4.
İNSANIN ÜREMESİ
İnsan yaşamı, erkek ve kadın
arasındaki cinsel birleşme sonucu başlar. Erkek ve kadın
cinsel organları kolayca birleşerek, her iki cinsin hücrelerinin,
yani sperm ve yumurtaların birleşmesi olanağını
sağlar. Bu birleşme, ilerde yeni bir insana dönüşecek olan bir
hücrenin oluşmasıyla sonuçlanır.
Üreme, cinsel birleşme olmaksızın gerçekleşemez
ama, üremesiz bir cinsel etkinlik her zaman düşünülebilir. Kadın
olsun erkek olsun, birbirlerini arzuladıkları herhangi bir yerde
istedikleri biçimde cinsel ilişki kurabilir, üstelik birleşme
olmaksızın bu zevki sürdürebilirler. Ancak üreme olabilmesi için
birleşmek ve bir sperm hücresinin, kadının yumurtasını
dölleyebilme koşullarını beklemek gerekecektir.
Bu açık biyolojik olgulara karşın
toplumumuzda hâlâ cinselliğin tek amacının ancak üremeyle
olabileceği inancı sürmekte. Ayrıca bu inanış Hıristiyanlık
dogmalarını, ceza yasalarını ve hatta bazı geleneksel
tıp kuramlarını bile etkilemiştir. (*)
(*) Bu inanış
yalnız Batı toplumlarında değil, dünyanın pek çok
toplumuyla birlikte Türk toplumunda da görülür.
Kısacası biz toplum tarafından
kendimize günahkâr, gayrimeşru ya da sağlıksız damgası
vurdurmamak korkusuyla koşullandırılmışız.
Öte yandan, dünyamızda insanın cinsel
birleşmeyle gerçekleştiğinden habersiz halklar
yaşamaktadır hâlâ. Bu halklar, kadın bedenine giren bir ruhun
gelişerek çocuğa dönüştüğünü varsaymaktadırlar. Böyle
bir anlayışın, insanı bizim toplumumuzda görülenden çok
farklı bir cinsel ahlaka götüreceği açıktır.
Cinsiyet ve üreme arasındaki bağı
hiçbir zaman işitmemiş bir insan, kendi keyfince cinsel ilişki
kurmakta serbesttir. Onun tutumu ancak cinsiyet ve üreme arasındaki
ilişki gösterildiği zaman değişebilir. Böylece
bilgisizliğinin sonu aynı zamanda onun ahlak
yargılarını yeniden gözden geçirmesi anlamına gelecektir.
Hatta toplumumuzun cinsel ölçütlerini kabul etmeye başlayacaktır. Bir
başka deyişle, kısır olduğunu görünce, yeni bir
ahlaksal çıkış ararken tekrar eski değer
yargılarına bağlanacaktır. Tüm bu deneyimlerden sonra o,
üreme ile cinsiyet arasında bir ilişkinin olmadığına
inanmaya devam edecektir.
Bu kuramsal örnek, görüldüğü kadar uzak
değildir. İşin doğrusu, belki çok yaygın bir soruna da
ışık tutabilir. Biz her toplumda erkek ve kadın
arasındaki cinsel ilişkinin gebeliğe yol açmadığı
durumları biliyoruz. Bu durumda bulunanlar çok genç ya da çok
yaşlı olabilir, kısırdır ya da cinsel ilişki için
hemcinsini yeğliyor da olabilir. Ne de olsa onların hepsi aynı
görevle karşı karşıyadır. Üremeye
başvurmaksızın gelişen bir cinsel ahlak anlayışı.
Geçmişte bu duruma uygun insanlar her zaman nispeten azdı. Nüfusun
büyük çoğunluğu için üreme ve cinsiyet sorunu, onlar bunu isteler de
istemeseler de değişmeksizin kaldı. Son zamanlarda gebeliği
önlemek için yapılan araştırmalar sonucu pratik olarak herkesin
üreme olmaksızın cinsel ilişki kurabileceği belirlendi. Bir
başka deyişle, çiftler artık yapay döllenmeyle çocuk sahibi
olabilirler, yani hiç doğrudan cinsel bir çabaya girilmeksizin gebe
kalabilirler. Bu gelişmeler sonucunda cinsiyet ve üreme olgusu, bir kez
daha herkesin farklı ahlak sorunlarını gözden geçirip
tartışmasına yol açmıştır.
Birçok toplum artık bu olguyu hesaba katmaya
başlamış, hatta bazı ülkeler cinsel bilgilerin
öğretilmesi için bu işe resmen el atmışlardır.
Aslında bu ülkelerde geleneksel cinsellik eğitimi hiçbir zaman üreme
bilgisini vermekten öteye gitmiyordu. Öğretmenler bu konuda konuşmaya
başladığında, bir bebeğin doğumunu anlatmaktan
uzaklaşıp, yaşamın başka gerçeklerini
tartışmaya yöneliyordu. Gerçekte, gebelikten korunma da bu anlayışla
doğru bir biçimde öğretilemiyordu. Çoğu insanlar da bu tür
bilgilerin öğretilmeye başlamasıyla toplumda genel bir
ahlaksızlığın başgöstereceğine inandılar.
Aslında bugün yeni tanınmaya başlayan bir gerçek vardır ki,
o da, gençlerin bu tür bilgileri yadsımasının
ahlaksızlığa yol açacağıdır. Bir yandan da nüfus
patlaması dünyanın değişik yerlerindeki ülkeleri ahlak
yargılarının tersine dönmesi yüzünden
zorlamaktadır. Artık çoğu ülkelerde özel ve resmi
kuruluşlar gebelikten korunmayı bilinçli bir biçimde
öğretebilmek için birçok yolu denemektedirler.
Yayımladıkları kitaplar, dergiler, broşürler,
ilanların yanı sıra hazırladıkları filmler ve
danışma bürolarıyla yoğun bir uğraş içindedirler.
Aynı zamanda toplumdan herhangi bir tepki gelmeksizin onların üreme
dünyaları üzerinde tam bir denetim kurmaya
çalışmaktadırlar.
Cinsiyet ve üremenin ayrımı kuşkusuz
yaşamımızda bir devrime yol açacaktır. Artık cinsel
ilişki sonucu istenmeyen bir gebelik olmayacak ve gebe kalma bilinçli bir
seçimle gerçekleşebilecektir. Aynı zamanda bu gelişme, çiftlerin
ilişki sırasında birbirlerini kırmalarının da
önüne geçen bir öğe olacaktır. Çiftler arasında
karşılıklı anlayış ve ortaklık çok daha
güçlenecek, birçok çift planlarını önceden yapacak ve
kadının gebeliğinden çocuğun doğumuna değin
çıkabilecek sorunları birlikte paylaşacaklardır. Modern
hastaneler, çocuğun doğumu sırasında
sabırsızlıkla bekleyen babayı yüreklendirici, ayrıca
çiftlerin çocuk bakımı üzerine isteklerini artırıcı
olanaklara sahiptir. Bu paylaşılan ilgi ve sorumluluklar kısa
zamanda kadın ve erkeğin toplum içindeki rolünün değişimine
yol açacaktır. Bu, aynı zamanda insan tarihinde ilk kez bir cinsel
eşitliğe öncülük edecektir.
Zamanımızda her iki cinsiyetin de temel
biyolojik olguları apaçık bilmesi gerekmektedir. Yanıtsız
kalan birçok önemli sorun olmakla birlikte, bi-limadamları doğumun
bilinmeyen birçok yanlarını ortaya çıkararak büyük ilerlemeler
göstermişlerdir. Şimdiye değin baştacı edilen birçok
mit ve yanlış anlayış geride kalmıştır
artık. Bugün bedenlerinin üreme işlevini anlayan erkek ve
kadının, önceki zamanlardan daha mutlu anababalar
olmalarının yolu açılmıştır.
Aşağıdaki sayfalarda insanın üremesi, üzerine günümüz
biyolojik ve tıbbi bilgilerinin bir özetini sunacağız. İki
özel bölümde de «Gebelikten Korunma ve Çocuk Düşürme»ye
değinilecektir. Bu sorunlara değişik toplumsal yaklaşımlar,
kitabımızın «Cinsiyet ve Toplum» adlı üçüncü bölümünde
tartışılacaktır.
ÜREME
Eskiden, gebe bir kadına, karnında bir
'gebelik' olmuş ya da 'gebe kalmış' denirdi. Bugün bu terimler
günlük dilde az duyulur hale gelmiş, dahası pek çok kişi tarafından
gösterişçi ve melodramatik bulunur olmuştur. Bununla birlikte
bilimadamları, yeni bir insanın varlığını ya da
yeni bir yaşamın başlangıcını belirtmek
istedikleri zaman, hâlâ şu 'conception', yani gebe kalma sözcüğüne
başvurmaktadırlar. Gebelik bu basit görünümüne karşın,
henüz tam olarak anlaşılmaktan uzak, çeşitli karmaşık
olgularla doludur. Bu nedenle bilim adamlarının tümü gebe kalma
terimini ortak anlamda kullanmazlar.
Bir kadının gebeliğinin birkaç
biyolojik sürecin bileşimiyle sonuçlandığını
biliyoruz. Buna göre:
• Erkek
ve dişi cinsiyet hücrelerinin birleşmesiyle zigot adı verilen
yeni, tek bir hücre oluşur. Bu sürece döllenme denilir.
• Zigotun
gelişimi hücre bölünmesiyle olur; bu, blastosist olarak
adlandırılan, top biçiminde hücrelerin oluşmasına yol açar.
Bu sürece segmen-tasyon, yani bölünme adı verilir.
•
Blastosist kümesinin dölyatağına inerek bağlanması,
bu sürece yuvalanma (içeyerleşim) denir.
Bu süreçlerin herhangi birinde yanlış bir
olay olursa gebelik gerçekleşemez.
Gelişim üzerine çalışmalar yapan
biyologlar, gebelik üzerine kesin bilimsel nedenler söylebilmek için derhal
döllenmenin tamamlanma sürecini incelemeyi öngörürler. Bir başka
deyişle bazı üreme fizyologları, yuvalanma sürecinin
başlamasıyla, yeni bir yaşamın başlayacağı
biçimindeki tezlerine inanırlar. Yani onlar döllenme olmadan
gebeliğin olamayacağını söylerler.
