İNSANIN CİNSEL DAVRANIŞI

Bugün «insanın cinsel davranışı» terimi öylesine alışılmış, öylesine yaygın bir kullanım alanı bulmuştur ki, bu terimin bilinmediği bir zamanı düşlemek bile çok zor olacaktır. İnsan ırkı her zaman iki cinsiyetten oluşmuş ve bunlar her zaman birbirini çekmiştir. Gerçekten bu iki cinsiyet, yani erkekle kadın cinsel ilişkide bulunarak yeni canlıların doğum heyecanını yaşamışlardır. Öte yandan biz, onların çoğunun yaptıklarının bilincinde olduklarını varsayıp, bu bağlamda insanın cinsel davranışı üzerine konuşmaya başladığımızda, insanlığın kendisi kadar eski ve basit evrensel bir kavramı irdeliyor görüyoruz kendimizi.

Bununla birlikte halkın, her zaman kesin olarak, yaptığı şeylerle düşündüklerinin, her zaman aynı doğrultuda sonuçlanmadığı görülüyor. Gerçekten de, herhangi bir tarihçi ya da antripolog, insanın en temel «yaşam olgularının» algılanmasının bile belirli bir zaman ve yerden, bir başka zaman ve yere göre büyük değişiklikler gösterdiğini bilir. Aynı zamanda dilbilimciler ve görünürde basit sözcüklerin çoğunlukla öteki dillerde tam karşılıklarının olmadığını ve de yıllar geçtikçe bunların anlamlarında büyük değişiklikler olacağını bilir.

Bu, özellikle «cinsiyet» ve onun türevleri için de geçerlidir. Biz, eski ve ortaçağlarda halkın, erkek ve dişi organlar ve cinsel birleşme üzerine düzinelerle, hatta yüzlerce sözcük kullandığını biliyoruz. Aynı zamanda bereketli olmaktan ve «kendi kanlarını, canlarını» sürdürmekten söz ettiklerini de biliyoruz. Öpmenin, kucaklamanın ya da bir kişiyi okşamanın ne anlama geldiğini iyi biliyorlardı onlar. Aynı zamanda duyusal hazza, bedensel uyarımlara ve heyecana yabancı değillerdi. Aşktan, arzudan, sevgiden, sevecenlikten, tutkudan, duygusal şiirlerden, sevdadan, aşk tanrısı Eros, Cupid ve Tanrıça Venüs'ten gurur ve coşkuyla söz ederlerdi. Kimi kadın ve erkekler de vücutlarını çırılçıplak göstermekten ya da çıplakları seyretmekten hoşlanırdı. Kimileriyse cinsel arzularını bastırmayı denediler ve şehvetin, uçarılığın, sefahatin ve zamparalığın ya da arzu ve baştan çıkmanın şeytan işi olduğu üzerine ahkâm kestiler. Kimileri «cenabetliğe», «kirlenmeye», «tohumunu ziyan etmeye» karşı başkalarını uyardılar. Kimileri, şehvet düşkünlüğünü, hayvani eylemleri Tanrıya ve doğaya karşı işlenen günahları kınarken, iffet, örtünme, cinsel perhiz ve bekareti övdüler. Ama biraz yakından inceleyince atalarımızın tüm bunları bir tek «cinsel davranış» kavramında özetlememiş olduklarını görüyoruz. Bütün bu farklı insan deneyimlerinin, eylem ve tutumlarının aynı kaynaktan fışkırdığını görmedikleri gibi, bunların birbirleriyle ilişkili olduklarının da ayrımında değillerdi.

Aynı zamanda insanlar, güdülenimlerinin geniş yelpazesi içinde kendine özgü bir «cinsel itki»nin varlığını da ayrımsayamıyorlardı. Bilim öncesi düşüncede, insan yaşamı da henüz belirgin bir bölümleme içinde değildi. Bedensel işlevler ne ayrı ayrı sınıflandırılıyor ne de bedensel gereksinimlerin farklı türleri arasında keskin bir ayrım yapılıyordu. Erotik itkiler (impulse) bir anda parlayıp sönen ruh hali gibiydi. Arasıra cinsel ilişkide bulunmak, okşamak ya da sevişmek kendi doğrultusunda özerk bir içgüdü olarak görülmeyip, insanın genel durumunun oldukça küçük bir yönü olarak değerlendiriliyordu. Erkek ve kadın, yaygın bir deneyimi paylaşıyordu. Her dem birlikteydiler, bir dünyanın insanlarıydılar; sonsuz bir tasarının müteva-zi öğeleriydiler, «büyük bir yaratılmışlık zinciri» ile birbirlerine bağlıydılar. Aynı tanrısal yasa, yıldızları, mevsimleri, ölüleri ve yaşayan organizmaları yönetiyordu. Her şey, bir şeylerle bağlıydı birbirine. Bütün normal yönetimler, aynı sürekliliğin bir parçasıydı ve bu nedenle onlara bir kendine özgülük, bir karakter kazandırmanın çok az nedeni vardı.

Bu, «cinsel davranış» ifadesinin, neden modern çağlara değin herhangi bir Batı dilinde ortaya çıkmadığını açıklayabilir sanırım. Kutsal Kitabın herhangi bir yerinde geçmez; Homer'den Dante'ye, Shakespeare, Racine ya da Gothe'ye kadar klasik Avrupa yazarlarınca bilinmezdi. İşin doğrusu, tek başına «cinsel» sözcüğü bile günümüzden ancak birkaç yüzyıl öncesine dayanır ve bugünkü anlamsal çeşitliliğini aşamalarla kazanmıştır. Başlangıçta dar anlamda ve salt teknik bir deyimden başka bir şey değildi ve basit anlamda, erkek ya da kadın olmayı açıklamaya yönelikti.

Kuşkusuz sıfat olarak «cinsel»in ortaya çıkmasından önce «cinsiyet»in ad olarak bilinmesi gerekliydi. Bu deyim, ilk kez 1382'de İncilin Latinceden ingilizceye çevrilmesiyle kazanıldı. Din reformcusu John WycIiffe'in esin kaynağı olan bu ünlü çeviride Tanrı, Nuh' tan, her hayvan türünden bir çift almasını buyuruyordu, «erkek ve dişi cinsiyette» (Yaradılış 6: 19). Burada «cinsiyet» sözcüğü, basit olarak cins, çeşit, küme, sınıf, tip, ırk ve soy anlamındadır. Gerçekten de «cinsiyet» sözcüğü 18. yüzyıla değin bu anlamda kullanıldı. Tıpkı «mezhep» sözcüğü gibi. Yani izleyiciler grubu, tarikat, hizip, akım, ekol gibisinden bir anlamda kullanıldı. Artık, herhangi biri aynı deyimi «büyük ve küçük cinsler», «yeni bir cinsiyet» ya da «ardıç kuşlarının türü» gibi değişik anlamlarda kullanabilirdi. 19. yüzyıla değin «cinsiyet», «kadınlar» (dişi cinsiyet) sözcüğüne eşanlamlı ve hatta birisinin ya da bir şeyin erkek ya da dişi cinsiyetten olması anlamını karşılamak üzere «cinselleş-mek» fiili olarak kullanıldı. (Latince «sexus» sözcüğünün kökeni için bakınız: «Cinsel Farklılaşma Süreci»)

Aynı nedenle, «cinsel» sıfatı da bazı türlerin sınıflandırılmasından başka herhangi bir şey dile getirmeyen birkaç sınırlı kullanım alanı bulmuştu, işin doğrusu, sözcüğün anlamının genişletilerek aynı zamanda üreme sürecine ilişkin bir kullanım kazanması, 18. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu da kısmen bilimsel ilerlemenin bir sonucudur. Örneğin, 1735 yılında İsveçli bitkibilimci Linne, «Cinsiyetler Yöntemi» (Methodus Sexualis) dediği bir sınıflama geliştirdi. Türleri sınıflandırma yöntemi ya da sistemi diyebileceğimiz bu yönteme göre bitkiler, üreme yapılarının sayısına ve niteliğine göre sıralanıyordu. Bugün artık kullanılmayan bu yöntem, dönemin bu işe aklı erenini de, ermeyenini de büyük ölçüde etkiledi. Bununla birlikte, oldukça tuhaf karşı çıkışlar da vardı. Bir çiçekte birkaç dişi organla (pistil) bir erkek organın (sta-men) birarada bulunmasının Tanrının işi olduğunu savunan dinsel liderler, Linne'nin yöntemine şiddetle saldırdılar. Onlara göre bu, düpedüz Tanrı buyruğunu ve onun sistemini ayaklar altına alan deli saçmasından başka bir şey değildi. Linne'nin sınıflandırmasını, körpe öğrencilerine anlatmamaları için biyoloji öğretmenlerinin de kulakları büküldü.

Bugün bizim bakış açımızdan bu ahlak şampiyonlarını alaya almak kolaydır, kuşkusuz. Ama karşı çıkışları bir dereceye kadar anlaşılır şeylerdi. Onlara göre, Linne ve öteki bilimadamları, doğayı «cinselleştiriyor» ya da bir başka deyişle her bir bitkinin tek yaprağının gelişimine bile kösnül (şehvani) bir amaç yüklüyorlardı. Bu suçlama haksızdı. Ayrıca çalışmalar genelde, geçerli bir izlenim bırakmaya başlamıştı. Biyolojik ve tıbbi araştırmaların hızla ilerlemesiyle yaşamın daha çok alanlarında korkusuz bir araştırma içine girildi; anatomiler ve davranışlar karşılaştırıldı; önceleri hiç kimsenin farkına bile varmadığı ilintiler kuruldu. İnsanlar bir kez güller ve fulyaları cinsel yaratıklar gibi düşünmeye başlamıştı, cinsellik kavramının bütünüyle yepyeni boyutlar kazanmasıyla, cinsellik birdenbire kapsamlı bir nitelik kazanmıştı, ne var ki bu kavrayış, gençlerin körpe dimağlarında kötü etkilere yol açtığı gerekçesiyle sınırlandı. (Ne denli gariptir ki, bir süre sonra ahlakçılar bile genişleyen bu görüşlerden etkilenerek insan üretimini, çocuklarına «kuşlardan, çiçeklerden ve arılardan» söz ederek anlatmaya başladılar.)

Her nasılsa çok dar ve yansız cinsellik kavramının genişlemeye başlamasına, Linne'nin 'sınıflandırma sistemi' çevresinde yoğunlaşan tartışmanın önemli katkıları olmuştur. Tartışma, artık yalnızca cinsleri kapsamakla kalmıyor, aynı zamanda döllenme süreci ve onunla ilgili değişik bedensel ve ruhsal tepkilere değin uzanıyordu. Böylece sonraki 150 yıl içinde çok sayıda yeni ve her biri kendine özgün ifadeler ortaya çıkarak hızla birçok Avrupa dillerinde kullanılmaya başlandı. İngilizce, aslında bu dillerden herhangi birinde görülen genel eğilimi yansıtır. Örneğin, Oxford'un «İngilizce Sözlük»ü aşağıdaki terimleri ilk olarak yanlarındaki baskı tarihlerinde kullanmıştır: Cinsel ilişki (1799), cinsel işlev (1803), cinsel organlar (1828), cinsel istek (1836), cinsel içgüdü (1861), cinsel dürtü (1863), cinsel eylem (1888) ve cinsel ahlaksızlık (1911).

İşin bir ilginç yanı da bu ifadeler sırasıyla kullanılmaya başladıktan bir süre sonra kendi kendilerine anlamları da genişledi. Örneğin «cinsel organlar» terimi başlangıçta yalnızca dişi ve erkek «cinsiyet organlarını» dile getiriyordu (yani anatomik olarak ayrı ayrı bilinen organlardı). Ancak bir süre sonra erotik zevk veren duyarlı noktalar da bu terimin kapsamına girdi. Sonuç olarak, bu organları uyaran çok yakın herhangi bir davranış da «cinsel» olarak tanımlanabiliyordu. Bu nedenle aynı temel anatomik yapıyı paylaşan aynı cinsler arasında «cinsel» teması konuşmak da doğal hale geldi.

Bundan başka 19. yüzyılın başlarında bilimsel tartışmalarda yepyeni bir terim olarak «cinsellik» boy gösterdi. Bu terim de başlangıçta erkek ya da dişi niteliği olan anlamıyla sınırlıydı. Birkaç on yıl sonra cinsel konularla ilgili zihinsel çaba anlamında kullanıldı ve sonraları erotik duygular yeteneği ya da cinsel güçlerin etkisi anlamına ulaştı. Özcesi, o görecelikten daha mutlak bir terim haline geldi. Böylece 1880'lerde bu terimle bir kişinin cinselliği bütünüyle özel bir olay olarak tartışılabilirdi. Bu olgu salt erkeksi ya da kadınsılıktan daha geniş bir anlam ifade ediyor ve esasen her zaman kadın ve erkekle ilintisi olması da gerekmiyordu. Herhangi bir cinsel çekicilik ya da herhangi bir üreme süreci bunu dile getirmezdi. Artık kendi kendine doyum bile 'cinsel' davranış olarak yani, birinin «cinselliğinin» bir dışavurumu olarak kabul edilebilirdi.

Yüzyılımızın başlarında ve ruhçözümleyici düşüncenin artan etkisi altında cinsellik kavramı daha kapsamlı bir konum kazandı. Artık yalnızca erotik zevkleri kovalama ve dölleme anlamlarıyla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda aşk ve kişisel doyumlara gereksinimi de içeriyordu. Yani yaşamı tutkuyla isteme. Erkek ve kadının cinselliği, artık insanın yerine getirebileceği cinsel tepkileri açısından onları, kişiliklerinin temel ve kapsamlı bir karakteristiği, duygularının ve etkinliklerinin tam tamına önemli bir görünümü olarak değerlendiriliyordu. Hatta Freud ve izdeşleri insanın hemen hemen bütün etkinliklerinin altında bir cinsel öğe olduğunu ileri sürdüler ve bunu birincil bir içgüdünün dışavurumu ve temel, güçlü içsel «itki»nin bir görünümü olarak tanımladılar.

Kendi doğrultusunda doğal bir güç olarak insan «cinselliğinin keşfi ve bu anlam kaymalarının, halkın kafasında yarattığı düşüncelerde belirgin değişiklikleri yansıttığından hiç kimsenin kuşkusu yoktur sanırım. Yine de ortaçağın sonundan bu yana Avrupa'da yaşam biçimi her zamankinden daha hızlı ve köklü dönüşümler geçirdi. Feodal ekonomiden kapitalist ekonomiye geçiş, ticaretteki büyüme ve teknolojik gelişmeler, yeni tutumlar, alışkanlıklar ve ahlaksal değerler getirdi. Yükselen orta sınıf ya da burjuvazi, o zamana değin görülmedik ölçüde disiplin, denetim ve özveriyle kendini eğitti. Etkin olma, dakiklik, üretkenlik ve kâr, her yerde yeni idealler olarak değer kazanıyordu.

İnsan vücudu, olası en akılcı ve düzenli bir biçimde işlemesi gereken bir makine gibi görülüyordu. Böylesine pürüzsüz işlevlerle çatışan kendiliğinden fiziksel tepkiler ve istekler acımasızca baskı altına alındı, israf ve avarelik hoşgörülemezdi. Aşk bile bir yol, bir amaç olarak -çocuğun yaratılması- aklanmak zorundaydı. Yani yeni yeni işçiler, askerler ve toplumun 'işe yarayan' öbür üyeleri yetişmeliydi aşklarla. 18. yüzyılda, kendi kendine doyum, sağlığa karşı ciddi bir tehdit olarak görüldü. Büyüyen erdem taslama hastalığı, kadınları hem kendilerinden hem de birbirlerinden soğuttu. Bu tutumların sonucu olarak 19. yüzyılın ortalarında vücudun her tür doğal işlevi tam bir tabu haline geldi. İşin garip yanı, boyun eğdirme, sömürü ve vücuttan korkma, dikkatleri sürekli «cinsel» nitelikler üzerinde yoğunlaştırı-yordu. Ancak insanlar kendileriyle ne denli çelişirse çelişsin, vücutları ten-

sel haz duyma ve «yararsız» görülen esrime yeteneğini sürdürüyordu. Gerçekte, insanların haz ve esrimeleri ne denli kınanırsa, onların bu konu üzerine düşkünlükleri de o denli artar. Demek ki tehlike her yerdedir, bunun için herkes kendine iyice gözkulak olmalıdır. Sonuç olarak, iffet taslama hastalığı arttıkça, yasaklanmış beden ve işlevleri güçlü, gizli bir sabit fikir haline gelir. Nitekim Viktorya dönemindeki insanlar her yerde 'seks' görür ve ararlardı.

Onlar aynı zamanda duyusal ve erotik sözler dünyasının giderek daraldığını ve kısırlaştığını ayrımsadılar. Ortaçağ İngilizce, Fransızca, Almancası-nın cinsel organlar, vücut işlevleri ve sevişmeye ilişkin fantastik değişikliklerinin yerini yavaş yavaş utangaç bir kibarlık ve anlaşılmaz bir görünümle eski Yunan ve Latince terimler aldı. Zengin bir anlatımı olan konuşma dili, «kaba» ve «iğrenç» bulunarak bastırıldı. Sonuç olarak bütün aynı anlamsal alanı karşılamak üzere «kabul edilebilir» birkaç sözcüğü öteye beriye çekiştirmek gerekiyordu.

Böylece «cinsel» sözcüğü henüz yaratılan terminolojik boşluğu doldurarak basit, belirgin yeni anlamlar kazanmayı sürdürdü. Çağdaş Avrupalı ve Amerikalılar, önceki dönemlerde konuştukları ayrı ve birbiriyle bağlantısı olmayan olayları karşılamak üzere tek seçeneğe sahiptiler: 'Seksüel' sözcüğünü kullanmak. Böylesine bir kullanım belirli bir süreç içerisinde insanların bilinçlerinde etki bırakmadan kalamazdı. O zaman da toplum, önceleri pek «safiyane» ya da cinsellikten bağımsız görünen her tür davranışta, cinselliği çağrıştıran alışkanlıklar edindi. Başka bir deyişle, kadın ve erkek birbirlerine karşı son derece duyarlı ve aşırı cinsel bir tutum geliştirmeye başladı. Algılamadaki bu değişim basit bir örnekle de tanımlanabilir: Kadın ve erkek karışımından oluşmuş tedavilerinde, pek çok kişilerarası sorunların cinsel kökenli olduğu biçimindeki tanı, modern psikiyatrislerin ortak kanışıdır. Bununla birlikte, bu ortak sorunlar, tüm kadın ya da erkek gruplarında oldukça farklı bir biçimde tanımlanır. Burada cinsel görünüm çok önemli sayılmaz ve grup tedavisine katılanlar başka bir açıklama arayışına girerler. Aynı zamanda, modern bir gözlemciye cinsellikten başka hiçbir şey çağrıştırmayan kimi durumlarda, sözde ilkel diye nitelenen pek çok insan herhangi bir cinsel öğe bulamaz. Bu, cinsel doyuma büyük önem veren insanlar için de geçerlidir. Bu insanlar davranışlarını dallandırıp budaklandırmadan ve onlara başka anlamlar ya da simgeler yüklemekten çok uzaktırlar. Böylece, cinsellik onlar için önemli bir durum olmakla birlikte, onu kendileri için sınırlı bir konu haline getirirler.

Aynı sorun Batı toplumunda «cinsel» etkinlikle yüzyüze gelen gençler için de söz konusudur. Onlar, bu etkinliklerin çoğunu «cinsel» olarak görmezler bile. Dahası, yetişkinlerin bu konu üzerine yorumları yavaş yavaş ve çoğu kez isteksizce kabul edilir.

Bu ve benzer gözlemler, her yerde cinsel simgeler aramak ve her şeyi kapsayan temel bir güç olarak tasarlamak için özel bir düşünce biçiminin olması gerektiğini gösterir. Dahası, bu düşünce biçimi, temelde duyusal haz için daha büyük bir yetenek ya da daha güçlü bir aşk yaşamını yansıtmaz. Gerçekte, pekâlâ körelmiş ya da yoksullaşmış bir duyarlıfığın simgesi olabilir. Kafanın cinsel şeylerle yüklü olması erotik eylemle aynı şey değildir: Herhalde konuya dikkatle yaklaşmak yalnızca iffet taslamak olarak görünüyor. İnsanın «cinsel» davranışından söz ettiğimiz zaman, kimi nesnel olayları kolaycacık tanımlamakla sorunu çözümleyemeyeceğimizi hiç mi hiç unutmamalıyız. Böylece bu olaylar üzerinde yoğunlaşan özel bir bakış açısını da seçmiş oluyoruz. Kısacası, belirli öznel (belki de dargörüşlü) bir anlayışı dile getiriyoruz.

Çağımızın meslek dilini gözden geçirdiğimiz zaman yazarın bilimsel ilgi ve geçmiş deneyimine bağlı olarak «cinsel davranış» terimi üzerine üç farklı temel anlam geliştirdiğimizi görüyoruz:

1. «Cinsel davranış» terimi döllenmeyi olası kılan tüm tepki ve eylemlere değin olabilir.

Gerçekte bu, en eski, en basit ve en sığ tanımlamadır. Her yüksek hayvan türünün iki gruba ya da cinsiyete, erkek ve dişiye bölündüğünün ve onların cinsellik ürettiğinin gözlemine dayanır. Yani, erkek ve dişi birbirinden farklı, ama birbirini bütünleyen cinsiyet hücreleri (gametler) üretirler. Yeni yaşam, bir erkek cinsiyet hücresinin bir dişi hücresiyle birleşip onu döllemesiyle gelişmeye başlar. Bu döllemeyi etkilemek için erkek ve dişi bireylerin bir dizi fiziksel hareket ve tepkilerle ayırt edici bir sürece girmesi zorunludur. İşte bu süreç (ya da onun herhangi bir parçası) uygun olarak cinsel davranış diye tanımlanır.

Aşağı memeli sınıfında cinsel davranışlar, kendine özgü fizyolojik bir denetimle düzenlenir. Döllenmenin olası olduğu belirgin dönemlerde dişi ve erkek yaratık, birbirlerine karşı açık davranışsal 'işaretler'de bulunurlar ve böylece sonuçta erkek ve dişi cinsiyet hücrelerinin biraraya gelmesi sağ-

lanır. Örneğin, erkek dişinin üzerine çıkar, cinsel organlar birleşir ve daha sonra döllenmeye yol açmak üzere, erkek, dişinin bedenine boşalır (erkek cinsiyet hücrelerinin dişiye aktarılması). Bununla birlikte, söz konusu süreç ve tepkiler ancak eşlerin tüm gerekli işaretleri karşılıklı olarak göstermeleriy-le tamamlanır. Erkek ve dişi cinsel davranışları, her aşamada, kendilerine özgü yollarla birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirmek zorundadır. Hayvanlar döllenmeyi gerçekleştirmek üzere «programlanmışlardır ama, karşılıklı dayanışma ve birbirlerini güçlendirme olmazsa döllenme yarıda kesilebilir, hatta gelişme tümden durabilir. Bu demektir ki, öteki şeyler arasında söz konusu hayvanların cinsel davranışları içgüdüsel değildir, yani tümden içsel güdülerle yönlendirilmemektedir.

Yüksek memeliler sınıfında cinsel davranışlara ilişkin doğuştan gelen denetimler «başarılı» bir çiftleşmeyi sağlama bağlamak için yeterli değildir, ancak öğrenilerek başarı şansı artırılabilir. Örneğin, daha önce cinsel birleşmeyi hiç görmemiş ya da yaşamamış, bir tür tecrit ortamında yetişen maymun ya da kuyruksuz maymunlar (goril, şempanze, orangutan), ansızın karşılarına çıkan karşı cinslerinin çağrılarını yanıtlayabilme yeteneğine sahip olmalarına karşın, onlarla karşılıklı etkileşimin nasıl gerçekleştirileceğini bilmeyebilirler. Böyle bir şaşkınlığın sonucunda, vücut hareketleri beceriksiz ve yetersiz kalabilir. Sonuç olarak, döllenme meydana gelmez. Dolayısıyla bu hayvanların 'normal' cinsel davranışlarının büyük ölçüde deneyim ve öğrenime bağlı olduğu ortaya çıkar. Dahası, yüksek memeliler sınıfının pek çoğunda cinsel davranışın yalnızca bir yeniden üretim işlevi olmaktan çok, tümüyle çeşitli ve özenle düzenlenmiş hizmetlerden oluştuğunu görürüz. Cinsel davranış aynı zamanda toplumsal uyum ve eşgüdümün sürdürülmesine de yardımcı olur.

Davranışsal örnek en gelişmiş yüksek memeli olan insanda daha esnek ve karmaşık bir durum alır. insan belirli, kesin ve temel cinsel tepkiler yeteneğiyle doğar, ama, cinsel birleşme için hiçbir şekilde kendiliğinden düzenlenmiş değildir. Bu, tümüyle gözlem ve deneyime bağlıdır. Cinsel davranışları aşırı ölçüde değişkenlik gösterdiğinden, döllenme, insanın hiçbir zaman birincil işlevi olamaz. Tersine, bireysel doyum ve değişik toplumsal amaçlar çok daha fazla önem kazanabilir. Özcesi, insanlardan söz ettiğimiz zaman, onların cinsiyetlerini basitçe üremeyle eşitleyemeyiz. İnsanın cinsel davranışı üreme davranışından çok daha geniştir ve bu yüzden yukarıda belirtilenle sınırlı kalmayıp, daha kapsamlı bir tanımlamayı gerektirir.

2. «Cinsel davranış» terimi vücudun «cinsel tepki»sini içeren herhangi bir davranışa değin olabilir.

Bu tanımın, yakın zamanlara değin kullanılagelen oldukça yararlı bir niteliği vardır. Bu, yüksek gelişme düzeyindeki hayvanların eşleştiklerinde 'cinsel tepki' terimiyle özetlenebilen ve kendine özgü bir örnek oluşturan belirgin bedensel değişim sürecinin gözlemine dayanır. Çok sonraları, döllenmenin olası olmadığı durumlarda bile bu tepkinin var olduğu görülmüştür. Böylece kimi hayvanların cinsel organlarının yalnız oldukları zaman ya da kendi cinsiyetlerinden eşlere karşı, ya da öteki türlerin üyeleriyle birleşme (insanları içeren) anında uyarıldıkları görülmüştür. Bunların tümünde de açık bir cinsel tepki söz konusudur.

