüyor.
Ergenlikteki bedensel değişimler, erken
ya da geç, hızlı ya da yavaş bir süreç izlediğinden,
aynı yaşlardaki kişiler kendilerini başkalarından çok
farklı bir gelişme içerisinde görebilirler. Ancak bir delikanlı
için, bu büyük bir ilgi konusudur. Oğlanlar
ağırlıklarına, omuzlarının genişliklerine,
kaslarının gücüne, penislerinin büyüklüğüne üzülebilirler,
kafalarındaki ölçülerle benzeşmiyorsa. Kızlar çok uzun boylu
olmaktan korkarlar ve göğüslerinin büyüklüğünü, kalçalarının
genişliğini heyecanla ölçerler. Hatta bu dönemde gençler
görünüşleri hakkında son derece duyarlı ve utangaç olmaya
eğilimlidirler. Birçok durumda, vücuttaki hormonsal değişimler
yangılı bir deri hastalığı olan sivilcelerin
görülmesine yol açar. Zararsız olmakla birlikte, bunlar yüz, boyun ve
sırtta geçici çirkinleşme ya da biçim bozukluklarına yol
açabilir. Bazı gençler de çok kilo aldıklarından, artık
çekiciliklerini yitirdikleri kanısına varırlar. Başka bir
sıkıntı kaynağı da, aşırı cinsel hevesliliğin
açıkça görülmesidir. Örneğin, çok uygunsuz bir anda penisin aniden
sertleşmesi, oğlanları fena halde utandırabilir. Bu durum
çocuklukta da belli ölçülerde görülmektedir. Öte yandan, bu durum ergenlik
döneminde daha sık görülür ve bunun açıkça cinsel olduğu
düşünülür. Paradoksal olarak kızların cinsel bakımdan
farkedilirliği oğlanlardan sonra gelir.
İkincil cinsel özellikler dişide,
erkekten çok daha önce görülebilirken, dişinin cinsel uyarım ve
orgazm kapasitesi çok kere daha geç gelişir. Bunun bazı biyolojik
nedenleri olabilir, ancak toplumsal koşulların da bir rol
oynadığı kuşkusuzdur.
ERGENLİKTE CİNSEL ETKİNLİK
Biraz önce de belirtildiği gibi, çocuklar
ergenlikten önce pekâlâ cinsel tepki gösterebiliyor. Örneğin, bu tepkiler
oyun oynarken ya da beslenme etkinlikleri sırasında uyanmış
olabilir. Hatta bisiklet sürerken, dağa tırmanırken, bir
trabzandan kayarken ya da güreşirken orgazm olabilirler. Bununla birlikte,
başlangıçta bu deneyimler yetişkinlerin bildiği anlamda
cinsel olarak tanımlanmaz. Onlar sadece yaşları ilerledikçe
yavaş yavaş böyle yapmayı öğrenirler. Gerçekte
oğlanlar ve kızlar normal olarak ergenliğe yaklaşana
değin cinselliklerinin tam olarak ayrımına varmazlar.
Bu nedenle delikanlılık, çocuklukta
provası yapılan birçok cinsel tepki ve tutumun, gerçek anlamın
açığa çıktığı bir dönem olarak görülür. Deneysel
ve araştırıcı cinsel oyunlar, ileride amaçlı cinsel
davranışlara dönüşeceği için hepsinin büyük önemi
vardır.
Ne yazık ki kültürümüzde gençler, cinsler
açısından oldukça büyük bir sınırlamayla
karşılaşıyorlar.
Toplumsal ve dinsel tabular nedeniyle çoğu
delikanlı, karşı cins ten biriyle cinsel ilişkiye girerken
birçok güçlükle yüz yüze geliyor. Delikanlılar, böyle bir eş bulsalar
bile çoğunlukla kendilerini kısa süren bir sevişmeyle
sınırlıyorlar. (Petting: Kısa bir süre sonra durdurulan
cinsel birleşme biçimi.) Bazı oğlanlar arasıra küçük
gruplarla bir arada mastürbasyon yolunu geçseler de, delikanlıların
geniş bir kesimi tek başına mastürbasyonu esas cinsel çözüm
olarak görüyor. Kırsal kesimlerde yaşayan çok az sayıda
delikanlı da hayvanlarla cinsel temasta bulunmayı sürdürüyor.
Genel olarak, genç kızlar, oğlanlardan
daha az cinsel etkinlik gösteriyorlar. Bunun başlıca nedeni,
kadınları daha acımasızca yargılayan çift
standartlı ahlak anlayışıdır kuşkusuz. (Aynı
zamanda «Kadın ve Erkeğin Cinsel Rolleri»ne bakınız.)
Bundan başka, kızlar çok kere cinsel
gereksinimlerini geliştirmek için bir destek göremiyorlar. Kızlara
cinsel bakımdan, çekici olmaları, kibar davranmaları,
baştan çıkarıcı şeyler giymeleri, çarpıcı
saç biçimlerini denemeleri ve yüz makyajı yapmaları
öğretildiği de bir gerçek. Ama cinsel duyguları gene de
zayıf ve önemsiz kalıyor. Bunun yerine genel olarak gelecekte kendini
gelin, eş ve anne olma düşleriyle avutması isteniyor. Kimi zaman
ideal aşk ya da romantik durumlar üzerine belli belirsiz düşler
kuruyorlar. Kısacası kızlar, cinsiyetin toplumsal
çağrışımlarından çok, bedensel görünümleriyle
ilgileniyorlar.
Oğlanların cinsel fantezileri ise çok
daha kendilerine özgüdür. Oğlanlar esas olarak cinsel etkinlikle
doğrudan ilgileniyorlar. Çoğu için cinsel arzu ve doyum herhangi bir
toplumsal engelle ilişkisi olmayan bedensel deneyimlerdir.
Oğlanların cinsellikleri farklı,
özel ve kişiseldir. Böylece her iki cins, bir süre için, kişisel
gelişmelerinin dışında bir adım atar. Genç kızlar
cilveli, uyumcu ve tepkisiz görünürken, oğlanlar da düşüncesiz,
sorumsuz ve bencil görünebilirler. Erkekler yalnızca
delikanlılık döneminin sonuna doğru cinselliği bir insan
iletişimi anlamında görmeye başlar, dişiler de bedenlerinin
tam cinsel potansiyelini bu arada keşfederler.
Kendi Kendine Doyum (Mastürbasyon)
Ergenlikteki hormonal değişim cinsel
heveslilikle büyük bir artış gösterir. Özellikle oğlanlar çok
çabuk heyecanlanır, yani esrime çok kolay olur ve bedenleri meni üretme ve
boşaltma için hazır hale gelir. Bazı durumlarda, meni
boşalımı oğlan uyurken kendiliğinden olur. Başka
bir deyişle, «rüyasında ıslatma». İlk boşalma
deneyimini bu biçimde yaşayan delikanlı sayısı oldukça
fazladır.
Kızlar meni üretiminde
bulunmadığından onlarda boşalma görülmez. Oysa onlar da
uykularında orgazm olabilirler. Ama oğlanlarda görülenden çok daha
seyrektir bu.
Aynı durum isteyerek yapılan mastürbasyon
için de geçerlidir. Delikanlıların hemen hemen % 100'ü 15 yaşında
mastürbasyonu gerçekleştirirken, bu oran kızlarda % 25
dolaylarında kalır. Buradan kalkarak mastürbasyonun,
delikanlıların evrensel deneyimi olduğu söylenebilir. Bununla
birlikte, işin teknik ve sıklığına gelince, bu,
kişiye göre çok farklılıklar gösterir. Bazı oğlanlar
sık ve düzenli mastürbasyon yaparken, kimileri de arasıra,
yaşamlarında kısa bir süre bu yolla doyuma ulaşır. Bu
arada kimileri penisi okşamak ve sıkmak için bir ya da iki elini
birden kullanır. Kimileri de penisini yorganına, battaniyesine ya da
yastığına sürter. Bir kısmı da anatomik olarak mümkün
olmamakla birlikte penisi ağzına almaya çabalar. (Bunu tüm erkeklerin
ancak % 1'i yapar.) Başka bir bölümü de birleşme duygusuna varmak
amacıyla penisini geniş bir şişe ağzına sokarak
doyuma ulaşmayı dener. Bu ya da benzeri kendi kendine doyum
tekniklerini ve duruma göre bunlardan birini denemek, oğlanların
alışkın oldukları konular arasındadır. Bununla
birlikte, kullanılan yöntem ne olursa olsun, genç erkek yakında
canı istediği gibi nasıl orgazm
olacağını öğrenir. Kısa sürede bedeninin tepkilerine
alışır ve yavaş yavaş onun üzerindeki denetimini
artırır. Böylece, yeni cinsel kapasitesi üzerinde bir hakimiyet
duygusu geliştirir.