Aynı soruna bu farklı bilimsel
yaklaşımlardan dolayı bazen insan yaşamının ne
zaman başladığını öğrenmeye çalışan
birinin kafası karışmaktadır. Bununla birlikte modern
bilimsel gelişmelerin tam ölüm anına ilişkin geleneksel
yaklaşımları da parçalayıp attığını
unutmamak gerekir. Artık artan bilimsel bilgilerimizle yaşamın
sonu kadar başlangıcını da belirleyebilmek oldukça
zorlaşmıştır. Gerçekten, şimdi herhangi bir özel
durumun kesin olarak yerini belirtmek çok güçleşmiştir. Demek ki hâlâ
çok şeyler bilmeyi ve
daha fazla özel terminoloji geliştirmeyi
gerekli buluyoruz. Yoksa bu zor soruları nasıl yanıtlarız.
CINSlYt TIN btUHLtNMtül
Çizelge, dişi ve erkek
cinsiyet hücrelerinin üretimini karşılaştırdıktan
sonra, döllenmenin olası sonuçlarını gösterir.
1. Spermotozoon ve Oozon
Oluşumu
Birana spermatocytle, sonunda
dört olgun spermatozoa dönüşürken, bir ana olgunlaşmamış
gamet (occyte), yalnızca bir yumurtaya girer. Çok küçük polar cisimcikler
(oogenesis sürecinde oluşmuşlardır) ölür ve parçalanır.
(Aynı zamanda 29, 30, 45. sayfalara bakınız.)
2. Döllenme
Tüm olgun yumurtalar bir
X-kromozomu taşır, ancak spermatozoa ya bir X ya da
bir y kromozomu taşır. Böylece bir yumurta ve
spermatozoa'n\n birliği (döllenme), olası iki yeni hücrenin her
ikisinden biriyle sonuçlanabilir: biri erkek çocuğun gelişmesi (X-y
bileşimi), biri kız çocuğunun gelişmesidir
(XX-bileşimi).
Aşağıdaki paragraflarda insan
yaşamının üremesine
yardım eden temel biyolojik
süreçlerin bir özeti verilmiştir.
ERKEK CİNSİYET HÜCRELERİ: SPERM
İnsan yaşamı farklı
cinsiyetlerden bireylerin birleşme çabaları sonucu başlar. Bir
erkek ve bir kadının üreme yapabilmesi için her iki cinsin de cinsel
bakımdan olgun olması gerekir. Yani onların vücutları
cinsiyet hücreleri (gametler) üretebilecek düzeyde olmalıdır.
Erkek cinsiyet hücrelerine sperm denilir
(spermatozoon, çoğulu spermato-zoa). Sperm hücreleri, erkek cinsiyet
bezlerinde, yani erbezlerinde üretilir. İnsan vücudunun en küçük hücreleri
olan spermler çıplak gözle görülmez, ancak mikroskop altında
gözlemlenebilirler. Tek bir sperm hücresi üç birimden oluşur. Bunlar kafa,
gövde ve kuyruktur. Baş bölümü, bütün tohum hücresinin onda biri kadar
uzunluktadır ve bölümde erkeğin kalıtım özelliklerini
taşıyan 23 tane kromozom bulunur. Spermin toplam uzunluğu ise 1
santimetrenin 250'de biri dolayındadır. Sperm hücresi, bir kadının
yumurta-sıyla birleştiği zaman, üreyecek çocuğun
cinsiyetini bu kromozomlardan biri belirler. Bir başka deyişle, iki
tür sperm hücresi bulunmaktadır: X kromozomu içeren ve kız
çocuğun üremesini sağlayanlar, ya da y kromozomu içeren ve erkek
çocuğun üremesini sağlayanlar. Baştan sonra gelen gövde, sperme
güçlü hareket yeteneği için enerji sağlar. Hareketin
oluşması gövdenin altındaki üçüncü bölüm olan kamçı
biçimindeki kuyrukla sağlanır. Bir kuyruğun güçlü darbesiyle
uygun koşullar altında sperm hücresi dakikada 3 mm kadar yol
alabilir. Bu hareket kadının iç kısımlarında bir yerde
bulunan yumurtaya spermin ulaşması bakımından çok
önemlidir. Bu hareketle sperm, döllenmenin gerçekleşebileceği Fallop
borularında yumurta hücresiyle birleşmeye doğru yol
almaktadır.
Erkeğin cinsiyet bezleri ergenlik döneminde
bir kez olgunlaştıktan sonra her gün milyonlarca sperm hücresi
üretir. Bu sayının en küçük bir kısmıyla bile bir
kadının gebe kalması olasıdır. Bir insanın
yaşamı boyunca spermlerin çoğu bir döllenme koşulları
olmaksızın boşaltılır. Aslında boşalma olmadan
basit olarak yeniden vücudun içine çekilir.
DİŞİ CİNSİYET
HÜCRESİ: YUMURTA
Dişi cinsiyet hücrelerine yumurta denir.
(Ovum, çoğulu ova). Yumurtalar, dişi cinsiyet bezi olan
yumurtalıklarda üretilir ve insan vücudundaki en büyük hücreler olarak
bilinir. Çıplak gözle de görülebilen yumurtalar, bir tümcenin sonundaki
noktaya benzerler. Yumurta ve spermin hacimleri arasında çok büyük bir
karşıtlık göze çarpar. Yalnızca üç sperm hücresinin toplam
uzunlukları bir yumurta hücresinin çevre uzunluğuna eşittir. Buna
karşın, yumurtanın hacmi spermin hacminden 85.000 kez daha
büyüktür. Biçimi yuvarlak olan yumurta, kadının kalıtsal
özelliklerini taşıyan 23 tane kromozom
barındırmaktadır. Sperm hücresinde bulunan iki tür cinsiyet
kromozomuna karşılık, yumurtanın kromozomu yalnızca
tek türdedir. Bütün yumurtalar dişilik kromozomu, yani X kromozomunu
taşır. Bir yumurta kendisi gibi bir X kromozomu taşıyan bir
spermle birleşirse, bu birleşmeden doğacak çocuk kız
olacaktır. Eğer, aynı yumurta bir Y kromozomu taşıyan
sperm hücresiyle birleşseydi, bir erkek çocuğu olurdu. Başka bir
deyişle, çocuğun cinsiyeti yalnızca yumurtayla değil,
spermin içeriğine göre belirlenir. Yumurta, spermle birleşmek için
kadının vücudundan ayrılmaz. Bunun yerine döllenmenin olabilmesi
için spermin kadın vücuduna gelmesi gerekmektedir.
Ergenlik sırasında olgunlaşan
dişi cinsiyet bezleri, normal olarak her ay bir yumurtayı
dışarı bırakır. Bu durumda bir kadının
yaşamı boyunca yumurtalıktan döllenmek üzere saldığı
yumurta sayısı ancak 400'ü bulur. Kuşkusuz bu yumurtaların
birçoğu döllenmeyip ölürler ve âdet sırasında vücuttan
dışarı atılırlar.
CİNSEL BİRLEŞME
(ÇİFTLEŞME)
Daha önce söz edildiği gibi, gebelik ancak bir
kadının vücudunun içinde olabilir. Burası, bilindiği gibi
yumurta ve spermin karşılaştığı yerdir. Spermle
yumurtanın buluşması çoğunlukla bir birleşme sonucu
gerçekleşir. Coi-tus terimi de zaten Latince 'birlikte giden'
anlamına gelen bir sözcükten türemiştir. Başka bir deyişle,
bu terim çiftleşme, cinsel bağlanma anlamına gelmektedir.
Erkek ve kadının cinsel birleşme
sırasındaki çok yakın temasları kendilerine büyük bir haz
verir. Onların bu hazları vücutlarının
karşılıklı uyarımları arttıkça yükselir.
Nihayet haz ve heyecan doruğa
yaklaşır. Orgazm olarak bilinen bu doruk, bir rahatlama ve derin bir
doyum duygusu verir ve erkeğin cinsel organından
kadınınkine ani bir meni boşalması görülür. Sperm
hücreleri, meni içerisinde bulunur. Açıktır ki insan üremesinde
orgazmın büyük önemi vardır. Orgazm sırasında erkeğin
cinsel organlarının içinde bulunan kaslar kasılarak meninin
dışarıya atılmasını sağlarlar. Bu ani
atılma işine 'boşalma' denilir. Boşalma olmazsa sperm
hücreleri vücudun içinde kalır. Bununla birlikte bu kurala uymayan
durumlar da görülmektedir. Kimi insanlar orgazmdan hemen önce boşalabilmekte,
hatta orgazm başarılı bile olamamaktadır. (Kapsamlı
bilgi için bkz. «Gebelikten Korunma», «Geri Çekme».)
CİNSEL BİRLEŞME
Şekil, sperm hücrelerinin
erbezlerinden meni kesesine yol alışını gösteriyor. Bu
yolculuğun sonucunda sperm, cinsel etkinlik için boşalmaya hazır
duruma gelir. Cinsel birleşme sırasında sperm hücreleri, rahim
boynunun yanındaki vajinaya boşalarak, meninin bir
kısmının bulunduğu prostat bezine girer.
1. Erbezleri, 2. Meni kesesi, 3.
Vesikül Seminalis, 4. Prostat, 5. İdraryolu, 6. Meni havuzu,
7. Cervix (dölyatağı boynu)
Öte yandan bir kadın da orgazm
olmaksızın gebe kalabilmektedir. (Kapsamlı bilgi için
«Erkeğin Cinsel Tepkileri» ve «Kadının Cinsel Tepkileri»
bölümlerine bakınız.)
Ayrıca modern tıbbî yöntemlerle
artık birleşme olmaksızın yapay döllenme yoluyla da gebe
kalınabilmektedir. (Bu konuya ilişkin kapsamlı bilgi için
«Kısırlık» bölümüne bakınız).