Yukarıdaki anlamda cinsel davranış yalnızca üreme terimiyle ve erkek-dişi ilişkileriyle açıklanamaz. Gerçekte, bu sözde cinsel davranış «uyarı davranışı», «karşılama davranışı», «yatıştırma davranışı», «güç gösterisi davranışı»... gibi daha farklı ve çok daha iyi bir biçimde tanımlanabilir. Örneğin, kimi maymunlar, bölgelerine izinsiz giren kimi konuklarına bir uyarı olarak sertleşmiş haldeki penislerini gösterir; kendilerini cinsel ilişkide bulunuyormuş gibi selamlar ya da yatıştırırlar. Ya da kendilerinden daha aşağı düzeydeki hayvanların üzerine çıkarak güç gösterisinde bulunurlar. Dolayısıyla böyle davranışlara cinsel dediğimiz zaman salt tanımsal davranıyor ve bunun anlamına ilişkin herhangi bir şey dile getirmiyoruz. Yani, davranışın yalnızca bazı eksik cinsel tepkileri kapsadığından söz ediyor, ama bu tepkinin ne anlama geldiğini belirtmiyoruz. İşin doğrusu bu anlamı kapsamlı bir biçimde sunabilmek için kimi hayvanlar üzerine derin gözlemler yapmak gerektiği de ortada.

İnsanlarda, cinsel davranışın anlamı bu bağlamda bazen çok daha az belirgindir. Böylesi bir cinsel tepki yeteri kadar açık olabilir, ancak temel güdü ve amaç büsbütün bulanık kalabilir. O zaman yaygın bir deyişle, «cinsellik amacından uzak bir cinsellik» gösterildiğini söyleyebiliriz. Gelgelelim, bu amacın ne olduğu üzerine yapılan tartışmalar çoğunlukla çözümsüz kalmakta. Gerçekte, «cinsellik amacından uzak cinsellik» gibi dikkat çekici bir kanı, cinsel davranışı belirleme sorununun bütününü açık bir biçimde yerli yerine oturtur. Bununla birlikte, bu deyim, yüzeysel bir yaklaşımla anlamsız görülmektedir. Bu, tam da, politikasız politika'dan söz etmeye benziyor. Gerçekte her şey «politika»dan ne anlaşıldığına bağlıdır.

Değişik anlamlarına kaynak gösterilmeksizin cinsel davranıştan söz etmenin yararını belirtmeye gerek yok kuşkusuz. Yansız bir kullanım bizi soruna önyargıyla yakaşmaktan korur. Bununla birlikte, bu kullanım, niçin yaptığını açıklamadan önce, yaptığının kapsamlı ve nesnel bir tanımını vermeye çalışan cinsellik araştırmacıları arasında çok tutuluyor. Açıkçası tanım, insanın cinsel davranışının her türünü kapsamakta (kendi kendini uyarım, eşcinsel ve karşıcinsel ilişkiler ve hayvanlarla cinsel temas) ama, aralarında hiçbir hiyerarşik sıralamayı çağrıştırmamaktadır. Dahası, bu eylemlerin her birini yoruma açık bırakmaktadır. Özcesi, yukarıdaki tanımlama, cinselliği, üreme ya da belli bir başka amaçla eş tutmamaktadır. Dikkatleri, ancak eyler türleri arasında ortak olan belli fiziksel tepkiler çekmektedir. Bu tepkiye insanlarda çoğu kez güçlü hazzın eşlik ettiğini biliyoruz.

3. «Cinsel Davranış» terimi haz aramaya ilişkin tüm eylemler ve tepkileri kapsıyor olabilir.

Bu, Sigmund Freud ve onun psikoanalitik kuramınca izlenmiş olan modern ve çok yaygın bir tanımdır. Freud, başlangıçta, bedensel enerjiyle cinsel itinin birleşmesinden oluşan ve sonra insanın tüm yapısal çabası biçimine bürünen «libido» kavramını ortaya attı. Sonunda Freud, insan yaşamına bir bütün olarak iki karşıt temel içgüdünün egemen olduğunu gördü: Eros (yaşam içgüdüsü) ve Thanatos (ölüm içgüdüsü). Bu görüş, onun izdeşlerinin tümünce paylaşılmadı, ancak doğuştan gelen güçlü bir erotik içgüdü ya da dürtü kanısı büyük bir yaygınlık kazandı, hatta modern bilgeliğimizin bir parçası haline geldi. Böylece birçoklarının kafasında 'cinsel dürtü' her türlü arayışın tüm biçimleri yerine geçti. Seks, artık yaşamı güçlendiren ve ona haz veren her güdünün temelini oluşturdu.

Gürdüğümüz gibi, «cinsel davranış» terimini bu içeriğiyle kullandığımız zaman oldukça kapsamlı bir durum çıkıyor ortaya. Bu durumda terim, yalnızca erkek ve kadın arasında aşk yapmanın tüm biçimlerine değil, aynı zamanda insan etkinliklerinin tümüne de ilişkin olabiliyor. Dahası, yetişkinin yemek yemesi, su içmesi, sigara tüttürmesi, dans etmesi, şarkı söylemesi, bisiklet sürmesi, sanat koleksiyonuyla uğraşması ya da bir artisti alkışlamasından, bir çocuğun meme ya da parmak emmesine değin genişletilebilir bu terimin kullanım alanı. Biraz daha ileriye götürürsek: avlanmayı, güreşmeyi, eksrim çalışmayı ya da silah kullanmayı bile kapsayabilir. Bu durumların tümünde tek sorun, güdülenmenin tek olmasıdır. Eğer davranış haz duyma isteğiyle güdüleniyorsa, eksikliğini duyduğu bir şeyi tamamlamak amacıyla bir bireyin iç gereksemelerince harekete geçiliyorsa, onu doyuma ulaştırıp huzur veriyorsa, onun canlı olma duygusunu artırıyorsa, o zaman davranış açıkça cinseldir.

İşin doğrusu, insan, aşk üzerine düş gören ya da simgesel, anlaşılmaz bir biçimde erotik fanteziler yaşayan kişilerdeki cinsel davranışlar üzerine konuşabilir, hatta konuyu daha da derinleştirebilir. İnsan, aynı zamanda «cinsel dürtü»nün kimi erkek ve kadınlarda yasaklandığı, saptırıldığı ya da bozulduğunu ve onların bu yüzden savunmaya geçtiklerini, saldırıya uğradıklarını, yaralandıklarını, sakatlandıklarını, hatta saldırgan girişimlerle doyuma ulaşan başka insanlarca öldürüldüklerini ileri sürebilirdi. Üstelik bu durumların kimilerinde açık cinsel ipuçları bile bulunmayabilirdi. Oysa bir psikoanalist belki de onları belirleyebilir ve böylece «gerçek» güdülenimi açığa çıkartabilirdi. (Öte yandan, «gerçek» güdülenim sonunda tümüyle olumsuz bir duruma da dönüşebilir, yani ölüm içgüdüsünün görünmesiy-le). Sonuçta, kuşkulu cinsel davranışın hiç mi hiç cinsel olmadığı açığa çıkacaktır.

Bu örnekler, yukarıdaki cinsel davranış tanımının sorunsal olduğunu göstermeye yetebilir. Kuşkusuz daha önce görülen tanımlamalar gibi yansız bir tanımlama değildir. Tersine, yorumsaldır ve güçlü kurgusal öğeler taşımaktadır. İnsan, bu tanımın hayvanlara uygulanmasının herhangi bir anlam taşıyıp taşımadığını sorabilir. Ancak gene de bilimadamlarına yararlı bir sonuç vermemiştir. Oysa, ahlakçı ve düşünürlerin büyük beğenisiyle karşılaşmıştır.

Burağa değin, kuramsal düzeyde de olsa, seksin görüldüğü kadar basit olmadığının yeterli açıklıkta anlaşılmış olması gerekir. Bundan başka, insanların yaygın olarak konuştuğu «seks», «cinsel davranış» ya da «cinsel dürtü»nün de o denli kolay kavranır terimler olmadığı açıktır. Yani bunlar nesnel bir çözümleme için kesin olarak uygun değildir. Şimdi soralım: Böyle cinsel dürtü diye bir şey var mıdır? Varsa ne anlama gelmektedir? Üretmek bir dürtü müdür? Ya da özel bir yolla, bir gerilim sonucunda boşalma, bir dürtü müdür? Ya da zevk duyma bir dürtü müdür? Şurasını iyice belirle-sek: Neye ne ile başlamak bir dürtüdür?

«Seks dürtüsü» ya da «cinsel dürtü» yüzyılımızın başlarında aynı zamanda «cinsel içgüdü» olarak da kullanılan Almanca «Sexsualtrieb» sözcüğüyle bir kıyaslama içinde ortaya çıkmıştır. İçgüdü yada dürtünün, hayvanları önceden kestirebilen belirli davranışlara götüren doğuştan gelen bir güç ya da enerji olduğu söylenirdi. Dürtüler, özellikle hayvanların açlık, susuzluk gibi rahatsızlıklardan sakınmak ve cinsel etkinlikte gerilimini boşaltmak için harekete geçmesini sağlıyordu. Örneğin, hayvanın yiyecek bulmak üzere avlanması, açlık dürtüsünün çalışmasını, su araması susuzluk dürtüsünü, cinsel etkinliğe girişmesi de cinsel dürtünün çalışmasını gösteriyordu.

Bu nedenle, «dürtü» sözcüğü başlangıçta, yalnızca dar bir biliyolojik anlama geliyordu. Oysa, biraz önce gördüğümüz gibi, cinsel içgüdü ya da cinsel dürtü kavramı, Sigmund Freud'la birlikte çok daha büyük boyutlar kazandı. Libido adı altında, sonraları Eros olan terim, tüm insan davranışlarının güdülenimlerini (büyük ölçüde bilinçsiz) açıklayarak hızla etkisini artıran psikoanalitik kuramın bir parçası oldu. Gerçekte, çok yaygın bir biçimde benimsenmeyen, ancak öbür psikoanalitik varsayımlar bağlamında doğrulanan «cinsel dürtü» terimi, Freudçular tarafından bugüne değin kullanıla-geldi. Ayrıca, bir başka olgunun varlığı da sarktı günümüze; o da, ruh çözümlemenin bilimsel bir kanıt olmaktan çok, bir inanç konusu olmasıydı.

Çağdaş bilimsel tartışmalarda «dürtü» sözcüğü eskisi kadar sık kullanılmıyor artık. Gerçekte pek çok bilimadamı, bunu bir kavram olarak da bütünüyle yadsımakta. Bilimadamları, açlığı açlık dürtüsüyle tanımlamanın bir yarar getireceğini ummuyorlar ve susuzluk dürtüsünden söz açmak yerine, hayvanların susadığını söylemeyi yeğliyorlar. Bundan başka, hayvanların, hareketsiz ağır oldukları, bu yüzden de etkin olabilmeleri için dürtülenmiş olması gerektiği düşüncesi üzerine de giderek kuşkular artıyor. Öte yandan, «dürtü» kavramı, kimi psikolojik temeller içeren güdülenimi tanımlamak isteyen psikologlarca birazcık beğeniyle karşılanıyor ve onlarca korunuyor. Böylece insan, psikoloji metinlerinde «dürtü» terimini, kimi psikolojik gerilim, eksiklik ve dengesizliklerin kökeninde yatan ve bir organizmayı harekete geçiren bir itki gereksinimi olarak gösteren bir tanımla karışlaşabili-yor hâlâ. Bazen «dürtü», bir bedensel dengesizlik ya da rahatsızlık durumundan sakınmayı yönlendiren bir organizmanın davranışının uyandırılmış durumu olarak da tanımlanır. Örneğin, dürtüler, bu anlamda açlık, uykusuzluk, susuzluk, sakinlik, bir ortama duyulan gereksinim olabilir. Uyku, yiyecek ve su yetersizliği, ısının ya çok sıcak ya da çok soğuk olması, dürtüyü harekete geçirir. Daha büyük dengesizlik, daha büyük dürtü demektir. Gene bu nedenle yeterli yiyecek, su, uyku ve normal bir hava olduğu zaman dürtü, kendisini harekete geçirecek yeni bir dengesizliğe değin doyum halinde kalır. Sonunda, bu dürtülerin organizma için yaşamsal bir önem taşıdığı apaçık ortaya çıkmaktadır. Yiyeceksiz, susuz, uykusuz ve cayır cayır yanan, tir tir titreten bir havada organizma ölür.

Biraz önce belirttiğimiz gibi, bilimadamları, bu «basit» durumlarda bile dürtü kavramının yeterince açıklayıcı olup olmadığını tartışıyorlar. Oysa, en azından seks konusunda bu kavramın bize az da olsa bir şeyler verdiğini görüyoruz. Her şeyden önce, cinsel etkinliğin, herhangi bir organizmanın kalıcılığı açısından zorunlu olmadığı bilinmelidir. Su ya da yiyecek eksikliği insanı ölüme götürür ama, seks eksikliğinin hiç kimseyi ölüme götürdüğü görülmemiştir. İkinci olarak, cinsel isteğin gücü, cinsel yoksunluk ölçüsüne bağlanamaz. Cinsel perhiz, her zaman cinsel isteği nasıl artırmıyorsa, çok sık yapılan cinsel etkinlik de cinsel arzuyu her zaman azaltmaz. Tam tersine, uzun zaman cinsel perhiz uygulayan kimi insanlar eninde sonunda sekse duydukları ilgiyi tümden yitirmişlerdir. Çok kolayca uyandırabilenler ise son derece etkin bir cinsel yaşam sürdürmüşlerdir. Bundan başka, insanlar kendilerini bilerek aç ve susuz bırakmazlar ama, sık sık, hem de etkin bir biçimde cinsel uyanma ararlar. Susuzluk ve açlığa benzemeyen bu uyanmalara salt psikolojik etmenler neden olabilir ve uyanmaların etkinliğini artırabilir. Sonuç olarak, açlık ve susuzluk hoş şeyler çağrıştırmaz, hatta acıya bile neden olurken, cinsel uyanma hoş duygular verdiğinden, doyumsuz kalsa bile kendisini böylece ödüllendirmiş olur.

Bu olgulara bakışta, modern seks araştırmacıları pratik anlamda seks dürtüsü kavramını bir kenara atmışlardır. Yerine, 1940'ların başlarında R.L Dickinson, seks yeteneği ve cinsel dürtü arasına bir ayrım koydu. 1948'de Alfred C. Kinsey «gerçek başarım»a karşılık olarak «cinsel yetenek kapasitesini getirdi. 1958'de de Lester A. Kirkendall, «cinsel yetenek», «cinsel başarım» ve «cinsel dürtü» arasına bir ayrım getirmeyi önerdi. («Erkeğin Cinsel Dürtüsü Kavramının Açıklığa Kavuşmasına Doğru», «Evlilik ve Aile Yaşamı», 20 Kasım 1958) Şimdiye değin, en son sözünü ettiğimiz yaklaşım daha doğru geliyor. Burada Kirkendall'in görüşünü desteklememiz gerekiyor belki. (Elbet dilini biraz değiştirerek.) İnsanın cinsel davranışı üzerine konuşmaya başlayınca, bunu, aşağıda olduğu gibi üç temel etmene ayırarak incelemek daha yararlı görünüyor.

1  - Cinsel Kapasite (Bireyin yapabildiği)

2  - Cinsel Güdülenim (Bireyin yapmak istediği)

3  - Cinsel Başarım (Bireyin yapacak olduğu)

Cinsel kapasite (yani cinsel uyanma ve orgazma ulaşma yeteneği), bir kişinin genel fiziksel durumuna ve özellikle sinir ve kas sistemlerinin işlevine bağlıdır. Bu kapasite kişiden kişiye, hatta aynı kişide bile zaman zaman değişir. (Örneğin, aynı kişi çok kere bebeklikte, çocuklukta, delikanlılıkta, yetişkinlikte ve yaşlılıkta tümüyle farklı cinsel kapasitelere sahiptir.)

Cinsel güdülenim (yani cinsel etkinlik kurma arzusu), çoğunun psikolojik etmenlere bağlı olmakla birlikte, vücuttaki belli hormonların düzeyinden de etkilenebilir. Ayrıca herhangi bir özel durumda, özel ve toplumsal koşulların önemi çok büyük olur. İşte bu nedenlerle cinsel güdülenim de kişiden kişiye, ya da aynı kişide bile farklı zamanlarda büyük ölçüde değişebilir.

Cinsel başarım (yani cinsel etkinliğin nesnel miktarı), yalnız bedensel ve psikolojik etmenlere değil, aynı zamanda ele geçirilen fırsata, olanağa da bağlıdır.

Öte yandan, oldukça yüksek bir başarımın, kapasiteyle sınırlı olacağını söylemek bile gereksizdir.

Sağduyumuz bize, cinsel kapasite, güdülenim ve başarımın, her zaman kolayca örtüşmeyeceğini söyler. Gerçekte iş sekse geldiğinde, çok az insan, yapmak istediği ve yapabileceği her şeyi yapma şansına sahiptir. Herhalde seks araştırmacıları da, erkeklerde en büyük cinsel kapasiteye, gerçek başarımın doruğuna varmadan önceki yıllarda ulaşıldığına dikkat etmişlerdir. Öte yandan, kadınlarda cinsel kapasitenin çok kere cinsel güdülenimden çok daha yüksek olduğu da gösterilmiştir. Kimi insanlarda, düşük cinsel güdülenim düzeyiyle yüksek cinsel başarım birarada bulunabilir. Ya da güdülenim önemli ölçüde mali (bir fahişenin durumunda olduğu gibi) ya da toplumsal (kocasını bırakmak istemeyen yorgun bir kadının durumunda olduğu gibi) olabilir.

Bu koşullar altında bir insanın «cinsel dürtüsü» hakkında bir fikir yürütmek artık pek kolay görünmüyor. Böyle dar bir yaklaşım, herhangi bir olumlu sonuca götürmez bizi. Üstelik, bu insanın cinsel etkinliğinin özel görünüşünün tanımını açıkça incelemek de çok daha umut verici görünüyor. Gerçekten de, bu inceleme sırasında birçok araştırmacı yararlı şeyler ortaya çıkartırken, kimileyin de şaşırtıcı sonuçlarla karşı karşıya kalmışlardır. Kin-sey'in istatistiksel olarak cinsel başarımı hesaplamasından sonra, William H. Masters ve Virginia E. Johnson da laboratuvarda insanın cinsel kapasitesini ölçtüler. Nitekim bu ve birçok başka çalışma, soruna büyük bir açıklık getirmiştir. Bu alanda çok daha ayrıntılı çalışmalar günümüzde de yürütülmektedir. Örneğin, cinsel güdülenimi, uyarma ve uyanma yeteneği (uyarıla-bilme) diye ikiye ayıran R.E. Whalen tarafından yürütülen çalışmalar umut vericidir. Bu ayrıma göre, insanların uyarılma yeteneği bedensel koşullara bağlıyken, uyanma ise, özel durumlarda özel uyarıcılara bağlıdır. Bu durumda uyanma yeteneği ya da uyanılabilirlik, büyük önem kazanmaktadır. Çünkü, vücutta bulunan hormon düzeyi de değişebilmektedir kişiden kişiye. (Whalen, «Cinsel Güdülenim», Psychological Review, 73, 151, 63, 1966) Kuşkusuz Whalen'in bu iki örneği Kirkendall'ınkinin basitleştirilmiş bir biçimi olarak anlaşılabilir. Gerçekte, «uyanma»nın, güdülenimin bir görünüşü olduğu açıkken, «uyanılabilirlik» ise bir anlamda cinsel kapasiteyi de dile getirmektedir. Her neyse, bu ve benzer ayrımlar, önceki çapraşık konuya yeni bir görüş getiriyor, böylece biz de, insanın bir bilmece karmaşıklığında-ki cinsel davranışını, gelecekte daha anlaşılır biçimde bulacağımızı umabiliyoruz.

Cinsel davranış terimi, kitabımızda hem geniş hem de dar anlamıyla kullanılıyor. Geniş anlamda, insanın cinsel olarak yaptığı her şeyi içeriyor. Başka şeyler arasında, bu, yerine yetirdiği erkeksi ve kadınsı cinsel rolleri ve cinsel eşlerini seçtiği ve yaklaştığı yolu kapsar. Bu kullanım belirsiz olabilir, ama geniş biçimde benimsenebilir bir nitelik taşımakta olup, genel olarak da anlaşılır. Bu nedenle günümüzde herhangi bir önemli sorun yaratmaz.

Oysa gördüğümüz gibi, bu terimi dar anlamda tanımlamak daha güçtür. Cinsel davranışın her koşulda üremeyle ilgili olduğu ya da en azından kökensel olarak üreme davranışıyla bir bağlantısı olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yoktur. Gelgelelim, yüksek hayvanlarda ve özellikle insanlarda, bunun bütünüyle bir rivayet olmadığını biliyoruz. Sonuç olarak, Freud ve izdeşlerinin her insanda temel güçlü bir içgüdü ya da dürtünün bulunduğunu varsaydığını da öğrenmiş olduk.

Ne iyi ki, asgari amacımız için bu varsayımın doğrulanıp doğrulanmadığına karar vermek zorunlu değildir. Bunun yerine kendimizi burada daha kılgısal bir bakış için sınırlayabiliriz. Bu yüzden, aşağıdaki sayfalarda cinsel davranışı, cinsel organların tahriki ve uyarımını içeren dar anlamda bir davranış olarak ele alıyoruz. Ayrıca, böyle bir davranışın nedenleri, güdüleri ya da amaçları konusunda, önceden bir yargıya varmak da istemiyoruz.


6. CİNSEL DAVRANIŞLARIN GELİŞİMİ

Bu kitabın birinci bölümünde, erkek ve kadın arasındaki anotomik farklılıkların, cinsel uyanmaların ve çoğalma yeteneklerinin birdenbire ortaya çıkmadığını, tersine, yavaş yavaş ve giderek bir gelişme sonucu ortaya çıktığını gördük. Ayrıca bu gelişmenin çeşitli yollardan engellenebileceğini de biliyoruz. Örneğin, belli bazı kromozom ya da hormon bozuklukları, dölütün normal büyümesini önleyerek «cinsiyeti tamamlanmamış» bir bebeğin doğumuna yol açabilmektedir. Hatta cinsel kusurları olmadan doğan erkek ve kız çocuklar da, daha sonra yaralanma, hastalık ya da hadım edilme sonucu Gonad hormonlarından yoksun bırakılırlarsa, tipik dişi ve erkek görünümüne ulaşamayabilirler. Bu durumda cinsel yetenekleri de oldukça sınırlı kalır ve doğal olarak hiçbir zaman çocuk sahibi olamazlar. Sonuçta, her açıdan sağlıklı bir gelişim göstermesine karşın, kısır olan pek çok yetişkin insan vardır.

İnsanın fiziksel büyümesi için geçerli olan şeyler, insanların cinsel davranışının gelişmesi için de geçerlidir. Erkeksi ve kadınsı tavırlar ve belli cinsel eşlerin ya da cinsel etkinlik biçimlerinin tercihi belli bir anda değişmez biçimde yapılmaz, bunlar zaman içinde kazanılır. Bu sürecin sonucu yalnız çocuğun kalıtsal becerileriyle değil, aynı zamanda anababanın, öğretmenlerin, oyun arkadaşlarının ve dostlarının tepkileri gibi toplumsal etkiyle de belirlenir. Örneğin küçük bir erkek çocuğa ailesi tarafından sürekli olarak kız gibi davranılırsa kendini bir dişiymiş gibi görmeye başlar. Erken yaşlarda benimsenen bu rol, daha sonra tersine çevrilemez duruma gelebilir ve yaşam boyu zorluklara yol açar. Doğru cinsel özdeşleşme yapan çocuklar bile, daha sonra tam cinsel potansiyellerine ulaşmalarını engelleyen ve kendilerini dar dürtüsel ya da yıkıcı davranış biçimlerine mahkûm eden travma-tik deneyimlerle karşılaşabilirler. Dahası, sağlıklı bir gelişme geçirdikten sonra garip bir tutukluğa ve kötü bir eşgüdüme giren ve böylece cinsel olarak yetersiz kalan pek çok yetişkin de vardır.

Yetişkinlerin cinsel davranışının uzun, karmaşık ve çoğu kez tehlikeli bir gelişmenin ürünü olduğu anlayışı oldukça yenidir. Yüzyılımızın başlarına kadar seksin geniş ölçüde içgüdüsel, yani biyolojik kalıtımın bir sonucu olduğuna inanılıyordu. Çoğu kimse, ergenlikten bir süre sonra bütün erkek ve kadınlara «doğal» olarak cinsel arzu ve cinsel etkinlik geldiğini, bunun toplumsal koşullandırmayla ilgisi olmadığını varsayıyorlardı. Cinsellik, birdenbire ortaya çıkan, sonra da kendi başına eksiksiz «doğal» anlamını bulan bir «doğa gücü» idi. Toplum bu gücü bastırabilirdi ama biçimlendiril-mesine katkısı olamazdı.

Bu geleneksel görüşe ilk ciddi karşı çıkış Sigmund Freud (1856-1930) ile ardıllarından geldi. Freud, pratisyen doktorluğu sırasında isteri denilen şeyden acı çeken birçok hastayla karşılaştı (Yani fiziksel hiçbir nedeni bulu-namadan felç yada körlük geçirenlerle.) Gerçekten de standart tüm tıp deneylerine göre bu hastaların normal işlevlerini sürdürebilmeleri gerekiyordu. Bu erkek ve kadınlarla uzun süreler boyunca görüşen Freud, rahatsızlıkların acı ya da tedirginlik verici çocukluk deneylerine bağlı olduklarını bulguladı. Ayrıca, artık hastalarında bilincinde olmadığı bu eski deneyimlerin cinsel nitelikte olduklarını da belirledi. Sonunda, bu deneyimlerin rahatsız yetişkinler tarafından açık seçik hatırlanıp anlaşıldıktan sonra gizemli sakatlıkların yok olduğunu da gördü.