Kızlar ise farklı mastürbasyon teknikleri
kullanırlar. En çok kullandıkları teknik tek
parmağını ya da tek elini klitoris ve çevresinde yavaşça
hareket ettirmeleridir. Klitoris'in doğrudan uyarımı
uzatıldığında, bu, o kıza acı verebilir, birçok
kız da vulvanın tümünün okşanmasını tercih eder.
Bazıları parmağını çevresine sürter ya da içine sokar.
Kimi durumlarda da silindirik bir nesneyi vajinaya sokarak bu yolla
birleşme deneyine benzer bir pozisyona yaklaşmaya çabalarlar.
Aynı zamanda, kızlar vulvayı bir
sandalyenin köşesine, çeşitlisert yastıklara sürter ya da evcil
bir hayvana yalatabilirler.
Ayrıca baldır kaslarını kasarak
ya da bir bacağını kalçaya yaklaştırıp,
başlattığı ritmik hareketlerin baskısıyla orgazma
ulaşan kızlar da vardır. Tüm bunlara karşı herhangi
iki kızın mastürbasyon biçimleri arasında son derece az bir
benzerlik görülür.
Çoğu oğlanlara öteki oğlanlar
tarafından (genellikle daha büyük olanlar) mastürbasyonun nasıl
yapılacağı öğretilirken, kızlar pratiğini kendi
kendilerine geliştirirler. Bazı örneklerde, kızların
yaptıklarının ne olduğunu öğrenmeden yıllarca
düzenli olarak mastürbasyon yolunu denedikleri oluyor. Daha sonraları,
yaptıklarının anlamını öğrendiklerinde, büyük bir
sarsıntı geçirebiliyor ve kendilerini suçlu hissediyorlar. Her
şeye karşın toplumumuzda çoğu insan mastürbasyonu
yanlış değerlendiriyor ve birçok delikanlı da hâlâ
büyüklerin ahlak değerlerini benimsiyor.
Hemen hemen tüm genç erkekler, kendi kendine doyuma
başvurduğundan, bu ahlak sorunu onlar için özellikle
keskinleşiyor. Birkaç on yıl öncesine değin, mastürbasyonun
yalnızca günah olması değil, aynı zamanda bedensel ve
zihinsel hastalıklara da neden olabiliceği
anlatılırdı. Bugün bile bazen gençlere aşın
mastürbasyonun vücudu her nasılsa zayıf düşüreceği anlatılır
durur. (Üstelik bu aşırılık öylesine belirsiz kalır
ki.) Sonuç olarak birçok genç erkek, çifte suç işlemiş duygusuna
kapılır. Böylece gençler sağlıklarını
yıpratırlar.
Bu yaygın kaygılar
karşısında sorumlu bazı yetişkinler, kendilerini
gençlere bu olguları bilimsel bir biçimde anlatmakla görevli sayarlar.
Mastürbasyon, herhangi bir olası zarara yol açamaz ve hiçbir zaman
aşırı da olmaz.
Bazı kişiler başkalarından daha
kısa zamanda ve daha fazla orgazma ulaşabilirler, ancak vücut bir
süre sonra biraz dinlenmek zorunda kalacağından, kişinin
isteğine yanıt veremez. İşte bu yüzden hiç kimse
aşırı ölçüde mastürbasyon yapamaz.
Bazı gençler, mastürbasyon sırasında
canlandırdıkları cinsel düşlemlerden dolayı bir
bozuklukla karşılaşabilirler. Böyle düşlemler özellikle
oğlanlar arasında yaygındır. Bu oğlanlar bir ya da
birkaç kıza, öteki oğlanlarla, kardeşleriyle,
kızkardeşleriyle, hatta kendi anababalarıyla cinsel ilişki
kurduklarını düşleyebilirler. Kendilerini, tuhaf ve yabansı
cinsel durumlarda düşlemleyebilirler, örneğin bazı kimselerin
ırzına geçmek ya da bizzat kendilerinin ırzına geçilmesi
gibi. Bu düşlemler böyle bir çocuğun hasta olduğu, ya da
bunları gerçek yaşama taşıyacağı anlamına
gelmez. Aynı zamanda birçok oğlan çocuğu düşünde, milyoner,
büyük bir film yıldızı, Romalı bir imparator, ya da
dünyanın en acayip adamı olur. Bu türden günlük düşler herhangi
özel bir durumun göstergesi olmadığı gibi bunu önemli bir
şey olarak değerlendirmek de doğru değildir. Bununla
birlikte, zevk veren cinsel düşlemler, insanın yaratıcılığını
ve imge gücünü pekiştirmektedir. Bu düşler aynı zamanda bir
delikanlıyı gelecekte gerçek bir eşle
karşılaşmaya hazırlayabilir.
Delikanlılara mastürbasyon yapmayı
önermek genelde dengeyi sağlayıcı bir unsur olarak büyük önem
taşıyor. Kendi kendine doyum yapana iyi bir duygu veriyor, gerilimi
boşaltıyor ve kişinin düşsel yaşamını
uyarıyor. Resmen yasak olmayıp her zaman gerçekleştirilebilir ve
herhangi bir kimsenin sağlığını da tehlikeye atmaz.
Ayrıca gebeliğe neden olmaz ve herhangi bir zührevi
hastalığa da yol açmaz. Dahası, kız ve oğlanların
daha iyi sevgili olmalarına da yardım edebilir. Sık sık
mastürbasyon yapan oğlan, buna ara vererek ya da hareketini
yavaşlatarak boşalmasını geciktirmeyi öğrenebilir. Bu
yetenek sonraları birlikte olduğu eşiyle ilişkisinde daha
büyük doyum olanağı sağlayabilir. Öte yandan, aynı yolla
daha çabuk orgazm olmayı öğrenen kızlar, sonraki cinsel
ilişkilerinde bu deneyimin çok yardımını görebilirler.
Mastürbasyona karşı
çıkışlar genelde dinsel temellere dayanıyor. Geleneksel
olarak Yahudi ve Hıristiyanlar her zaman ayıplamışlar
mastürbasyonu, ancak bu ayıplar hiçbir zaman son iki yüzyıldaki kadar
güçlü olmamıştır. Herhalde, dinin mastürbasyon yapmalarına
izin vermediği delikanlılar, olasılıkla ondan bir yarar da
ummuyorlardır.
Eğer korku, utanma, heyecanlanma ve suça neden
oluyorsa, mastürbasyon kesin olarak kötüdür. Şükür ki, kimi
Hıristiyan kiliseleri yakın zamanlarda tutumlarını
değiştirerek bu konuda çok daha hoşgörülü davranmaya
başlamıştır. Sonuç olarak bazı
delikanlıların belki ara sıra sıkılganlık,
yalnızlık ya da moral bozukluğundan ötürü mastürbasyon yolunu
seçtiğini söylemek gerekiyor. Evde, okulda büyük bir baskı
altında olabilir ya da kimi cinsel sorunlarla karşı
karşıya bulunabilirler. Mastürbasyon bu yüzden zor bir durumla yüz
yüze gelmemek için bir özür ya da çıkış yolu durumuna gelebilir.
Böyle bir durumda gerekirse bir danışman yardımıyla
asıl sorunun altında yatanları çözümlemek yerinde olur.
(Mastürbasyon üzerine ayrıntılı bilgiyi «Cinsel Etkinlik
Tipleri»nde bulabilirsiniz.)
Homoseksüel İlişki
Grup halinde mastürbasyon, genç erkekler için
alışılmış bir şey değildir. Arasıra iki
ya da üç oğlan mastürbasyonla doyuma ulaşabilir. Hatta ağız
ya da anal yoldan (anüs-makat) cinsel ilişkiyi bile deneyebilirler. Böyle
bir davranış, aynı cinsten olanlar arasında görüldüğünde,
eşcinsel olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, eşcinsel
oğlanlar esasen bu yolu izlemez ve kızlarda görülen cinsel ilgiye
sahip olmazlar. Kesin olarak ortaya koyulacak olursa, eşcinsel olmakla
eşcinsel ilişkiye geçmek ya da davranışta bulunmak
farklı şeylerdir. Hiçbir zaman gerçek bir cinsel temas kurmayan
birçok eşcinsel, yani kendi cinsinden eşlere âşık
kişiler vardır. Öte yandan, şu ya da bu nedenle eşcinsel
haraketlere katılan birçok heteroseksüel de vardır. Örneğin
hapishanede, işçi kampında ya da seferdeki bir gemide erkeklerin,
kadınsızlık yüzünden birbirleriyle geçici olarak cinsel temas
kurdukları olur.
Genç erkekler de bazen kendilerini buna benzer
durumlarda bulur. Yani kızlarla cinsel temas olanakları çok
sınırlı olduğundan, erkek arkadaşlarından
karşıcinsel ilişki için daha fazla şansa sahip
olanların en iyisini seçerek ilişki kurar ve bu ilişki,
karşıcinsel ilişki kurma olanağı bulana değin onları
doyuma ulaştırabilir ve biraz büyüyünceye dek onunla dostluğunu
sürdürür.