DÖLLENME
Yumurtalıklardan birinden bir yumurta
dışarı atılınca, bu yumurta, hiç zaman yitirmeksizin
en yakındaki fallop borusunun açık ucundan hemen içeri girer. Borudan
dölyatağına doğru yol alırken bir sperm hücresiyle
birleşebilecek biçimde olgunlaşır. Daha fallop borusu içinde
birkaç saat geçmişken olgunluğa varmış olur. Döllenmenin
olabilmesi tam da bu zaman içinde gerçekleşebilir. Yumurta ile spermin
birleşebilme süresi 24 saatten bile azdır. Eğer böyle bir
birleşme olmazsa, yumurta ölür ve çözülür. Bununla birlikte fallop borusu
içinde hareket halinde olan yumurta, cinsel birleşmeden birkaç gün sonra
bile buraya dek gelmiş ve hâlâ canlı kalmış spermlerle
karşılaşabilir. (Cinsel birleşmeden 5 gün sonra fallop
borusu içinde canlı bulunan spermlere rastlanmıştır.)
Birleşme sırasında boşalmayla dışarı
fışkırtılan sperm hücreleri, meni denilen gri beyaz renkli,
koyu bir sıvı içinde yüzerler. Boşalmadan sonra meni,
dölyatağının girişine yakın bir yerde birikerek durur.
Bir kerede akıtılan meninin tüm miktarı bir çay kaşığı
dolusunu ancak bulur. Bu ölçüdeki meni içerisinde yaklaşık 200-300
milyon sperm hücresi bulunmaktadır. Bunlar dölyatağına girme ve
oradan da fallop borularından yukarı çıkma çabası
içindedir. Oysa, tam bu sırada yumurtalıklardan biri dışarıya
bir yumurta salabilir. Dölyatağının girişi kalın ve
geçilmez bir mukoza ile kaplıdır. Bu mukoza ancak yumurtlama
sırasında sperm hücreleri tarafından aşılabilecek
incelikte olabilir. O zamanda bile spermlerin ancak yüzde biri
dölyatağına girmeyi başarabilir. Ötekiler, dölyolunun
kendilerine yaramayan hafif asitli ortamında birkaç saat içinde ölürler.
Dölyatağına giren sperm hücreleri ise orada hafif baz özellikte daha
iyi bir ortam bulurlar. Bundan başka, dölyatağının ve
fallop borularının kasılımları onlara yolculuklarında
yardımcı olur. Yine de bir yumurta ve spermin birleşmesinin
olası olduğu fallop borularının üst kısmına ancak
birkaç yüz birkaç bin sperm ulaşabilir.
YUMURTLAMADAN YUVALANMAYA
Çoğunlukla birkaç sperm hücresi aynı
zamanda yaklaşır yumurtaya. Bununla birlikte yumurtanın içine
ancak onlardan bir tanesi girer, çünkü yumurtaya ilk spermin girişiyle
birlikte yumurtanın dış katında oluşan kimyasal bir
değişiklik, başka sperm hücrelerinin içeri girmesini engeller.
Sperm hücresi, yumurtaya girer girmez kuyruğunu yitirir. Tek bir birim
haline gelen sperm şişer ve ufak bir hücre çekirdeği
oluşturur. Bu hücre çekirdeği daha sonra yumurta tarafından
geliştirilecek bir başka hü re çekirdeğiyle birleşir.
İşte bu sürecin bütününe döllenme adı verilir. Spermin
çekirdeğine gelen 23 kromozom, yumurtanın çekirdeğinden gelen
öbür 23 kromozomla birleşince döllenme süreci tamamlanmış olur.
Böylece döllenme sonucunda 46 kromozom taşıyan yeni bir hücre
oluşur. Doğrudan doğruya döllenme sonucu oluşan ve
kadınla erkeğin kalıtsal özelliğini taşıyan bu
yeni hücreye zigot adı verilir.
BÖLÜNME (SEGMENTASYON)
Sperm çekirdeğinin yumurta çekirdeğiyle
birleşmesinden birkaç saat sonra zigotta bir iç bölünme süreci
başlar. İlkönce iki hücreye ayrılır, sonra dörde, sekize,
on altıya... böyle sürüp gider bu bölünme. Yani her bölünmeyle bir
öncekinin iki katı oranında yeni hücre ortaya çıkar. Bu bölünme
süreci, zigotu bir hücreler kümesine dönüştürür. Mikroskopla
bakıldığında bu kümenin bir dut salkımına benzediği
görülür. Küme, yavaş yavaş fallop borularından aşağıya
inerek döllenmeden üç gün sonra dölyatağına varır. Bu süre
sonunda zigot bir hücreler balonu haline gelen «blastosist»e
dönüşmüştür.
YUVALANMA
Dölyatağına ulaşan blastosist,
gelişimini birkaç gün daha sürdüdür. Bundan sonra dölyatağı iç
duvarına bağlanmaya hazır duruma gelir. Bu bağlanma
aşağı yukarı döllenmeden bir hafta sonra başlar.
İKİ İKİZ
ÖRNEĞİ
A. Eş Yumurta ikizleri:
Özdeş cinsiyetten olup tek plasenia'yı (döleş)
paylaşır. Her iki dölüt torbasını bir dış zar kuşatır.
B. Ayrı Yumurta ikizleri: Dölütler ayrı cinsiyetlerden
olabilir, iki plasenta'nın (döleş) da kendi zarı ve dölüt
torbası vardır.
ikinci bir hafta sonra da blastosist,
dölyatağının iç yüzeyini oluşturan besleyici dokulara
kendini bütünüyle gömer. Bu sürecin bütününe de yuvalanma denir ve bu nokta
gebeliğin kesinleşme anı olarak görülür. Yuvalanma ancak belirli
özel koşullar altında gerçekleşebilir. Örneğin zigot, bir
blastosist biçimine dönüşmeden dölyatağına
ulaşmışsa, yuvalanma olası değildir ve böyle bir
durumda gebelik kesin olarak oluşmaz. Dölyatağının iç
duvarı blastosisti kabule hazır değilse, yine aynı şey
görülür. Her iki durum sonucunda da hücre kümesi ölüp çözülecektir.
Bazı çok seyrek durumlarda, blastosistin
dölyatağı duvarına bağlanmak yerine falop borusunun içine
ya da dölyatağı dışında başka bir yerlere, yani
karın boşluğuna bağlanabilir. Dış gebelik
adı verilen bu durumda, doğacak çocuğun yaşaması söz
konusu olamayacağı gibi, kadının yaşamı da
tehlikeye girer. Bu nedenle dış gebeliğe ameliyatla son
verilmelidir.
ÇOK SAYILI GEBELİKLER
Kimi durumlarda zigot, bir dış bölünmeyi
gerçekleştirip iki ayrı hücreye bölünür. Bu iki yeni hücre
birbirinden bağımsız olarak gelişimlerini sürdürürler.
Sonuçta her ikisi de dölyatağına ulaşmayı başarırlar
ve burada ayrı ayrı yuvalanırlar. Bu durum sonucunda ikiz
gebelik ortaya çıkar. İkizlerin her ikisi de aynı yumurta ve
spermden geldiği için birbirlerinin özdeşi olacaktır: Yani
özdeş cinsiyet ve öteki bakımlardan da büyük bir benzerlik.
Aslında eş yumurta ikizlerinin
gelişimi fallop borularında başlamak zorunda değildir.
Döllenmenin ikinci ve on dördüncü günleri arasında herhangi bir zamanda
oluşabilirler. Böylece yuvalanma sırasında bile blastosist
bölünerek iki değişik embriyon halinde gelişebilir.
Çok seyrek durumlarda, aynı anda, birden çok
yumurtanın fallop borularına indiği görülür. Bu yumurtalar
döllendikleri zaman yine birden çok embriyon oluşacaktır. Böyle bir
gebelik sonunda doğan ikizler, ayrı yumurta ikizleridir. Bu biçimde
üç bebek birden doğarsa üçüz, dört bebek birden doğarsa dördüz,
beş olursa beşiz vb. denilir. Bu bebeklerin her biri, ayrı bir
yumurtanın ayrı bir sperm tarafından döllendiğinde
ayrı cinsiyetlerden olabilir ve birbirleriyle benzerlikleri, herhangi
başka kardeşten daha fazla değildir.
GEBELİK
Bir kadının gebeliği onun
dölyatağındaki döllenmiş yumurtanın yuvalan-masıyla
başlar ve normal koşullar altında dokuz ay sonra bebeğin
doğumuyla sona erer. Oysa çağdaş tıbbın kesin
kanısı gebeliğin başlangıcının yuvalanma
tarihiyle değil, en son âdet görme tarihine göre olmasıdır.
(Bunun nedeni de kadının yuvalanmanın farkında
olamaması, ancak çoğunlukla son âdet görme gününü
anımsayabilmesidir.) Böyle bir takvime göre kadın 280 gün, yani 40
hafta sonra doğum yapacaktır. Aynı hesaplama yöntemini temel
alırsak, doğum süreci önceden şöyle hesaplanabilir: 'Aylardan 3
çıkartıp, günlere 7 eklemek', Örneğin son âdet görmenin ilk günü
10 Aralık, yani 12. ayın 10. günü olursa:
Aylardan 3 çıkar: 12-3 = 9 Günlere 7 ekle: 10
+ 7 = 17
Bu hesaba göre doğum tarihi: 9. ayın 17.
günüdür. Yani Eylülün 17'si.
Sağlıklı bir bebek, bir
kadının vücudunda son derece karmaşık ve büyüleyici bir
büyüme sürecinden sonra dünyaya gelir. Bu sürecin tam mekanizması bugün
bile bütünüyle anlaşılabilmiş değildir. Bununla birlikte bu
sürecin temel aşamalarını tanımlayabiliriz.
Aşağıdaki paragraflar döllenmiş bir yumurtanın insan
vücudunda nasıl geliştiğini özetleyecektir.
EMBRİYON VE DÖLÜTÜN
GELİŞİMİ
Döllenmiş yumurtanın doğumda
gördüğümüz bebek haline dönüşmesi, üç temel aşamadan geçer. 1.
Yuvalanmadan önceki aşama, 2. Embriyon aşaması, 3. Dölüt
aşaması. Yuvalanmadan önceki aşamayı henüz gördüğümüz
için, konuya yeni organizmanın dölyatağı içinde gelişiminden
gireceğiz. (Ayrıca «Gebelik»e bakınız.)