Bu ve başka bulgulara dayanarak Freud, Avrupa ve Amerika' nın düşünce yaşamında derin etkiler yapabilecek psikanalitik kuramını geliştirdi. Gelgelelim, kuram ilk önerildiğinde kamuoyunun geniş tepkilerini çekti. Çoktan unutulmuş bir çocukluk deneyiminin, yetişkin bir kişinin yaşamında belirleyici bir etki yapmayı sürdürebileceği, çoğu kimse için tümüyle anlaşılmaz bir şeydi. Bu kimseler, deneyimlerin cinsel olduğu görüşünü büyük bir öfkeyle karşılıyorlardı. Bunların görüşüne göre çocuklar «masum» idiler ve «doğaları gereği» kesinlikle cinsel duygu ve tepkiler gösteremezlerdi. Öte yandan, Freud için çocukların, hatta bebeklerin cinselliği, yaşamsal önemi olan tartışılmaz bir gerçekti. Psikanalitik düşünceye göre, bütün insanlarda doğum anından başlayarak temel bir cinsel içgüdü ya da dürtü vardır. Duyusal zevke dayanan bu içgüdü, başlangıçta bulanıktır ve doğru yönelim ve keskinliğe yalnızca bir «psikoseksüel olgunlaşma» süreci ile ulaşır. Bebekler başlangıçta doyumu dolaysız, kısıtlamasız ve ayrım gütmeyen bir yoldan ararlar, sonra içgüdüsel dürtülerini toplumsal koşullandırma yoluyla değiştirmeyi ve denetim altına almayı öğrenirler. İnsan cinselliği böylece iki karşıt gücün etkisi altında serpilir: «Zevk ilkesi» ve «gerçeklik ilkesi». Başka bir deyişle, bir çocuğun kişilik gelişimi, biyolojik dürtülerle kültürel kısıtlamalar arasında bir çekişme olarak tanımlanabilir. Bu çekişme, çocuğun fizyolojik olgunlaşmasıyla bağlantılı olarak üç temel aşamada gerçekleşir; Oral, anal ve fallik aşamalar.

Oral aşamada (Latince os: ağız), biricik zevk kaynağı ağızdır. Bebek, anne memesini emerken sadece gıdaya değil, derin fiziksel ve psikolojik doyuma da ulaşır. Bu aşamada ağız bir araştırma organıdır da. Bebek her şeyi tanımak için ağzına sokar. Dünyayı «içine almak», ona egemen olmak için ilk girişimidir bu onun. Bunu izleyen anal aşamada (Latince anüs: rektum deliği), asıl duyusal doyum kaynağı, ağızdan anal bölgeye kayar. Çocuk şimdi bağırsak hareketleri üzerinde denetim kurmaya başlamış ve böylece, dışkısını ederek ya da etmeyerek hoşnut ya da hoşnutsuz kılabileceği yetişkinler üzerinde de denetim kurmuştur. Yine bu sıralar çocuk sevgisini vermeyi ya da vermemeyi, evet ya da hayır demeyi, özcesi, «tutarak» ya da «salarak» dünyaya egemen olmayı öğrenmiştir.

Yaşamın yaklaşık 3 yılını alan oral ve anal aşamalar, her iki cins için de aynı olmakla birlikte, bunları izleyen fallik aşama (Yunanca prallosi: penis), cinsel farklar, erkek ve dişi cinse organları hakkında artan bir bilinç getirir. Vücudun en zevk veren alanları artık ağız ya da anüs değil, erkek çocuklar için penis, kız çocukları için klitoristir. Çocukların, çevreleri hakkında doymak bilmez bir merak geliştirdikleri, oraya buraya parmaklarını soktukları, oyuncaklarını kırıp içine baktıkları, gerek kendilerini gerek başkalarını inceledikleri aşama, işte bu aşamadır. Ama bu aşamanın en önemli boyutu, 'Oi-dupus kompleksi' denilen şeyin gelişmesi, yani çocuğun karşı cinsten ebeveynine erotik bağlılık duyması ve aynı cinsten ebeveyni ile yarışmasıdır. («Oidipus kompleksi» deyimi, Yunan mitolojisinde, bilmeden babasını öldüren ve annesiyle evlenen Kral Oidupus'tan gelmektedir.) Örneğin, 4 yaşında bir erkek çocuğu kural olarak annesine sırılsıklam âşıktır. Annesi onun için bildiği ve bilmek istediği tek kadındır. Ne ki, bu kadının zaten bir kocası vardır, çocuğun da babasıdır bu. Çocuk onu kıskanır ve bir kenara iterek yerine geçmeyi çok ister. Bu istek genellikle açıkça ve içtenlikle belirtilir. Örneğin, çocuk annesinin yatağına tırmanır ve «Büyüyünce seninle evleneceğim» der. Bu durumun Kral Oidipus'un durumuyla kıyaslanabileceği açıktır, şöyle ki: Oidipus, babasını yok etmiş ve annesiyle evlenmişti. Çocuğun normal gelişmesi ise başka bir yol izler. Erkek çocuğun, annesi ile evlenme isteği, annesi gibi bir kadınla evlenme isteğine dönüşür. Babasının yerini alma isteği, babası gibi bir adam olma kararlılığına dönüşür. Eğer baba izlenmeye değer, çekici bir model oluşturuyorsa ve eğer oğlunu bir erkek olması için etkin biçimde yönlendiriyorsa, çocuk bu geçişi kolay^yapar. Bir yandan da annenin görevi, seçimini zaten yapmış olduğunu ve artık cinsel ve nesne olarak kendisini elde edemeyeceğini algılamasını sağlamaktır. Ebeveynin bu tür tutumları, çocuğu cinsel doyumu başka yerde aramaya yöneltecektir. Kız çocuklarında gelişme bunun tersi olan bir yola girer: Babasını sever ve annesini kıskanır. Bunu tanımlayan psikanaliz deyimi, sevgili babasının ölümünden sonra, onu öldüren ve annesinin öldürülmesine yardımcı olan efsanevi Yunan Prensesi Elektra'dan esinlenen «Elektra kompleksedir. (Elektra kompleksi kavramının Freud'un ardıllarınca önerildiğini, ancak Freud'un bunu benimsemediğini belirtmek gerekir.)

Freud, gelişme sürecine olumsuz bir etki olmadıkça normal olarak bütün çocukların oral aşamadan anal aşamaya, sonra da fallik aşamaya geçtiğine inanıyordu. Ne var ki, bu üç aşamadan herhangi birine özgü gereksinimler, doyurulamaz ya da aşırı doyurulursa çocuk «fikse» olabiliyor ve böylece psikoseksüel büyümesi engellenebiliyordu. Örneğin, bir çocuğun tuvalet terbiyesinin çok katı ya da aşırı tutucu olması, anal doyum düzeyinde fikse olmasına yol açabilir. Böyle bir çocuk, yetişkinliğinde «anal karakter» gösterir. Yani aklı fikri disiplin, düzen ve temizliktedir. Parasını yemez, saklar (başkalarından sakınılıp «tutulabilecek» bir şey olan dışkının bilinçsiz eşdeğeri) ya da bütün cinsel birleşim biçimlerinde anal uyarıları yeğler. «Oral karakter» sahibi bir kişi ise cinsel doyum için bile ağız düşkünlüğünü sürdürür ya da durmadan yiyen, içen ve sigara tüttüren biri olur.

Bu anlamda fikse olmayan çocuklar «jenital olgunluğa» ulaşırlar. Yani açık cinsel ilginin duraksamış göründüğü Latency döneminden sonra ergenlikle birlikte cinsel içgüdü yeniden uyanır ve jenital birleşme ile doyum arar. Oral ve anal uyarılar hâlâ sınırlı ölçüde hoşa gidebilir ama bunlar, yetişkinler için gerçekten biricik «olgunlaşmış cinsel dışavurum» biçimi olan birleşmenin yanında ikinci plana düşmüştür.

Bu kısa ve yüzeysel tablodan anlaşılacağı gibi, Freud'da insan cinselliği kavramı olağanüstü geniştir. Freud, bu kavramı kendisinden önce bütünüyle cinsiyetdışı varsayan tepki ve etkinlikleri anlatmak için kullanmaktadır. Bugün bile sıradan biri bir bebeğin meme emmesinde ya da bir yetişkinin tıkınıp durma alışkanlığında cinsel bir yön görmekte güçlük çekebilir. Gerçekte birçok bilimadamı da hâlâ psikanalitik görüş açısına karşı çıkmaktadır. Örneğin, çeşitli ilkel kültürleri inceleyen antropologlar, odipal çatışmanın evrensel bir deneyim olmayabileceğini söylüyorlar. Sosyal psikologlar, içten gelen bir cinsel dürtü ya da içgüdü olup olmadığı konusunda kuşku duyuyorlar. Birçok davranışçı kuramcı da Freud'un kuramının aşırı karmaşık olduğunu ve insan davranışlarının daha basit, dolayısıyla daha inandırıcı bir biçimde açıklanabileceğini söylüyorlar. Ayrıca, bu kuramın doğruluğunu ya da tanışıklığını kanıtlayacak ölçüde yeterli bilimsel testin hiçbir zaman uygulanmamış olduğunu da belirtmek gerek.

Açıkça görülüyor ki, Freud'un öğretileri bir doğma olarak benimsenme-meli, içinde bulunduğu dönemin kültürel çerçevesi içinde incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Böyle bir eleştirel değerlendirme, sonuç olarak Freud sonrası kültürümüzü de daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Freud, tarihin en parlak ve uzlaşmaz düşünürlerinden biri olmanın yanı sıra, büyük bir yazardı da. İngilizce baskısı 24 cilt tutan yapıtlarında yalnız insan cinselliği konusunda değil, Batı uygarlığının tarihsel niteliği konusunda da derin kavrayışlar buluyoruz.

Ne var ki, Freud'un öğrenci ve ardıllarından bazıları onun eleştirici kişiliğini örnek alacaklarına, kuramın çeşitli öğelerini toplumsal denetim araçları haline getirmeyi yeğlemişlerdir. Sonuçta, psikanalitik düşünce biçimin özgürleştirici etkisi gözden kaçmış ve saptırılmıştır. Freud'un bazı varsayımlarının, onun amacına ters düşecek biçimde cinsel azınlıklara zulmetmekte ve baskı yapmakta kullanıldığı Amerika'da bu eğilim özellikle belirgindir. (Bkz. «Uyumculuk ve Sapkınlık» ve «Cinsel Baskı»)

Çeşitli psikanalitik akımların, hatta Freud'un özgün kuramının ayrıntılı olarak tartışılması, bu kitabın kapsamı dışındadır. Öte yandan, yaşam bize bu kuramın basitleştirilmeye ve yaygınlaştırılmaya yatkın olmadığını göstermiştir. Böyle basitleştirme girişimleri sık sık ciddi yanlış anlamalara yol açmıştır. Freud'cu deyimlerin dilimize çoktan girdiği, bugün gazete ve dergilerde «Oidipus kompleksi» ve «bilinçaltı» gibi konularda yazılar çıktığı bir gerçektir. Filmlerde, radyo ve televizyonda sık sık Freudvari ağızdan kaçan sözler; «ego», «süper ego», «libido» ve «yüceltme» gibi sözler çarpıyor kulağımıza. Her şeye karşın bu sözler, kuramsal anlamı dışında kullanıldığında kafaları bulandırıyor ve konuyu bilmeyenlerce yanlış yorumlanıyor.

Neyse ki, bu arada psikanalitik kavramlar kullanmadan cinsel davranışın gelişmesini anlatmak pekâlâ olası görünmektedir. Son zamanlarda yapılan deneysel seks araştırmaları, insanların içinde bulundukları davranış biçimlerini nasıl öğrenmiş oldukları konusunda bol bol yeni bilgiler sağlamıştır. Belli davranışların istatistiksel yoğunluğu üzerine de bir görüş kazanmış bulunuyoruz. Bütün bunlar, insan cinselliğinin «doğası» hakkında birçok geleneksel varsayımı yeniden incelemeye zorluyor bizi. Sonuç olarak, konuya yepyeni bir açıdan yaklaşabiliyoruz.

Yüzyılımızın ortalarında Indiana Bluemington'daki Seks Araştırmaları Enstitüsünden Alfred C. Kinsey'le arkadaşları, her yaş grubundan ve her kesitten binlerce kişiyle özel görüşmelere dayanan, insanların cinsel davranışları hakkında iki tarihsel inceleme yayınladılar. Daha önce bu türde yapılan incelemeler, tedavi altındaki hastalardan ya da cinsel suç işlemiş kimselerden oluşan küçük örnekleme grupları üzerinde yapılmıştı ve «normal» cinsellik konusu genellikle pek araştırılmamıştı. Kinsey'in çalışmaları sağlıklı normal (vasat) erkek ve kadınların davranışı üzerine ilk güvenilir istatistiksel bilgileri gün ışığına çıkarıyordu. (Erkeğin Cinsel Davranışı, 1948 - Kadının Cinsel Davranışı, 1953)

Yine bu sıralarda, biri antropolog öbürü psikolog olan iki bilim adamı, Clellan S. Ford ile Frank A. Beach 191 değişik toplumda cinsel davranış biçimlerini araştıran bir karşılaştırmalı kültür incelemesi yayımladılar. (Cinsel Davranış Biçimleri, 1951). Daha sonraları Johns Hopkins Üniversitesinden John Money ile birkaç araştırmacı arkadaşı, bozuk cinseloluşumlar ve cinsel kimlik sorunları üzerine yaygın araştırmalar yaptılar (Vücudun Cinsel Kusurları, 1968: Kadın ve Erkek, Kız ve Oğlan; Cinsel İşaretler. 1975). Ayrıca, Missouri St. Louis'teki Reprodüktif Biyoloji Araştırma Vakfında araştırmalar yapan William H. Masters ile Virginia E. Johnson, insanların cinsel etkinlikleri ve etkinlik bozuklukları üzerine ayrıntılı bir bilimsel araştırma yaptılar. (İnsanın Cinsel Tepkileri, 1966: İnsanın Cinsel Yetersizliği, 1970; Zevk Bağı, 1975)

İnsan cinselliği üzerine bu ve birçok yeni inceleme, psikanalitik kuramdan hiçbir şey almıyor ya da pek az şey alıyor. Bu araştırmacılar, belli konularda Freud'a şiddetle karşı çıkıyorlar. Ama yine de onun temel varsayımlarından hiç değilse bir bölümünü doğruluyorlar. Örneğin, cinsel davranışı insanların «doğal» olarak kazanmadığını, bunun toplumsal koşullandırmayla biçimlendiği bugün artık herkesçe benimsenmektedir. Bu koşullandırmaların, farklı toplumlarda farklı şeylere hizmet ettiği ve farklı sonuçlar doğurduğu da apaçık ortadadır. Çocukların cinsel tepki gösterebildiği ve çocukluğun ilk dönemlerindeki belli deneyimleri o kimsenin daha sonraki cinsel gelişmesi üzerine belirleyici bir etki yapabildiğinden de artık hiç kimsenin kuşkusu yoktur.

Bu toplumsal koşullandırmanın gerçekten de ne anlama geldiği sorunu, her zamankinden daha karışıktır. Bir doktor olan Freud, her şeyden önce hastalarına yardımcı olmaya çalışıyordu ve çocukluktaki cinsel deneyimleri tek ölçüye göre kolaylıkla yararlı ya da zararlı olarak nitelendiriyordu: Kişinin «jenital olgunluğunu» geliştiriyor ise yararlıydılar, engelliyor ya da önlüyor ise zararlıydılar. Böylece cinsel davranış olgun olmak ya da olmamak, sağlık ya da hastalık, normallik ya da sapkınlık olarak ele alınabiliyordu. Ama sonraları cinsel araştırmacılar daha dikkatli davranmaya başladılar. Cinsel normalliğin başka başka yerlerde ve başka başka zamanlarda, çok değişik olabileceği ve insan davranışı açısından olgunluk ve sağlık gibi deyimlerin bir olguyu belirtmekten çok, bir değer yargısı olduğu artık bilinmektedir. Freud'un zamanında cinsel sağlık ve olgunluğun belirtilerinin çocuk sahibi olmaya yönelik tek eşli evlilik olduğuna inanılıyordu. Bu yüzden de seks, aşk, evlilik ve çocuk yapmak birbirinden ayırt edilmiyordu. «Toplumsal yararı olan», özelliklerinden yoksun cinsel etkinliğe kötü gözle bakılıyordu: Aşksız seks (mastürbasyon ve fuhuş), nikâhsız seks (evlilik öncesi ve evlilikdışı), çocuk yapmadan seks, çocukların cinsel oyunları, menopozdan sonra seks, eşcinsellik. Bugün, bu özgün değer sisteminin hiç de evrensel olmadığını, belli bir tarihsel dönemde Batı toplumlarının orta sınıflarına özgü olduğunu biliyoruz. Örneğin, ortaçağ köylüleri ya da feodal toprak ağaları, bütünüyle değişik bir değer yargıları sistemine göre davranıyorlardı. Aynı şey, geleneksel Asya ve Afrika toplumları için de söylenebilir. ABD toplumunda giderek artan sayıda erkek ve kadının mirasçısı olduğu orta sınıfın, törel değerlerinden koparak yeni değerler aramaya başladığını görüyoruz. Bu koşullarda cinsel davranış için herhangi bir özel amaçtan, normdan ya da standarttan söz etmeden önce iyice düşünmek gerekir. İlk işimiz böyle bir olguyu anlamaktır ve bu yüzden de ahlaksal açıdan nesnel tanımlamalar kullanmak zorundayız. Tek başına nesnellik de yeterli değildir. Ayrıca tanımlamalar açık ve kesin olmak zorundadır ve bu da çok zor bir iştir. İnsan cinselliği kadar terminolojik kargaşa yaratan başka bir alan yoktur. Gerçekte, bu kargaşa en başka seks kavramıyla başlar.

«Seks» deyimiyle erkekler ve kadınlar arasındaki farka ve çekiciliğe şu ya da bu şekilde değinildiğini biliyoruz ama bu farkın boyutları ve bu çekiciliğin niteliği hâlâ büyük bir tartışma konusudur. Her şeye karşın modern araştırmalar soruna oldukça açıklık kazandırmış ve özellikle çocukluktaki gelişmelerin incelenmesi çok değerli ipuçları vermiştir. Örneğin, hermafro-dit çocukların (yani «cinsiyeti tamamlanmamış» çocukların) istenirse kız, istenirse erkek olarak yetiştirilebileceği ve cinsel eş tercihi de dahil olmak üzere «yakışan» bütün tavırları geliştirebilecekleri gözlenmiştir. Başka bir deyişle cinsiyeti doğuşta yanlış saptanan çocuklar, kendilerine yakıştırılan cinsiyet ile özdeşleşmektedirler. Üstelik belli bir kritik dönem geçtikten sonra bu özdeşleşme kalıcı olmaktadır. Bu yanlışın farkına sonradan varılsa bile düzeltilememektedir. Kız olarak yetiştirilen bir erkek çocuk, belli bir yaştan sonra kendisini dişi varsaymaya devam edecek ve çoğu durumda erkeklere cinsel ilgi duyacaktır. Erkek olarak yetiştirilen bir kız çocuğu ise kendisini erkek varsaymaya devam edecek ve çoğu durumda dişilere cinsel ilgi duyacaktır. Başka bir deyişle, eğer «cinsellik» dişi ve erkek arasındaki karşıtlık ile ilgiliyse, kişinin «cinsel» gelişmesinin en az üç yanı vardır:

1. Vücudun erkek ya da dişi özellikleri (fiziksel cinsellik)

2.  Erkek ya da dişi olarak toplumsal rol (cinsel rol)

3.  Erkek ya da dişi cinsel eşlerin yeğlenmesi (cinsel yönelim)

İnsan cinselliğinin bu üç yanı göz önüne alınırsa karışıklığın çoğu giderilir. Bu yüzden de aşağıdaki tanımlamaları belleğe iyice yerleştirmekte yarar vardır.

BEDENSEL CİNSİYET (FİZİKSEL CİNSİYET)

Fiziksel cinsellik, bir kişinin erkekliği ya da dişiliği olarak tanımlanmakta ve beş fiziksel ölçüte göre saptanmaktadır;

Kromozomsal cinsiyet

Gonadsal cinsiyet

Hormonsal cinsiyet

İç yardımcı üretimsel yapılar ve dış cinsel organlar.

İnsanlar, erkeklik ya da dişiliğe ilişkin fiziksel ölçütlere uydukları oranda erkek ya da dişidirler.

Çoğu kimse, beş fiziksel ölçütün tümüne göre, açıkça erkek ya da dişidir.

Bir azınlık ise, bu sınavı verememekte, o yüzden de fiziksel cinsellikleri belirsiz kalmaktadır (Hermafroditizm).

CİNSEL ROL

Cinsel rol, kişinin erkeksiliği ya da kadınsılığı olarak tanımlanır ve bir cinste özendirilen öteki cinste ise önlenen belli psikolojik verilere göre saptanır.

Kişiler, cinsel rollerine uydukları ölçüde erkeksi ya da kadınsıdırlar.

İnsanların çoğu, kendi biyolojik cinsiyetlerine uygun cinsel role tümüyle uyum gösterir. Ancak bir azınlık kendi biyolojik cinsellikleriyle çelişen bir cinsel rolü kısmen benimser (Transvestizm). Çok küçük bir azınükta ise bu rol büsbütün tersine dönmüştür. (Transseksüalizm)

CİNSEL YÖNELİM

Cinsel yönelim, bir kişinin eşcinselliği (homoseksüelliği) ya da karşıcinselli-ği (heteroseksüelliği) olarak tanımlanır. Yani bu yönelim, kişinin seçtiği cinsel eşe göre belirlenir.

İnsanlar, aynı cinsten ya da karşı cinsten eşlere besledikleri erotik duygularının ölçüsüne göre, eşcinsel ya da karşıcinseldirler. Genellikle çoğu kimseler, karşı cinsiyetten eşlere karşı açık bir erotik duygu geliştirirler, (kar-şıcinsellik- heteroseksüellik).

Bununla birlikte, az sayıda insan da hem erkeğe hem de kadına karşı erotik duygular besler (ambiseksüel). Daha küçük bir grup ise en başta kendi cinsinden eşlere karşı güçlü erotik duygular taşır (eşcinsellik-homo-seksüellik).

Böyle durumları yalnız fiziksel cinsiyetle değil, cinsel rol ve cinsel yönelimin ölçüsüne göre açıklamak daha nesnel olur. Ayrıca bu özellikler birbirinden bağımsız bir nitelikte de görülebilir.

Bu açıklamalar çerçevesinde erkeklerin fiziksel özellikleri aşağıdaki belirtilerle gösterilebilir:

•     Erkek - Erkeksi - Heteroseksüel

Erkek cinsiyetli bir kişi, genellikle erkeksi rolü benimser ve heteroseksüel bir yönelim geliştirir. Böyle bir kişi sonradan, bildiğimiz «tipik» erkek imgesine uyum gösterir.

•     Erkek - Erkeksi - Homoseksüel

Erkeksi cinsel rolü benimsemiş bir erkek cinsiyetli kişi, pekâlâ homoseksüel eğilimler de geliştirebilir. Böyle bir kişi, yalnız eş tercihindeki farklılığı dışında her bakımdan bütün «tipik» erkekler gibi görünebilir ve davranabilir.

•     Erkek - Kadınsı - Heteroseksüel

Erkek cinsiyetli bir kişi, kadınsı bir cinsel rolü benimseyebilir. Böyle bir kişi sonradan cinsiyet değiştirme ameliyatı dahil vücudunu kadınsı görünüme uygun hale getirmek için mümkün olan herşeyi yapmaya çalışabilir. Bu durumda onun erkeğe karşı cinsel yönelimi elbette heteroseksüel olarak kabul edilecektir.

•     Erkek - Kadınsı - Homoseksüel

Erkek cinsiyetli bir kişi, kadınsı bir cinsel rol benimseyebilir ve vücudunu kadınsı görünüme uydurmak için ne gerekiyorsa yapar. Eğer, böyle bir kişi kadınlara karşı erotik tercih geliştirirse, bu cinsel yönelim ancak homoseksüel diye adlandırılabilir.

Son iki olayın oldukça uç örnekler olduğu açıktır ve ayrıca kendisini kadınsı cinsel rolle özdeşleştiren bir erkeğin bu özdeşleşmeyi tamamlamasının da gerekmediği anımsanmalıdır. Üstelik böyle biri, kadınsılığı kısmen, hatta arasıra kabullenebilir ve kendisini hiçbir zaman bir dişi olarak görmeyebilir de. Ancak, kendini kadınsı tavırlar için hazırlayabilir ve kadınsı giysiler kullanır ve kadınlara özgü uğraşları yeğler. Bu hallerin bütününün ya da herhangi birinin görülmesi, ileride kişinin eşcinsel, karşıcinsel ya da ambi-seksüel olabileceğinin belirtisi sayılabilir. Özcesi, burada verilen dört örnek; yeni kurallar, sınıflandırmalar ya da prototip insan tanımı yerleştirmek amacını taşımıyor. Ancak bu örneklerle insan yaşamının şaşırtıcı farklılıkları geniş bir açıdan ele alınıyor. Bununla birlikte biz, her kişinin doğada tek olduğunu da hiçbir zaman unutmamalıyız. Üstelik, aynı kategoriye az sayıda insan girebileceği ve bunların da sayısız türevleri ve derecelerinin olacağı bir gerçektir.

Gerçekten de fiziksel cinsiyet, cinsel rol ve cinsel yönelim arasındaki bu ayrım, yüzeysel yargılamalar ve yanlış genellemelerden sakınmamıza yardımcı olur. Örneğin, bize her efemine erkeğin eşcinsel olmadığını, tüm eşcinsellerin de efemine özellikler göstermeyeceğini anımsatabilir. Bu, aynı zamanda bir kimsenin, pekâlâ erkek olduğunu bildiği halde, niçin tam anlamıyla «gerçek bir erkek» olamadığını anlayabilmesine açıklık getirir. Sonuç olarak, bu bize bir «cinsiyet değişimi»nin olası alt ve üst sınırını da gösterir.

Cinsel davranışımızın gelişmesini anlamak yolundaki ilk adım, erkek ve dişi olarak gelişmemizde toplumsal koşullandırmaların nasıl bir etkisi olduğunu belirlemekle atılır. Dahası, şimdi, başka bir ayrım da yapabiliriz. Önceki metinde erkek ya da dişi eşlerin erotik tercihlerini göstermek için geniş bir biçimde «cinsel yönelim» terimini kullanmıştık. Aslında pek çok insan, erotik duyguların, çoğu zaman kendine özgü yanlar taşıdığını bilir. Örneğin, tipik bir erkek hiçbir zaman her kadına ilgi duymaz, ancak kadının belirli bir yaşta olması, boyu, poşu, saç rengi gibi özellikler onun ilgisini çeker. Aslında o, yalnızca özel tipte bir kadını da tercih etmeyebilir ya da özel koşullar altında ve özel türde bir cinsel ilişkiyi de tercih edebilir. İnsanın cinsel yöneliminin genel çatısı altında bu özel tercih ve nazların en iyi tanımı kişisel cinsel ilgi olgusunda bulunur. Bu ilgiler de bir toplumsal koşullandırmanın sonuçlarıdır.