Oysa çoğu durumlarda
delikanlılıktaki eşcinsel temas bundan bile daha
gelişigüzeldir. Birçok durumda oğlanlar arkadaşlarına
cinsel yiğitliklerini göstermekten hoşlanır ya da bazı
yasaklanmış deneyimleri paylaşarak yetişkinlerin
koyduğu ahlak değerlerini çiğnemeyi amaç edinirler. Böyle
deneyimlere girişen bir hayli çocuk
vardır, ancak bunların çoğu yalnızca tipik
karşıcinsel bir erkek olmaya devam ederler.
Bu koşullar altında delikanlılar
arasında aynı cinsten davranışlara herhangi bir etiket
vurmaktan sakınmak, oldukça duyarlı bir konudur. Gerçekte aynı
cinsten bir çocukla seks yapıyor diye herhangi bir oğlanı
eşcinsel olarak adlandırmak büsbütün aptallık olur. Böyle bir
yafta önemli toplumsal sonuçlara yol açabilir ve böylece daha sonra görülecek
karşıcinsel başarısızlıklara neden olabilir.
«Homo» olduğu söylenilen bir delikanlı yanlış da olsa
artık kendini, imgesindeki toplumu canlandırmaya zorlayabilir.
Kültürümüzdeki yaygın eşcinsellik
korkusundan dolayı erkekler çoğunlukla birbirlerine sevgi ve
şefkat göstermek için zorlar kendilerini. Öte yandan kimi toplumlarda
erkekler bir dostluk ifadesi olarak herkesin görebileceği bir yerde el
sıkışır, öpüşür ya da kucaklaşırken,
Amerikalılar bu tür davranışlarda bir cinsel yan görmeye
koşullandırılmışlardır. Dahası, kendi
ülkelerinde böyle bir olayla karşılaştıklarında,
olasılıkla adamı erdemsizliğinden dolayı durdurmaya
çalışırlar. Genel yaklaşımın bu zehirli
atmosferinde, birçok çocuk yakında ya da daha sonra kendi özel cinsel
gelişmesinden kuşkulanmaya başlar. Örneğin başka bir
çocuğa karşı sevgi duyuyorsa, bu sevginin eşcinselliğe
dönüşüp dönüşmeyeceğini merak eder. Böyle boş ve
anlamsız üzüntüler delikanlılara yıllarca eziyet çektirebilir ve
birçok arkadaşlığı bozar.
Bu bakımdan bir kız, oğlanlardan
daha çok bir avantaja sahip olduğuna sevinir. İki kız,
birbirleriyle öpüşürken, temas halinde ya da kucaklaşırken
görüldüğünde hiç kimse onlar hakkında kötü şeyler düşünmez.
Sonuç olarak kızlar yakın arkadaşlıklar geliştirmekte
daha özgürdürler. Üstelik bu açıkça aşırı erotik bir
noktada olsa bile özel bir dikkat çekmez ve ona herhangi bir toplumsal etiket
yapıştırılmaz.
Gerçekte az sayıda kız birbirleriyle
cinsel temas kurar, ancak bu ilişkilerine fazla dramatik bir hava
vermediklerinden, bu ilişkileri pek seyrek gün
ışığına çıkar. Herhalde genç kızların
eşcinselliğinin toplumca kınanması, erkeklere oranla
ılımlı olup daha sonraki karşı cinsel düzeltmelerle de
hemen hemen hiç kalmaz.
Toplumumuz, delikanlılara karşı da
aynı tutumu takınsaydı, onların yaşamlarının
da çok daha kolay olacağına hiç kuşku duyulmayacaktı.
Arasıra görülen eşcinsel ilişkileri de artık onların
temel cinsel yönelimi biçiminde görülmeyecek ve bazı katı cinsel
prototiplere uymaya çalışan büyük çoğunluğu,
kişiliklerinden övünç duymayı öğrenecekti. Aslında soruna
daha esnek bir yaklaşım, kuşkusuz gerçekte
eşcinselliğe dönüşmeyecek küçük bir delikanlı grubuna
oldukça yararlı olacaktır. (Eşcinsellik üzerine daha
ayrıntılı bilgiyi «Cinsel Etkinlik Tipleri», «Uyumculuk ve
Sapkınlık» ve «Cinsel Baskı»da bulabilirsiniz.)
Heteroseksüel İlişki
Çocukluğun sonlarına gelindiğinde,
oğlanlar ve kızlar günlük etkinliklerinde hızla birbirlerinden
ayrılmaya başlarlar. Gittikleri okul ya da eğitim kurumları
aynıdır ama, dişi ve erkeğin ayrı ayrı
katıldığı oyunlara alınırlar ve zaten
ayrımın kadınsı ya da erkeksi hobiler temelinde olması
da özendirilir. Buna benzer ayrımlar yaz kamplarında da görülür.
Ergenlik dönemine yaklaşınca ayrı dünyalar, değerler ve
ilgiler arasında yaşarlar. Sonuç olarak oğlanlar ve kızlar,
çoğunlukla birbirlerini az tanırlar ve yeniden bir kişisel temas
kurma çabası içinde, daha zor bir döneme girerler.
ABD'nin birçok kesiminde bu çabalar oldukça
klasikleşmiş «randevu vermek» ya da «birlikte çıkmak» gibi
bilinen bir yol izler. Oğlan, önce bir randevu ister kızdan, sonra
anababasının otomobilini ödünç alarak kızın evine gider,
yola çıkıp bir sinemaya, oradan da diskoya dansa giderler ve sonunda
oğlan kızı tekrar belirli bir saatte anababasına geri
getirir. Konuyla ilgilenenlerin tümünün bildiği gibi, eğer
oğlanla kız yalnızlarsa, biraz sonra elini avucunun içine alma,
kucaklama, öpme gibi bazı yakın temaslarda bulunurlar. Bazı
durumlarda çok yakın okşamalar bile görülebilir, ama işi cinsel
birleşmeye götürmeden. Zaten böyle bir sınır çoğunlukla her
ikisine de ailesince, hatta kızın kendisince konur.
Özel randevu biçimleri bölgelere, toplumsal
sınıflara ve etnik zemine göre önemli ölçüde değişir.
Bundan başka Amerika'da yakın yıllarda gençlerin yaşam
biçimlerinde genelde büyük bir değişim olmuştur. Onlu yaş
grubundaki gençler, artık önemli ölçüde o beylik randevu örneğini
yineleme-meye özen gösteriyor, bunun yerine kendiliğinden birliktelikler
ve buluşmaları yeğliyorlar. Gerçekte, bazen çoğu kez,
toplumsal bir başarı için, bir kavga ya da yaygın bir rekabete
bile dönüşme görünümü olan, çok sayıda istenilmeyen olayların
görüldüğü geleneksel randevu anlayışı da yadsınmaz bir
gerçek. Böylece randevular cinslerin anlaşmalarını
sağlayacak iyi bir zemin olmak yerine, birlikte çıkanlar için
kırıcı sonuçlarla noktalanabiliyor. Kuşkusuz, gelecekte
gençler pekâlâ yeni ve daha anlamlı radevu biçimleri
geliştirebilirler. Ancak bazı yararlı amaçlara hizmet
edeceğinden kendisini bir tek biçimle de sınırlayabilir:
Birlikte çıkmalar oğlan ve kızlaar birbirleriyle buluşma
şansı verdiği gibi, kendilerine güvenlerini de pekiştirir,
incelik ve iyi hallerini geliştirir, ayrıca evlilik için uygun bir
eş bulmasına yardımcı olur.
Bazı oğlan ve kızlar nasıl
davranacaklarını bilmediklerinden ilk randevularda
korktuklarını hissederler. Üzücü bir durumla karşı
karşıya kalınca, arkadaşlarının
saygısını yitireceklerinden korkarlar. Bu sorun ikili ya da grup
randevularıyla kolayca çözümlenir. Birkaç oğlan ve kız, birlikte
çıktıkları zaman daha kolay bir eğlenme yolunu bulabiliyor
ve çekingenliklerini yenebiliyorlar. Aslında bu tip gençler birkaç deneyim
kazandıktan sonra bazen tekli çıkmanın korkularından da
birazcık hoşlanmaya başlamış oluyorlar.
Randevu, oğlanlara ve kızlara
birbirlerine ilişkin pek çok şey öğrettiği gibi, aynı
zamanda kendilerini anlamlarına da yardımcı olur. Örneğin
çok farklı özellikleri olan bir arkadaşıyla birlikte olmayı
başarabildikleri gibi, ilişkinin kopmasına neden
olmaksızın sevmediklerini kabul etmeyi öğrenebilirler.