Embriyon
Yunancada iş, şişkinlik
anlamına gelen embriyon terimi, büyümekte olan organizmanın ikinci
haftası ile sekizinci haftası arasındaki
varlığını belirtmek için kullanılır. Bu hücreler
kümesi, bu süre içinde 2-3 cm'lik bir uzunluğa
ulaşır. Gelişme ilerledikçe embriyon
ile dölyatağı arasında değişmez özel bir
alışveriş organı olan plasenta büyümeye başlar.
Embriyon, plasentaya göbek kordonuyla bağlıdır. (Doğumdan
hemen sonra bebeğin göbek kordonu hâlâ plasentaya bağlıdır
ve onunla birlikte dışarıya atılır. Bu nedenle plasentaya
'son' da denilir.) Plasenta bir süzgeç, bir korunak görevi yapar. Embriyonun
daha sonraları dölütün annenin kanından besin ve oksijen emmesine,
kendi kanından karbondioksit ile öteki gereksiz maddeleri atmasına
yardımcı olur. Bununla birlikte, her iki kan dolaşım
sistemi, birbirinden tümüyle ayrı kalır.
Yaşamın ilk aylarında insan
embriyonu kedi, köpek ya da domuz gibi herhangi bir gelişmiş
hayvanın embriyonuna benzer. Sonra ikinci ay içinde yavaş yavaş
insan görünümü almaya başlar, yüzü biçimlenir, kolları,
bacakları, el ve ayakları gelişir. Bacaklar arasında cinsel
organların ilksel başlangıçları belirir. Ancak bu
gelişme anında organlar arasında farklılaşma henüz
başlamamıştır. Büyümükte olan organizma tümüyle insan
görünümü kazandığında, embriyon aşamasından
çıkarak dölüt aşamasına girer.
Dölüt
Dölüt, yaşamının üçüncü
ayının başlangıcından doğum zamanına
değin büyümekte olan organizmayı tanımlamak için kullanılan
terimdir. Dölüt 2-3 cm. boyundayken ancak birkaç gram ağırlığındadır.
Doğuma değin süren gelişme içerisinde aşağı
yukarı 50 cm. boyunda, 3-3,5 kg. ağırlığında bir
bebek durumuna gelir. Bu gelişimin ilk haftalarında iç organlarda
dişi-erkek cinsiyet farklılaşması belirginleşir.
Kısa bir süre sonra da dış cinsiyet organları kendilerine
özgü bir görünüm kazanırlar. Bazen gebeliğin beşinci ayı
dolaylarında bebeğin hareketleri anne tarafından hissedilecek
ölçüde artar. Eskiden, bu anın bebeğin ana karnında
canlandığı zaman olduğuna inanılırdı.
Büyümesi boyunca dölüt, her türlü incinmeden iyi
korunmuş olarak, amniyos kesesi ya da dölüt torbası adı verilen,
içi sıvı dolu bir kese içinde yüzer. Altıncı ayın
sonunda dölüt, artık 20 cm. boyunda ve 600-650 gram
ağırlığındadır. Bu aralarda nefes alıp
vermeyi denetleyen beyin merkezleri gelişmeye başlar. Ne denli az
rastlansa da, bu durumdaki dölütün erken doğum halinde yaşayabilmesi
büsbütün olanaksız değildir. Bununla birlikte, henüz yetersiz olan
nefes alıp vermeden dolayı beynin zarar görme
olasılığı büyüktür. Dölütün gelişmesinin son ayı,
beyinde ısı denetim mekanizması ile deri altına koruyucu
bir yağ tabakasının yerleşmesi gibi özel birtakım
ayrıntıları kapsar. Erkek dölütte erbezleri torbaya girer.
Eğer bu inme gerçekleşmemişse doğumdan sonra bu durumu
düzeltmek için gerekli müdahale yapılmalıdır. Eğer bu durum
sürer giderse kısırlıkla sonuçlanır. Doğumdan öncek
son haftalar sırasında dölüt yalnız boyca büyümekle kalmaz,
aynı zamanda ağırlığını da önemli ölçüde
artırır. 2,5 kg. altında bir dölüt, az gelişmiş
sayılır.
Gebelikte Kadın
Doğumdan önce yeni bir canlının
oluşumu ve gelişimini özetledikten sonra şimdi geleceğin
annesinin karşılaşacağı süreci gözden
geçireceğiz.
Gebeliğin Belirtileri
Bir embriyonun dölyatağında
yuvalanmasıyla birlikte gelişmeye başlayan plasenta, koryon
gonadadtropin adıyla bilinen belli bir hormon üretir. Bu hormon,
yumurtalıkları uyarır ve östrojen ile projesteron
hormonlarının salgılanmalarının devam etmesini
sağlar. Sonuç olarak yeni yumurta olgunlaşması olmaz ve âdet
görme kesilir. Nedeni, dölyatağı iç duvarının gebelik
süresince bozulmayıp yerinde kalmasıdır. (Kapsamlı bilgi
için âdet görme bölümündeki, «Kadının Cinsel Organları»na
bakınız.) Bu nedenle kadın, düzenli âdet görmede bir kesilme
olduğu zaman cinsel ilişki sırasında gebe
kaldığını düşünür. Bununla birlikte bazen bu belirti
yalnızca âdet görmenin gecikmesinden dolayı olmayabilir. Eğer
kadının göğüslerinde büyüme ya da meme uçlarında bir
koyulaşma varsa, sık sık sidik çıkarma gereksinimi
duyuyorsa bu gebelik olasılığının
arttığını gösterir. Tüm bu olası belirtiler
gebeliğin kesin olarak varolduğunu söylemeye yetmez.
Ayrıca gebeliğin daha kesin olması
belirtilerini aramak gerekebilir. Döl-yatağının
genişlemesi, dölyatağı boynunun yumuşaması ve üçüncü
ay sırasında karnın büyümesi, gebeliğin öteki belirtileri
olarak sıralanabilir. Yuvalanmadan üç hafta ya da son âdet görmeden
altı hafta sonra, plasental koryon gondadodtropin hormonu,
kadının sidiğinde ortaya çıkabilir. Böyle basit bir denetim
birkaç dakika içerisinde yapılabilir. Olumlu bir hormon denetimi
doğru olmakla birlikte, olumsuz bir sonucun da tam olarak güvenilebilecek
bir durum olmadığı göz önüne alınmalıdır.
EMBRİYON
GELİŞİMİ 1. Dört haftalık, 2. Beş haftalık,
3. Altı haftalık, 4. Yedi haftalık, S.Sekiz haftalık
Gebeliğin kesin üç doğru belirtisi
vardır: 1. Dölütün kalp atışının duyulması.
Doktor bunu beşinci ayın başlarında bir stetokoskopla
kolaylıkla duyabilir. 2 Dölütün etkin hareketi. Bu da aşağı
yukarı aynı zamanda duyulabilir. 3. Dölüt iskeletinin bir röntgen
filminde görülmesi. (Tıbbi nedenler dolayısıyla dölütün X
ışınlarından etkilenmemesi için çoğu kez bu deneyimden
kaçınılır.)
Gebeliğin gelişmesi üç dönemde ele
alınmaktadır.
İlk Üç Aylık Dönem
Doktorlar, gebeliğin dokuz ayını üç
aylık döneme ayırarak ele alırlar. En son âdetin ilk gününden
başlayan ilk üç ayda kadın, gebeliğin ilk belirtilerini görür.
Böylece âdetten kesilme ile bulantı (sabah hastalığı)
çoğunlukta bir doktora görünmek için yeterli neden sayılır.
Doktor gerçekten gebeliğin olup olmadığını saptamaya
çalışacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi basit
hor-monal gebelik testi, son âdet tarihinden yaklaşık altı hafta
sonra yapılabilir.
Eğer gebelik durumunun olduğu
belirlenmişse tıbbi denetim ve bakım, doğuma değin sürdürülmelidir.
Bu denetimin başlangıcı olarak kadının tıbbi
geçmişinin saptanması gerekir ve sonra yapılacak tam bir
bakım, herhangi bir sorununun olup olmadığını ortaya
çıkaracaktır. Bunların yanı sıra bazı testlerin
de yapılması gerekmektedir. Öneğin, kan testi ile
kadının Rh pozitif mi, Rh negatif mi olduğu, ya da frengi
mikrobu taşıyıp taşımadığı belirlenir.
(Kapsamlı bilgi için «Olası Sorunlar ve Şikayetler» ile «Zührevi
Hastalıklar» bölümüne bakınız.) Tüm bu ölçümler, normal bir
gebeliğe ve sağlıklı bir çocuğun doğumuna
katkıda bulunacaktır.
İkinci Üç Aylık Dönem
Dördüncü ayın
başlangıcıyla altıncı ayın sonu çoğunlukla
gebe kadının rahat olduğu dönemdir. Önceleri görülen
bulantı kaybolur ve henüz oldukça küçük olan dölüt, herhangi bir
rahatsızlığa neden olmaz. Bununla birlikte bazen beşinci ay
dolaylarında kıpırtılar sezilmeye başlar ve herhangi
basit bir alet yardımıyla kalp atışları duyulabilir.
Dölüt, gelişmesini sürdürürken, karın da gözle görülebilir bir
biçimde genişler ve ikinci üç aylık dönem sonunda gebelik belirgin
bir görünüm kazanır.
Son Üç Aylık Dönem
Gebeliğin son üç ayında kadının
sık sık doktora muayene olması gerekir. Çünkü görülebilecek
şikayetlerin pek çoğu bu dönemde ortaya çıkar. Kadının
karnındaki şişkinlik, göbek deliğinin yukarılarına
ulaşınca dölütün gelişimi çok daha açık bir biçimde
görülür. Gebeliğin 8. ayında dölüt, gelişmesinin en yüksek
noktasına ulaşır. Artık doğuma hazır duruma
gelmiştir. Gebeliğin başlangıcından sonuna kadarki
süre aynı kadında bile değişebilir. Çokça beden hareketi
yapan kadınlar başkalarına göre daha erken doğurur;
kızlar da erkeklerden biraz daha önce doğar, kimi seyrek durumlarda
gebeliğin 280 günü aştığı görülür.