Kuşkusuz insanların çok çeşitli duyusal uyarımları yanıtlama yeteneğiyle doğduğu bir gerçektir. Nitekim, çok küçük bebeklerdeki ritmik kalça hareketlerini, kasların kasılmasını, vajinanın yağlanmasını ve penisin sertleşmesini de bu olguya dayanarak açıklarız. Özcesi, hiç kimsenin, kendini orgazma götüren fizyolojik tepkileri öğrenmesi gerekmez. Ancak herkes bu tepkilerin hangi koşullar altında başlatılabileceğini öğrenir. Yaşamlarının ilk yıllarından itibaren çocuklar belirli bir uyarıya olumlu ya da olumsuz karşılık vermeyi öğrenirler. Kişisel deneyimlerinin bir sonucu olarak, daha sonra kendi davranış biçimlerini kazanmış olurlar. Dolayısıyla biraz önce de anlatıldığı gibi, insanlar erkeksi olmayı, kadınsı olmayı, karşıcinsel ya da eşcinsel olmayı öğrenmiş olurlar. Aynı zamanda kendi kendine doyumu, cinsel birleşmeyi ve cinsiyetlerinden hoşnut olmayı ya da suçluluk duymayı; genç ya da yaşlı, sarışın ya da esmer, Avrupalı, Afrikalı ya da Asyalı bir eşi tercih etmeyi de öğrenirler. Bu arada bazı kişiler, özel olarak bir kişiyle güçlü bağlar kurar ve başka herhangi bir kişiye de ona gösterdiği güçlü tepkiyi göstermez. Birtakım kişiler ise sık sık eş değiştirmeye devam ederler. Kimileri

erotik tekniklerde değişiklikten hoşlanırken, kimileri de yaşam boyunca aynı teknikten haz duyar. Kimi erkek ve kadınlar cinsel hevesliliklerine büyük bir dikkat ve dokunulmazlık içinde bağlıdır; kimileri ise dayandıkları bilgiye ek uyarımlar aramaya koyulur. Cinsel ilişkide bir yandan heyecanlı, saygısız, hatta acımasız olanlar da vardır. Kimileri herhangi bir cinsel ilişki yerine kendi kendine doyumu yeğlerken, kimileri de hayvanlarla cinsel temas yolları arar.

Bütün bunlar ve benzeri kişisel cinsel ilgi, seçim ve tercihler öğrenmeyle geliştirildiğinden kişiye doğal, akla uygun ve hatta kaçınılmaz görünebilir. Dahası fantastik, anlamsız, rezilcesine ya da gülünç görünen davranışlar bile, çoğu insana çeşitli koşullanmaların etkisiyle anlamlı ve dikkate değer gelebilir. Tahta bir at gördüğünde cinsel heyecanı kabaran bir adam bu olayla yalnızca atlıkarıncayla oynamaktan cinsel zevk duyduğu ilk deneyimlerini yansıtmış olur ve onun bu davranışı striptizciyi seyreden bir adamın cinsel kıpırdanmalarını açıklamaktan daha zor değildir. Buradan da görüleceği gibi, daha sonraki tepkiler, genç yaşlarda önemli etkiler bırakan tepkilerden kaynaklanan, ortalama bir özelliğe sahip olabilir. Ancak bunların tümünün de mutlaka bir toplumsal sorun haline gelmesi gerekmez. Öte yandan çok sayıda insan, herhangi bir şeyin yalnızca bir yoldan gidilerek doğru yapılabileceği inancıyla, rahata kavuşacaklarını umarlar. Bu insanlar kendi dar ve tek yönlü duyularını yetersiz görmez; tersine, insanın sınırsız sayıda cinsel davranışları olabileceğinden de pek hoşlanmazlar. Böyle insanlar her zaman kendi kurallarını evrenselleştirmeye bayılırlar ve bunlara ters düşenleri de kınamaya kalkışırlar.

Öte yandan, her toplumun kendisini, şiddet ve güçle dolu ya da istenmeyen tanıklar önünde cinsel ilişkiden koruma hakkına sahip olduğu açıktır. Bu tür eylemler onları yapanları doyuma ulaştırıyor olabilir, ancak başkalarının haklarını çiğnediği için toplumsal sayılmazlar. Geleneksel olarak bu tür hareketler önemli suçlar arasında görülerek, şiddetle cezalandırılmaları uygun görülür. Ancak yakın zamanlarda bu tutuma karşı, bu tür eylemlerin suç olarak görülmesinden çok, bir akıl hastalığı belirtisi» olarak değerlendirilmesi eğilimi güç kazanmaktadır. 19. yüzyılla birlikte, psikiyatristler, bu durumda olan insanların hapisane yerine, akıl hastanelerine gönderilmesini mahkeme kürsülerinden savunmaya başladılar. Böylelikle psikiyatristler onların cezaya değil, tedaviye gereksinimleri olduklarını vurgulamış oluyorlardı. Nitekim bu yaklaşımları desteklemek amacıyla cinsel eylemlerin; normal, anormal ya da kişilerin hasta ya da sağlıklı olmalarını inceleme çerçevesinde pek çok girişimde bulunuldu. Bu girişimler içerisinde en iyi bilineni, Viyanalı psikiyatrist Richard Von Krafft-Ebing'inkiydi belki de. 1886'da yayımlanan Cinsel Psikopatlık adlı kitabında yazar, patolojik kabul edilen cinsel olayların uzun bir listesini veriyordu. Aslında Krafft-Ebing'in bu listesinde oldukça düşsel birkaç özel terim de bulunuyordu. Sonraları, birçok psikiyatristin bu örneği izlemesiyle liste uzadıkça uzadı ve özel terimler garip ve yabancı anlamlar bile kazandı. Ne yazık ki bu listeler, çoğunlukla toplumsal bakımdan zararlı eylemlerle sınırlanmıyor, yaygın ve uygun olmayan ya da yazarca beğenilmeyen pek çok davranış tiplerini de içeriyordu. Gerçekten de cinsel psikopatoloji konusunda bugüne kadar sürdürülen çalışmalar, bilimsel kılığa girmiş ahlaksal değerlendirmelerden ancak bir boy fazladır. Bunlar, temel olarak özel bir dönemin ahlak anlayışının değişmez düşünce ve cinsel standartlarını yansıtan tarihsel belgeler olması bakımından önemlidir. (Daha kapsamlı bilgi için «Uyumculuk ve Sapkınlık» bölümüne bakınız.)

Bununla birlikte, bazı insanların kendilerinin bile kabul etmediği davranışlar gösterdikleri yadsınamaz. Örneğin, bir erkek başkalarına zarar veren bir cinsel eylemde bulunabilir, ancak kendisini denetleyebilmek için büyük güçlükler de çekebilir. Başka bir durumda böyle bir davranış, toplumdışı görünmeyebilir. Ancak kişide bir güçlük, zayıflık duygusu yaratılırsa, bu kişi büyük ölçüde saldırma, tedirgin etme gibi başkalarına zarar veren eğilimleri uygulamaya kalkışabilir. Aynı zamanda herhangi bir cinsel etkinliğe kaygıyla ve suçluluk duygusuyla yaklaşan kadın ve erkek olduğu gibi, duygularını ve öz bilinçlerini tuttukları için cinsel yetersizlik gösteren kadın ve erkekler de vardır.

Bu tip insanların tümünün de cinsel olarak bir uyumsuzluk içinde olduklarını söylemek sanırım yerinde olur. Başka bir deyişle, bunların belirli bazı deneyimleri, tam bir cinsel iletişimde yetersiz kalmalarına neden olmuştur. Bu halleriyle ya başkalarının gereksinimlerine karşı duygusuz kalırlar ya da tam bir karşılık veremezler. Aynı zamanda cinsel eşleriyle tam bir kişi olarak ilişki kuramaz ya da kendi isteklerini farklı durum ve koşullara uyarla-yamazlar. Bunun yerine, aynı düşkırıklığını ve kendisini yenilgiye götüren eylemleri yinelemeye mahkûm görünürler. Kısacası, her insanın başarabileceği bedensel ve duyusal doyumu, gerekli ölçüde başaramamış olurlar.

(Bu sorunun kapsamlı bir tartışması «cinsel uyumsuzluk» bölümünde bulunabilir.)

Aşağıdaki sayfalarda, çocukluktan yaşlılığa değin, insanların cinsel davranışlarının «normal» gelişimi üzerine bilgimizin yalın bir özetini bulacaksınız. Böyle bir özetin, bu gelişmeyi etkileyen sayısız yolları tam olarak karşılayamayacağı açıktır. Ama bellibaşlı ipuçları da vermek zorundayız. Gene de, bu konu üzerinde ek bilgiler, kitabın üçüncü bölümünde yer alan «Seks ve Toplum» başlığı altında görülebilir.

BEBEKLİK VE ÇOCUKLUK

 

Yüzyılımızın başında, ilk kez Sigmund Freud, çocuk cinselliği üzerine yazmaya başladığı zaman, «toplumun saflığı ve masumiyetini bozan şeytan fikirli adam» yakıştırmasıyla, kendisine karşı büyük bir saldırıya geçilmişti.

Ayrıca, Freud'un çağdaşlarının çoğu da çocukta böyle cinsel duyarlık ya da kapasitenin olmadığına inanıyorlardı. Gerçekte, bugün bile birçok insan, çocukların doğumla birlikte bir cinsel yaşama sahip olduğu konusunda derin bir kuşku duymaktadır. Oysa Batı uygarlığında, halk her dönem böyle düşünmemiştir. Gerçekte, çocukluğun, yaşamın korunulması gereken «saf» bir dönemi olduğu kanısının birkaç yüzyıllık bir geçmişi var. Eski ve ortaçağ Avrupa'sında çocuklar, yetişkinlerden pek farklı görülmezdi ve çoğu, etkinliklerini yetişkinlerle paylaşırdı. Yetişkinlerle aynı işi yapar, aynı oyunu oynar, aynı şarkıları söyler ve aynı türde elbiseler giyerlerdi. Ortaçağ ressamları, oğlanlar ve kızları kaslı vücutları ve ciddi yüzleriyle çizerek, onları minik yetişkinler gibi gösterirlerdi. Aynı dönemde ozanlar ve yazarlar da, çocukların kendilerine özgü kişiliklerinin olmadığı düşüncesinden hareketle, onları yalnızca yetişkinlerin deneyleri ve ilgileri çerçevesinde işlemişlerdir. Bu nedenle özel bir çocuk edebiyatı da olmamıştır. Okuyabilselerdi, klasik Latin ve Yunan yazarlarını, özgün dillerinden okurlardı. İşin doğrusu, çocuklar için özel bir okul da yoktu. Çoğu çocuk da herhangi bir resmi eğitimden geçmemişti, salt anababaları için çalıştılar, bazı zanaatçıların yanına çırak girdiler, ya da soylu bir ailenin yanında uşak olarak yaşadılar. Tabii özel öğretmenlerce yetiştirilenler bunların dışındadır. Bu arada bir kısmı da her yaştan öğrencinin bulunduğu sınıflara girerek bir şeyler öğrenmeye çalıştılar. Gençler için belirli dinsel kurallara göre eğitim yapan okulların kuruluşu ise 16. yüzyıldan önce gerçekleşmişti.

Çocukların cinselliği bir sorun olarak görülmüyordu. Genelde cinsiyet ile üreme eşit tutuluyor, eşitleştiriliyor ve bu anlamda insanlar ergenlik öncesi cinsel davranışlara fazla dikkat etmiyorlardı.

Oğlanlar ve kızlar, üreme yapamadığı ölçüde cinsel sınırlamalardan uzak kaldı. Söz konusu dönemde hiç kimsenin, bir başkasının gerçek yaşını belirleme konusunda bir çaba göstermediği de anımsanmalıdır. Çocuklar, çoğunlukla kaç yaşında olduklarını bile bilmezlerdi, dahası, bunu kendi anababaları da bilmezdi. Bir kız ilk âdetini gördüğünde, evlenmeye hazır olduğuna inanılırdı.

Bu geleneksel tutumlar ortaçağın sonlarında değişmeye başladı. Teknolojik ilerlemeler, uzmanlaşmanın artışı ve kentlerin gelişimi, yepyeni bir yaşam biçimi ile yeni bir aile yapısı yarattı (orta sınıfların doğuşu-burjuvazi). Kiliseler de tam bir kesinlikle doğum kayıtları tutmaya başladı. Yaş farklılıkları, sıkı bir program izlenmesi ve yeterli zaman kullanımı bakımından önem kazandı. 16. ve 18. yüzyıl arasında çocukluk, özel gereksinimler nedeniyle yaşamın ayrı bir aşaması olarak görünmeye başladı. Büyükler, çocuklar için okullar, kitaplar, oyunlar, oyuncaklar ve modalar yaratmayı uygun gördüler. Böylece çocukların duygusal, entelektüel ve toplumsal olgunluğu bir süre bütün yönleriyle dikkate değer bulundu. 18. yüzyılın başlarında, gençlerin «korunması» yaşamın başka alanlarına da kaydırıldı. Özcesi genç insanlar, yetişkinlerden çok farklı bir dünyada yaşamaya başladılar. (Kapsamlı bilgi için «Delikanlılık»a bakınız.)

Gerçekte bu yeni dünya, giderek artan cinsel baskıya bir kaynak da oluyordu. Kitabın önceki bölümlerinde söz edildiği gibi, modern çağ, insanın yeteneği ve başarımı üzerinde özellikle durarak, her kişiden, büyük ölçüde öz-denetim mekanizmasını çalıştırmasını istiyordu. İnsanlar kendi tepkilerini izlemeye yetişemiyorlardı artık. Dahası, kendiliğinden oluşan bedensel işlevleri konusunda çok daha duyarlı olmaya başlıyorlardı. Ağzın açık tutulması, öksürme, esneme, aksırma, yellenme ve geğirme gibi sağlık ve doğallık olarak benimsenen hareketler, kibarlaşan toplumda hoş görülmez olmuştu. Nitekim çıplaklığa şiddetle karşı çıkılarak, üreme ve boşaltım organları iğrenç, hatta kirli organlar olarak görülmeye başlandı. Sonunda bunlar büsbütün bir tabu haline getirildiler. 18. yüzyılda doktorlar, bedensel ve zihinsel sağlığı tehdit eden yeni ve korkunç bir tehlike bulduklarını duyurdular birden: Çocukluk mastürbasyonu. Dönemin çok yaygın tıp kitaplarında mastürbasyon, hemen hemen tüm insan hastalıkları ve yetersizliklerinin temeli olarak gösteriliyor ve insanı ölüme bile sürükleyeceği savunuluyordu. Bundan etkilenen anabalalar da, cahilce uygulamalarıyla çocuklarının yaşamını tehlikeye attılar.

6 ile 12 yaşları arasındaki zengin «şımarık» çocuklarından bu kötü huya alışmamış az sayıda çocuk kalmıştı. Bu talihsiz oğlan ve kızları, ölüm ve çılgınlıktan ancak çok önemli değerler kurtarabilirdi.

Mastürbasyona karşı, 200 yıldan fazla süren bir haçlı seferi açıldı ve çok garip bir eğitim yöntemi uygulandı. Bununla birlikte kendi amaçları hiç değişmedi: Çocukların cinsel varlıklarını yadsıyarak öz cinselliklerine karşı koruma. Çocukların cinsel konular üzerine bilgi edinmelerine gerek olmadığı gibi, «kötü» etkilerden de uzak tutulmalıydılar. Gerçekte çocuklar her zaman gözlenmeli ve denetlenmeliydi. «Saflıkları» belki «kirli» şeylerle bozulabilir, hatta mikrop kapabilirdi. (Bu dönemde yetişkinler, işçi çocukların koşullarında hiçbir olumsuzluk görmediler. Viktorya İngiltere'sinde yoksul çocuklar, hâlâ fabrika ve kömür ocaklarında günde 12 saatten fazla çalışmaya zorlanıyordu.) Sonunda, çocukluk mastürbasyonundan artık açıkça söz edilmez oldu. Burada anababalar ve öğretmenler, mastürbasyondan «normal» kız ve oğlanların haz duymayacağını, bunun çocuklardaki «doğal olmayan» kötü huylar ya da hastalıklardan başka bir şey olmadığı görüşünü savunmaya başladılar. 19. yüzyılın sonlarında çoğu yetişkin, çocukluğun, bir kişinin herhangi bir cinsel itki bakımından tümüyle serbest olduğu bir yaşam dilimi olduğuna inandı.

Freud tarafından çürütülen ve sarsılan bu inançların niçin korunduğunu anlamak güç değildir. Gerçekte Freud tam karşıt şeyler söylüyor göründü. Onun kuramına göre her çocuk, güçlü bir cinsel içgüdüyle doğuyor ve yaşamının ilk yıllarında da kendine özgü bir biçimde kesinleşiyordu.

Önemli çelişkiler içermesine karşın, bu psikoalatik görüş, giderek yaygınlaştı. Yaygınlaştı ama, anababa ve eğitimcilerin korumacı tutumları değişmedi. Tam tersine, çocuğun cinselliğini artık yadsımaz oldular ve gittikçe artan bir ilgiyle, cinselliğin, çocuğun gelişimi üzerindeki etkilerini gözlemlemeye koyuldular. Dahası, bu gözlemleme sırasında kendi tepkilerinin de ayrımına vardılar ve bu durum, bazen onlarda yepyeni kaygılar ve heyecanlar yarattı.

Günümüzde, Freud'un kuramı önemini yitirmeye başlamıştır. Birçok çağdaş cinsel araştırmacı, onun varsayımlarını artık benimsemiyor ve genelde çocukluk deneyimleriyle de çok daha az ilgileniyor. Erkekler ve kadınlar, yaşamları boyunca birçok tutum ve tepkilerini yeniden öğrenip öğrene-meme konusundaki farkın, eskisinden çok daha fazla olduğunu görüyorlar artık. Böylece, bebeklik ve çocukluktaki koşutlanmanın aynen kaldığı da iyice bilinmiş oluyor. Akrabaların da büyük etkisi oluyor bunda. Yetişkinler, cinsel tutumlarını çocuklara bin türlü yolla taşırlar: Alçakgönüllülüklerime, gizlilik duygularıyla, cinsel konulara ilişkin sorulara verdikleri yanıtlarla, cinsel organlar ve cinsel etkinlikleri tanımlamak için kullandıkları sözcüklerle, ses tonlarıyla, jest ve yüz ifadeleriyle.

Ne yazık ki, Batı kültüründe birçok yetişkin, kendi cinselliğinden oldukça rahatsızlık duyar ve bu nedenle kendi çocuklarını da cinsel yönden sağlıklı ve mutlu göremez. Sonuç olarak, kuşaklar arasında önemli bir iletişim kopukluğu gelişir çok kere. Bedensel tepkileri hakkında kendilerini suçlu hisseden çocuklar, anababalarına karşı güvenlerini yitirir ve bir süre sonra da onlara cinsel konular üzerine sorular sormaktan vazgeçerler. Böyle durumlarda bazı anababalar gizliden gizliye bir ferahlama duygusuna kapılır ve çocuklarının cinsel konulara olan ilgilerinin kalmadığı yanılgısına da düşebilirler. Her nasılsa bugün çoğu yetişkin, çocukluğun son yıllarını, cinselliğin geçici bir duraklama gösterdiği bir dönem olarak görmeye alışmıştır.

Gerçekte çocukların, ergenlik dönemine yaklaşırken, toplumsal ilgi ve yükümlülükleri epeyce artar ve bu nedenle cinsel etkinlikleri bir süre için azalıyormuş gibi görünür. Daha büyük çocuklar ise, serbest etkinlikleriyle çok kere ayrılırlar öteki çocuklardan. Oğlan ve kızlar arasında bedensel temas şansı daha azdır. Özellikle kızlar, öpüşmeye, kucaklamaya, vücutlarını göstermeye ya da cinsel ilişkiye girme konularında uyarılır. Kendi kendine doyumla orgazma ulaşan bu çocuklar, hâlâ bu yolla doyuma ulaşmaya devam ederler. Başka bir deyişle, bir kuweden fiile geçme dönemi, yeni bir duraklama varsa, bunun biyolojik bir temeli olmadığı apaçık görülüyor. Bu sonuç, değişik antropolojik çalışmalarla da destekleniyor. Çocuklar, cinsel konulara hoşgörüyle yaklaşan ilkel toplumlarda, çocukluklarının sonlarında bile cinsel oyunlardan vazgeçmiyorlar. (Çocuklukta cinsel oyunlara karşı toplumsal tutumlar üzerine ayrıntılı bilgi için «Cinsel Baskı»ya bakınız.)

BEBEKLİKTE CİNSEL TEPKİ

Modern araştırmacılar, çok kere bir dil öğrenimiyle cinsel davranışın gelişimini karşılaştırmışlardır. Gerçekten de çok aydınlatıcıdır bu karşılaştırma. Örneğin, farklı kültürlerdeki insanların, farklı cinsel davranış gösterdiklerini biliyoruz. Tıpkı farklı dilleri konuştukları gibi. Üstelik bir insanda ve aynı kültürde de farklılıklar görülüyor. Kişinin kendi dilini her yönüyle oldukça ustaca kullanabilmesi gibi, bazı kişiler de başkalarından daha fazla cinsel heves gösterebilirler. Bazı insanlar, konuşurken pelteklik vb. engellerle karşılaştığı gibi, bazı erkek ve kadınlar da cinsel engeller, yasaklar ya da tepki eksikliği ile yüzyüze gelebilirler. Sonuç olarak, insanlar birkaç dili öğrenebildikleri gibi, pek çok değişik cinsel uyarılara karşılık vermeyi de öğrenebilirler. Özcesi, tüm sağlıklı çocuklar, herhangi bir cinsel davranışı kabullenecek ve herhangi bir dili öğrenecek kapasitede doğarlar. Her iki durumda da gelişmeleri kültürel koşullarca önemli ölçüde etkilenir.

Çok küçük yaşlarda, henüz konuşamayan çocuğa bebek denildiğini söylemeye gerek yok. (Bebek sözcüğünün İngilizcesi, Latince 'konuşamayanlar' anlamına gelen 'infas'tan gelmektedir) Bebekler, konuşma için tüm fiziksel araçlara (ağız, dil, ses telleri vb.) sahip olmakla birlikte, başkalarınca anlaşılabilen bir sözcük çıkarabilmekten uzaktırlar. Ancak sözcük yerine rastgele ve çok farklı olan normal insan sesine benzer sesler çıkarırlar. Bu sesler, onların öğrendikleri dilin herhangi bir parçasıyla bile ilgisi olmayan sesli ve sessiz harfler içerir. Bu kendine özgü sesli ve sessizler, çocuğun anadilinden yineleyerek öğrendiği uygun seslerin gelişmesiyle bastırılır ve unutulur gider. Ama ilerde bir yabancı dil öğrenmeye başladığında, bebekliğinde unuttuğu birçok sesi yeniden öğrenmek için büyük bir çaba ve zaman harcayabilir.

Cinsel davranışın ilk gelişmesi buna çok benzer bir çizgide ilerler. Tüm bebekler, cinsel uyarımları yanıtlayabilecek belirli fiziksel araçlarla (organ vb.) doğar. Oğlan bebeklerin penisleri sık sık sertleşebildiği gibi, kız bebeklerin de vajinaları yağlanabilir. Bebekler, cinsel organları ya da erojenik bölgelerine değildiği zaman çok hoşlanırlar ve yaşamın bu ilk döneminde bile orgazma oldukça yaklaşabilirler. Bununla birlikte bebekler, hiçbir zaman cinsel bakımdan kendilerini tam olarak gösteremezler. Tüm uyarımlara rastgele tepki gösterirler ve tepkileri de tam yoğunlaşmış ve düzenli değildir. Ancak toplumsal koşulların etkisi altında çocuklar, yavaş yavaş yetiştikleri kültürce kabul edilebilecek bir yolla cinsel davranışlarını biçimlendirmeye ve oluşturmaya başlarlar. Başka bir deyişle 'uygun' tepkiler öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda 'uygunsuz' olanları da bastırıp unuturlar. Gerçekte, daha sonra cinsel tepkilerini artırmaya çabaladıkları zaman, bir kez bastırması öğretilen 'o' cinsel tepkileri yeniden öğrenmeye kalkınca, büyük bir çaba ve zaman harcayabilirler.

Bebeklerin asıl uyarım kaynağı annedir. Vücutlarına dokunulurken, okşanırken, beslenirken, sevilmeyi ve kabul edilmeyi öğrenirler. Bedensel yakınlık, onlara sağlıklı bir gelişme için gereksindikleri güven duygusunu verir. Ne yazık ki, hastanelerde, yeni doğan bir çocuğu annesinden hemen ayırma işlemi oldukça yaygın bir uygulamadır. Böylece hem bebek, hem de annesi ilk gerekli ilişkiden yoksun bırakılmış olur. Daha sonra, bu ilk yanlış, bebek eve gelince, çeşitli nedenlerle onunla temastan kaçınan annenin geliştirdiği başka yanlışlarla birleşebilir. Aynı nedenlerle bebeğini emzirmekten sakınan bir anne, bebeğiyle yakın ve önemli bir ilişki kurma fırsatını bir kez daha elden kaçırır. Bebek de annenin güven verici varlığından ve sıcaklığından (şefkatinden) yoksun kalır. Bazı anneler, çocuklarının gereksinmelerini bu anlayışla karşılamaya çalışırlar, ancak kısa bir süre sonra bebeğin olumsuz bir tepkisiyle karşılaşırlar. Oysa bebekler, kendileriyle konuşulmadıkça, konuşmayı öğrenemedikleri gibi, bakıcıları ya da anababalarınca öpülmedikçe, kucağa alınıp okşanmadıkça ve gıdıklanmadıkça sevgi ve şefkat duygularını geliştirmeyi de öğrenemezler. Çocuklarının böyle fiziksel ve duyusal zevklerinin olabileceğini yadsıyan anababalar, onları yıkıma sürükleyebilir ve dolayısıyla çocuklarına kendi bedenlerinden rahatsızlık duymayı öğretmiş olurlar. Kuşkusuz bu ilk olumsuz deneyimler, çocuğun cinselliğe karşı tutumunda gelecekte derin bir etki bırakır.

CİNSEL ROLÜ ÖĞRENME

İnsanlar ya dişi ya da erkek cinsiyetlidir ve çocuklar ilk yıllarda kendilerini bunlardan biriyle özdeşleştirmeyi öğrenirler. Aynı zamanda, dişi ya da erkek tiplerinde görüldüğüne inanılan özelliklerde davranmayı öğrenirler. Özcesi, kadınsı ya da erkeksi bir rolü benimsemeyi öğrenirler.