Arasıra reddedilme de yetişkinliğin bir göstergesidir. Böylece
kimi insanların, göründükleri gibi değil, gerçekten oldukları
gibi görünen insanları sevdiklerini öğrenebilirler. Bu deneyimler
onları birçok yersiz korkudan kurtarır ve kendilerine içten davranmalarına
yardımcı olur.
Nihayet birçok genç çift «yalnız birbirlerinin
olmayı», yani öteki arkadaşlarıyla artık
çıkmamayı kararlaştırarak, boş zamanlarının
çoğunu birlikte geçirirler. Böyle bir kararın yararları da zararları
da vardır kuşkusuz ve bunlar peşinen kabul edilmelidir.
Böyle tek kişiyle devamlı ilişki
durumunun duygusal bir güven sağladığı açıktır.
Bu yüzden kızlar kadar oğlanlar da randevulara üzülmeyi
bırakabilirler. Eşlerinin kendileriyle birlikte olacağından
emin oldukları için birlikte çıkarken her zaman yeni bir
kılığa girmelerine gerek kalmaz. Her ikisi de yürümeyecek bir
arkadaşlığı rizikolu bir sona götürmezler. Öte yandan, tek
eşle arkadaşlık, kişileri birçok ilgi ve gelişen
deneyimlerden yoksun bırakabildiği gibi daha uygun bir başka
eşle birlikte olma fırsatını da kaldırır ortadan.
Bu tartışmaların, delikanlılarca hesaba katılması
gerekir. Nitekim bilgili yetişkinler de onlara sonuç olarak; seçecekleri
eş konusunda, kendilerine açık bir seçme şansı
bırakmalarına dikkat çekebilirler.
Tek arkadaşla çıkan çiftler, normal olarak
bedensel ilişkiyi daha ne kadar zaman sonra kurmaları
gerektiğini merak ederler. Öte yandan genç erkek ve kızların
cinsel birleşmelerinden hoşlanan anababasa sayısı da
oldukça azdır. Oysa anababalar, çok kere kucaklaşıp öpüşme
(necking) ve sonu orgazma da gidebilecek birleşmesiz sevişmeler
(petting) gibi cinsel temas biçimlerini özendirebilirler. Bu terimler
farklı delikanlılarda farklı anlamlar kazanır ve bugün
artık modası geçmiş boş laflar düzeyindedir. Aslında
necking ve petting, gerçek cinsel ilişkiden kaçınılan bir
okşama anlamına gelir. (Necking terimi genellikle yüz ve
göğüslerin öpülmesi, petting ise cinsel organlar da dahil tüm vücudun
sevilmesi anlamındadır. Daha şiddetli pettingler bir orgazma ulaşmayı
da içerebilir.)
Hangi durumda olursa olsun, bir nokta her zaman
aynı kalıyor; kızın «bakireleğinin», yani
kızlığının korunması.
Bugün hâlâ, sayıları giderek azalmakla
birlikte, sacjece bir kızla, yani bakireyle evlenmekte ısrar eden
birçok erkek var. Ne yazık ki, kızlık kavramı ilk
bakışta görüldüğü kadar basit ve açık değildir.
Geçmişte «kızlık» sözü bir kız ya da kadının hiç
cinsel ilişki kurmadığını ve bundan dolayı saf,
masum olduğunu ifade etmek için kullanılırdı. Bu
masumiyetin kanıtı ise kızlık zarının
yırtılmamış olmasıydı. Bugün salt cinsel
ilişkiyle değil, mastürbasyonla ya da belirli bir sportif etkinlik
sonucu olarak da yırtıiabiieceğini bildiğimizden,
artık bu inançda geçerliliğini yitirmiş görünüyor. Öte yandan,
bazı durumlarda kızlık zarının hiç
olmadığı da görülmüştür. Dahası, kızların
kızlık zarları kolayca açılıp uzayabiliyor, yani onlar
kızlık zarlarını koruyarak da birleşebiliyorlar. Yine
kızlığını teknik olarak koruyabilen bazı
kızlar da görülüyor. Bunlar bizzat cinsel birleşmeden
kaçındıkları halde ağızla ve anal yoldan serbestçe
cinsel ilişki kuruyorlar. (Fransızlar böyle kızlara demi-vierge,
yarı-bakire diyorlar.)
Bu olgular açısından
bakıldığında, kızlık zarı üzerine geleneksel
sabit düşünce oldukça yanlış görünüyor. Temelde,
kızlık zarının, başlık parası verip gelini satın
alan adama, onun «hasarsız» olduğunu gösteren bir kanıt olarak
kullanılması, eski dönemlerin bir kalıntısıdır.
Oysa bu istem, demin anlattığımız yanlış
varsayıma dayanıyor.
Öte yandan, bakireliğin yeni bir
tanımı herhangi bir yararlı amaca azıcık hizmet edebilir.
Bu, bazen yapıldığı gibi, terim erkeklere de yöneldiği
zaman, iyice açıklığa kavuşur. Bir oğlan çocuğu
bakirliğini hangi noktada yitirir? İlk orgazma ne zaman
ulaşır? Uykusunda ilk boşalma ne zaman
olur? Tek başına mastürbasyona ne zaman
başlar? Öteki oğlanlarla birlikte ne zaman mastürbasyon yapar? Bir
kızı okşayarak ne zaman orgazm olur? İlk kez ne zaman
cinsel birleşmeyi gerçekleştirir? Yanıtların her
kişiye göre değişebileceği oldukça açıktır.
Bu örneklerin de gösterdiği gibi, bir
kişinin bakireliği ya da bakirliğinin tartışması
aşırı teknikler içinde, bir baştan savmayla kolayca
yozlaşabilir. Bu nedenle soruna büsbütün farklı bir açıdan
yaklaşmak daha akla uygundur. Öpme, okşama, sevişme, uzun
uzadıya sevişme, birleşmesiz cinsel ilişki ve gerçek cinsel
ilişki arasındaki ayrımlara üzelmek yerine genç insanlara kendi
güdülerini gözden geçirmelerini önermek daha doğru olacaktır. Yine de
bir oğlan, kızın bu tür etkinliklere hazır
olmadığını ve bu etkinliklerin kızı altüst
edeceğini bilirse basit bir öpüşmede bile yanlış yapabilir.
Başka bir deyişle, hesap edilen cinsel etkinliğin tipi
değil, onun ardında yatan niyettir.
Öte yandan herkesin aynı cinsel gereksinimleri
olmadığını, hiç seks yapmadan mutlu bir şekilde
yaşayan insanların da var olduğunu anlamak önemlidir. Gençler
böyle kişisel farklılıklara yaklaşımda çok kere
benmer-kezcil bir tutum içindedir. Dahası, kendi benzer
gruplarının ölçülerini uyarlamak isteyebilir ve «herkes böyle
yapıyor» diye işittiklerinden, kendilerinin de aynı şeyi
yapmalarının mubah olacağını düşünürler. Gerçekte
bu baskı türü bazı oğlan ve kızların kendilerinde
bozukluk ya da yetersizlik duymalarına neden olabilir; tabi
çoğunluğu izlemek isterlerse. Oysa kişisel gelişim için
uyumculuk hiçbir zaman iyi bir temel olamaz ve cinsel uyumculuk da bunun
dışında değildir.
Her şeyden önce, cinsel ilişkinin
herhangi bir türü kişiler arasındaki bir iletişim anlamında
ele alınmalıdır ve bu nedenle ilk kabul edilmesi gereken
şey, onların bireysel gereksemeleri, istekleri, umutları ve korkularıdır.
Örneğin, bir delikanlı, kız arkadaşının
birleşmeden çok insana içtenlik, cana yakınlık, şefkat,
anlayış ve duyarlıkla ilgilendiğini anladığı
zaman, onun da bu nitelikleri geliştirmek için çabalaması gerekir.
Delikanlı ancak bunları gerçekleştirebildikten sonra
birbirlerinin beklentilerine karşılık verebilirler. Elbette
kızın da oğlanın beklentilerini anlamaya
çalışması gerekir. Demek ki, herhangi bir yakın
ilişki, bazı karşılıklı düzletme ve
sorumlulukları paylaşmayı gerektirir.
Bu açıdan bakılınca, cinsel
temasın tüm biçimleri ve ölçüleri anlamlı ve değerli olabilir.
Nitekim genç bir çift, bir süre pekâlâ önemsiz ve sade öpüşmelerle
yetinebilirier. Sonra birbirlerine alıştıklarında
bazısoyut kurallar ve düzenlemelere aldırış etmeksizin, ya
da temelde kendilerini başkalarıyla
kar-şılaştırmaksızın, sevişmenin daha
yakın her biçimini yavaş yavaş uygulayabilirler. Bu bilinçli ve
kişisel yaklaşım, her ikisine de seks için bir seçme
özgürlüğü verir ve başka akılcı kararlar
almalarını da sağlar. Her şeyden önce kişi olarak
birbirlerini değerlendirmeyi öğrendiklerinden, cinsel birleşme
isteyip istememe konusunu kararlaştırmakta çok daha eşit bir
duruma gelmiş olurlar.