Olası Sorunları ve Şikayetler
Gebelik süresince kadının vücudu birçok
değişikliğe uğrar. Bu değişikliklerden kimileri
rahatsız edici ve tatsız olabilir. Örneğin, bulantı,
hazımsızlık, kabızlık, sırt
ağrıları, kramplar ve varis, geleceğin annelerinde çokça görülebilir
rahatsızlıklardır. Bununla birlikte, bu tür şikayetler
çocuğun doğumunda temel herhangi bir önemli soruna yol açmazlar.
Ancak kimi şikayetlerin tıbbi dikkat ve gözetim gerektirdiği de
unutulmamalıdır. Düşük, erken doğum gibi durumlar bunlar
arasında sayılabilir. Kadın erken davranıp gebeliği
sırasında doktorunu düzenli ziyaret ederse kendini en azından bu
zorlukların çoğunu atlatabilecek bir biçimde
hazırlamış olur.
DÜŞÜK
Gebeliklerin hemen hemen yüzde 25'i ilk iki üç
aylık zaman içinde dölütün ölümüyle sona erer. Bir başka deyişle
dölüt, 'düşük'le yaşamını yitirir. Nedeni, çoğunlukla
yuvalanmada ortaya çıkan zorluklar ya da kusurlu yumurta ve spermden gelen
dölütün anormal gelişimidir. Başka nedenler arasında
kadının anatomik ve işlevsel anormallikleri sayılabilir.
Aynı zamanda kötü beslenme, hastalık ya da bazı ruhsal sorunlar
da bu tür düşüklere yol açabilmektedir. Halk arasında ayrıca
düşme, atlama, çarpma ya da karnın tekmelenmesinin kadının
düşük yapmasına neden olabileceğine inanılmakla birlikte,
bu tür güç bedensel çalışmaların etkin olduğu söylenemez.
ERKEN DOĞUM
Son üç ay içerisinde olan düşük, ölü
doğum olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte normal
doğum tarihine yakın düşüklerde dölütün canlı kalabilme
şansı vardır. Seyrek olmakla birlikte altıncı
ayın sonunda doğan bir dölütün yaşayabildiği
gözlemlenmiştir. Yedinci aydan sonra yaşama şansı
çoğalır, sekizinci ay içinde daha da artar. Bu tür doğumlar
elbette uzman ellerde bakım ister. Erken doğumların nedeni her
zaman açıkça anlaşılmaz. Bunda kimi hastalıkların,
annenin sağlığının ve başka sorunların etkin
olduğu söylenebilir. Örneğin, çok sigara içmenin bu tür sonuçlara yol
açtığı saptanmıştır.
RH ETMENİ
Rh etmeni, çoğu insanların kanında
bir antijen oluşturur. Bu insanların genellikle Rh pozitif
oldukları söylenir. Sorun, Rh negatif kan grubuna sahip bir
kadının, Rh pozitif kan taşıyan bir erkekten gebe
kalması durumunda ortaya çıkar. Bu durumda dölüt de Rh pozitif
olabilir. Kadının vücudu dölü-te zarar verebilecek antikorlar
üretebilir. İlk gebelik durumunda böyle bir tepki çoğunlukla fazla
sorun yaratmaz, ancak daha sonraki gebeliklerde etkili olabilir.
GEBELİK ZEHİRLENMESİ (KAN
ZEHİRLENMESİ TOKSEMİ)
Kan zehirlenmesi; yüsek kan basıncı, ani
ağırlık kazanma, ayakbileği şişmesi ve sidikte
protein görülmesi gibi belirtiler gösteren bir gebelik
hastalığıdır. Kuşkulu durumlarda bir doktor
muayenesine gidilmezse, kan zehirlenmesi, plasentanın erken
ayrılması, gebelik çırpmağı (lohusa humması ya da
havale) gibi tehlikeli sonuçlara neden olabilir. Doktorlar, bu
hastalığın nedeni konusunda kesin bir yargıya
varabilmiş değildir. Bununla birlikte onu, özel bir beslenme
dengesinin önleyebileceği belirtilmektedir.
YALANCI GEBELİK
Gebe olmayan kimi kadınlar çok seyrek
durumlarda gebeliğe özgü belirtiler gösterirler. Bir kadın, birkaç
aydır âdet görmüyor olabilir; bulantılar, kilo alma, karnın
genişlemesi, hatta doğum ağrıları gibi belirtiler de
göstermiş olabilir. Ancak tüm bunlara karşın herhangi bir
dölütün doğmasına da rastlanmaz. Bu koşulların
gebeliğin güvenilir bir belirtisi olmayacağı açıktır.
GEBELİKTE CİNSEL
İLİŞKİ
Gebelik sırasında kimi kadınlar
cinsel ilişki konusunda daha az istek duyarken, kimi kadınlar da daha
fazla cinsel ilişkide bulunma eğilimi taşırlar. Genellikle
gebeliğin ikinci üç aylık döneminde çoğu kadınların
cinsel isteklerinde bir artış olduğu görülür. Oysa bu
isteğin gebeliğin son üç aylık döneminde oldukça
azaldığı belirtilmektedir.
Bir kadının, gebeliğin herhangi bir
aşamasında cinsel birleşmede bulunup bulunmaması
kuşkusuz kendi kişisel duygularına kalmış bir
şeydir. Bir kere sevişmeyi tıbbi bakımdan engelleyecek
hiçbir neden yoktur. Ancak doktor şu durumlarda birleşmeden
kaçınılmasını önerir: 1. Eğer birleşme
karında ya da vajinada ağrıya neden oluyorsa, 2.
Dölyatağı kanaması varsa, 3. Dölyolu ile dölyatağı
arasındaki zarda yarılmalar olmuşsa, (Kapsamlı bilgi için
«Doğum» bölümüne bakınız.) 4. Orgazm sırasında yer
alan dölyatağı kasılmalarının düşük ya da erken
doğum olasılığına yol açması durumu söz konusuysa.
(Bu durumda kendi kendine doyumdan da kaçınmak gerekmektedir.) Gebelik
sırasında vajinaya pompalanan havanın hem dölü-te hem
kadına zarar verebileceği de düşünülmüştür. Bu nedenle
ağızla cinsel ilişki de önerilmemektedir. Yukarıdaki
nedenlerden herhangi biri söz konusu olduğunda, doktorun, kadının
özel durumuna ilişkin önerileri eşlere açıklanmış
olmalıdır.
Gebelik ilerledikçe kadının büyüyen
kamı cinsel ilişki sırasında bazı duruşları
olanaksız kılar ya da çok rahatsız edici bir durum olabilir.
Böyle durumlarda erkeğin, kadının üzerine çıkarak
sağladığı birleşmeleri kural olarak uygulamamak gerekmektedir.
İki eşin yan yana ya da erkeğin kadının arkasında
olduğu ya da kadının erkeğin üstünde oturduğu
duruşlar daha uygun ve daha haz verici olabilir. Ayrıca, cinsel
birleşmenin birçok yolları vardır, bir anlayışa
saplanıp kalma yerine başka biçimler denenebileceğini
anımsamak kuşkusuz her iki eş için de yararlıdır.
DOĞUM
Bir bebeğin doğumu, kadının
yaşamında büyük bedensel, duygusal ve toplumsal değişimlere
neden olan bir doruk noktasıdır. Özellikle isteyerek çocuk sahibi
olan bir kadın için bu son derece olumludur ve duygusal yönden önemli bir
yaşantıdır.
Viktorya Çağında kadının
bedensel işlevlerini öğrenmesi bilerek engellenirdi. İnsan
üremesi üzerine tam bir bilgi edinmek olası değildi, bir tabu gözüyle
yaklaşılıyordu bu konuya. Bu inanışa göre cinsel
organların 'kirli, pis' olduğu düşünülür, hatta kendilerine
çıplak haldeyken bakmaları bile doğru bulunmazdı. Gebe
kalma, gebelik ve doğum; karanlık, uzak durulacak gizemli
konulardı. Tabii bu anlayışların bir sonucu olarak birçok
kadın gebe kalmaktan bile korkar olmuştur.
O zamanlar çocuk doğurmak çok zordu,
dahası, tehlikeli deneyimlerle doluydu. Üstelik o dönemde bir
kadının çocuğunu acı içerisinde doğurmasının
onun annelik duygularının artacağına ve bu tür
zorlukların anne için iyi olacağına inanılıyordu.
Böyle bir durumda annenin ancak edilgin bir konumda olması söz konusu
olabilirdi. Kadın, doğum sürecinin de olduğunu
anlayamadığı gibi, kendisindeki değişimin ne
olduğunu da bilemiyordu. Bundan başka, evde ya da hastanelerdeki
sağlıksız koşullarla karşı karşıya
kalan anne ve bebeği, önemli bulaşımlara uğruyordu. Böylece
birçok kadın, doğum sırasında ölürken, doğmayı
başarabilen birçok bebek de, ne yazık ki doğumlarının
ilk birkaç haftasında yaşamlarını yitiriyorlardı.
Günümüzdeki tıbbi gelişmeler, çocuk ölüm
oranının önemli ölçüde azalmasını sağlamaktadır.
Anne, artık hastaneye giderken bile eskisinden daha fazla bir güven
içerisinde doğum masasına yatmayı bekleyebilmekte-dir.
Aslında benzer gelişmeler doğum öncesi ve sonrası
eğitimde de görülmektedir.
Doğuma hazırlıklı olmanın
ilk önemli yararlarını, doğum sırasında çekilen
acıların gereksiz kasılmalardan
kaynaklandığını ortaya atan İngiliz doğum
uzmanı Dr. G. Dick Read'e borçluyuz. Onun doğal doğum yöntemi,
özel bedensel ve zihinsel davranışlarla bir gevşeme, bir
dinlenme sırasında doğumu gerçekleştirmeye
dayanmaktadır.
Öte yandan, yakın zamanlarda
'eğitilmiş çocuk doğumu' yöntemi üzerine Fransız doktor
Lameze'nin geliştirdiği çalışmalar bu ülkede geniş bir
biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Bu yöntem, doğumun
bir baskı durumu oluşturduğu ve bunun, kadının etkin
katılımıyla ortadan kaldırılabileceği
varsayımı üzerine kurulmuştur.