Cinsel rol kavramı, bu alanın önde gelen araştırmacılarından biri olan John Money tarafından açıklanmıştır. Cinsel rol, erotizm duygusundaki cinselliği sınırlamaksızın içerir. Bir cinsel rol doğumda oluşmaz, ancak açık öğretim ve telkinle, rastlantı ve planlanmış öğrenimle, yaşanmış ve işlemden geçirilmiş deneyimlerin birikmesiyle oluşur.

Çocuk doğar doğmaz; anababa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular, bebeğin kız mı yoksa oğlan mı olduğunu araştırmaya koyulurlar. Hemen bebeğin dış cinsel organlarına bir göz atmayla 'cinsiyet belirleme' işi tamamlanıverir. Sorun çözümlenmiştir. Bu, toplumsal sonuçları da beraberinde getirir.

Bir yetişkin, soruna çok daha farklı bir biçimde yaklaşabilirdi. Sözgelimi, oğlan bebeği gücünden ötürü, kız bebeği de güzel yüzünden ötürü öve-bilirdi. ABD toplumunda genellikle oğlanlara mavi, kızlara da pembe elbiseler giydirilir. (Pek çok Amerikalı, pembeyi kadınsı bir renk olarak görür.) Oğlanlara, kızlardan çok daha farklı adlar verilir ve çoğunlukla saçları da farklı biçimde kesilir. Ayrıca farklı oyuncaklar armağan edilir ve-farklı oyunlar oynamaya yönlendirilir. Yaşamının bu ilk aylarında bile bir oğlan çocuğu, kız çocuğundan daha farklı ve az okşanmayı ve farklı bir durumda tutulmayı isteyebilir. Yetiştirilirken «erkekler ağlamaz» denir ona ve duygularını denetim altında tutması öğretilir. Öte yandan, bir kız çocuğundan da şefkat ve sevgi göstermesi beklenir. Yaygın bir çocuk şiirinde, oğlanların «çulluk, salyangoz ve köpek yavrusu kuyruğundan» yaratıldığı, kızların ise «şeker, güzel kokular ve hoş şeylerden» yaratıldığı söylenir. Bu şiir de koşullanmaya bir örnek oluşturuyor. Böylece oğlanlar, kendilerinde öyle ödüllendirilecek bir kibarlık ve yumuşak bir tavır aramazlar. Kızlar da bir süre sonra yakında saldırgan tepkilerini bastırmayı öğrenirler. (Bkz. «Kadın ve Erkeğin Toplumsal Rolleri»)

Yetişkinlerin bu yaklaşımları, tutumları, imaları, örnekleri ve bekleyişlerinin etkisi altında oğlanlar ve kızlar, yavaş yavaş kendilerini cinsel birer varlık olarak görme kavramını geliştirirler. Bununla da kalmaz, iki cinsin birbirleriyle nasıl bir ilinti içinde olduklarını da öğrenirler. Bu arada çocuklar 18 ay ile 2 yaşları arasında bir dil öğrenmeye, olumlu yollarla cinsel rollerini oluşturmaya başlarlar. Bu dönemde ve sonraki 2 yılda çocuklar, cinsel olarak kendilerini, güçlü bir biçimde kendi cinsinden anababasıyla özdeşleşti-rirler. Dişi ya da erkek kimlikleri tersine çevrilemez çoğunlukla. 4-5 yaşlarındaki çocuklar, hâlâ, erkek ve dişi cinsel organlarını birbirine karıştırabildiğin-den, dikkat edilmesi gerekir, çünkü bu yaşlarda, dişi ve erkeği ağırlık, cüs-se, giyim ve saç biçimi vb. ölçülerle tanımlayabilirler. Bütün bunlar, çocukların kendi erkeksiliği ya da kadınsılığı üzerine herhangi bir"kuşkuya düştükleri anlamına gelmez. Yalnızca, bu yaştaki çocukların cinsel organlarının henüz belirleyici bir öneme ulaşmadıklarını gösterir.

Cinsel kusurları bulunan çocuklara seyrek de olsa kimi durumlarda doğumda yanlış bir teşhis konulur. Böylece çocuk, kendi biyolojik cinsiyetine uymayan bir cinsel rol geliştirir. Bu yanlış daha sonra belirlendiği zaman, varolan cinsiyeti tersine çevirmek gerekebilir. Yaşamın ilk aylarında, böylesi bir yeniden cinsiyet belirlenimi, çok kere, çocukla ilişkisi olan tüm yetişkinlerin rızası ve onayıyla olası kılınabilir. Oysa ilk 18 aydan sonraki girişimlerin başarı şansı daha azdır ve dört yaşından sonra da artık yeni cinsiyet belirleniminin başarılı olamayacağı kesinlikle söylenebilir. («Cinsel Kusurlar» bölümüne bakınız.)

Öte yandan, açıkça erkek ya da dişi olan çocukların hatalı, karmaşık ya da kusurlu bir cinsel rol benimsedikleri belirli durumlar da vardır. Bu kişilerin sorunları, kitabımızın başka bir bölümünde tartışılacaktır. (Bkz. «Trans-seksüalizim»)

ÇOCUKLUKTA CİNSEL OYUNLAR

Çocuklar, kendi cinsiyet kavramlarını ancak yavaş yavaş geliştirirler. Böylece, demin belirtildiği gibi, onlara, bir dişi ya da erkek olarak ve kendi yaptıklarına göre bir özdeşleşme, bir kimlik kazanma öğretilir. Bununla birlikte yalnızca ergenlikten sonra cinsel bir anlam kazanan birçok şeyi içeren bir cinsel rol provasını gerçekleştirmek de önemlidir. Başka bir deyişle çocuklar, çok önceden gerçek anlamlarını gösterecekleri bazı «cinsel» davranış örnekleri öğrenirler. Örneğin, birçok ABD ve Avrupa plajlarında erkekler basit bir şortla (mayoyla) denize girerken, küçük kızlar ise iki parçalı bir mayo giyerler. Dar mantıksal bir bakış açısıyla, giyimdeki bu fark ilkönce zor anlaşılır. Aslında ergenlik öncesinde erkek ve dişi göğüsleri hemen hemen birbirinin aynıdır. Oysa gelecekteki farklılıkları duyumlama, kızlara şimdiden anatominin bu özel bölümü üzerine utangaç ya da iffetli davranmayı öğretir. Sonuç olarak, dişi göğüsleri «erotize» olmuştur ve erkek göğüsleri için böyle bir şey söz konusu değildir. (Belirli Batı dışı kültürlerde göğüs özel bir erotik anlam taşımaz.)

Bu örneğin de gösterdiği gibi, çocuklar herhangi bir gerçek cinsel karşılaşmadan önce, pekâlâ belli bir cinsel tutum edinebilirler. Ama öteki insanlarla cinsel olmayan yakın fiziksel temaslar da kurabilirler. Onlara seksle ilgili bazı davranış ve eylemlerin daha büyük çocuklar ya da yetişkinlerce anlatılmış olması gerekir. Bu nedenle «gizemli, gizli, heyecan ya da serkeşlikle ilgili olan şeyler» onlar için özellikle önemlidir. Ayrıca, çocuğun cinsel gelişimi üzerinde etkisi bakımından anababaların belirleyici bir özelliğe sahip oldukları da apaçık ortadadır. Yetişkinler, kendi cinselliklerine ilişkin bir rahatsızlık, hatta bir suçluluk duygusu içindeyseler, bu olumsuz duyguyu çevrelerindeki herkese taşıyabilirler ve sonuç olarak çocukta bir korku ve uyumsuzluk görülür. Bu da onları oldukça rahatsız edecektir. Çocuklar, yeni deneyler aramaya, varolanları yapmaya özendirilmez ve tüm yeteneklerini gösterme olanağı bulamazlarsa, olumlu bir biçimde gelişemezler. Çocukların «cinsel oyunları», böyle yüreklendirme ve uygun yol göstericilikle birlikte, amaçlı ve sorumlu davranışlara dönüşecektir.

Kendi Kendini Uyarım

Yukarıda belirtildiği gibi, yeni doğmuş bebekler de belirli cinsel tepki gösterebilme yeteneğindedirler. Hatta birçok erkek çocuğun, penisi sertleşmiş halde doğduğu görülür. Kız ya da erkek olsun, pek çok bebek, cinsel organlarını yataklarına, oyuncaklarına ya da döşemeye sürterken gözlemlenmiştir, onların bu eylemlerinde fiziksel bir zevk olmadığını kimse söyleyemez. Daha bir süre hareketlerini düzenleyemezler ve doğrudan uyarım için ellerini kullanamazlar. Bununla birlikte, kısa bir süre sonra bunları yapmayı öğrenerek mastürbasyona başlarlar. Böyle istenilerek yapılan mastürbasyonun orgazma değin sürdüğü görülür.

Bir çocuğun orgazm olma kapasitesi yaşı ilerledikçe artar. Beş yaşlarında tüm çocukların yarısından çoğu orgazma ulaşmıştır. 10-13 yaşlarında-kilerde bu oran % 80'e yükselir. Pek doğaldır ki, bu çocukların orgazmında boşalma olmaz, ergenlikten önce meni benzeri salgı üretmez çünkü. (Daha sonra boşalma olsa bile bir süre meni içinde sperm hücresi bulunmaz.) Öte yandan, bazı oğlanlar kısa sürelerle birkaç kez orgazma ulaşabilirler. Büyüdükçe de doğal olarak bu kapasitelerini yitirirler.

Genelde, ilk yaşlarda kendi kendini uyararak orgazma ulaşan kız çocuklarının, oğlan çocuklarından daha az olduğu görülür. Bunun ilk nedeni, iki cinsiyetin farklı anatomilere sahip olmasında bulunabilir. (Vajinayla karşılaştırıldığında, penisi yönlendirmek kolaydır. Vajinanın yağlanması pek o kadar önemli olmasa da penisin sertleşmemesini umursamazlıkla karşılamak oldukça zordur.) İkinci neden, pasiflik olabilir; yanikızların toplumsal koşullanmanın bir sonucu olarak cinsel olmayan tutumları kabullenmeyi öğrenmeleri. ABD kültüründe bile çok kere küçük kızlar cinsel olma konusunda pek yüreklendirilmezler. Kendi çocuklarını mastürbasyon yaparken gören anababalar, onları doyum konusunda uyarmak ve ceza verme tehdidiyle durdurmaya zorlamakla, ciddi bir yanlışa düşerler. Bu durum, çocukta yalnızca gereksiz bir suçluluk duygusu yaratacak, üstelik bu işe gizlice devam edeceklerdir. Hangi yaşta olursa olsun, cinsel tepki insan bedeninin normal bir işlevidir ve herhangi bir zararı olamaz. Hiçbir şey, çocuğun gelişiminde onu durduramaz. Tam tersine, mastürbasyon birçok çocuğun büyümesinin bir parçasıdır ve ondan hoşlanmaması için herhangi bir tıbbi neden yoktur. Oysa ABD kütüründe bile, çocukların, mastürbasyonunun kabul edilemez özel ve çok kişisel bir etkinlik olduğunu öğrenmesi gerekir ve öğrenebilirler de. Aynı zamanda, bu etkinliğin temelde kötü, günah, utanç verici, pis olmadığını da anlamaları gerekir. Böyle olumsuz çağrışımlardan kaçınılırsa, çocukluk mastürbasyon sorun yaratmaz.

Öteki Çocuklarda Cinsel Oyunlar

Çocuklar doğal olarak meraklıdır ve büyürken kendi dünyaları çevresinde, kendilerini ilgilendiren her şeyi öğrenmeye çalışırlar. İlkönce kendi vücutlarını incelemekle başlarlar işe, öteki çocuklarda herhangi bir farkın olup olmadığını öğrenmekte de pek heveslidirler. Bu, özellikle anababalarını, kız ve erkek kardeşlerini hiç çıplak görmemiş çocuklar için geçerlidir.

Oğlanlar ve kızlar, ağırlıkları ve çevikliklerini karşılaştırdıkları gibi, vücudun değişik bedensel kısımlarını ve buraların hangi tür giysilerle örtülmüş olduğunu da karşılaştırabilirler. Çok kere bu işleri yapmanın «doktorculuk», «evcilik» ya da «annecik ve babacık» olma gibi, pratik yollarını bulurlar. Böyle oyunlar onlara birbirlerinin bedenleri üzerinde zevkli bir inceleme yapma olanağı verir. Bu arada dokunmak, cinsel organları okşamak ya da karşılıklı mastürbasyon yapma, bu oyunlar arasında görülebilir. Hatta birbirlerinin üzerine uzanarak cinsel birleşme ya da anal cinsel ilişkiyi taklit edebilirler. Kızlar gibi oğlanlar da penisi ağızlarına alabilir ve onu emebilirler. Böyle davranışlar, yetişkinler düzeyinde bakıldığında, temelde cinsel olarak görülmez. Çocuklar yalnızca yavaş yavaş erotik anlamlı toplumsal durumlar ve belirli etkinlikleri araştırmayı öğrenirler. Başlangıçta, çocukluk cinsel oyunları, insan anatomisinin alışkın olduğu şeylerin başka bir yoludur. Böylece oğlanlar, bilinegelen kızlarla oynamanın yanı sıra başka oğlanlarla da oynarlarken, kızlar da birbirleriyle cinsel oyunlar oynarlar. İstatistiksel olgulara göre, oğlan çocuklar, 10 yaşından önce kızlardan çok kendi cinsleriyle oynamaktadırlar. Ancak bu durumu bir eşcinsellik belirtisi olarak görmek biraz aptallık olacaktır. «Eşcinsel davranış» terimi teknik açıdan aynı cinsten kişilerin birbirleriyle ilişkiye geçmesi anlamında doğrudur ama, aynı türde çocukluk cinsel oyunları, yetişkinlerde görülen bir karşıcinsel yönelime götürülemeyeceğinden, konuyu bu bağlamda ele almak yanlış olacaktır. Çocuğun davranışına hemen bir yafta vurmaya kalkmak yalnızca gereksiz sorunlara yol açar. Bu nedenle, her çocuğun kişisel gelişiminde bir 'eşcinsel aşama' olacağı düşüncesi de akıldışıdır. Ancak oğlan çocuklar, bir dönem 'kız düşmanlığı' duyabilir ve bu nedenle başka oğlanlarla olmayı yeğleyebilirler. Bununla birlikte, bu tutum, erkeksi cinsel bir rolü pekiştirme girişimi olarak açıklamak yerinde olacaktır. (Kuramsal olarak çocukların kendi kendilerini sevmekten, aynı cinsten olanları sevme ile hiçbir zaman denenmemiş karşı cinsten olanları sevmeye doğru ilerledikleri öne sürülüyor. Oysa yakın zamanlarda ortaya koyulan bilimsel bulgular, bu anlayışın önemli ölçüde yanlış olduğunu göstermiştir.)

Hemen hemen tüm çocuklar, zaman zaman cinsel oyunlar oynarlar. Bunlar, çoğunlukla çocuklar için bir sağlıklı olma ve zevk ölçütü sayılır. Bu oyunlarda tam bir erotik potansiyel gösteremezler, ama kısa bir süre sonra bunun ne anlama geldiğini anlarlar. Cinsel oyunlarını severek sürdürürlerse, sonuçta bu, çocuklara cinsel korku ya da suçluluk duygusuna kapıl-maksızın, kendi bedenlerini sevmeleri konusunda yardımcı olur.

Ne yazık ki, olumlu sonuç her zaman sağlanmıyor. Hatta belirli durumlarda, cinsel oyunlar çocukların dünyasını allak bullak ediyor. Bu tür olaylar, örneğin, çocuklar daha büyük arkadaşları ya da oynadıkları yerlerdeki zorbalarca istismar ya da tehdit edildiğinde ortaya çıkabilir. Öte yandan kimi çocuklar da acımasız davranır ve zayıf ve ürkek olanları pekâlâ incitebilirler. Çocuğun isteksizce katılacağı herhangi bir cinsel oyunun da zararlı olacağı açıkça kabul edilmelidir.

Başka bir sorun da, anababaların tepkisidir. Birçok anababa, çocuklarını cinsel oyunlar oynarken gördükleri zaman çılgına döner ve bazı durumlarda böyle 'kötü' davranışların en acımasız biçimde cezalandırılması gerektiğini düşünürler. Ancak böyle bir tutum, her zamanki masumluklarıyla çocuklara anlaşılmaz gelir ve bu cezanın uygulanması halinde ilk kez yanlış bir anlamayla karşılaşır ve bu olaydan büyük rahatsızlık duyarak şaşkınlığa düşerler. Aynı zamanda, böyle bir olayın onlar üzerinde bıraktığı etki, çok daha korkulu ve önemli sorunlar ortaya çıkarır. Kişilik gelişimi ilerde büyük bozukluklar gösterebilir. Özellikle bazı duyarlı çocuklar, böyle bir sarsıntılı (travmatik) deneyimi yaşamları boyunca unutamazlar.

Şimdiki çocuklar, anababalarının ya da yakınlarının cinsel konular üzerinde daha hoşgörülü ve bilgili oldukları için oldukça şanslı sayılırlar.

Yetişkinlerle Cinsel Temas

Daha önceleri de belirtildiği gibi Batı uygarlığında çocukların her zaman tüm cinsel temaslardan uzak tutulması gerektiğine inanılmamıştır. Oysa Ortaçağ Avrupasında çocukların ev halkından biri tarafından serbestçe sevilmesi ve okşanması, olasıydı. Kırsal kesimlerde, bizzat anababalar, bakıcılar ya da hizmetçiler, küçük çocukların mastürbasyon yapmaktan duydukları hazza alışkındılar ya da en azından onların bu hareketlerine göz yumarlardı. (Bu deneyim aynı zamanda Avrupa dışında birçok toplumda da görüldü. ABD'de bugün böyle bir uygulama Hopi yerlileri arasında hâlâ yaygındır.) Oysa modern çağlarda çocukları cinsellik dışı olarak görme eğilimi gelişmiştir. Yalnızca yaşadığımız yüzyılda Freud'un ve izdeşlerinin etkisiyle çocukların cinselliği yeniden, en azından kısmi olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Ancak çoğu insan hâlâ çocuklarla yetişkinler arasında zararsız bir cinsel temas olasılığının bulunmadığı inancını sürdürüyor.

Dahası, çocuğu cinsel yönden kötüye kullanan bazı yetişkinler var ve anababalar da bu tehlikeyle ilgilenmekle yetiniyorlar. Ne yazık ki bu ilgi bazı anababaları, çocuklarına aşırı baskıcı ve koruyucu davranmaya kadar götürüyor. Yabancılara karşı kesin olarak uyarılan ve yetişkinlerin bir kısmının herhangi bir dostluğuna kuşkuyla bakması öğretilen çocuklar sinirli, düşmanca ve çekingen olabilirler. Sonunda, tüm yetişkinlerden ve tüm cinsel duygulardan uzak durmayı öğrenebilirler, ancak bunun sonunda duygusal bakımdan sakatlıklar ortaya çıkabilir. Bu durum, bir yetişkinle bir cinsel yönden karşılaşan ve öteki yetişkinlerce yanlış anlaşılan çocuklarda da görülebilir.

Yarıda kalan bir cinsel karşılaşma, resmi görevlilerin, komşuların ve anababalarının aşırı tepkisinden daha az psikolojik zarara neden olabilir. Çocuklara gösterilen bu tutum teşhircilere karşı alınan resmi tutumla aynıdır. Çıplak bir insan vücuduna alışkın olan çocuklar ondan ürkebilir ama penisini gösteren bir adam gördükleri zaman ciddi bir şok geçirmeleri pek olası değildir. Dahası, böyle bir adam, çoğunlukla şiddete başvurmadığından, anababalar sakin davranır ve olayı uygun bir biçimde açıklarlarsa, çocuğa büyük bir zarar vermemiş olurlar. Bununla birlikte, toplumumuzda genel olarak çocuklara, yabancılardan uzak durması ve yetişkinlerle, hatta kendilerinden büyük çocuklarla bile herhangi bir cinsel temastan sakınması öğütlenir. Ancak kendi akranı olan yakın arkadaşlarıyla cinsel oyunlar oynayan bir çocuğun daha iyi gelişeceği açıktır.

BÜLÜĞ ÇAĞI

 

Delikanlılık (Latince: adolescene - yetişmek), yaşamın ergenlik ve yetişkinlik arası dönemini içerir. Son birkaç yüzyılda bu dönem oldukça uzamış olmasına karşın, insan tarihinin bütünü ya da büyük bir bölümü açısından nispeten kısadır. Ancak bizim anladığımız anlamda bir delikanlılığı hiç bilmeyen birçok ilkel topluluklar vardır dünyanın birçok bölgesinde. Bu tür topluluklar, ergenliğe yaklaşan çocuklarının, artık yetişkinlerin arasına girip giremeyeceklerini saptamak üzere, sözde dinsel bir tören yaparlar.

Ergenlik, ikincil cinsel karakteristikleri ortaya çıkarıp döllenmeye yol açan bir fiziksel olgunlaşma sürecidir. Buna karşıt olarak delikanlılık, tam bir yurttaşlığa götüren toplumsal olgunlaşma ve psikolojik bir süreç olarak tanımlanır daha çok. Ergenlik biyolojik, delikanlılık ise kültürel bir olgudur. Ergenlik, kişinin 10'lu yaşlarının ilk zamanlarında başlar ve birkaç yıl sonra sona erer. Delikanlılık, ergenlikle başlar ve on yıl sonunda biter, ya da biraz daha sürer.

Batı kültüründe bile birçok insan, her zaman böyle bir yol izlenmediği olgusundan bile habersizdir. Örneğin, Ortaçağ Avrupasında kızlar ve oğlanlar, resmi yetişkinliğe oldukça erken yaşlarda ulaşırlardı. Çoğu eski Orta Avrupa kabileleri, çocuklarının yetişkinliğe 12 yaşında ulaştıklarını açıklıyordu. Angıllar ve Saksonlarda bu yaş 11'e bile iniyordu. XIII. yüzyıla ait bir Alman resmi belgesinde, anababalarının rızası olmaksızın her 14'ündeki erkek ve 12'sindeki kızın evlilik başvurularının kabul edilebileceği belirtiliyordu.

Bu yasa ve gelenekleri iyice anlamak için o dönemde güdülen tarımsal uğraşın büyük gereksinimleri ve ayrıca ortalama insan yaşamının kısalığı ve genç-yaşlı herkesin pratik olarak tüm günlük işleri paylaştığı anımsanmalıdır. Bu koşullarda çocukluktan yetişkinliğe geçişte uzatılmış özel bir döneme gereksinim duyulmuyordu. Gerçekte, bir çocukla yetişkin arasındaki toplumsal karşıtlık, bugünkünden çok daha az söz konusu oluyordu. Çocukların zayıf, saf, aklı ermez olduğuna bakılmıyor ve yapabildikleri ölçüde, anababaları, ağabeyleri ya da ablaları yanında kabaca işlere koşuluyorlardı. Onlar da yavaş yavaş kendilerini yetişkin saymaya başlayarak, buna uygun tepki ve tutumlarını yansıtmaya çalıştılar.

Modern çağların başlangıcında kuşaklar arası farkların gözle görülür biçimde arttığını daha önce belirtmiştik. Çocuklar daha bir «çocuksu», yetişkinler de daha bir «ciddi» oldular. Artık yetişkin olmak, kendisini denetim altında tutabilmek, öncekinden daha büyük bir disiplin göstermek anlamına geliyordu. Gelişen kentlerde işlerin mekanikleşmesi, uzmanlaşmayı, yeri ve zamanı tam değerlendirecek yöntemleri bulmayı gerekli kıldı. İş saatleri ve boş zamanlar için sabit programlar oluşturmak gerekiyordu. Genç insanlar belirli bir programa göre bir işe girmeye, zanaat tutmaya çalışıyor ya da belirli eğitim programları olan bir okula gönderiliyordu. Yıllar geçtikçe daha da arttı bu çabalar. Üstelik kişilerin ilk zamanlarındaki başarı şansı da giderek azaldı. Bu arada gençler için özel okullar kurulmaktaydı. Bunlar, gerçek yaşamın istemlerinden ve kendi değer yargılarıyla kapalı bir çevreden, geçici de olsa bir kaçış sağlıyordu. Öğrencilerin bir yığın görevi vardı ama fazla hakları yoktu ve uzun bir süre daha öğretmenleri ile anababalarına bağlı kaldılar. 15. yüzyılın başlangıcında çocukluk, yaşamın korunması gereken, özel bir dönemi olarak ortaya çıkmıştı. 18. yüzyılda ise delikanlılığı tanıtacak böyle bir ikinci dönem açılıyordu.

Nitekim, son birkaç yüzyıldan bu yana, gençlere karşı takınılan toplumsal tutumda çarpıcı bir değişim olmuştur. 16. ve 18. yüzyılın iki önemli kitabını okuduğumuzda, bu değişimin özellikle cinsiyet alanında olduğunu görüyoruz. Bu yapıtlardan Aile Konuşmaları'nı (Colloguia Familiarla) 1522 yılında Hollandalı ünlü yazar Erasmus, Emile'i ise J.J. Rousseau yazmıştır. Erasmus, Aile Konuşmaları'nı 6 yaşındaki vaftiz oğluna «iyi bir Latince öğretmek ve dünya hakkında bilgilenmesini sağlamak için» yazmıştı. Bu nedenle yapıt, cinsel sorunlar da içinde olmak üzere, günlük yaşamın cinsel zevk, cinsel ilişki, döllenme, gebelik, doğum, evlilik, boşanma fahişelik ve zührevi hastalıkların çok dürüstçe ve kapsamlı bir tartışmasını yapıyordu. Dili açıktı ve yer yer mizaha kaçıyordu; seks, yaşamın sağduyu ve anlayışla yaklaşılması gereken doğal ve hoş bir parçası olarak görülüyordu.

Öte yandan ütopik (ideal) bir eğitim tanıtımını yerleştirmeye çalışan Rousseau, seksi büyük bir gizilgüç olarak değerlendiriyordu. Rousseau, bu nedenle çocuklar, hatta anababalar için pek bir şey yazmaz. Ancak ilgisini uzman eğitimcilere yöneltir: Dili de bu yüzden dolambaçlı ve çetrefildir; önemli noktalar bilerek es geçilmiş, ama cinsiyetin tüm olumsuz çağrışımları önemle vurgulanmıştır. Erasmus'un tersine Rousseau, çocukluk, delikanlılık ve yetişkinliği açıkça ayırt eder. Onun bu «modern yaklaşımına göre çocukların seks hakkında büsbütün bilgisiz kalmaları sağlanmalı, delikanlılar ise olabildiğince az öğrenmelidirler. Yalnızca doğrudan ve ısrarla sorulan sorular yanıtlanmalı, sonra da konunun önemi özellikle vurgulanmalıdır. Böylece, gençlerin «masumiyeti» daha iyi korunabilir. Özcesi, gençlik, cinsel bilgiden korunmalıdır, der Rousseau ve bunu yetişkinlerin nasıl sağlayabileceklerini uzun uzun anlatır kitabında.