Birleşme (yani penisin vajinaya girmesi),
cinsel ilişkinin, çocuğun ana rahmine düşmesiyle
sonuçlanabilecek tek biçimidir. Bu, büyük sonuçlara yol açıcı
istenilmeyen gebeliklere neden olduğundan, kişilere, çiftlere,
özellikle kızlara, büyük bir sorumluluk yükler. Toplulumuzda
evlenmemiş annelere ve «piç» olarak görülen çocuklara karşı hâlâ
kötü bir gözle yaklaşma ve onlardan uzak durma anlayışı
vardır. Öte yandan, bir çocuk aldırma da hiç hoş bir şey
değildir. En iyi koşullar altında olsa bile bebeği
evlatlık verme de memnunluk verici olmayabilir. Öyleyse geriye kalan tek
olası seçim; erken ve zorla evliliktir. Bu da tüm çözümlerin en kötüsü
olabilir.
Önceki bölümlerde belirtildiği gibi,
oğlanlar ilk boşalmalarından sonra, geçici bir süre için
kısır kalabilir ve bu kısırlık kızlar için de ilk
âdetlerinden sonra başlayarak birkaç yıllık bir döneme
sarkabilir. Ancak bu, ciddiye alınacak bir şey değildir. Gençler
için çok daha güvenli olanı, ergenliğe ulaşır ulaşmaz
kısır olabileceklerini varsayarak davranmaktır. Onların
aynı zamanda en geç bu sıralarda yeterli bir gebelikten korunma
anlayışı kazanmış olmaları da gerekir. Bereket
versin, bugün birçok anababa, okullar ve kilise grupları, gençlere tüm
gerekli bilgileri sağlıyor. Ayrıca hemen hemen her kentte
bulunan aile planlama merkezleri de bu konularla ilgileniyor. Bu koşullar
altında sorumlu onlu yaştakiler, istenilmeyen gebeliklerden
doğacak risklerle karşıkarşıya kalmazlar.
Bununla birlikte, dikkatli bir gebelikten korunma
bile, evlenmemiş gençler için birleşmeyi «güvenli», zararsız ve
arzu edilebilir kılamıyor. Öte yandan, beklenilmeyen resmi zorluklar
da, başka bir engel oluşturuyor onlar için. Ayrıca cinsel
ilişki için yasal olarak kabul edilen yaşın üzerinde bile
olsalar (bu yaş ABD'de eyaletlere göre değişmektedir;
bazılarında 16, bazılarında 18'dir), zina suçuna
çarptırılmaktan kurtulamıyorlar. Çoğu eyaletlerde bu suçu
işleyenlere 1 yıl hapis cezası veriliyor. Eğer her ikisi de
yasal olarak istenilen yaşın altındaysalar, yine suçlu muamelesi
görebilir ve zina-
nın suç sayılmadığı
eyaletlerde de aynı kader onları bekleyebilir. (Kız yasal
yaşın altındaysa, o zaman oğlan reşit olmayan bir
kızla cinsel ilişkide bulunmak cezasına
çarptırılabilir.) Bu yasaların varlığı insana
şaşırtıcı gelebilir. Ancak şu da belirtilmelidir
ki, bu cezalar çok seyrek uygulanmaktadır. Bununla birlikte,
«istenilmeyen» herhangi bir durumda kullanılmasının önünde de
hiçbir engel yoktur. (Kapsamlı bilgi için «Uyumculuk ve
Sapkınlık», «Yasal-Yasal Olmayan» bölümlerine bakınız.)
Söz konusu edilen başka bir nokta da zührevi
hastalıklar tehlikesidir. Zührevi hastalıkların ağız
ve anüs yoluyla ilişkiden geçebileceği doğrudur. Hatta bazı
seyrek durumlarda öpüşmeyle, ya da birleşme yoluyla
adamakıllı büyük bir bulaşma şansı bulduğu
görülmüştür. Ne yazık ki bugün gençler arasında zührevi
hastalıklar salgın haldedir (ABD'de). Bu nedenle, kız olsun
oğlan olsun, tüm gençler frengi ve belsoğukluğunun
belirtilerini, tedavi yollarını ve önlenmesini öğrenmek
zorundadır. (Ayrıntılı bilgi için «Zührevi
Hastalıklara bakınız.)
Öte yandan, bir başka sorun kaynağı
da delikanlılıkta sık sık görülen, cinsel ilişkilerin
bastına heyecan yüklü havasıdır. Gençler, anababalarıyla ya
da okul yurtlarında yaşadığı sürece gerçek bir
yakınlık için ne uygun bir yer, ne de bir zaman bulabilirler. Bu
nedenle onların cinsel birleşme girişimleri, aceleyle
karışık durumlara ve nihayet daha olumsuz durumlara
dönüşebilir. Bundan başka, evlenmeksizin yapılan seksin güçlü
toplumsal kınanışı ve dinsel bakımdan lanetlenmesi,
bireylerde derin suçluluk duygusu yaratabilir.
Her iki cinsiyetten gençlerin cinsellik
dışı nedenlerle ilişki kurabileceği ve bu
ilişkinin kötüye kullanılmasının eşleri
incitebileceği ve onurunu kırabileceği bilinmelidir. Böyle
davranışlar yalnızca acı ve güvensizliğe yol açar ve
bu nedenle bu davranış bir insanı kırarak kendini de mahkûm
etmiş olur.
Öte yandan onlu yaşlardakilerin, birleşme
de dahil, cinsel ilişkinin tüm biçimlerini gerçekleştirdikleri ve
tümünde de herhangi bir olumsuz sonucun görülmediği de gerçektir. Tam
tersine, bunu olgunlukla ele alan sorumlu tavır, kendilerinin cinsel
ilişkilerini de güçlü ve mutlu kılabilir.
Dişilerde olduğu kadar, erkeklerde de
gençken birbirlerini düzeltmek konusunda, kendi cinsel kapasitelerini
göstermeyi çok kolay buldukları üzerine önemsiz bir kuşku
vardır. Bu anlamda, ilk düzenli birleşme mükemmel bir evlilik
hazırlığı olarak görülebilir.
Kısacası, yalnız karşı
çıkmakla kalmayıp aynı zamanda gençler arasında
sınırlanmamış cinsel ilişkinin son tahlilde yine kendi
kararlarına bağlı olacağını tartışmak
yerinde olacaktır. Tüm yetişkinlerin umudu, bu kararın,
doğacak tüm sonuçların dikkate alınarak verilmiş
olmasıdır. (Karşıcinsel ilişki üzerine
ayrıntılı bilgi için «Cinsel Etkinlik Tipleri»ne bakınız.)
Yetişkinlerle Cinsel Temas
Tarih boyunca çok farklı yaşlar
arasında her zaman büyük ölçüde cinsel ilişkiler kurulmuştur.
Binlerce yıldır, ortayaşlı erkekler, onlu yaşlardaki
kızlarla evlendiler ve ergenliğe yaklaşan oğlanlara da çok
az deneyimli yaşlı kadınlarca aşk bilimi ve sanatı
tanıtıldı, anlatıldı ve böylece hazırlıklar
sürüp gitti. Bu pratikler bugün bir delikanlılığın modern
anlamda bilinmediği ve dölle-, me yeteneğine gelenlerin de hemen
yetişkin statüsüne alındığı kimi «ilkel» toplumlarda
hâlâ uygulanıyor. Bu yapısal değişim oldukça ani olabilir
ve belirli büyü töreni ya da üyeliğe kabul toplantısıyla
ilintilidir. Hatta bu tür toplantılarda yetişkinlerle cinsel temas
örnekleri sunulabiliyor. Örneğin, kızların rahipler ya da kabile
şefi tarafından kızlığı bozulabilir,
oğlanlar ise daha yaşlı kabile üyeleriyle anal ilişkide,
edilgen bir eş olabilir. Bu oğlanla ilişki âdetine, aynı
zamanda daha sonra genç erkeğin akıl hocası olacak bir adamla,
cinsel ilişkiye girmesi biçiminde eski Yunanistan'da da rastlanır.
Benzer uygulamaların kimi Asya topluluklarında da görüldüğü
biliniyor. Daha yakınlarda Akdeniz ve Latin Amerika ülkelerinde gençlerin
büyüdüğünü, yani adam olduğunu göstermesi için fahişelerle
ilişki kurması beklenirdi.