Amerikalı doğum uzmanı Dr. Robert
Bradley tarafından geliştirilen doğum yöntemi ise babanın
kılavuzluğu altında annenin gevşeme durumunu
öğrenmesine dayanmakta, ancak uzun bir çalışma süreci
gerektirmektedir. Bu, Lameze yönteminden daha uzun bir çalışma
istemekle birlikte, birçok anne ve baba bu eğitimden
hoşlanmaktadır. Bu yöntemle herhangi bir ilaç
kullanmaksızın bir doğum yapılması ile anne ve
babanın bedensel ve ruhsal yakınlaşmaları
sağlanmaktadır. (ABD'de ağrısız doğum
seansları)
Ayrıca Fransız doğum uzmanı Dr.
F. Leboyer tarafından geliştirilen ve Ağrısız
Doğum' diye bilinen yeni bir yöntem daha vardır. Bu yöntemin temeli,
annenin dölyatağında bulunan dölütün doğal süreç içerisinde
doğumunu sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle anneyle temas halinde olan
dölya-tağının karanlık, dingin durumuna benzesin diye
doğum odası donuk bir ışıkla
aydınlatılır, ılık bir banyo hazırlanır ve
tıbbi müdahale yavaşça gerçekleştirilir. Bu sırada bebek
sakin, gözü açık ve mutlu bir ağlamayla dünyaya gelir. Doğduktan
hemen sonra annesinin karnı üzerine koyulur ve göbek kordonu, bebek nefes
almaya başladığı zaman kesilir.
Bir süre sonra bebeğe masaj yaptırarak
onun bu arada banyo yapmasını da sağlar. Tüm bu yapılan
işlemler bebeğin 'doğum incinmesi' ya da travmasını en
az düzeyde tutabilmek içindir ve onun bu aşamada yüksek bir duyusallığa
sahip olduğunu dikkate almak gerekir. Çocuk doğumu için başka
yöntemler de vardır, ancak bunlar genellikle aynı anlayışta
birleşir: Bebeğin duygusuz edilgin halinin bilinçli bir
başarıya dönüştürülmesi: Giderek çok daha fazla erkek bu
başarıya yardım etmek için eşlerine destek olmakta ve
hastaneler bu süreçte başarılı olabilmesi için baba adayına
cesaret vermektedir. Nitekim, anne olsun baba olsun, onların eğitim
gruplarına, hastanelere ya da doktorlar tarafından yönlendirilen
doğum öncesi hazırlık sınıflarına gitmeleri
önerilmektedir. Sonuçta bu tür eğitim yerleri anne ve babanın
birbirlerine daha da yakınlaşmalarını sağlamakta ve
böylece onlar bir çocuk sahibi olmanın sorumluluğunu daha
yakından duyabilmektedirler.
Günümüzde birçok kadın, doğum deneyimini
tüm ailesiyle birlikte yaşamayı ve yeni doğan çocuğundan ayrılmayı
istemediği için doğumu evde yapmak istemektedir. Ayrıca hastane
havası dışında, bambaşka bir hizmet
anlayışı içerisinde oluşturulan Deneysel Çocuk Doğum
Merkezleri de kadının bu istemini karşılayabilecek
doğumevleri olarak düşünülmüştür.
Aşağıdaki paragraflar çocuk
doğumunun değişik anlarının ana biyolojik süreçlerini
özetleyecektir.
DOĞUM SANCILARI VE KURTULMA
Doktorlar çocuk doğumunu üç aşamada ele
alırlar: 1. Dölyatağı boynunun yavaş yavaş
genişlemesi, 2. Bebeğin dünyaya geldiği zaman, 3. Plasenta ya da
'son'un doğumu. Bu tıbbi sınıflandırma çerçevesinde
her aşamayı ayrı ayrı ele alalım:
Doğumun İlk Aşaması
İlk aşamada doğum
sancıları uzun zaman alır. (Kadın ilk kez doğum
yapıyorsa sancılar 6, sonraki doğumlarında ise 8 saat
önceden doğuma değin sürer.) Bu dönem süresince doğum
sancıları daha şiddetli ve sık sık hissedilmeye
başlar. Bu sancılara, tam gevşemeye başlayan
dölyatağı kaslarının ritmik kasılmaları neden
olur.
Başlangıçta kasılmalar 30 saniye
kadar sürer ve aşağı yukarı her 15-20 dakikada bir görülür.
Sancılar ilerledikçe kasılmalar 60 ya da daha fazla saniyeye
çıkarken gevşeme dönemleri de 3-4 dakikada bir görülür. Birinci
aşamada her kasılma sırasında dölyatağının
kas lifleri kısılır ve dölyatağının boynu,
dölyatağının iç kısmına doğru çekilir.
Dölyatağı boynu, dölyatağının duvarları kadar
inceldiği zaman açılmaya, genişlemeye başlar.
Dölyatağı boynunun genişlemesi, bebeğin
başının vajinaya kolayca geçebilmesini sağlar. Bu
aşama tamamlandığında, doğum artık çok
yaklaşmıştır.
Doğumun bu aşamasındaki
kasılmalar her beş dakikada bir olur ve bir dakika süreyle devam
etmeye başlar. Gerçekte böyle bir duruma gelindiğinde annenin
hastaneye götürülmesi gerekir. Doğumun başladığının
bir başka belirtisi de dölyatağı ve vajina arasında bir
engel oluşturan dölyatağı boynu mukozalarının geri
çekilmeleridir. (Çekilen kaslar açık kırmızı renkli kanla
benekli bir görünüm oluşturur.) Başka bir belirti ise dölüt
torbası zarının parçalanmasıdır. Bu parçalanma sonucu
vajinadan su gibi berrak bir sıvı akar.
Doğumun İkinci Aşaması
Doğumun ikinci aşaması, birinci
aşamasından daha kısa sürer. (Bu, ilk doğum yapan
kadınlar için yaklaşık iki saat, sonrakiler için bir saat
dolaylarındadır.) Bu aşamanın başlarında
bebeğin başı dölyatağından geçerek vajinaya, oradan da
dışarıya çıkar. Bu sırada annenin karın
kaslarını kasarak ve aşağıya doğru dayanarak bu
sürece büyük yardımları olabilir. Başı
dışarıya çıktıktan sonra bebeğin vücudunun geri
kalan kısmı kolayca dışarı çıkarılabilir.
Yeni doğan çocuk, dölyatağı içindeki
plasentaya göbek kordonuyla hâlâ bağlıdır. Bununla birlikte bu
beslenme ve oksijen kaynağına artık daha fazla gerek
kalmamıştır. Isıda ve basınçtaki bu ani
değişim (çoğu kez de poposuna bir şaplak) bebeğin ilk
nefesini almasını sağlar. Nefes alma düzenli hale gelince göbek
kordonu karından birkaç santimetre yukarıdan kesilir. (Göbek kordonu
herhangi bir sinir içermediği için kesme işi sırasında
acı duyulmaz.) Kesildikten bir süre sonra, kalan kısım kuruyarak
kendiliğinden yere düşer.
Doğumun Üçüncü Aşaması (Kurtulma)
Doğumun üçüncü ve son aşaması,
bebeğin doğumundan 15 dakika sonra dölyatağından göbek
kordonunun ve plasentanın çekilmesine sahne olur. Tıp dilinde
plasentanın çıkması sayılan kurtulma, yalnızca birkaç
dakika sürer. Bu arada dölyatağı, yerine çekilerek eski büyüklük ve
biçimini almaya başlar.
Olası Şikayetler
Doğum yapma, dişi vücudunun normal bir
işlevidir. Birçok geçmişle ilgili tehlike ve şikayetler
doğumla birlikte ortaya çıkabilir. Çoğunlukla bu şikayetler
doğrudan doğuma etki etmezler ama, doğum olayı altında
görülen ilksel ve sağlıksız durumlar olduğu için hem
doğumun durumuna ilişkin bir ipucu verirler hem de doktor
muayenesinin gerekli olup olmadığını
anımsatırlar. Ancak gebeliğin görülmesiyle birlikte doktorunun
önerilerini düzenli uygulayan ve bunu uygulayarak doğum yapan
kadının önemli sorunlardan korkması için bir neden yoktur.
Olası zorluklar artık kolayca ve çabucak ele alınabilmektedir.
Örneğin dölütün basınçla vajina ağzını
yırtması çok sık görülen bir durumdur. Böyle bir durumda
doktorun yırtılmayı önleyebilmesi için küçük bir yarma
yapması yeterli olacaktır. Doktorun açtığı yarık
kolayca dikilerek kısa zamanda iyileşir. Başka bir sorun ise,
bebeğin ayağı ya da kıçının doğum
sırasında öne geçmesi, yani ters dönmesidir. Kıçtan gelme,
kurtulma, sürecini uzatabilir ve bebeğin biraz tehlikeye girmesine yol
açabilir. Tüm yeni doğan çocuklar için bir risk de gözden
belsoğukluğu bulaşımı-dır. Bu tür bulaşımları
önlemek için her yeni doğan çocuğun gözleri gümüş nitratlı
bir eriyikle ilaçlanır.
Kimi seyrek durumlarda da normal bir doğum bir
ya da birden çok nedenle gerçekleşemez. Bu durumda sezaryan
ameliyatıyla çocuğun doğumu sağlanır. Bu, doktorun
bebeği vajinadan geçirmeden önce karnı dölya-tağına doğru
kesmesi demektir. Söylenceye göre Roma imparatoru Sezar da bu işleme uygun
bir ameliyatla doğmuştur.
DOĞUMDAN SONRAKİ DÖNEM
Doğumdan sonra anne de çocuk da yorgun bir
durumda oldukları için dinlenmeye gereksinim duyarlar. Çoğu
kadının hastaneden birkaç gün içerisin-
de ayrılmakla birlikte eski gücünü
toplayabilmesi için biraz dinlenmesi gerekir. Aşağıda bu
doğum sonrası döneme ilişkin bilgiler sunulacaktır.
İyileşme
Doğumu izleyen haftalarda dölyatağı
yavaş yavaş eski yerine çekilir. Bu süreç içerisinde
dölyatağı duvarı parçalanarak vajinaya dökülür.