Rousseau'nun, ondan önce de Erasmus'un yalnızca kendi dönemlerinin ruhsal yapısını dile getirdiklerini anlamamız gerekir. Yeni ideal, yaşamın sıkcı görevleri için «gücünü koruyan», «cinsellikten uzak», «saf», «idealist» gençler yetiştirmeyi amaçlıyordu. Mastürbasyonun tehlike'erini tanımlayan ilk tıbbi kitapçıkların yüzyılın başlarında İngiltere ve Almanya'da görülmesi rastlantı değildi. Hatta Emile'in basımından birkaç yıl önce Tissot adındaki bir İsviçreli hekim de bu kampanyaya katıldı. Batı dünyasında hızla yayılan ve gençliğin «fiziksel ve ahlaksal çürümesi» üzerinde yetişkin isterisinin benzeri görülmemiş aşırılıkları vardı bu kampanyanın.

Bu gelişen sözde erdemlilik havası içinde gençler, kısa sürede yalnız cinsel bilgilenme haklarını yitirmekle kalmadılar, aynı zamanda cinsel etkinliklerin herhangi birinden ya da tümünden de oldular. (Daha kapsamlı bilgi için «Cinsel Etkinlik Tipleri», «Cinsel Özuyarım»a bakınız.)

Bununla birlikte, başlangıçta bu gelişmelerin yalnızca orta sınıftan çocuklara yansıdığına dikkat çekilmelidir. Aristokrasi ile çiftçiler, işçiler, askerler ve hizmetçiler gibi aşağı sınıflar, geleneksel cinsel tutumlarını korudular.

Sanayi Devrimiyle birlikte orta sınıflar, toplumsal olarak başat güç haline geldiler ve yaşam biçimleri de toplum için bir model öldü. Öte yandan, ABD toplumunda bir modeli kabul etmeyen toplumsal gruplar bugüne değin gelmiştir. Ancak bu gruplar daha çok etnik kökenlidir. Örneğin, özel yerleşme bölgelerinde (rezervasyonlarda) yerliler, kent gettolarında zenciler, Alaska'da Eskimolar ve ABD'ye bağlı çeşitli Pasifik adalarında Polinez-yalıların hepsi, cinsel ahlak anlayışı ve delikanlılığa bakış açılarını koruyorlar. (Daha bir ayrıntıya girecek olursak; bu tür kültürel farklılıklar aynı zamanda çeşitli beyaz etnik gruplar arasında da bulunabilir.) Bundan başka, yakın yıllarda, orta sınıfın birçok üyesi, konumunu terk ederek tarihsel bakımdan daha geri dönemlere tekabül eden aşağı sınıfların değer yargılarını benimsemiştir.

Aslında çoğu, sanayi toplumunda cinsel yasa ve âdetler, genel olarak konuşursak, modern çağların başlangıcıyla ortaya çıkan orta sınıfların gereksinmelerini, umutlarını ve korkularını yansıtırlar. Böylece dekikanlılık, gençlerin yalnızca yaşamın acımasız gerçeklerine karşı değil, onların kendi acemiliklerine karşı da korunması gereken oldukça uzun, özel bir düzeltme dönemi olarak kabul edilmiştir. Yetişkinlik hakları, ayrıcalıkları ve tepkileri bireylere, hepsi bir arada, bir törenle verilmez, bunların, yıllar alan ve yavaş yavaş süren bir gelişmeyle kazanılmış olması gerekir. Hatta bazılarının tam bağımsız bir yetişkin olması otuzlu yaşların ortalarına ya da daha ilerki yaşlara değin sürebilir.

ABD'de yetişkinliğe doğru ilk adım, şimdi çoğunlukla çocukların 12 yaşına girip bazı fiyat indirimlerinden yoksun kalmasıyla atılıyor. Arkasından sinemalar, müzeler, hayvanat bahçeleri, otobüsler, uçak şirketleri vb. kuruluşlarca tam yetişkin bir müşteri olarak kabul edilmesi geliyor. Statüsündeki gerçek değişim 4 yıl sonra oluyor. 16'sına gelen kız ve oğlanlar bir sürücü ehliyeti elde edebiliyor ve çocuklar için düzenlenmiş iş yasalarının sınırlamalarından kurtuluyorlar. Bazı eyaletlerde cinsel ilişkilerinin onanması için resmi yeterlik de kazanıyorlar. Başka bir anlamlı değişim de 18 yaşında görülüyor. Kadınlar için bu yaş çoğu eyaletlerde evlilik için onay yaşıdır. Erkekler askerliğe yazılabiliyor. (Ancak bu kural barış zamanında geçici olarak uygulamadan kaldırıldığı için fazla bir anlam taşımıyor.) Çoğu eyaletlerde her iki cins de anababalarının onayı olmaksızın evlenebiliyor. Bu yaştaki gençler oy kullanma ve resmi görevlerde çalışabilme hakkını da kazanıyorlar. Hatta birçok eyalette resmi görevlerin çoğu için yetişkinlerle aynı statüde değerlendiriliyor, yani yetişkin kabul ediliyorlar. Bununla birlikte pek çok eyalette, içkili gece kulüplerine ya da barlara girerek içki içebilmek için 21 vaşına değin beklemesi gerekiyor. Durum böyleyken, kişiliklerinin işlerliği açısından tam yetişkin olamıyorlar. Örneğin, bir lise öğrencisi ekonomik bakımdan anababasına bağlılığını sürdürüyor olabilir. Yoğun uzmanlık isteyen bir işe girmek isterse, başının çaresine bakmayı, bir on yıl ya da daha fazla desteksiz kalmayı göz önüne alması gerekiyor.

Böylece şunu görüyoruz ki kültürümüzde geçmişlerine ve geçmişlerinin yardımlarına bağlanan genç insanlar, ergenlikten sonraki 5-10, hatta 20 yılda bile resmi ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanamıyorlar. Kuşkusuz büyük çapta, bu gecikme modern dünyanın artan karmaşasından kaçınamıyor. Gecikme, bugünün yetişkin yaşamının birçok isteminin yalıtıcı bir düzeltimine izin verdiğinden yararlı olarak da görülebiliyor. Oysa bu, cinsel olanları da içeren birçok önemli sorun yaratıyor.

Resmi ahlak anlayışımız, evli eşlerle cinsel ilişkiyi kısıtlıyor, üstelik 20'si-ne basmadan önce evlenmek istemediklerinden ya da para yetiştiremeyeceklerinden, fiziksel bakımdan olgun dişi ve erkeklere de çok kere izin vermemiş oluyor. Sonuç olarak, gençler, cinsel sorunlar ve engellerle dolu ağır bir döneme girmeye zorlanıyorlar. Bereket versin, bu arada son iki yüzyıldır mastürbasyona karşı yürütülen kampanyalar etkisini yitirmiş görünüyor. Ne var ki, evlilik öncesi ilişki geniş ölçüde mahkûm edilmeye devam ediyor. Böylece birçok delikanlı için kendi kendine doyum biricik çıkış yolu oluyor.

Çeşitli «sevişme», teknikleriyle yapılan deneyimler, geçici bir bedel olarak eşcinsel ilişkilere dönüşüyorlar. Aslında cinsel baskı altında olan gençlerin, çok daha ciddi sorunlarla karşılaştıklarından kimsenin kuşkusu olmasın. Çağdaş uzmanlar ve bilimadamları, onlu yaşlarda erkeklerin cinsel hevesliliklerinin ortalama olarak, oldukça yükseğe ulaştığını açıkça göstermişler ve onların bazı düzenli etkinlikleri gerçekleştirmelerinin gerçekten olanaksız olduğunu belirtmişlerdir. Genç bir dişiye cinsel perhiz yapmak kolay gelebilir, ancak evliliğinde cinsel doyum şansı, eğer daha önce bir orgazm deneyimi geçirmişse, çok daha büyük bir artış gösterir.

Böylece modern araştırmalar, önceki, daha az bastırıcı yaşlarda, bunun her zaman açıkça görülmekte olduğunu yeniden göstermiş bulunuyor. Hatta Alfred C. Kinsey gibi araştırmacıların da on yıl önce vurguladığı gibi, dünya edebiyatının romanlarının çoğu büyük gençlerin aşırı tutkulu aşklarını selamlıyor. Eros ile Psyche (Roma mitolojisinde Venüs'ün oğlu Tanrı Cupid tarafından sevilen ve Jüpiter tarafından ölümsüzlüğe kavuşturulan kız) Acis ile Galatea, Pyramus ile Thisbe (Pyramus, Thisbe'nin komşusu ve oğlan arkadaşı), Daphnis (Apollon tarafından kovalanan peri kızı) ile Chlöe, Floire ile Blancheflior, Aucassin ile Nicolette, Romeo ile Jüliet... Tüm bu âşıklar, modern ölçülere vurulacak olursa henüz olgunlaşmış sayılmazlar. Margarethe, Faust'a âşık olduğunda 13 ile 19 yaşları arasındaydı ve Helen, kocası Meneleas'ı terk edip Paris'i Truva'ya dek izlediğinde henüz 12 yaşındaydı.

Birçok delikanlı ve genç kız, onda aşkı aradıkları zaman Narcissus 16'-sındaydı. Gonymede, Zeus'un gözdesi olduğunda bundan da gençti. Hya-cinth, Apollo ve Zephros onun için tartışmaya giriştiklerinde bir delikanlıydı ve Hylas da Herkül tarafından anababasından zorla alındığı zaman aynı yaşlardaydı. Kısacası, kültür tarihini bilen her öğrenci, böyle gençlik dönemindeki 'aşk konuları' üzerine batı mitoloji ve şiirinde oldukça bol örnekle karşılaşabilir. Eğer onlardan herhangi biri bugün yaşamış olsaydı, çocuk suçlular gibi işlem görecek ve âşıkları da, küçükleri baştan çıkarma suçundan hapse atılacaktı.

Toplumumuzdaki bu olumsuz ve bilimdışı tutumların silinip gideceğini, ancak gelecekte umabiliriz. Artan sayıda yetişkinin daha şimdiden delikanlılığın cinsel haklarını savunması ve benimsemesi bu konuda olumlu bir göstergedir. Bazı resmi ve özel okullar, kuruluşlar ve sağlık kurumları, geleneksel gerekçeleri bırakıyor ve artık belli sayıda gencin cinsel etkinliğini doğal haklardan biri olarak görüyor. ABD'nin birçok bölgesinde gençler, sağlıklı bir cinsel eğitim görüyorlar ve gençlerin cinsel sorunlarına etkin bir biçimde yardımcı olunmaya çalışılıyor. Ancak böylesi yeni gelişmelere karşın, yaşamlarında en çok uğraşmaları gereken dönem olarak delikanlılık yine de birçok erkek ve genç kızın en büyük sorununu oluşturuyor. (Bu sorunların kapsamlı bir tartışması için «Cinsel Baskılar»a bakınız.)

Aşağıdaki sayfalarda, ergenlikteki fiziksel değişimlerin ilkönce kısa bir özeti verilecek, sonra da toplumumuzda, gençlerin kendilerini cinsel olarak ifade etmelerinin bazı yolları tanımlanacaktır.

ERGENLİKTE FİZİKSEL DEĞİŞİMLER

Ergenlik, oğlanların genç erkeğe, kızların da genç kadına dönüştüğü bir yaşam dönemidir. Yani bu dönemde onların bedenleri ikincil dişi ve erkek özelliklerini göstermeye başlar ve üreme yeteneğine kavuşur. Bu bedensel değişimler, değişik hormonların, özellikle de gonodal hormonların etkisi altında gerçekleşir. (Ayrıntılı bilgi için «Cinsel Farklılaşma Süreci»ne bakınız.)

Ergenlik, farklı kişilerde farklı yaşlarda görülür ve bir iie birkaç yıl arasında değişir. Çoğunlukla kalıtımsal etmenler, beslenme, iklim, kültürel etkiler ve duygusal koşullara bağlıdır. Son on yılda ergenlik yaşının her iki cinsiyet için de düştüğü görülüyor.

Ancak her nasılsa dişinin bedensel olgunlaşması hâlâ erkeğinkinden önce gerçekleşiyor. Kızlarda göğüslerin genişlemesi ve kasık kıllarının gelişimi ortalama olarak 10-11 yaşlarında başlıyor ve ilk âdette, 11-13 yaşları arasında gerçekleşiyor. Oğlanlarda erbezleri genişlemesi ve kasık kıllarının gelişimi normal olarak 12-16 yaşları arasında başlarken, ilk boşalma 13-17 yaşlarında görülüyor.

Ergenlikteki bedensel değişimler, erken ya da geç, hızlı ya da yavaş bir süreç izlediğinden, aynı yaşlardaki kişiler kendilerini başkalarından çok farklı bir gelişme içerisinde görebilirler. Ancak bir delikanlı için, bu büyük bir ilgi konusudur. Oğlanlar ağırlıklarına, omuzlarının genişliklerine, kaslarının gücüne, penislerinin büyüklüğüne üzülebilirler, kafalarındaki ölçülerle benzeşmiyorsa. Kızlar çok uzun boylu olmaktan korkarlar ve göğüslerinin büyüklüğünü, kalçalarının genişliğini heyecanla ölçerler. Hatta bu dönemde gençler görünüşleri hakkında son derece duyarlı ve utangaç olmaya eğilimlidirler. Birçok durumda, vücuttaki hormonsal değişimler yangılı bir deri hastalığı olan sivilcelerin görülmesine yol açar. Zararsız olmakla birlikte, bunlar yüz, boyun ve sırtta geçici çirkinleşme ya da biçim bozukluklarına yol açabilir. Bazı gençler de çok kilo aldıklarından, artık çekiciliklerini yitirdikleri kanısına varırlar. Başka bir sıkıntı kaynağı da, aşırı cinsel hevesliliğin açıkça görülmesidir. Örneğin, çok uygunsuz bir anda penisin aniden sertleşmesi, oğlanları fena halde utandırabilir. Bu durum çocuklukta da belli ölçülerde görülmektedir. Öte yandan, bu durum ergenlik döneminde daha sık görülür ve bunun açıkça cinsel olduğu düşünülür. Paradoksal olarak kızların cinsel bakımdan farkedilirliği oğlanlardan sonra gelir.

İkincil cinsel özellikler dişide, erkekten çok daha önce görülebilirken, dişinin cinsel uyarım ve orgazm kapasitesi çok kere daha geç gelişir. Bunun bazı biyolojik nedenleri olabilir, ancak toplumsal koşulların da bir rol oynadığı kuşkusuzdur.

ERGENLİKTE CİNSEL ETKİNLİK

Biraz önce de belirtildiği gibi, çocuklar ergenlikten önce pekâlâ cinsel tepki gösterebiliyor. Örneğin, bu tepkiler oyun oynarken ya da beslenme etkinlikleri sırasında uyanmış olabilir. Hatta bisiklet sürerken, dağa tırmanırken, bir trabzandan kayarken ya da güreşirken orgazm olabilirler. Bununla birlikte, başlangıçta bu deneyimler yetişkinlerin bildiği anlamda cinsel olarak tanımlanmaz. Onlar sadece yaşları ilerledikçe yavaş yavaş böyle yapmayı öğrenirler. Gerçekte oğlanlar ve kızlar normal olarak ergenliğe yaklaşana değin cinselliklerinin tam olarak ayrımına varmazlar.

Bu nedenle delikanlılık, çocuklukta provası yapılan birçok cinsel tepki ve tutumun, gerçek anlamın açığa çıktığı bir dönem olarak görülür. Deneysel ve araştırıcı cinsel oyunlar, ileride amaçlı cinsel davranışlara dönüşeceği için hepsinin büyük önemi vardır.

Ne yazık ki kültürümüzde gençler, cinsler açısından oldukça büyük bir sınırlamayla karşılaşıyorlar.

Toplumsal ve dinsel tabular nedeniyle çoğu delikanlı, karşı cins ten biriyle cinsel ilişkiye girerken birçok güçlükle yüz yüze geliyor. Delikanlılar, böyle bir eş bulsalar bile çoğunlukla kendilerini kısa süren bir sevişmeyle sınırlıyorlar. (Petting: Kısa bir süre sonra durdurulan cinsel birleşme biçimi.) Bazı oğlanlar arasıra küçük gruplarla bir arada mastürbasyon yolunu geçseler de, delikanlıların geniş bir kesimi tek başına mastürbasyonu esas cinsel çözüm olarak görüyor. Kırsal kesimlerde yaşayan çok az sayıda delikanlı da hayvanlarla cinsel temasta bulunmayı sürdürüyor.

Genel olarak, genç kızlar, oğlanlardan daha az cinsel etkinlik gösteriyorlar. Bunun başlıca nedeni, kadınları daha acımasızca yargılayan çift standartlı ahlak anlayışıdır kuşkusuz. (Aynı zamanda «Kadın ve Erkeğin Cinsel Rolleri»ne bakınız.)

Bundan başka, kızlar çok kere cinsel gereksinimlerini geliştirmek için bir destek göremiyorlar. Kızlara cinsel bakımdan, çekici olmaları, kibar davranmaları, baştan çıkarıcı şeyler giymeleri, çarpıcı saç biçimlerini denemeleri ve yüz makyajı yapmaları öğretildiği de bir gerçek. Ama cinsel duyguları gene de zayıf ve önemsiz kalıyor. Bunun yerine genel olarak gelecekte kendini gelin, eş ve anne olma düşleriyle avutması isteniyor. Kimi zaman ideal aşk ya da romantik durumlar üzerine belli belirsiz düşler kuruyorlar. Kısacası kızlar, cinsiyetin toplumsal çağrışımlarından çok, bedensel görünümleriyle ilgileniyorlar.

Oğlanların cinsel fantezileri ise çok daha kendilerine özgüdür. Oğlanlar esas olarak cinsel etkinlikle doğrudan ilgileniyorlar. Çoğu için cinsel arzu ve doyum herhangi bir toplumsal engelle ilişkisi olmayan bedensel deneyimlerdir.

Oğlanların cinsellikleri farklı, özel ve kişiseldir. Böylece her iki cins, bir süre için, kişisel gelişmelerinin dışında bir adım atar. Genç kızlar cilveli, uyumcu ve tepkisiz görünürken, oğlanlar da düşüncesiz, sorumsuz ve bencil görünebilirler. Erkekler yalnızca delikanlılık döneminin sonuna doğru cinselliği bir insan iletişimi anlamında görmeye başlar, dişiler de bedenlerinin tam cinsel potansiyelini bu arada keşfederler.

Kendi Kendine Doyum (Mastürbasyon)

Ergenlikteki hormonal değişim cinsel heveslilikle büyük bir artış gösterir. Özellikle oğlanlar çok çabuk heyecanlanır, yani esrime çok kolay olur ve bedenleri meni üretme ve boşaltma için hazır hale gelir. Bazı durumlarda, meni boşalımı oğlan uyurken kendiliğinden olur. Başka bir deyişle, «rüyasında ıslatma». İlk boşalma deneyimini bu biçimde yaşayan delikanlı sayısı oldukça fazladır.

Kızlar meni üretiminde bulunmadığından onlarda boşalma görülmez. Oysa onlar da uykularında orgazm olabilirler. Ama oğlanlarda görülenden çok daha seyrektir bu.

Aynı durum isteyerek yapılan mastürbasyon için de geçerlidir. Delikanlıların hemen hemen % 100'ü 15 yaşında mastürbasyonu gerçekleştirirken, bu oran kızlarda % 25 dolaylarında kalır. Buradan kalkarak mastürbasyonun, delikanlıların evrensel deneyimi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, işin teknik ve sıklığına gelince, bu, kişiye göre çok farklılıklar gösterir. Bazı oğlanlar sık ve düzenli mastürbasyon yaparken, kimileri de arasıra, yaşamlarında kısa bir süre bu yolla doyuma ulaşır. Bu arada kimileri penisi okşamak ve sıkmak için bir ya da iki elini birden kullanır. Kimileri de penisini yorganına, battaniyesine ya da yastığına sürter. Bir kısmı da anatomik olarak mümkün olmamakla birlikte penisi ağzına almaya çabalar. (Bunu tüm erkeklerin ancak % 1'i yapar.) Başka bir bölümü de birleşme duygusuna varmak amacıyla penisini geniş bir şişe ağzına sokarak doyuma ulaşmayı dener. Bu ya da benzeri kendi kendine doyum tekniklerini ve duruma göre bunlardan birini denemek, oğlanların alışkın oldukları konular arasındadır. Bununla birlikte, kullanılan yöntem ne olursa olsun, genç erkek yakında

canı istediği gibi nasıl orgazm olacağını öğrenir. Kısa sürede bedeninin tepkilerine alışır ve yavaş yavaş onun üzerindeki denetimini artırır. Böylece, yeni cinsel kapasitesi üzerinde bir hakimiyet duygusu geliştirir.

Kızlar ise farklı mastürbasyon teknikleri kullanırlar. En çok kullandıkları teknik tek parmağını ya da tek elini klitoris ve çevresinde yavaşça hareket ettirmeleridir. Klitoris'in doğrudan uyarımı uzatıldığında, bu, o kıza acı verebilir, birçok kız da vulvanın tümünün okşanmasını tercih eder. Bazıları parmağını çevresine sürter ya da içine sokar. Kimi durumlarda da silindirik bir nesneyi vajinaya sokarak bu yolla birleşme deneyine benzer bir pozisyona yaklaşmaya çabalarlar.

Aynı zamanda, kızlar vulvayı bir sandalyenin köşesine, çeşitlisert yastıklara sürter ya da evcil bir hayvana yalatabilirler.

Ayrıca baldır kaslarını kasarak ya da bir bacağını kalçaya yaklaştırıp, başlattığı ritmik hareketlerin baskısıyla orgazma ulaşan kızlar da vardır. Tüm bunlara karşı herhangi iki kızın mastürbasyon biçimleri arasında son derece az bir benzerlik görülür.

Çoğu oğlanlara öteki oğlanlar tarafından (genellikle daha büyük olanlar) mastürbasyonun nasıl yapılacağı öğretilirken, kızlar pratiğini kendi kendilerine geliştirirler. Bazı örneklerde, kızların yaptıklarının ne olduğunu öğrenmeden yıllarca düzenli olarak mastürbasyon yolunu denedikleri oluyor. Daha sonraları, yaptıklarının anlamını öğrendiklerinde, büyük bir sarsıntı geçirebiliyor ve kendilerini suçlu hissediyorlar. Her şeye karşın toplumumuzda çoğu insan mastürbasyonu yanlış değerlendiriyor ve birçok delikanlı da hâlâ büyüklerin ahlak değerlerini benimsiyor.

Hemen hemen tüm genç erkekler, kendi kendine doyuma başvurduğundan, bu ahlak sorunu onlar için özellikle keskinleşiyor. Birkaç on yıl öncesine değin, mastürbasyonun yalnızca günah olması değil, aynı zamanda bedensel ve zihinsel hastalıklara da neden olabiliceği anlatılırdı. Bugün bile bazen gençlere aşın mastürbasyonun vücudu her nasılsa zayıf düşüreceği anlatılır durur. (Üstelik bu aşırılık öylesine belirsiz kalır ki.) Sonuç olarak birçok genç erkek, çifte suç işlemiş duygusuna kapılır. Böylece gençler sağlıklarını yıpratırlar.

Bu yaygın kaygılar karşısında sorumlu bazı yetişkinler, kendilerini gençlere bu olguları bilimsel bir biçimde anlatmakla görevli sayarlar. Mastürbasyon, herhangi bir olası zarara yol açamaz ve hiçbir zaman aşırı da olmaz.

Bazı kişiler başkalarından daha kısa zamanda ve daha fazla orgazma ulaşabilirler, ancak vücut bir süre sonra biraz dinlenmek zorunda kalacağından, kişinin isteğine yanıt veremez. İşte bu yüzden hiç kimse aşırı ölçüde mastürbasyon yapamaz.

Bazı gençler, mastürbasyon sırasında canlandırdıkları cinsel düşlemlerden dolayı bir bozuklukla karşılaşabilirler. Böyle düşlemler özellikle oğlanlar arasında yaygındır. Bu oğlanlar bir ya da birkaç kıza, öteki oğlanlarla, kardeşleriyle, kızkardeşleriyle, hatta kendi anababalarıyla cinsel ilişki kurduklarını düşleyebilirler. Kendilerini, tuhaf ve yabansı cinsel durumlarda düşlemleyebilirler, örneğin bazı kimselerin ırzına geçmek ya da bizzat kendilerinin ırzına geçilmesi gibi. Bu düşlemler böyle bir çocuğun hasta olduğu, ya da bunları gerçek yaşama taşıyacağı anlamına gelmez. Aynı zamanda birçok oğlan çocuğu düşünde, milyoner, büyük bir film yıldızı, Romalı bir imparator, ya da dünyanın en acayip adamı olur. Bu türden günlük düşler herhangi özel bir durumun göstergesi olmadığı gibi bunu önemli bir şey olarak değerlendirmek de doğru değildir. Bununla birlikte, zevk veren cinsel düşlemler, insanın yaratıcılığını ve imge gücünü pekiştirmektedir. Bu düşler aynı zamanda bir delikanlıyı gelecekte gerçek bir eşle karşılaşmaya hazırlayabilir.

Delikanlılara mastürbasyon yapmayı önermek genelde dengeyi sağlayıcı bir unsur olarak büyük önem taşıyor. Kendi kendine doyum yapana iyi bir duygu veriyor, gerilimi boşaltıyor ve kişinin düşsel yaşamını uyarıyor. Resmen yasak olmayıp her zaman gerçekleştirilebilir ve herhangi bir kimsenin sağlığını da tehlikeye atmaz. Ayrıca gebeliğe neden olmaz ve herhangi bir zührevi hastalığa da yol açmaz. Dahası, kız ve oğlanların daha iyi sevgili olmalarına da yardım edebilir. Sık sık mastürbasyon yapan oğlan, buna ara vererek ya da hareketini yavaşlatarak boşalmasını geciktirmeyi öğrenebilir. Bu yetenek sonraları birlikte olduğu eşiyle ilişkisinde daha büyük doyum olanağı sağlayabilir. Öte yandan, aynı yolla daha çabuk orgazm olmayı öğrenen kızlar, sonraki cinsel ilişkilerinde bu deneyimin çok yardımını görebilirler.