Bununla birlikte, son 200 yılda çoğu
Batı toplumlarından onlu yaşlardaki gençlerin daha
yaşlı kişilerle fiziksel olarak cinsel temastan korunmaları
inancı gelişti. Böylece birçok ülke cinsel ilişki için bir
yaş sınırı koydu. Yani, evlilik dışında
yetişkin sayılanların belirli bir yaşın altında
bulunanlarla (küçüklerle) cinsel ilişkide bulunmaları giderek azaldı.
Ancak tam küçüklük yaşı ülkeden ülkeye değişik olabiliyor.
ABD'de tam resmi yetişkinlik, çoğunlukla
21 yaşından başlıyor. Oysa gençler, yetişkinlere özgü
pek çok ayrıcalığı bu tarihten çok daha önce
kazanmıştır. Gençler, reşit yaşa yaklaştıklarında
cinsel ilişki kurma onayını alıyorlar. Ne yazık ki bu
yaş her eyalette aynı olmayıp 12 ile 18 yaş arasında
değişebiliyor. Ayrıca bu yaş karşıcinsel ve
eşcinsel ilişkide olduğu gibi, dişi ve erkek için de çok
kere farklı olabiliyor.
Sonuç olarak, bazı «küçükler» ve
«yetişkinler», kendilerini beklenmedik bir korku ve
şaşırtıcı bir durum karşısında
bulabiliyorlar.
Buna iyi bir örnek, reşit olmayan bir
kızla cinsel ilişki kurma suçudur. Bir kızın reşit
olma yaşına yaklaşmadan önce, yasaya göre cinsel ilişki
kurması mümkün değildir. İşte bu onayı almadan
yapılacak cinsel ilişkiyle suç işlendiğinden,
kızın sevgilisi otomatik olarak bu suçu işlemiş
olacaktır. Şimdi vereceğimiz örnek bu konuyu biraz daha
açacaktır. 18 yaşında bir oğlan, 17 yaşındaki bir
fahişe tarafından ayartılır. Ancak kızlar için cinsel
ilişki yaşını 18 olarak kabul eden bir eyalette,
baştan çıkartıcı olarak kabul edilen erkek, reşit
olmayan bir kızla cinsel ilişki kurma suçunu işlemiş
olacaktır. Kızın oğlandan para alması ve
oğlanın bu işe gönülsüz katılması, durumda bir
değişikliğe yol açmaz. Korunulması gereken küçük bir
kız,, erkek ise cezalandırılması gerekli bir yetişkin.
Öte yandan eyaletin kızlar için onay yaşı daha küçükse,
erkeğin bu suçtan cezalandırılması söz konusu olamaz.
(Bununla birlikte oğlan ve kızın başka yasaları
çiğneyip çiğnemediği eyaletlere göre değişmektedir.)
Böyle açık bir örnekte de görüldüğü gibi,
«küçüklerin korunmasının çok uzak noktalara götürülebileceği
ortadadır. Hatta konuya yakından bakıldığında
sorunun başka açılardan çok daha keyfi ve resmi tanımlama konusu
olabileceği görünüyor. Mantıksal bir açıdan
yaklaşıldığında, bir eyalette 17 yaşındaki
bir kız resmen cinsel ilişki kurma hakkına sahip değilken,
başka bir eyalette bu yaşın 12 olması, yani bu yaştan
yukarı olan kızların resmen cinsel ilişki kurma
hakkının olabilmesi anlaşılır şey değildir
doğrusu. Yasanın burada söyler göründüğü, duygusal
olgunluğun coğrafi bölgeye bağlı olması ve ahlaken
henüz yetersiz bir kızın, bir eyalet sınırını
geçiverin-ce yeterli hale gelmesidir. Bazı eyaletlerde cinsel ilişki
onayı verilmeden birkaç yıl önce evlenme onayı
alınabiliyor. Bereket versin, bu sırada çok sayıda eyalet bu
anlamsız yasaları kaldırıp daha gerçekçi bir tutum
benimsedi. Bu arada Hawai'nin yeni Ceza Yasası, tüm ulus için bir örnek
olur da reşit olma yaşı her iki cins için de 14'e
düşürülür. Aslında birçok eyaletde gereksiz sorunların ortadan
kaldırılması yönünde bir çaba da gözlenmektedir.
Artık kendi cinselliklerini anlamaya
başlayan ve değişik gebelikten korunma yöntemlerini öğrenen
kız ve oğlanların, cinsel bakımdan yetişkin-lerce
istismar edilmesi pek olası değil.
Seksin gençler ve yaşlılar arasında
sorunlara yol açıyor görünmesi karşısında, bir uzmana
danışmak yararlı olabilir. Yasadan farklı olarak, böyle bir
danışmada her durum kendine özgü bir biçimde ele alınarak
kişilere uygun olmayan toplumsal etiketler takılmasından ve
onların sonuçlarından kaçınılır.
Örneğin, örğretmenine 'tutulan' ya da
ortayaşlı bir adamla buluşmaya başlayan genç bir kız,
kendi kendine düşünmek yerine konuyu başka biriyle, konuya ilgisi
olmayan bir yetişkinle apaçık tartışmaktan yararlanabilir.
Birazcık sorunlu, yaşlı bir adamın çok genç
kızları uygun bir eş olarak kabul edeceğini
düşünmeyebilir.
Danışma, aynı zamanda birçok
yanlış kavrama ve korkuya da götürebilir. Birçok anababanın,
kızları ve oğullarının bir eşcinsel
tarafından ayartıla-rak, onların da bir eşcinsel
olabilecekleri biçiminde anlayışları olduğu bilinmektedir.
Bununla birlikte çoğu bilimsel görüş, bu olasılığa
kuşkuyla yaklaşıyor. Gençlerde yalıtılmış
cinsel eylemlerin, erkek özendirilmeksizin kendisini hemen ya da sonra
gösterecek belirli bir eğilim olmadıkça sürekli bir cinsel tercih
haline dönüşmesi olası görünmüyor. Dahası, eşcinsellerin
kendi belirttiklerinin büyük çoğunluğundan da
çıkarılabileceği gibi, söz konusu bir ayartmanın kendi
gelişmelerinde önemli bir etkisi olmamasıdır.
Kısacası, az sayıda eşcinsel
ilişki (yetişkinlerle ya da gençlerle olsun) kendi kendilerine
eşcinsel bir yönelime neden olmuyor.
YETİŞKİNLİK
Vurguladığımız gibi,
insanların cinsel gelişimi ne onların fiziksel
olgunlaşmasına başlar ne de onunla sonra erer. İnsanlar
cinsel durum ve kapasitelerini pekâlâ ergenlikten önce elde edebilir ve onu
yetişkinliklerinde de daha çok kazanabilirler. Aynı zamanda yaş
ilerledikçe kapasitelerinde belirli ölçüde azalmalar olur ya da onlara
farklı bir biçimde bakmayı öğrenebilirler. Yıllar geçtikçe
farklı cinsel huylar ve hazlar geliştirdikleri gibi, kimi dönemler
etkinlikleri artar ya da azalır.
Bu değişim, düzeltme ve yeniden
yönelimler, yalnızca doğal biyolojik nedenler sonucu olmayıp,
aynı zamanda değişik kültürel istemleri de karşılar.
Örneğin, kültürümüzdeki insanlar erkek ya da kadın, eşcinsel ya
da kar-şıcinsel, bekâr ya da evli, genç ya da yaşlı olup
olmadıklarına bağlı olarak
çok farklı cinsel ölçülere sahiptirler. Bundan
başka, erkekler ve kadınlar elit bir sınıfa
yükseldiklerinde, küçücük bir taşra kentinden büyük bir kente hareket
ettiklerinde ya da bir ülkeden başka birine göç ettiklerinde,
değişik cinsel tutumları kabule zorlanmış olabilirler.
Toplumlarının beklentilerini ger-çekleştirmeyen kişiler
suçlu ve yetersiz hissedebilir kendilerini, hatta bazı durumlarda cezai
bir kovuşturma riskine girebilir ya da «eski hale gelmeye»
zorlanabilirler. Kişi böyle sorunların tümünden de sakınmaya ve
«normal» bir yaşama varmaya çabalasa bile kendini ansızın büyük
toplumsal hareketler karşısında ve olayların etkisi
altında bulabilir. Nitekim güvenilir gebelikten korunmanın
bulunuşu ve kadının resmi özgürleşim hareketi birçok
başka durağan yetişkinlere, davranışlarını
değiştirmeyi ve yeni cinsel değerler araştırmayı
dayatmıştır.
Kısacası, yaşam varoldukça cinsel
gelişme de varolacaktır ve bu nedenle yetişkinliğin belirli
bir tanımını koymak da olası değildir. Burada
yapabileceğimiz tek şey, yetişkinlerin bugün
karşılaştıkları cinsel sorunlara biraz daha geniş
bir açıdan yaklaşmaktır.
Özel sorunların daha ayrıntılı
biçimde tartışılması bu kitabın ilgili
konularında bulunabilir.