Başlangıçta bu bozulmuş yığın, kalın ve
kanlıdır; sonraları ince ve sarımsı bir görünüm
kazanır, hatta beyazımsı bir renge bile dönüşebilir.
Doğumdan üç hafta sonra tüm bozulmuş maddeler ortadan kalkar. Altı
hafta sonra dölyatağı-nın geri çekilmesi tamamlanır.
Aslında doğumdan altı hafta sonra annenin her şeyin normale
dönüp dönmediği konusunda bir doktora görünmesinde yarar vardır.
Kuşkusuz bu ziyaret sırasında ya da hemen arkasından
bebeğin de ilk denetimi yapılmalıdır.
Kimi bedensel hareketlerin uygun koşullar
altında bu sürece yardım edeceğini göz önüne
almalıdır. Bu tür bedensel hareketler aynı zamanda
iştahsızlık, kabızlık gibi bu dönemde görülen rahatsızlıkların
en azından hafif geçirilmesinde etkin olabilir.
Bu küçük rahatsızlıklara ek olarak
bazı kadınlar bu dönemde küçük çapta bunalımlar geçirebilir.
Kadınlar bu dönemde oldukça duyarlı ve sinirli olabilir, açıkça
görülemeyen nedenlerden dolayı ağlayabilirler ya da
bağıra-bilirler. Bu beklenmedik üzüntü her zaman önemli sonuçlara
götürmez. Halk arasında bu duruma «al basması» denilir. Gerçekte
bütün bu rahatsızlıklar bedensel değişikliğin
yanı sıra anne olmanın getirdiği ruhsal durumla koşutluk
içerisinde ele alınan bir yaklaşımla kolayca geçirilebilir.
Emzirme
Doğumdan hemen sonra kadın memelerinden
su gibi bir akıcı sıvı gelir. Kolostrum adı verilen bu
sıvının bebeğe belirli bir
bağışıklık kazandırdığı görülmektedir.
Yaklaşık üç gün sonra bu sıvı, yerini ana sütüne
bırakır. Süt üretimine laktasyon (Latince lac: süt demektir.), yani
sütlenme adı verilir. Eğer kadın çocuğunu kendi sütüyle
beslemek isterse bunu aylarca sürdürebilir. Çoğu kadında vücuttaki
belirgin hormonal değişimler sonucu yumurtlama (ve yine bu nedenle
âdet görme) olmaz. Bir başka deyişle, bu dönemde kadın gebe de
kalamaz. Bununla birlikte çiftler bu 'doğal korunma'yı hesaba
katmamalıdır. Bu bebeği besleme süreci gebelikten
korunmanın
yerine koyulamaz. Bebeğine meme verirken bir
kadının cinsel heyecanının uyanması çok
doğaldır. Bunun için telaşa kapılmanın bir anlamı
yoktur. Tam tersine, bu deneyimden önemli bedensel ve ruhsal işlevler
yerine getirdiği için memnun kalmalıdır.
Doğumdan Sonra Cinsel İlişki
Bebek olduktan sonra kadınlar cinsel
ilişkiye yeniden ilgi duyabilmek için zamana gereksinirler. Bu arada
geleneksel olarak çiftlere doğumdan en az altı hafta sonrasına
değin cinsel ilişkide bulunmamaları önerilir. Bununla birlikte
yakın zamanlarda yapılan araştırmalar böyle genel bir
kuralın gerçekten yararlı olmadığını ve
kararı her duruma göre almanın daha doğru
olacağını göstermektedir. Anneye acı vermeksizin daha
yakın bir zamanda cinsel birleşme gerçekleştirilebilir. Ancak
salt tıbbi kaygılardan ileri gelen durumlarda, örneğin vajinadan
gelen kanın durması, vajina yöresinde herhangi bir yırtık,
ya da yarılmanın iyileşmesi sonrasına değin cinsel
ilişkiye girilmemesi yerinde olacaktır. Vajinadan gelen önemsiz
oranda bir kahve-rengimsi akıntının cinsel birleşmeyi engelleyici
bir işlevi yoktur.
Anne ve baba arasında cinsel iletişimi de
içeren tam iletişim, kuşkusuz yeni doğan çocuğun da
ilgisini çeker. Kadının bu dönemdeki kişisel duygu ve istekleri
bebek için ilk çıkış noktası kabul edilecektir.
GEBELİKTEN KORUNMA
Gebelikten korunmanın en kesin ve güvenilir
yolu elbette ki cinsel birleşmeden uzak kalmaktır. Ancak tarih
boyunca erkek de kadın da bu kolay yolu seçmektense gebelikten
korunmanın çarelerini araştırmaktan geri
kalmamıştır. Yani birleşme sırasında istenmeyen
sonuçları önleyebilmek için hangi yöntem ve araçları kullanmalıdır
ve bunların hangisi en güvenilir yoldur? Bu tür yöntemler oldukça kusurlu
ve yetersiz bir biçimde binlerce yıldır uygulanagelmiştir.
Geçmişte yalnızca çeşitli deneyimler sonucu uygulanan yöntemler,
yerini daha çağdaş yöntemlere bırakmıştır.
İstenmeyen gebelikler kesin olarak önlenebilmektedir artık. Bundan
sonraki çalışmalar daha güvenli, daha basit ve daha ucuz korunma
yollarının bulunması için sürdürülmektedir.
Gebelikten korunma yöntemlerinin gelişmesi,
insanın cinsel davranışları üzerinde çok derin etkiler
yapmıştır. Geçmişte cinsellik ve döllenme arasında bir
ayrım olmadığından, kadın ve erkek arasındaki
cinsel ilişki her zaman bir çocuğun doğumuyla sonuçlanacak bir
birleşmeyle sınırlıydı. Tabii doğan
çocukların iyi bir şekilde yetiştirilmesi ailenin en önemli
uğraşıydı ve bu nedenle de ailenin büyükleri çocuğun
bakımını üzerlerine alıyordu. Bu tür bir anlayış
sonucu toplumların çoğunda ahlak kuralları ancak evli çiftlerin
cinsel etkinlikte bulunabileceği sınırlamasıyla
biçimleniyordu. Evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel
ilişki ahlaksızlık kabul ediliyor, hatta bazen bu tür
davranışlar şiddetle cezalandırılıyordu. Evli
çiftlere ise çok sayıda çocuk yapmaları telkin ediliyordu. Böylelikle
doğurganlık 'doğanın' tek ve gerçek amacı olarak ifade
edilirken, gebelikle sonuçlanmayan cinsel ilişki ya da cinsel
davranışların tümü doğadışılıkla
suçlanıyordu.
Günümüzde modern ve kesin sonuçlu korunma
yöntemlerinin bulunması bu ahlak anlayışının
temellerini büyük ölçüde sarsmıştır. Artık geleneksel
evlilik, anne-baba olma ve cinsellik arasındaki o kutsal bağ
çözülmeye başlamıştır. Böylece evli bir çift çocuksuz
kalmaya ya da evliliklerinden yıllarca sonra bir çocuk yapmaya
rahatlıkla karar verebilirler. Aynı nedenle istenilmeyen gebelikler
sonucu yapılan zorunlu evlilik anlayışını
reddedebilirler. Sonuç olarak, evlilik kavramının anlamı
değişmeye başlamıştır. Ana babalık,
evliliğin temel koşulu olmaktan çıkmıştır
artık. Bunun yerini alan aşk, dostluk, mesleksel dayanışma,
manevi destek ve güven, evliliğin kurulmasında ve korunmasında
yeterli nedenler haline gelmiştir. Aynı zamanda evlilik içi ve
dışı cinsel ilişki dikkate değer bir iletişimin
kurulmasıyla çocuk doğurma amacından tümüyle ayrı olarak
ele alınmaktadır.
Bütün bunlar sonuç olarak, insana
yaklaşıma temel bir değişim getirmektedir. Yeni bir
özgürlük hareketi ve kişisel karar ve sorumluluklar için yeni bir soluk.
Ancak insanı öteki insanlara karşı sözde korumaya yönelik
yasaklayıcı ahlak kuralları, kısıtlayıcı
yasalar ya da bastırıcı siyasetler yürürlükte
kaldığı sürece tüm bu gelişmeler hayata geçirilemez.
İnsanın gerçek gereksinimlerini ortaya çıkarıp artık
bunları karşılamak zorunlu hale gelmişken tüm bu
kısıtlayıcı anlayışları
değiştirmek gerekir.
Ne var ki, eski inanış ve
alışkanlıkların hemen ortadan kalkmasını beklemek
anlamsızdır. Daha uzun bir süre, pek çok erkek ve kadın
gebelikten korunma yöntemlerine gözlerini kapayacak ya da açıkça
korkacaktır. Günümüzde, korunmanın herkesçe kabul edilmesinin,
ilişkileri karmaşıklaştıraca-ğını ve
bir ahlak çöküntüsüne yol açacağını düşünen pek çok insan
vardır. Sorunun bir başka yanı da, korunmanın ortadan
kalkmasıyla nüfusun hızla artması tehlikesi ve bunun
yaratacağı sorunların gittikçe daha fazla sayıda
insanı kaygılandırmasıdır. Gerçekten de denetimsiz
nüfus artışının dünyanın pek çok yerinde büyük
sorunlar yaratacağından kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak buna
karşılık çevre kirliliği, savaşlar, hastalık ya
da kıtlığın da aykırı bir olgu olarak insan
ırkını yok etmeye başladığı pekâlâ ileri
sürülebilir.
Birçok ülkede bu karmaşık sorunlar
belirsiz birtakım siyasetlerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Gebeliği önleyici maddelerin kullanımı
konusunda evli çiftlere hoşgörü ve anlayışla yaklaşırken
ne yazık ki küçük ve evli olmayanlara aynı tutum gösterilmemektedir.
Bazı ülkelerde yasaklanan çeşitli yollardan düşük yapma
girişimlerini azaltmak için korunma fikri
yay-gınlaştırılırken, bazı ülkelerde ise
düşük, nüfusu asgaride tutacak bir girişim olarak hoşgörülmektedir.