Mastürbasyona karşı çıkışlar genelde dinsel temellere dayanıyor. Geleneksel olarak Yahudi ve Hıristiyanlar her zaman ayıplamışlar mastürbasyonu, ancak bu ayıplar hiçbir zaman son iki yüzyıldaki kadar güçlü olmamıştır. Herhalde, dinin mastürbasyon yapmalarına izin vermediği delikanlılar, olasılıkla ondan bir yarar da ummuyorlardır.

Eğer korku, utanma, heyecanlanma ve suça neden oluyorsa, mastürbasyon kesin olarak kötüdür. Şükür ki, kimi Hıristiyan kiliseleri yakın zamanlarda tutumlarını değiştirerek bu konuda çok daha hoşgörülü davranmaya başlamıştır. Sonuç olarak bazı delikanlıların belki ara sıra sıkılganlık, yalnızlık ya da moral bozukluğundan ötürü mastürbasyon yolunu seçtiğini söylemek gerekiyor. Evde, okulda büyük bir baskı altında olabilir ya da kimi cinsel sorunlarla karşı karşıya bulunabilirler. Mastürbasyon bu yüzden zor bir durumla yüz yüze gelmemek için bir özür ya da çıkış yolu durumuna gelebilir. Böyle bir durumda gerekirse bir danışman yardımıyla asıl sorunun altında yatanları çözümlemek yerinde olur. (Mastürbasyon üzerine ayrıntılı bilgiyi «Cinsel Etkinlik Tipleri»nde bulabilirsiniz.)

Homoseksüel İlişki

Grup halinde mastürbasyon, genç erkekler için alışılmış bir şey değildir. Arasıra iki ya da üç oğlan mastürbasyonla doyuma ulaşabilir. Hatta ağız ya da anal yoldan (anüs-makat) cinsel ilişkiyi bile deneyebilirler. Böyle bir davranış, aynı cinsten olanlar arasında görüldüğünde, eşcinsel olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte, eşcinsel oğlanlar esasen bu yolu izlemez ve kızlarda görülen cinsel ilgiye sahip olmazlar. Kesin olarak ortaya koyulacak olursa, eşcinsel olmakla eşcinsel ilişkiye geçmek ya da davranışta bulunmak farklı şeylerdir. Hiçbir zaman gerçek bir cinsel temas kurmayan birçok eşcinsel, yani kendi cinsinden eşlere âşık kişiler vardır. Öte yandan, şu ya da bu nedenle eşcinsel haraketlere katılan birçok heteroseksüel de vardır. Örneğin hapishanede, işçi kampında ya da seferdeki bir gemide erkeklerin, kadınsızlık yüzünden birbirleriyle geçici olarak cinsel temas kurdukları olur.

Genç erkekler de bazen kendilerini buna benzer durumlarda bulur. Yani kızlarla cinsel temas olanakları çok sınırlı olduğundan, erkek arkadaşlarından karşıcinsel ilişki için daha fazla şansa sahip olanların en iyisini seçerek ilişki kurar ve bu ilişki, karşıcinsel ilişki kurma olanağı bulana değin onları doyuma ulaştırabilir ve biraz büyüyünceye dek onunla dostluğunu sürdürür.

Oysa çoğu durumlarda delikanlılıktaki eşcinsel temas bundan bile daha gelişigüzeldir. Birçok durumda oğlanlar arkadaşlarına cinsel yiğitliklerini göstermekten hoşlanır ya da bazı yasaklanmış deneyimleri paylaşarak yetişkinlerin koyduğu ahlak değerlerini çiğnemeyi amaç edinirler. Böyle

deneyimlere girişen bir hayli çocuk vardır, ancak bunların çoğu yalnızca tipik karşıcinsel bir erkek olmaya devam ederler.

Bu koşullar altında delikanlılar arasında aynı cinsten davranışlara herhangi bir etiket vurmaktan sakınmak, oldukça duyarlı bir konudur. Gerçekte aynı cinsten bir çocukla seks yapıyor diye herhangi bir oğlanı eşcinsel olarak adlandırmak büsbütün aptallık olur. Böyle bir yafta önemli toplumsal sonuçlara yol açabilir ve böylece daha sonra görülecek karşıcinsel başarısızlıklara neden olabilir. «Homo» olduğu söylenilen bir delikanlı yanlış da olsa artık kendini, imgesindeki toplumu canlandırmaya zorlayabilir.

Kültürümüzdeki yaygın eşcinsellik korkusundan dolayı erkekler çoğunlukla birbirlerine sevgi ve şefkat göstermek için zorlar kendilerini. Öte yandan kimi toplumlarda erkekler bir dostluk ifadesi olarak herkesin görebileceği bir yerde el sıkışır, öpüşür ya da kucaklaşırken, Amerikalılar bu tür davranışlarda bir cinsel yan görmeye koşullandırılmışlardır. Dahası, kendi ülkelerinde böyle bir olayla karşılaştıklarında, olasılıkla adamı erdemsizliğinden dolayı durdurmaya çalışırlar. Genel yaklaşımın bu zehirli atmosferinde, birçok çocuk yakında ya da daha sonra kendi özel cinsel gelişmesinden kuşkulanmaya başlar. Örneğin başka bir çocuğa karşı sevgi duyuyorsa, bu sevginin eşcinselliğe dönüşüp dönüşmeyeceğini merak eder. Böyle boş ve anlamsız üzüntüler delikanlılara yıllarca eziyet çektirebilir ve birçok arkadaşlığı bozar.

Bu bakımdan bir kız, oğlanlardan daha çok bir avantaja sahip olduğuna sevinir. İki kız, birbirleriyle öpüşürken, temas halinde ya da kucaklaşırken görüldüğünde hiç kimse onlar hakkında kötü şeyler düşünmez. Sonuç olarak kızlar yakın arkadaşlıklar geliştirmekte daha özgürdürler. Üstelik bu açıkça aşırı erotik bir noktada olsa bile özel bir dikkat çekmez ve ona herhangi bir toplumsal etiket yapıştırılmaz.

Gerçekte az sayıda kız birbirleriyle cinsel temas kurar, ancak bu ilişkilerine fazla dramatik bir hava vermediklerinden, bu ilişkileri pek seyrek gün ışığına çıkar. Herhalde genç kızların eşcinselliğinin toplumca kınanması, erkeklere oranla ılımlı olup daha sonraki karşı cinsel düzeltmelerle de hemen hemen hiç kalmaz.

Toplumumuz, delikanlılara karşı da aynı tutumu takınsaydı, onların yaşamlarının da çok daha kolay olacağına hiç kuşku duyulmayacaktı. Arasıra görülen eşcinsel ilişkileri de artık onların temel cinsel yönelimi biçiminde görülmeyecek ve bazı katı cinsel prototiplere uymaya çalışan büyük çoğunluğu, kişiliklerinden övünç duymayı öğrenecekti. Aslında soruna daha esnek bir yaklaşım, kuşkusuz gerçekte eşcinselliğe dönüşmeyecek küçük bir delikanlı grubuna oldukça yararlı olacaktır. (Eşcinsellik üzerine daha ayrıntılı bilgiyi «Cinsel Etkinlik Tipleri», «Uyumculuk ve Sapkınlık» ve «Cinsel Baskı»da bulabilirsiniz.)

Heteroseksüel İlişki

Çocukluğun sonlarına gelindiğinde, oğlanlar ve kızlar günlük etkinliklerinde hızla birbirlerinden ayrılmaya başlarlar. Gittikleri okul ya da eğitim kurumları aynıdır ama, dişi ve erkeğin ayrı ayrı katıldığı oyunlara alınırlar ve zaten ayrımın kadınsı ya da erkeksi hobiler temelinde olması da özendirilir. Buna benzer ayrımlar yaz kamplarında da görülür. Ergenlik dönemine yaklaşınca ayrı dünyalar, değerler ve ilgiler arasında yaşarlar. Sonuç olarak oğlanlar ve kızlar, çoğunlukla birbirlerini az tanırlar ve yeniden bir kişisel temas kurma çabası içinde, daha zor bir döneme girerler.

ABD'nin birçok kesiminde bu çabalar oldukça klasikleşmiş «randevu vermek» ya da «birlikte çıkmak» gibi bilinen bir yol izler. Oğlan, önce bir randevu ister kızdan, sonra anababasının otomobilini ödünç alarak kızın evine gider, yola çıkıp bir sinemaya, oradan da diskoya dansa giderler ve sonunda oğlan kızı tekrar belirli bir saatte anababasına geri getirir. Konuyla ilgilenenlerin tümünün bildiği gibi, eğer oğlanla kız yalnızlarsa, biraz sonra elini avucunun içine alma, kucaklama, öpme gibi bazı yakın temaslarda bulunurlar. Bazı durumlarda çok yakın okşamalar bile görülebilir, ama işi cinsel birleşmeye götürmeden. Zaten böyle bir sınır çoğunlukla her ikisine de ailesince, hatta kızın kendisince konur.

Özel randevu biçimleri bölgelere, toplumsal sınıflara ve etnik zemine göre önemli ölçüde değişir. Bundan başka Amerika'da yakın yıllarda gençlerin yaşam biçimlerinde genelde büyük bir değişim olmuştur. Onlu yaş grubundaki gençler, artık önemli ölçüde o beylik randevu örneğini yineleme-meye özen gösteriyor, bunun yerine kendiliğinden birliktelikler ve buluşmaları yeğliyorlar. Gerçekte, bazen çoğu kez, toplumsal bir başarı için, bir kavga ya da yaygın bir rekabete bile dönüşme görünümü olan, çok sayıda istenilmeyen olayların görüldüğü geleneksel randevu anlayışı da yadsınmaz bir gerçek. Böylece randevular cinslerin anlaşmalarını sağlayacak iyi bir zemin olmak yerine, birlikte çıkanlar için kırıcı sonuçlarla noktalanabiliyor. Kuşkusuz, gelecekte gençler pekâlâ yeni ve daha anlamlı radevu biçimleri geliştirebilirler. Ancak bazı yararlı amaçlara hizmet edeceğinden kendisini bir tek biçimle de sınırlayabilir: Birlikte çıkmalar oğlan ve kızlaar birbirleriyle buluşma şansı verdiği gibi, kendilerine güvenlerini de pekiştirir, incelik ve iyi hallerini geliştirir, ayrıca evlilik için uygun bir eş bulmasına yardımcı olur.

Bazı oğlan ve kızlar nasıl davranacaklarını bilmediklerinden ilk randevularda korktuklarını hissederler. Üzücü bir durumla karşı karşıya kalınca, arkadaşlarının saygısını yitireceklerinden korkarlar. Bu sorun ikili ya da grup randevularıyla kolayca çözümlenir. Birkaç oğlan ve kız, birlikte çıktıkları zaman daha kolay bir eğlenme yolunu bulabiliyor ve çekingenliklerini yenebiliyorlar. Aslında bu tip gençler birkaç deneyim kazandıktan sonra bazen tekli çıkmanın korkularından da birazcık hoşlanmaya başlamış oluyorlar.

Randevu, oğlanlara ve kızlara birbirlerine ilişkin pek çok şey öğrettiği gibi, aynı zamanda kendilerini anlamlarına da yardımcı olur. Örneğin çok farklı özellikleri olan bir arkadaşıyla birlikte olmayı başarabildikleri gibi, ilişkinin kopmasına neden olmaksızın sevmediklerini kabul etmeyi öğrenebilirler. Arasıra reddedilme de yetişkinliğin bir göstergesidir. Böylece kimi insanların, göründükleri gibi değil, gerçekten oldukları gibi görünen insanları sevdiklerini öğrenebilirler. Bu deneyimler onları birçok yersiz korkudan kurtarır ve kendilerine içten davranmalarına yardımcı olur.

Nihayet birçok genç çift «yalnız birbirlerinin olmayı», yani öteki arkadaşlarıyla artık çıkmamayı kararlaştırarak, boş zamanlarının çoğunu birlikte geçirirler. Böyle bir kararın yararları da zararları da vardır kuşkusuz ve bunlar peşinen kabul edilmelidir.

Böyle tek kişiyle devamlı ilişki durumunun duygusal bir güven sağladığı açıktır. Bu yüzden kızlar kadar oğlanlar da randevulara üzülmeyi bırakabilirler. Eşlerinin kendileriyle birlikte olacağından emin oldukları için birlikte çıkarken her zaman yeni bir kılığa girmelerine gerek kalmaz. Her ikisi de yürümeyecek bir arkadaşlığı rizikolu bir sona götürmezler. Öte yandan, tek eşle arkadaşlık, kişileri birçok ilgi ve gelişen deneyimlerden yoksun bırakabildiği gibi daha uygun bir başka eşle birlikte olma fırsatını da kaldırır ortadan. Bu tartışmaların, delikanlılarca hesaba katılması gerekir. Nitekim bilgili yetişkinler de onlara sonuç olarak; seçecekleri eş konusunda, kendilerine açık bir seçme şansı bırakmalarına dikkat çekebilirler.

Tek arkadaşla çıkan çiftler, normal olarak bedensel ilişkiyi daha ne kadar zaman sonra kurmaları gerektiğini merak ederler. Öte yandan genç erkek ve kızların cinsel birleşmelerinden hoşlanan anababasa sayısı da oldukça azdır. Oysa anababalar, çok kere kucaklaşıp öpüşme (necking) ve sonu orgazma da gidebilecek birleşmesiz sevişmeler (petting) gibi cinsel temas biçimlerini özendirebilirler. Bu terimler farklı delikanlılarda farklı anlamlar kazanır ve bugün artık modası geçmiş boş laflar düzeyindedir. Aslında necking ve petting, gerçek cinsel ilişkiden kaçınılan bir okşama anlamına gelir. (Necking terimi genellikle yüz ve göğüslerin öpülmesi, petting ise cinsel organlar da dahil tüm vücudun sevilmesi anlamındadır. Daha şiddetli pettingler bir orgazma ulaşmayı da içerebilir.)

Hangi durumda olursa olsun, bir nokta her zaman aynı kalıyor; kızın «bakireleğinin», yani kızlığının korunması.

Bugün hâlâ, sayıları giderek azalmakla birlikte, sacjece bir kızla, yani bakireyle evlenmekte ısrar eden birçok erkek var. Ne yazık ki, kızlık kavramı ilk bakışta görüldüğü kadar basit ve açık değildir. Geçmişte «kızlık» sözü bir kız ya da kadının hiç cinsel ilişki kurmadığını ve bundan dolayı saf, masum olduğunu ifade etmek için kullanılırdı. Bu masumiyetin kanıtı ise kızlık zarının yırtılmamış olmasıydı. Bugün salt cinsel ilişkiyle değil, mastürbasyonla ya da belirli bir sportif etkinlik sonucu olarak da yırtıiabiieceğini bildiğimizden, artık bu inançda geçerliliğini yitirmiş görünüyor. Öte yandan, bazı durumlarda kızlık zarının hiç olmadığı da görülmüştür. Dahası, kızların kızlık zarları kolayca açılıp uzayabiliyor, yani onlar kızlık zarlarını koruyarak da birleşebiliyorlar. Yine kızlığını teknik olarak koruyabilen bazı kızlar da görülüyor. Bunlar bizzat cinsel birleşmeden kaçındıkları halde ağızla ve anal yoldan serbestçe cinsel ilişki kuruyorlar. (Fransızlar böyle kızlara demi-vierge, yarı-bakire diyorlar.)

Bu olgular açısından bakıldığında, kızlık zarı üzerine geleneksel sabit düşünce oldukça yanlış görünüyor. Temelde, kızlık zarının, başlık parası verip gelini satın alan adama, onun «hasarsız» olduğunu gösteren bir kanıt olarak kullanılması, eski dönemlerin bir kalıntısıdır. Oysa bu istem, demin anlattığımız yanlış varsayıma dayanıyor.

Öte yandan, bakireliğin yeni bir tanımı herhangi bir yararlı amaca azıcık hizmet edebilir. Bu, bazen yapıldığı gibi, terim erkeklere de yöneldiği zaman, iyice açıklığa kavuşur. Bir oğlan çocuğu bakirliğini hangi noktada yitirir? İlk orgazma ne zaman ulaşır? Uykusunda ilk boşalma ne zaman

olur? Tek başına mastürbasyona ne zaman başlar? Öteki oğlanlarla birlikte ne zaman mastürbasyon yapar? Bir kızı okşayarak ne zaman orgazm olur? İlk kez ne zaman cinsel birleşmeyi gerçekleştirir? Yanıtların her kişiye göre değişebileceği oldukça açıktır.

Bu örneklerin de gösterdiği gibi, bir kişinin bakireliği ya da bakirliğinin tartışması aşırı teknikler içinde, bir baştan savmayla kolayca yozlaşabilir. Bu nedenle soruna büsbütün farklı bir açıdan yaklaşmak daha akla uygundur. Öpme, okşama, sevişme, uzun uzadıya sevişme, birleşmesiz cinsel ilişki ve gerçek cinsel ilişki arasındaki ayrımlara üzelmek yerine genç insanlara kendi güdülerini gözden geçirmelerini önermek daha doğru olacaktır. Yine de bir oğlan, kızın bu tür etkinliklere hazır olmadığını ve bu etkinliklerin kızı altüst edeceğini bilirse basit bir öpüşmede bile yanlış yapabilir. Başka bir deyişle, hesap edilen cinsel etkinliğin tipi değil, onun ardında yatan niyettir.

Öte yandan herkesin aynı cinsel gereksinimleri olmadığını, hiç seks yapmadan mutlu bir şekilde yaşayan insanların da var olduğunu anlamak önemlidir. Gençler böyle kişisel farklılıklara yaklaşımda çok kere benmer-kezcil bir tutum içindedir. Dahası, kendi benzer gruplarının ölçülerini uyarlamak isteyebilir ve «herkes böyle yapıyor» diye işittiklerinden, kendilerinin de aynı şeyi yapmalarının mubah olacağını düşünürler. Gerçekte bu baskı türü bazı oğlan ve kızların kendilerinde bozukluk ya da yetersizlik duymalarına neden olabilir; tabi çoğunluğu izlemek isterlerse. Oysa kişisel gelişim için uyumculuk hiçbir zaman iyi bir temel olamaz ve cinsel uyumculuk da bunun dışında değildir.

Her şeyden önce, cinsel ilişkinin herhangi bir türü kişiler arasındaki bir iletişim anlamında ele alınmalıdır ve bu nedenle ilk kabul edilmesi gereken şey, onların bireysel gereksemeleri, istekleri, umutları ve korkularıdır. Örneğin, bir delikanlı, kız arkadaşının birleşmeden çok insana içtenlik, cana yakınlık, şefkat, anlayış ve duyarlıkla ilgilendiğini anladığı zaman, onun da bu nitelikleri geliştirmek için çabalaması gerekir. Delikanlı ancak bunları gerçekleştirebildikten sonra birbirlerinin beklentilerine karşılık verebilirler. Elbette kızın da oğlanın beklentilerini anlamaya çalışması gerekir. Demek ki, herhangi bir yakın ilişki, bazı karşılıklı düzletme ve sorumlulukları paylaşmayı gerektirir.

Bu açıdan bakılınca, cinsel temasın tüm biçimleri ve ölçüleri anlamlı ve değerli olabilir. Nitekim genç bir çift, bir süre pekâlâ önemsiz ve sade öpüşmelerle yetinebilirier. Sonra birbirlerine alıştıklarında bazısoyut kurallar ve düzenlemelere aldırış etmeksizin, ya da temelde kendilerini başkalarıyla kar-şılaştırmaksızın, sevişmenin daha yakın her biçimini yavaş yavaş uygulayabilirler. Bu bilinçli ve kişisel yaklaşım, her ikisine de seks için bir seçme özgürlüğü verir ve başka akılcı kararlar almalarını da sağlar. Her şeyden önce kişi olarak birbirlerini değerlendirmeyi öğrendiklerinden, cinsel birleşme isteyip istememe konusunu kararlaştırmakta çok daha eşit bir duruma gelmiş olurlar.

Birleşme (yani penisin vajinaya girmesi), cinsel ilişkinin, çocuğun ana rahmine düşmesiyle sonuçlanabilecek tek biçimidir. Bu, büyük sonuçlara yol açıcı istenilmeyen gebeliklere neden olduğundan, kişilere, çiftlere, özellikle kızlara, büyük bir sorumluluk yükler. Toplulumuzda evlenmemiş annelere ve «piç» olarak görülen çocuklara karşı hâlâ kötü bir gözle yaklaşma ve onlardan uzak durma anlayışı vardır. Öte yandan, bir çocuk aldırma da hiç hoş bir şey değildir. En iyi koşullar altında olsa bile bebeği evlatlık verme de memnunluk verici olmayabilir. Öyleyse geriye kalan tek olası seçim; erken ve zorla evliliktir. Bu da tüm çözümlerin en kötüsü olabilir.

Önceki bölümlerde belirtildiği gibi, oğlanlar ilk boşalmalarından sonra, geçici bir süre için kısır kalabilir ve bu kısırlık kızlar için de ilk âdetlerinden sonra başlayarak birkaç yıllık bir döneme sarkabilir. Ancak bu, ciddiye alınacak bir şey değildir. Gençler için çok daha güvenli olanı, ergenliğe ulaşır ulaşmaz kısır olabileceklerini varsayarak davranmaktır. Onların aynı zamanda en geç bu sıralarda yeterli bir gebelikten korunma anlayışı kazanmış olmaları da gerekir. Bereket versin, bugün birçok anababa, okullar ve kilise grupları, gençlere tüm gerekli bilgileri sağlıyor. Ayrıca hemen hemen her kentte bulunan aile planlama merkezleri de bu konularla ilgileniyor. Bu koşullar altında sorumlu onlu yaştakiler, istenilmeyen gebeliklerden doğacak risklerle karşıkarşıya kalmazlar.

Bununla birlikte, dikkatli bir gebelikten korunma bile, evlenmemiş gençler için birleşmeyi «güvenli», zararsız ve arzu edilebilir kılamıyor. Öte yandan, beklenilmeyen resmi zorluklar da, başka bir engel oluşturuyor onlar için. Ayrıca cinsel ilişki için yasal olarak kabul edilen yaşın üzerinde bile olsalar (bu yaş ABD'de eyaletlere göre değişmektedir; bazılarında 16, bazılarında 18'dir), zina suçuna çarptırılmaktan kurtulamıyorlar. Çoğu eyaletlerde bu suçu işleyenlere 1 yıl hapis cezası veriliyor. Eğer her ikisi de yasal olarak istenilen yaşın altındaysalar, yine suçlu muamelesi görebilir ve zina-

nın suç sayılmadığı eyaletlerde de aynı kader onları bekleyebilir. (Kız yasal yaşın altındaysa, o zaman oğlan reşit olmayan bir kızla cinsel ilişkide bulunmak cezasına çarptırılabilir.) Bu yasaların varlığı insana şaşırtıcı gelebilir. Ancak şu da belirtilmelidir ki, bu cezalar çok seyrek uygulanmaktadır. Bununla birlikte, «istenilmeyen» herhangi bir durumda kullanılmasının önünde de hiçbir engel yoktur. (Kapsamlı bilgi için «Uyumculuk ve Sapkınlık», «Yasal-Yasal Olmayan» bölümlerine bakınız.)

Söz konusu edilen başka bir nokta da zührevi hastalıklar tehlikesidir. Zührevi hastalıkların ağız ve anüs yoluyla ilişkiden geçebileceği doğrudur. Hatta bazı seyrek durumlarda öpüşmeyle, ya da birleşme yoluyla adamakıllı büyük bir bulaşma şansı bulduğu görülmüştür. Ne yazık ki bugün gençler arasında zührevi hastalıklar salgın haldedir (ABD'de). Bu nedenle, kız olsun oğlan olsun, tüm gençler frengi ve belsoğukluğunun belirtilerini, tedavi yollarını ve önlenmesini öğrenmek zorundadır. (Ayrıntılı bilgi için «Zührevi Hastalıklara bakınız.)

Öte yandan, bir başka sorun kaynağı da delikanlılıkta sık sık görülen, cinsel ilişkilerin bastına heyecan yüklü havasıdır. Gençler, anababalarıyla ya da okul yurtlarında yaşadığı sürece gerçek bir yakınlık için ne uygun bir yer, ne de bir zaman bulabilirler. Bu nedenle onların cinsel birleşme girişimleri, aceleyle karışık durumlara ve nihayet daha olumsuz durumlara dönüşebilir. Bundan başka, evlenmeksizin yapılan seksin güçlü toplumsal kınanışı ve dinsel bakımdan lanetlenmesi, bireylerde derin suçluluk duygusu yaratabilir.

Her iki cinsiyetten gençlerin cinsellik dışı nedenlerle ilişki kurabileceği ve bu ilişkinin kötüye kullanılmasının eşleri incitebileceği ve onurunu kırabileceği bilinmelidir. Böyle davranışlar yalnızca acı ve güvensizliğe yol açar ve bu nedenle bu davranış bir insanı kırarak kendini de mahkûm etmiş olur.

Öte yandan onlu yaşlardakilerin, birleşme de dahil, cinsel ilişkinin tüm biçimlerini gerçekleştirdikleri ve tümünde de herhangi bir olumsuz sonucun görülmediği de gerçektir. Tam tersine, bunu olgunlukla ele alan sorumlu tavır, kendilerinin cinsel ilişkilerini de güçlü ve mutlu kılabilir.

Dişilerde olduğu kadar, erkeklerde de gençken birbirlerini düzeltmek konusunda, kendi cinsel kapasitelerini göstermeyi çok kolay buldukları üzerine önemsiz bir kuşku vardır. Bu anlamda, ilk düzenli birleşme mükemmel bir evlilik hazırlığı olarak görülebilir.

Kısacası, yalnız karşı çıkmakla kalmayıp aynı zamanda gençler arasında sınırlanmamış cinsel ilişkinin son tahlilde yine kendi kararlarına bağlı olacağını tartışmak yerinde olacaktır. Tüm yetişkinlerin umudu, bu kararın, doğacak tüm sonuçların dikkate alınarak verilmiş olmasıdır. (Karşıcinsel ilişki üzerine ayrıntılı bilgi için «Cinsel Etkinlik Tipleri»ne bakınız.)