BEKÂR
Resmi ahlakımız yalnızca evlilikle
cinsel ilişkiye izin veriyor ve bundan dolayı genç erkek ve
kızlar, evlenmeleri için toplumun yoğun baskısıyla
karşılaşıyorlar. Gerçekte bugün eskisinden daha fazla insan
evleniyor, ancak bu olgulara karşın evliliklerin üçte biri de ABD'de
boşanmayla sonuçlanıyor. Boşanan erkek ve kadınlar
çoğunlukla evlilik için yeteneksiz kişiler oldukları ya da
evlilik kurumunda bazı yanlışlar olduğu kanısına
varmıyorlar. Tersine, çoğu mutlu bir evlilik sürdürmeyi
amaçlıyor; ancak iyi bir eşle. Böylece iki ya da üç, hatta dört ya da
beş kere evlenip boşanan insanlar oluyor yaşamlarında.
Özcesi, toplumumuzda hemen hemen evrensel ve sarsılmaz bir
inanış var şimdilerde: Herkes evlenmeli ve evlilik yalnızca
cinsel işlevi içermeli.
Eskiler hiçbir zaman bu inançta
olmamıştır. Gerçekte 19. yüzyıla değin belirli
sayıda insana evlilik için uygun olmadığı gözüyle
bakılırdı. Bu iş için desteklenmeyenlerin evlilikleri
çoğunlukla yasayla engellenirdi. Böyle resmi bir engelle yüz yüze gelmeyip
de uygun bir eş bulana değin evlenmeyi bile-
rek istemeyenler de vardır. İşte
birçok anababa da kızlarından en az bir tanesinin
yaşlanınca kendilerine bakması için evde kalmasında
ısrar ettiler. Bu sırada anababa ölüp de kızlar da çoğunlukla
herhangi bir koca bulma umudunu yitirince, evde oturmaktan başka çareleri
kalmıyordu. Bununla birlikte, onlar hakkında her zaman kısmetine
küsmüş, geçmişin evde kalmış kız ya da erkekleri
biçiminde bir sonuca varmak yanlış olacaktır. Her şeyden
önce, bütün olarak evlilik bugünkünden çok daha az romantizedir. Bundan
başka, bekâr olan yetişkinler, eğlenceler ve aile
yaşamının rahatından yoksun değildir. Geleneksel
geniş bir aile; çocukları, anababaları, dedeleri, büyükdedeleri,
uzak yakın akrabaları ve hizmetçileri içerirdi. Böyle bir ev
halkında evlenmemiş erkek ve kadınların odası
vardı. (Geniş aile üzerine daha ayrıntılı bilgi için
«Evlilik ve Aile»ye bakınız.)
Bugün de tek başına yaşayan birçok
yetişkin vardır. Bu yaşam kimi zaman çok renksiz,
baskıcı olurken, kimi zamanlarda avantajlı da olur. Hatta büyük
kentlerin çoğunda (ABD) bekâr yaşama biçimi çok çekici gelebilir.
Bekâr yetişkinlerin kaldığı, aynı zamanda onların
yemek gereksinmelerini de karşılayan otel ve pansiyonlar, ayrıca
emekliler için huzurevleri, oldukça hoştur ve rahat bir yaşam için
pek yararlı olmaktadır. İşin doğrusu, bu kentler,
kütüphaneleri, müzeleri, tiyatroları, kulüpleri, spor etkinlikleri,
kaplıcaları, lokantaları, kafeleri ile insanlara geniş
olanaklar sunuyor. Bunlardan da önemlisi, kentlerin özgürce yaşanan
cinselliğin her türünü büyük bir sır olarak kendinde
saklamasıdır. Evlenmemiş erkekler ve kadınlar sosyal
faaliyetlerde, partilerde, özel tek kişilik barlarda olduğu gibi
(damsız barlar) gazete ilanlarıyla bile bir araya gelebiliyorlar.
Onlar uzun ya da kısa bir süre birlikte yaşayabiliyor, sonra
ayrılıp çok fazla zorlukla karşılaşmaksızın
yeni eşler bulabiliyorlar. Bunların tümü eşcinseller kadar
karşıcinseller, yaşlılar kadar gençler, boşanmış
ya da dul olanlar kadar hiç evlenmemiş olanlar için de böyledir.
Kısacası, en azından cinsel olarak dünyadaki olası tüm
şeylerin en iyisiyle karşılaşabildiği ya da
yaşadığı söylenebilir, modern bekâr yetişkinlerin.
Oysa birçok durumda bu izlenim
aldatıcıdır. Örneğin banliyölerde, küçük kent ya da
kırsal birimlerde yaşayan bekâr yetişkinlerin, hele orta
yaşlara da yaklaşmışlarsa, cinsel bakımdan
şansları oldukça sınırlanmıştır.
Büyük kentlerde, bir de komşularıyla
açıkça cinsel ilişkiye girmemesi ölçüsüyle davranılırsa,
yaşlı erkek ya da kadınların da oldukça
zorlandıkları görülüyor. Bununla birlikte bazen bir emekli
maaşı ya da başka mali olanaklarını yitirmesi
anlamına geldiğinden, bir çiftin evlenmekten başka bir çözümü
kalmıyor.
Böylece bugün birçok yaşlı çift resmen
bekâr görülmelerine karşın birlikte yaşıyor. Ne yazık
ki sonuç olarak bu çiftler birkaç olumsuzluğa da katlanıyorlar. Bekâr
bir kişi, çok kere daha fazla vergi verip evli birinden daha zor bir
iş buluyor. Eğer aday, bir de eşcinsel ise o zaman iş
arayanın vay haline. Bundan başka, ABD'nin çoğu eyaletlerinde
modası geçmiş seks yasalarına göre tek başına
yaşayan yetişkinlerin herhangi bir cinsel ilişki kurması
teknik olarak (yani kağıt üstünde) suç oluşturuyor ve bu nedenle
onlar sert bir ceza ve mahkumiyet tehdidi altında yaşıyor.
(Karşıcinseller de dava konusu olmakla birlikte, en çok
eşcinseller katlanmak zorunda kalıyor bu yasalara.) Ve nihayet birçok
yetişkin, devamlı hastalık, bozukluk, sakatlık ve
başka bedensel olumsuzluklardan dolayı tek başına
yaşamak zorunda kalıyor. Bir kısmı da hâlâ cinsel
yetersizliği ya da alışılmamış eş olarak
duyumsuzluk yaratacak cinsel ilgilerinden dolayı böyle
yaşıyorlar. Bu tür yetişkinler çok mutsuz bir yaşam
sürebilirler. Kimileri de ancak fahişelerde bir doyum bulabiliyor, ancak
burada da gene yasalar ve polis dikiliyor karşılarına.
EVLİLİKTE CİNSEL UYUM
Birçok erkek ve kadın, evlilikte cinsel
görevlerini yerine getirme yollarını arıyor. Bununla birlikte,
hepsi bu işi istenildiği gibi gerçekleştirmiyor. Bu yüzden
sürekli cinsel ilişki, büyük sabır, hoşgörü ve
alışılmış çabalar istiyor. Yani evlilikte otomatik
olarak mutluluğu sağlayıcı herhangi bir şey yok
elimizde.
Bunun için insanların kendi cinsel ilgi ve
yeteneklerini gerçekçi bir anlayış temelinde geliştirmesi önem
kazanıyor. Böyleleri aynı zamanda eşlerini de düzeltme olgusunu kabul
etmelidirler. Bundan başka, her çift, en azından evlilik
yaşamının fiziksel görünüşlerine ilişkin temel
olaylara ya da onun pratiğe dayanan bir bilgisine gereksinim duyar. Cinsel
ilişkinin değişik biçimleri, gebelik, doğum, gebelikten
korunma... gibi.
Kendi kendilerini evlilik için hazırlayan
çiftler de çok acılı ve kötü deneyimler yaşayabilirler.
Kültürümüzde (ABD) siyasal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu
olarak kadın ve erkeğin toplumsal rolünde çok hızlı
gelişmeler oluyor. Geleneksel erkeksilik ve kadınsılık
kavramları giderek daha kuşkulu bir durum alıyor ve bu da
evlilik tartışmalarının bir başka
kaynağını oluşturuyor. (Aynı zamanda «Kadın ve
Erkekğin Toplumsal Rollerine bakınız.) Tartışma,
kendisini bir bozulma ya da normal cinsel tepkilerin tıkanmasıyla da
gösterebilir. Böylece kendi başat statüsünden korkmaya başlayan erkek
ya da erkeğin başatlığına gücenmeye başlayan
kadın, cinsel bakımdan yetersizleşebiliyor. Bazen (bir
uzmanın yardımı dışında) yeniden eski cinsel
ilişkileri kurabilmek için bilinen şeyleri öğrenme durumu söz
konusu olabiliyor.