Yetişkinlerle Cinsel Temas

Tarih boyunca çok farklı yaşlar arasında her zaman büyük ölçüde cinsel ilişkiler kurulmuştur. Binlerce yıldır, ortayaşlı erkekler, onlu yaşlardaki kızlarla evlendiler ve ergenliğe yaklaşan oğlanlara da çok az deneyimli yaşlı kadınlarca aşk bilimi ve sanatı tanıtıldı, anlatıldı ve böylece hazırlıklar sürüp gitti. Bu pratikler bugün bir delikanlılığın modern anlamda bilinmediği ve dölle-, me yeteneğine gelenlerin de hemen yetişkin statüsüne alındığı kimi «ilkel» toplumlarda hâlâ uygulanıyor. Bu yapısal değişim oldukça ani olabilir ve belirli büyü töreni ya da üyeliğe kabul toplantısıyla ilintilidir. Hatta bu tür toplantılarda yetişkinlerle cinsel temas örnekleri sunulabiliyor. Örneğin, kızların rahipler ya da kabile şefi tarafından kızlığı bozulabilir, oğlanlar ise daha yaşlı kabile üyeleriyle anal ilişkide, edilgen bir eş olabilir. Bu oğlanla ilişki âdetine, aynı zamanda daha sonra genç erkeğin akıl hocası olacak bir adamla, cinsel ilişkiye girmesi biçiminde eski Yunanistan'da da rastlanır. Benzer uygulamaların kimi Asya topluluklarında da görüldüğü biliniyor. Daha yakınlarda Akdeniz ve Latin Amerika ülkelerinde gençlerin büyüdüğünü, yani adam olduğunu göstermesi için fahişelerle ilişki kurması beklenirdi.

Bununla birlikte, son 200 yılda çoğu Batı toplumlarından onlu yaşlardaki gençlerin daha yaşlı kişilerle fiziksel olarak cinsel temastan korunmaları inancı gelişti. Böylece birçok ülke cinsel ilişki için bir yaş sınırı koydu. Yani, evlilik dışında yetişkin sayılanların belirli bir yaşın altında bulunanlarla (küçüklerle) cinsel ilişkide bulunmaları giderek azaldı. Ancak tam küçüklük yaşı ülkeden ülkeye değişik olabiliyor.

ABD'de tam resmi yetişkinlik, çoğunlukla 21 yaşından başlıyor. Oysa gençler, yetişkinlere özgü pek çok ayrıcalığı bu tarihten çok daha önce kazanmıştır. Gençler, reşit yaşa yaklaştıklarında cinsel ilişki kurma onayını alıyorlar. Ne yazık ki bu yaş her eyalette aynı olmayıp 12 ile 18 yaş arasında değişebiliyor. Ayrıca bu yaş karşıcinsel ve eşcinsel ilişkide olduğu gibi, dişi ve erkek için de çok kere farklı olabiliyor.

Sonuç olarak, bazı «küçükler» ve «yetişkinler», kendilerini beklenmedik bir korku ve şaşırtıcı bir durum karşısında bulabiliyorlar.

Buna iyi bir örnek, reşit olmayan bir kızla cinsel ilişki kurma suçudur. Bir kızın reşit olma yaşına yaklaşmadan önce, yasaya göre cinsel ilişki kurması mümkün değildir. İşte bu onayı almadan yapılacak cinsel ilişkiyle suç işlendiğinden, kızın sevgilisi otomatik olarak bu suçu işlemiş olacaktır. Şimdi vereceğimiz örnek bu konuyu biraz daha açacaktır. 18 yaşında bir oğlan, 17 yaşındaki bir fahişe tarafından ayartılır. Ancak kızlar için cinsel ilişki yaşını 18 olarak kabul eden bir eyalette, baştan çıkartıcı olarak kabul edilen erkek, reşit olmayan bir kızla cinsel ilişki kurma suçunu işlemiş olacaktır. Kızın oğlandan para alması ve oğlanın bu işe gönülsüz katılması, durumda bir değişikliğe yol açmaz. Korunulması gereken küçük bir kız,, erkek ise cezalandırılması gerekli bir yetişkin. Öte yandan eyaletin kızlar için onay yaşı daha küçükse, erkeğin bu suçtan cezalandırılması söz konusu olamaz. (Bununla birlikte oğlan ve kızın başka yasaları çiğneyip çiğnemediği eyaletlere göre değişmektedir.)

Böyle açık bir örnekte de görüldüğü gibi, «küçüklerin korunmasının çok uzak noktalara götürülebileceği ortadadır. Hatta konuya yakından bakıldığında sorunun başka açılardan çok daha keyfi ve resmi tanımlama konusu olabileceği görünüyor. Mantıksal bir açıdan yaklaşıldığında, bir eyalette 17 yaşındaki bir kız resmen cinsel ilişki kurma hakkına sahip değilken, başka bir eyalette bu yaşın 12 olması, yani bu yaştan yukarı olan kızların resmen cinsel ilişki kurma hakkının olabilmesi anlaşılır şey değildir doğrusu. Yasanın burada söyler göründüğü, duygusal olgunluğun coğrafi bölgeye bağlı olması ve ahlaken henüz yetersiz bir kızın, bir eyalet sınırını geçiverin-ce yeterli hale gelmesidir. Bazı eyaletlerde cinsel ilişki onayı verilmeden birkaç yıl önce evlenme onayı alınabiliyor. Bereket versin, bu sırada çok sayıda eyalet bu anlamsız yasaları kaldırıp daha gerçekçi bir tutum benimsedi. Bu arada Hawai'nin yeni Ceza Yasası, tüm ulus için bir örnek olur da reşit olma yaşı her iki cins için de 14'e düşürülür. Aslında birçok eyaletde gereksiz sorunların ortadan kaldırılması yönünde bir çaba da gözlenmektedir.

Artık kendi cinselliklerini anlamaya başlayan ve değişik gebelikten korunma yöntemlerini öğrenen kız ve oğlanların, cinsel bakımdan yetişkin-lerce istismar edilmesi pek olası değil.

Seksin gençler ve yaşlılar arasında sorunlara yol açıyor görünmesi karşısında, bir uzmana danışmak yararlı olabilir. Yasadan farklı olarak, böyle bir danışmada her durum kendine özgü bir biçimde ele alınarak kişilere uygun olmayan toplumsal etiketler takılmasından ve onların sonuçlarından kaçınılır.

Örneğin, örğretmenine 'tutulan' ya da ortayaşlı bir adamla buluşmaya başlayan genç bir kız, kendi kendine düşünmek yerine konuyu başka biriyle, konuya ilgisi olmayan bir yetişkinle apaçık tartışmaktan yararlanabilir. Birazcık sorunlu, yaşlı bir adamın çok genç kızları uygun bir eş olarak kabul edeceğini düşünmeyebilir.

Danışma, aynı zamanda birçok yanlış kavrama ve korkuya da götürebilir. Birçok anababanın, kızları ve oğullarının bir eşcinsel tarafından ayartıla-rak, onların da bir eşcinsel olabilecekleri biçiminde anlayışları olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte çoğu bilimsel görüş, bu olasılığa kuşkuyla yaklaşıyor. Gençlerde yalıtılmış cinsel eylemlerin, erkek özendirilmeksizin kendisini hemen ya da sonra gösterecek belirli bir eğilim olmadıkça sürekli bir cinsel tercih haline dönüşmesi olası görünmüyor. Dahası, eşcinsellerin kendi belirttiklerinin büyük çoğunluğundan da çıkarılabileceği gibi, söz konusu bir ayartmanın kendi gelişmelerinde önemli bir etkisi olmamasıdır.

Kısacası, az sayıda eşcinsel ilişki (yetişkinlerle ya da gençlerle olsun) kendi kendilerine eşcinsel bir yönelime neden olmuyor.

YETİŞKİNLİK

 

Vurguladığımız gibi, insanların cinsel gelişimi ne onların fiziksel olgunlaşmasına başlar ne de onunla sonra erer. İnsanlar cinsel durum ve kapasitelerini pekâlâ ergenlikten önce elde edebilir ve onu yetişkinliklerinde de daha çok kazanabilirler. Aynı zamanda yaş ilerledikçe kapasitelerinde belirli ölçüde azalmalar olur ya da onlara farklı bir biçimde bakmayı öğrenebilirler. Yıllar geçtikçe farklı cinsel huylar ve hazlar geliştirdikleri gibi, kimi dönemler etkinlikleri artar ya da azalır.

Bu değişim, düzeltme ve yeniden yönelimler, yalnızca doğal biyolojik nedenler sonucu olmayıp, aynı zamanda değişik kültürel istemleri de karşılar. Örneğin, kültürümüzdeki insanlar erkek ya da kadın, eşcinsel ya da kar-şıcinsel, bekâr ya da evli, genç ya da yaşlı olup olmadıklarına bağlı olarak

çok farklı cinsel ölçülere sahiptirler. Bundan başka, erkekler ve kadınlar elit bir sınıfa yükseldiklerinde, küçücük bir taşra kentinden büyük bir kente hareket ettiklerinde ya da bir ülkeden başka birine göç ettiklerinde, değişik cinsel tutumları kabule zorlanmış olabilirler. Toplumlarının beklentilerini ger-çekleştirmeyen kişiler suçlu ve yetersiz hissedebilir kendilerini, hatta bazı durumlarda cezai bir kovuşturma riskine girebilir ya da «eski hale gelmeye» zorlanabilirler. Kişi böyle sorunların tümünden de sakınmaya ve «normal» bir yaşama varmaya çabalasa bile kendini ansızın büyük toplumsal hareketler karşısında ve olayların etkisi altında bulabilir. Nitekim güvenilir gebelikten korunmanın bulunuşu ve kadının resmi özgürleşim hareketi birçok başka durağan yetişkinlere, davranışlarını değiştirmeyi ve yeni cinsel değerler araştırmayı dayatmıştır.

Kısacası, yaşam varoldukça cinsel gelişme de varolacaktır ve bu nedenle yetişkinliğin belirli bir tanımını koymak da olası değildir. Burada yapabileceğimiz tek şey, yetişkinlerin bugün karşılaştıkları cinsel sorunlara biraz daha geniş bir açıdan yaklaşmaktır.

Özel sorunların daha ayrıntılı biçimde tartışılması bu kitabın ilgili konularında bulunabilir.

BEKÂR

Resmi ahlakımız yalnızca evlilikle cinsel ilişkiye izin veriyor ve bundan dolayı genç erkek ve kızlar, evlenmeleri için toplumun yoğun baskısıyla karşılaşıyorlar. Gerçekte bugün eskisinden daha fazla insan evleniyor, ancak bu olgulara karşın evliliklerin üçte biri de ABD'de boşanmayla sonuçlanıyor. Boşanan erkek ve kadınlar çoğunlukla evlilik için yeteneksiz kişiler oldukları ya da evlilik kurumunda bazı yanlışlar olduğu kanısına varmıyorlar. Tersine, çoğu mutlu bir evlilik sürdürmeyi amaçlıyor; ancak iyi bir eşle. Böylece iki ya da üç, hatta dört ya da beş kere evlenip boşanan insanlar oluyor yaşamlarında. Özcesi, toplumumuzda hemen hemen evrensel ve sarsılmaz bir inanış var şimdilerde: Herkes evlenmeli ve evlilik yalnızca cinsel işlevi içermeli.

Eskiler hiçbir zaman bu inançta olmamıştır. Gerçekte 19. yüzyıla değin belirli sayıda insana evlilik için uygun olmadığı gözüyle bakılırdı. Bu iş için desteklenmeyenlerin evlilikleri çoğunlukla yasayla engellenirdi. Böyle resmi bir engelle yüz yüze gelmeyip de uygun bir eş bulana değin evlenmeyi bile-

rek istemeyenler de vardır. İşte birçok anababa da kızlarından en az bir tanesinin yaşlanınca kendilerine bakması için evde kalmasında ısrar ettiler. Bu sırada anababa ölüp de kızlar da çoğunlukla herhangi bir koca bulma umudunu yitirince, evde oturmaktan başka çareleri kalmıyordu. Bununla birlikte, onlar hakkında her zaman kısmetine küsmüş, geçmişin evde kalmış kız ya da erkekleri biçiminde bir sonuca varmak yanlış olacaktır. Her şeyden önce, bütün olarak evlilik bugünkünden çok daha az romantizedir. Bundan başka, bekâr olan yetişkinler, eğlenceler ve aile yaşamının rahatından yoksun değildir. Geleneksel geniş bir aile; çocukları, anababaları, dedeleri, büyükdedeleri, uzak yakın akrabaları ve hizmetçileri içerirdi. Böyle bir ev halkında evlenmemiş erkek ve kadınların odası vardı. (Geniş aile üzerine daha ayrıntılı bilgi için «Evlilik ve Aile»ye bakınız.)

Bugün de tek başına yaşayan birçok yetişkin vardır. Bu yaşam kimi zaman çok renksiz, baskıcı olurken, kimi zamanlarda avantajlı da olur. Hatta büyük kentlerin çoğunda (ABD) bekâr yaşama biçimi çok çekici gelebilir. Bekâr yetişkinlerin kaldığı, aynı zamanda onların yemek gereksinmelerini de karşılayan otel ve pansiyonlar, ayrıca emekliler için huzurevleri, oldukça hoştur ve rahat bir yaşam için pek yararlı olmaktadır. İşin doğrusu, bu kentler, kütüphaneleri, müzeleri, tiyatroları, kulüpleri, spor etkinlikleri, kaplıcaları, lokantaları, kafeleri ile insanlara geniş olanaklar sunuyor. Bunlardan da önemlisi, kentlerin özgürce yaşanan cinselliğin her türünü büyük bir sır olarak kendinde saklamasıdır. Evlenmemiş erkekler ve kadınlar sosyal faaliyetlerde, partilerde, özel tek kişilik barlarda olduğu gibi (damsız barlar) gazete ilanlarıyla bile bir araya gelebiliyorlar. Onlar uzun ya da kısa bir süre birlikte yaşayabiliyor, sonra ayrılıp çok fazla zorlukla karşılaşmaksızın yeni eşler bulabiliyorlar. Bunların tümü eşcinseller kadar karşıcinseller, yaşlılar kadar gençler, boşanmış ya da dul olanlar kadar hiç evlenmemiş olanlar için de böyledir. Kısacası, en azından cinsel olarak dünyadaki olası tüm şeylerin en iyisiyle karşılaşabildiği ya da yaşadığı söylenebilir, modern bekâr yetişkinlerin.

Oysa birçok durumda bu izlenim aldatıcıdır. Örneğin banliyölerde, küçük kent ya da kırsal birimlerde yaşayan bekâr yetişkinlerin, hele orta yaşlara da yaklaşmışlarsa, cinsel bakımdan şansları oldukça sınırlanmıştır.

Büyük kentlerde, bir de komşularıyla açıkça cinsel ilişkiye girmemesi ölçüsüyle davranılırsa, yaşlı erkek ya da kadınların da oldukça zorlandıkları görülüyor. Bununla birlikte bazen bir emekli maaşı ya da başka mali olanaklarını yitirmesi anlamına geldiğinden, bir çiftin evlenmekten başka bir çözümü kalmıyor.

Böylece bugün birçok yaşlı çift resmen bekâr görülmelerine karşın birlikte yaşıyor. Ne yazık ki sonuç olarak bu çiftler birkaç olumsuzluğa da katlanıyorlar. Bekâr bir kişi, çok kere daha fazla vergi verip evli birinden daha zor bir iş buluyor. Eğer aday, bir de eşcinsel ise o zaman iş arayanın vay haline. Bundan başka, ABD'nin çoğu eyaletlerinde modası geçmiş seks yasalarına göre tek başına yaşayan yetişkinlerin herhangi bir cinsel ilişki kurması teknik olarak (yani kağıt üstünde) suç oluşturuyor ve bu nedenle onlar sert bir ceza ve mahkumiyet tehdidi altında yaşıyor. (Karşıcinseller de dava konusu olmakla birlikte, en çok eşcinseller katlanmak zorunda kalıyor bu yasalara.) Ve nihayet birçok yetişkin, devamlı hastalık, bozukluk, sakatlık ve başka bedensel olumsuzluklardan dolayı tek başına yaşamak zorunda kalıyor. Bir kısmı da hâlâ cinsel yetersizliği ya da alışılmamış eş olarak duyumsuzluk yaratacak cinsel ilgilerinden dolayı böyle yaşıyorlar. Bu tür yetişkinler çok mutsuz bir yaşam sürebilirler. Kimileri de ancak fahişelerde bir doyum bulabiliyor, ancak burada da gene yasalar ve polis dikiliyor karşılarına.

EVLİLİKTE CİNSEL UYUM

Birçok erkek ve kadın, evlilikte cinsel görevlerini yerine getirme yollarını arıyor. Bununla birlikte, hepsi bu işi istenildiği gibi gerçekleştirmiyor. Bu yüzden sürekli cinsel ilişki, büyük sabır, hoşgörü ve alışılmış çabalar istiyor. Yani evlilikte otomatik olarak mutluluğu sağlayıcı herhangi bir şey yok elimizde.

Bunun için insanların kendi cinsel ilgi ve yeteneklerini gerçekçi bir anlayış temelinde geliştirmesi önem kazanıyor. Böyleleri aynı zamanda eşlerini de düzeltme olgusunu kabul etmelidirler. Bundan başka, her çift, en azından evlilik yaşamının fiziksel görünüşlerine ilişkin temel olaylara ya da onun pratiğe dayanan bir bilgisine gereksinim duyar. Cinsel ilişkinin değişik biçimleri, gebelik, doğum, gebelikten korunma... gibi.

Kendi kendilerini evlilik için hazırlayan çiftler de çok acılı ve kötü deneyimler yaşayabilirler. Kültürümüzde (ABD) siyasal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak kadın ve erkeğin toplumsal rolünde çok hızlı gelişmeler oluyor. Geleneksel erkeksilik ve kadınsılık kavramları giderek daha kuşkulu bir durum alıyor ve bu da evlilik tartışmalarının bir başka kaynağını oluşturuyor. (Aynı zamanda «Kadın ve Erkekğin Toplumsal Rollerine bakınız.) Tartışma, kendisini bir bozulma ya da normal cinsel tepkilerin tıkanmasıyla da gösterebilir. Böylece kendi başat statüsünden korkmaya başlayan erkek ya da erkeğin başatlığına gücenmeye başlayan kadın, cinsel bakımdan yetersizleşebiliyor. Bazen (bir uzmanın yardımı dışında) yeniden eski cinsel ilişkileri kurabilmek için bilinen şeyleri öğrenme durumu söz konusu olabiliyor.

Çağımızda başka bir olası düş kırıklığı da zihnin cinsel yeterlik ve 'başarım' üzerine çalışmasıdır. Bugün evli çiftler (herkeste olduğu gibi), seksin tam esrime yolundan geçtiğini ve ancak böyle düzenli bir esrimenin evliliği değerlendirdiğini, herkesin bütün zamanının güzel ve romantik olabileceğini anlatan katı bir ticari propaganda engeliyle karşı karşıya bulunuyorlar. Oysa gerçek yaşam hiç de öyle görünmüyor. Örneğin çiftler, evlenmeden önce birlikte yaşamadıkları sürece kimi zamanlar birbirleriyle olmak istiyorlar. Bu durumda pekâlâ tutkuyla ve sık sık sevişebilir, ancak evlendikten sonra birkaç ay ya da yılllarca tam alışılmış bir doyuma ulaşamazlar. Karı ve kocanın aynı zamanda cinsel itilerinin yoğunluğu farklı olabilir. Evliliiğin ilk zamanlarında cinsel ilişkide en büyük cinsel hareketi kocanın göstermesi sıkça rastlanan bir olaydır. Daha sonra karısı bazı yargılarını yitirip daha güven duymaya başladığı zaman durum pekâlâ tersine dönebilir. Hatta birçok erkek orta yaşlara yaklaştığında cinsel kapasitesinde belirli bir azalma gözleyebilir. Böyle bir düşüş seyrek de olsa biyolojik nedenlere dayanabilir, ancak çoğunlukla bu olayın insanın iş yaşamı, fiziksel güç yitimi üzerine belirsiz bir kuruntu, imgelem eksikliği, can sıkıntısı ve alışılmışlıkla ilgili olduğu açıktır. Öte yandan bir kadın da menopoz döneminde istenilmeyen gebeliklerin getirdiği tüm üzüntülerden sonunda kurtulduğunu hisseder ve böylece cinsel bakımdan her zamankinden daha etkin olabilir.

Evli çiftlerin yaygın olarak cinsel ilişki teknikleri ve sıklığı üzerine uyuşmazlığa düştükleri görülür. Bazen böyle uyuşmazlıklar yaradılıştan gelen bir farklılıktan da çıkabilir. Bununla birlikte kimi zamanlarda bu farklılıklar iffet taslamak ya da bilgisizlikten kaynaklanabilir. Ayrıca başka durumların daha karmaşık nedenleri olabilir. Örneğin seksi, cinsel olmayan sonuçlar için kullanmak isteyen kadın ve erkekler vardır. Böyleleri eşlerini cezalandırmak istedikleri için cinsel ilişki kurmak istemezler, ya da onu yalnızca bazı özel isteklere karşılık olarak kabul edebilirler. Sonuçta, bu tür bencil davranışların kendini savunmak için yapıldığını söylemek bile gereksiz. Aynı zamanda bazı çiftler de birbirlerine, gerçek arzu ve duygularını iletmekten korktukları için cinsel zorluklarla yüzyüze gelirler. Bunun bir sonucu olarak çiftler tek ölçülü bir ilişki tutturarak kabuğuna çekilirler. Bu tutum sonucunda ortaya çıkan büsbütün tekdüze yaşamla birlikte eşlerin cinsel ilgileri de yavaş yavaş yok olur. Öte yandan evliliğinde bulamadığı ölçüde yüksek cinsel doyum ve tercihi, ansızın kazanmış görünen kişiler de vardır. Eşleri tarafından yalnızca alay konusu olan ya da reddedilen bazıları da değişik sevişme yollarını dener durur ve sonunda hızla artan bir umutsuzluğun içinde bulurlar kendilerini. Bir kısmı da kendini hâlâ evlilik dışı işlerde yeni bir heyecan arayışı içinde görür. Bunlar ve benzeri gelişmeler evliliği belirli bir gerilime itici ya da sarsıcı bir rol oynayabilir ve bazı durumlarda eşler kendilerini artık işe yaramaz biri gibi görürler. Aslında birbirleriyle hâlâ ciddi olarak ilgileniyorlarsa, bir uzmanın yardımıyla evliliklerini rayına oturtabilirler. (Aynı zamanda «Cinsel Uyumsuzluk»a bakınız.)

Evli eşler çocuk sahibi oldukları zaman yeni cinsel düzenlemeler yapmaları gerekir. Örneğin gebeliğin ileri aşamalarında ve kimi zamanlar bebeğin doğumundan sonra cinsel birleşme yaklaşımlarını ve öteki cinsel ilişki biçimlerini tümden değiştirmek zorunda olabilirler. (Bkz. «Gebelik», «Do-ğum»ve «Karşıcinsel İlişki»).

Anababalık rolü az sonra yeni bir meydan okuma biçimiyle karşılaşabilir: Artık çocukların da cinsel olarak kabul edilip cinsel eğitimden geçirilmesi gerekmektedir.

Bununla birlikte birçok anababa, çocuğun cinselliğinden öyle bir rahatsızlık duyar ki, sırf bu yüzden, özgürce ve açıkça bir cinsellik konusunu tartışamaz onunla. Çocuk büyüdükçe anababası yaşlanır, bu arada eskiyi hatırlayabilirler, derin baskılar bu arada tartışılır ve böylece yeni bir cinsel kuruntu yaşanır. Birçok anababa bu nedenle çocuklarının cinsel çekicilik ve olgunluğa yaklaşımına ilişkin karışık duygular besler. Burada bir kez daha uzmana danışmak çok yararlı olabilir. (Aynı zamanda «Cinsel Eğitim»e bakınız.)

Şimdiye değin anlatılanların hiçbiri evlilik ve anababalığı ödüllendirme anlayışı vermez. Tam tersine, burada belirtilen tüm evlilik tartışmaları kişisel gelişim için şans taşır». Hatta bunlar bir güç kaynağı olabilir ve böylece daha dolu ve anlamlı bir yaşama yardım eder. Sertlikten kaçınan ve birbirle-

rini istismar etmeyen çiftler mutluluklarının sürmesini pekâlâ evlilikte bulabilirler. (Daha ayrıntılı bir evlilik tartışması için «Evlilik ve Aile»ye bakınız.)

SEKS VE YAŞLILIK

Cinsel etkinlik, önceleri gençlere özgü bir ayrıcalık olarak görülürdü. Kadınlar, menopozdan sonra cinsel heveslerini yitireceklerini sanır, erkekler de orta yaşlarının sonlarına doğru erkekliklerinin hızla geri çekilişine boyun eğerlerdi. Oysa modern seks araştırmaları bu varsayımların yanlış olduğu-

nu ve insanların cinsel etkinliklerinin yaşlılıkta da iyi bir biçimde sürebileceğini göstermiştir. (Bkz. «Erkeğin Cinsel Tepkileri» ve «Kadının Cinsel Tepkileri».)

Bununla birlikte birçok kişi sonraki yıllarda cinsel itilerinde tedrici bir zayıflama gözlerler. Bazen, kimi hobilere dalma, mesleksel başarılar, torun sahibi olma anababalık sevinci gibi başka şeyler bir kişinin sekse karşı ilgisini azaltabilir. Aynı zamanda, yaşlılar da salt cinsel eş aramada sıkıntı verici ve kişiliği zedeleyici yanlar bulurlar. Bazı insanlar da fiziksel güç yitiminin, cinsel yaşamlarının sonuna işaret ettiğini düşünür ve böylece varolan isteklerinden bile vazgeçerler. Özcesi, insanlar kendi cinsel zevklerini biyolojik koşulların zorlamasından çok daha önceleri yadsırlar, köreltirler.

Birçok bakımdan talihsizliktir bu. Cinsel ilişki, yaşlılara özsaygılarını ve güvenlerini korumaya yardım edebilir. Aynı zamanda yaşama bakışta ilgilerini yenilemeyi ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlayabilir ve böylece onların erkence yaşlanmasını önleyebilir. Yaşlılıktaki zayıflığın ve belirli bir güç yitiminin cinsel doyuma bir engel olmaması gerekir. Dahası, bedensel sorunlar hormon ve öteki tedavi biçimleriyle hafifletilebilir.

Yaşlı erkek ve kadınların cinsel etkinliklerinin sürmesinin nedenleri çoğunlukla psikolojiktir. Bununla birlikte, cinsel özgürlük için değişik belirli çağdaş hareketlerin de yaşlılık üzerinde er geç etkisi olacak ve kişilerin yeni cinsel tutumlar geliştirmesini sağlayacaktır. (Aynı zamanda «Cinsel Baskılar»a bakınız.)