Çağımızda başka bir olası
düş kırıklığı da zihnin cinsel yeterlik ve
'başarım' üzerine çalışmasıdır. Bugün evli
çiftler (herkeste olduğu gibi), seksin tam esrime yolundan geçtiğini
ve ancak böyle düzenli bir esrimenin evliliği değerlendirdiğini,
herkesin bütün zamanının güzel ve romantik olabileceğini anlatan
katı bir ticari propaganda engeliyle karşı karşıya
bulunuyorlar. Oysa gerçek yaşam hiç de öyle görünmüyor. Örneğin
çiftler, evlenmeden önce birlikte yaşamadıkları sürece kimi
zamanlar birbirleriyle olmak istiyorlar. Bu durumda pekâlâ tutkuyla ve sık
sık sevişebilir, ancak evlendikten sonra birkaç ay ya da
yılllarca tam alışılmış bir doyuma
ulaşamazlar. Karı ve kocanın aynı zamanda cinsel itilerinin
yoğunluğu farklı olabilir. Evliliiğin ilk zamanlarında
cinsel ilişkide en büyük cinsel hareketi kocanın göstermesi
sıkça rastlanan bir olaydır. Daha sonra karısı bazı
yargılarını yitirip daha güven duymaya
başladığı zaman durum pekâlâ tersine dönebilir. Hatta
birçok erkek orta yaşlara yaklaştığında cinsel
kapasitesinde belirli bir azalma gözleyebilir. Böyle bir düşüş seyrek
de olsa biyolojik nedenlere dayanabilir, ancak çoğunlukla bu olayın
insanın iş yaşamı, fiziksel güç yitimi üzerine belirsiz bir
kuruntu, imgelem eksikliği, can sıkıntısı ve
alışılmışlıkla ilgili olduğu
açıktır. Öte yandan bir kadın da menopoz döneminde istenilmeyen
gebeliklerin getirdiği tüm üzüntülerden sonunda kurtulduğunu hisseder
ve böylece cinsel bakımdan her zamankinden daha etkin olabilir.
Evli çiftlerin yaygın olarak cinsel
ilişki teknikleri ve sıklığı üzerine
uyuşmazlığa düştükleri görülür. Bazen böyle
uyuşmazlıklar yaradılıştan gelen bir
farklılıktan da çıkabilir. Bununla birlikte kimi zamanlarda bu
farklılıklar iffet taslamak ya da bilgisizlikten kaynaklanabilir.
Ayrıca başka durumların daha karmaşık nedenleri
olabilir. Örneğin seksi, cinsel olmayan sonuçlar için kullanmak isteyen
kadın ve erkekler vardır. Böyleleri eşlerini cezalandırmak
istedikleri için cinsel ilişki kurmak istemezler, ya da onu yalnızca
bazı özel isteklere karşılık olarak kabul edebilirler.
Sonuçta, bu tür bencil davranışların kendini savunmak için
yapıldığını söylemek bile gereksiz. Aynı zamanda
bazı çiftler de birbirlerine, gerçek arzu ve duygularını
iletmekten korktukları için cinsel zorluklarla yüzyüze gelirler. Bunun bir
sonucu olarak çiftler tek ölçülü bir ilişki tutturarak kabuğuna
çekilirler. Bu tutum sonucunda ortaya çıkan büsbütün tekdüze yaşamla
birlikte eşlerin cinsel ilgileri de yavaş yavaş yok olur. Öte
yandan evliliğinde bulamadığı ölçüde yüksek cinsel doyum ve
tercihi, ansızın kazanmış görünen kişiler de
vardır. Eşleri tarafından yalnızca alay konusu olan ya da
reddedilen bazıları da değişik sevişme
yollarını dener durur ve sonunda hızla artan bir
umutsuzluğun içinde bulurlar kendilerini. Bir kısmı da kendini
hâlâ evlilik dışı işlerde yeni bir heyecan
arayışı içinde görür. Bunlar ve benzeri gelişmeler
evliliği belirli bir gerilime itici ya da sarsıcı bir rol
oynayabilir ve bazı durumlarda eşler kendilerini artık işe
yaramaz biri gibi görürler. Aslında birbirleriyle hâlâ ciddi olarak
ilgileniyorlarsa, bir uzmanın yardımıyla evliliklerini
rayına oturtabilirler. (Aynı zamanda «Cinsel Uyumsuzluk»a
bakınız.)
Evli eşler çocuk sahibi oldukları zaman
yeni cinsel düzenlemeler yapmaları gerekir. Örneğin gebeliğin
ileri aşamalarında ve kimi zamanlar bebeğin doğumundan
sonra cinsel birleşme yaklaşımlarını ve öteki cinsel
ilişki biçimlerini tümden değiştirmek zorunda olabilirler. (Bkz.
«Gebelik», «Do-ğum»ve «Karşıcinsel İlişki»).
Anababalık rolü az sonra yeni bir meydan okuma
biçimiyle karşılaşabilir: Artık çocukların da cinsel
olarak kabul edilip cinsel eğitimden geçirilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte birçok anababa, çocuğun
cinselliğinden öyle bir rahatsızlık duyar ki, sırf bu
yüzden, özgürce ve açıkça bir cinsellik konusunu tartışamaz
onunla. Çocuk büyüdükçe anababası yaşlanır, bu arada eskiyi
hatırlayabilirler, derin baskılar bu arada tartışılır
ve böylece yeni bir cinsel kuruntu yaşanır. Birçok anababa bu nedenle
çocuklarının cinsel çekicilik ve olgunluğa
yaklaşımına ilişkin karışık duygular besler.
Burada bir kez daha uzmana danışmak çok yararlı olabilir.
(Aynı zamanda «Cinsel Eğitim»e bakınız.)
Şimdiye değin anlatılanların
hiçbiri evlilik ve anababalığı ödüllendirme
anlayışı vermez. Tam tersine, burada belirtilen tüm evlilik
tartışmaları kişisel gelişim için şans
taşır». Hatta bunlar bir güç kaynağı olabilir ve böylece
daha dolu ve anlamlı bir yaşama yardım eder. Sertlikten
kaçınan ve birbirle-
rini istismar etmeyen çiftler
mutluluklarının sürmesini pekâlâ evlilikte bulabilirler. (Daha
ayrıntılı bir evlilik tartışması için «Evlilik ve
Aile»ye bakınız.)
SEKS VE YAŞLILIK
Cinsel etkinlik, önceleri gençlere özgü bir
ayrıcalık olarak görülürdü. Kadınlar, menopozdan sonra cinsel
heveslerini yitireceklerini sanır, erkekler de orta
yaşlarının sonlarına doğru erkekliklerinin hızla
geri çekilişine boyun eğerlerdi. Oysa modern seks
araştırmaları bu varsayımların yanlış
olduğu-
nu ve insanların cinsel etkinliklerinin
yaşlılıkta da iyi bir biçimde sürebileceğini
göstermiştir. (Bkz. «Erkeğin Cinsel Tepkileri» ve «Kadının
Cinsel Tepkileri».)
Bununla birlikte birçok kişi sonraki
yıllarda cinsel itilerinde tedrici bir zayıflama gözlerler. Bazen,
kimi hobilere dalma, mesleksel başarılar, torun sahibi olma
anababalık sevinci gibi başka şeyler bir kişinin sekse
karşı ilgisini azaltabilir. Aynı zamanda, yaşlılar da
salt cinsel eş aramada sıkıntı verici ve kişiliği
zedeleyici yanlar bulurlar. Bazı insanlar da fiziksel güç yitiminin,
cinsel yaşamlarının sonuna işaret ettiğini
düşünür ve böylece varolan isteklerinden bile vazgeçerler. Özcesi,
insanlar kendi cinsel zevklerini biyolojik koşulların
zorlamasından çok daha önceleri yadsırlar, köreltirler.
Birçok bakımdan talihsizliktir bu. Cinsel
ilişki, yaşlılara özsaygılarını ve güvenlerini
korumaya yardım edebilir. Aynı zamanda yaşama bakışta
ilgilerini yenilemeyi ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlayabilir ve
böylece onların erkence yaşlanmasını önleyebilir.
Yaşlılıktaki zayıflığın ve belirli bir güç
yitiminin cinsel doyuma bir engel olmaması gerekir. Dahası, bedensel
sorunlar hormon ve öteki tedavi biçimleriyle hafifletilebilir.
Yaşlı erkek ve kadınların
cinsel etkinliklerinin sürmesinin nedenleri çoğunlukla psikolojiktir.
Bununla birlikte, cinsel özgürlük için değişik belirli
çağdaş hareketlerin de yaşlılık üzerinde er geç etkisi
olacak ve kişilerin yeni cinsel tutumlar geliştirmesini
sağlayacaktır. (Aynı zamanda «Cinsel Baskılar»a
bakınız.)