(Korunmanın güç olduğu yerlerde düşük oranı yüksektir ve
yaygın düşük görülen yerlerde de gebelikten korunma
savsak-anabilmektedir.) Bazı ülkelerde ise düşükde, gebelikten
korunmada yasaktır. Bazı ülkelerde kişinin kendi isteğiyle
gebelikten korunmasının yaygınlaş: tırılması
hâlâ bir karara bağlanmamışken, öte yandan, kişilerin zorla
kısırlaştırmasına da vicdan elvermemektedir.
Aslında kısırlaştırma genellikle de genetik bazı
bozuklukların yeni kuşaklara geçişini önlemek için uygulanmaktadır.
(Bkz. «Genetik Bozukluklar») Bununla birlikte bazen tıbbi zorun-luktan çok
toplumsal nedenlerle zorla kısırlaştırmanın
yapıldığı da bir gerçektir. (Öte yandan yoksulluk ya da
cinsel isteksizlikleri nedeniyle pek çok sağlıklı erkek ve
kadın kısırlaştırmaktadır.) Çoğu otoritenin
gebelikten korunmaya yaklaşımı onun bu konuya
bakışını gösterir. Örneğin bugün birçok insan
konuşmalarında 'Doğum Kontrolü'ne değinir. Bu terim çocuk
aldırmayı da içermektedir. (Çocuk alındıktan sonra
doğum olmaz.) Ancak kimi durumlarda sorun doğumun değil,
gebeliğin önlenmesidir. Bu nedenle 'Gebelik Kontrolü' ya da 'Gebelikten
Korunma' demek çok daha kesin bir tanımdır. Kimi insanlar da 'Aile
Planlaması' deyimini kullanmakta ısrar ederler. Bu deyimle gebelikten
korunmadan yalnızca bir ailenin büyümesinin ölçüsü anlaşılır.
Başka bir deyişle, bu deyim, yalnızca ailelere yöneliktir.
Bizce, «gebeliğin planlaması» teriminin kullanılması
kuşkusuz çok daha nesnel olacaktır. Bir başka terim de 'Sorumlu
Ana-babalık;tır ki bu terim kadın ve
erkekte kesin ahlaksal nitelikler aramaktadır.
Daha yansız bir terim olan 'planlı ana-babalık', evli olsun
olmasın, gebelikten korunma yollarını arayan herkese önerilerde
bulunan dünya çapında örgütlerce kullanılmaktadır.
Bugün için gebelikten korunma yöntemlerinin
kısıtlı sayıda kişilerce uygulanması, bunun böyle
sürüp gideceği anlamına gelmez. Gerçekleşmesi uzun bir süre alsa
da korunma yöntemleri yaygınlaşacaktır. Daha şimdiden, pek
çok sayıda erkek ve kadın bir kişisel hak olarak üreme
yaşamları üzerinde tam bir denetim kurmak istemektedirler. Bu
hakkın kazanılmasıyla mutlaka daha insanca ve daha onurlu bir
yaşam için bir adım atılmış olacaktır. Bütün
çiftler şans eseri olarak değil, isteyerek, yani istedikleri zaman ve
istedikleri kadar çocuğa sahip olabileceklerdir. Soylarında
gördükleri hastalık, zayıflık ya da kusurluk gibi
bozuklukların yeni kuşağa geçmemesi için pek çok insan hiç çocuk
yapmamaya karar verebilecektir. Birçokları da duygusal bakımdan
olgunlaşana ya da ekonomik güvence ve mesleki ilerlemesini
sağlayıncaya değin çocuk sahibi olmayı istemeyebilecektir.
Gençlerin artık 'zorla evlendirme' ya da 'başının derde
girmesi' gibi sorunlar başlarını fazla
ağrıtmayacaktır. Böylece her çocuk, istenen bir çocuk olacak ve
sağlıklı bir ortamda, daha iyi koşullarda
yetişecektir.
NÜFUS PATLAMASI
Çoğu kişi insan özgürlüğünde bir
gelişme umarken, birçok insan da madalyonun öbür yüzüne ilişkin
karışık duygular içindedir. Başta gençler olmak üzere
evlenmemiş çiftler arasında çok daha fazla cinsel ilişki
olabilir. Ancak okullarda resmi cinsel eğitim sınıfları,
kiliseler ve gençlik kuruluşlarında nedense gebelikten korunma, söz
konusu edilmekten kaçınılır. Bundan başka çoğu
eğitmen, insan üremesine ilişkin olguları açıklarken biraz
zorlanır ve cinsel etkinliğin kapsamlı bir biçimde
tartışılmasına girmek zorunda kalacağı için gebelikten
korunmanın değişik yöntemlerini anlatırken çok
sıkıntı çeker. Aynı zamanda bu gençlerin aileleri ve
kendilerini beklenmedik bir ikilem içerisinde bulurlar. Eğer
çocuklarına gebelikten korunma yöntemlerini anlatırlarsa onları
daha fazla cinsel etkinliğe özendirmiş olacaklar, sorunları
anlatmazlarsa bu kez de istenmeyen gebeliklere davetiye çıkarmış
olacaklardır.
Küçüklerin gebelikten korunmasına ilişkin
yasa açık değildir. Üstelik
«NÜFUS PATLAMASI»
Son birkaç yüzyıldır,
dünya nüfusu çarpıcı bir gelişme göstermiştir. Gelecekte,
bu gelişmenin çok daha dikkat çekici bir görünüm kazanacağı
bekleniyor. Grafikte de görüleceği gibi, en büyük artışlar
dünyanın en yoksul bölgelerinde olacaktır. Bu gelişmenin
dayattığı gerçekler karşısında birçok ülke,
gebelikten korunma yöntemlerinin yaygınlaşması için büyük çaba
harcamaktadır. (Tablolar Washington DC Nüfus Bürosundan
alınmıştır.)
bu konuya ilişkin karşıt
yasaların yanı sıra, birçok mahkeme kararı da çok
farklı bir şaşkınlığa neden olmaktadır
ABD'de. Tabii yasal alandaki bu karışıklık sonucunda bu tür
sorunlarını çözümlemede yine ailenin iznine gereksinim duyulur.
Günümüzde ABD'de küçüklere gebelikten
korunmayı anlatan 'planlı ana-babalık ya da öğrenci
sağlık servisleri' gibi örgütler, resmi ve özel birçok grup
vardır. Aslında 10-12 yaşları arasında gençlerin
herkesten daha çok bu tür yardımlara gereksinimleri olduğu
açıktır. Gençler, cinsel olgunluğa kavuşmalarına
karşın aileye destek sağlama uğruna ve evlene değin
yıllarca beklemek zorunda kalmaktadırlar. Gençlerin kafası
kendilerine özgü duyguları, gereksinimleri ve yaşamlarındaki
başka nesneleri tanıma konusunda karmakarışıktır.
Bazı gençler gerçekten kumar oynar gibi, doğanın, kendileri için
doğru olanı seçeceğini, hatta gebe kalınca
yaşamlarına birazcık olsun düzen ve amaç geleceğini
düşünürler. Daha da ileri giderek, doğuracakları bebeğin
ailelerinden bağımsız olabilmelerini sağlayacak gizli bir
umut kaynağı olduğuna inanırlar. Bazı genç kızlar
bilerek arkadaşlarını aldatırlar ve onları
evliliğe ya da sürekli arkadaşlığa zorlamak için
kendilerini gebe bırakmaya çalışırlar.
Günümüzde birçok kuruluş, gençlerin bu
sorunlarını çözebilmek amacıyla, onlarla yakın
ilişkiler kurulmasını, bunun bir parçası olarak da
gebelikten korunma konusunun tartışılmasını
sağlar. Bu tür yaklaşımlar her zaman, gebelikten korunmanın
her iki cins tarafından da sorumlu ve bilinçli bir biçimde ele
alınmasına yaramıştır. Buraya değin
anlatılanları özetlersek:
• Her
çocuk isteyerek yapılmalıdır.
• İstenmeyen gebelikler dikkatli bir
gebelik önleyici yöntemle çözülmelidir.
• Gebelik
her iki cinsin de sorumluluğu altındadır.
• Her
gebelikten korunma yöntemi, eşit etkide ya da herkes için uygun ölçülerde
olmayabilir.
• Gebelik
önleyici yöntemler uygun bir biçimde kullanılmadıkça işe
yaramaz.
GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ
Çeşitli gebelikten korunma yöntemleri, etki ve
nitelik bakımından doğal olarak birbirine benzememekle birlikte,
gebelikten korunmanın oldukça basit bir disiplini vardır. Önceki bölümde
tanımlandığı gibi gebelik süreci fallop borularından
birinde bir sperm hücresinin yumurtayı döllemesiyle başlar.
Dölyatağında gelişen hücre kümesinin yuvalanmasıyla,
gebelik tam anlamıyla gerçekleşmiş olur. Açıktır ki
gebelikten korunma ya da gebelikten
sakınım, ya yumurtlamayı, döllenmeyi
ya da yuvalanmayı önleyerek gerçekleşir. İşte bu sürece
karışmanın birkaç farklı biçimi vardır:
1 - Yumurtalıklardan yumurtanın
çıkmasını önleme,'Hap'.
2 - Yumurtanın fallop borusuna
geçişini önleme.
3 - Dışarıya atılan
sıvının bir parçası olan spermlerin önlenmesi.
4 - Yumurtlama zamanında birleşmeden
kaçınılması.
5 - Vajinada toplanan spermin önlenmesi.
6 - Dölyatağı boynu içinden vajinaya doğru ilerleyen spermlerin
önlenmesi (Diyafram, spermisid).
7 - Yuvalanma sürecini engelleme.
Yukarıda belirtilen tüm gebelikten korunma
yöntemleri, uygulamaya Soyulmadan önce uzun ve dikkatli gözlemlerden
geçirilerek geliştirilmiştir. Bunların hepsi bilimsel ve
rasyonal hesaplamalar sürecinden geçmiş ve çoğunda bir
ısıölçer, bir takvim, aygıt, özel aletler ya da kimyasal
maddeler kullanmak gerekmiş, böylece insan marifeti doğanın
işine engel olmuştur. Özcesi, gebelikten korunma her zaman,
doğaya kendi yasalarıyla meydan okuyan bilinçli bir kararın
sonucudur.
Bu temel olgu bazen 'doğal ve yapay'
gebelikten korunma arasında bir ayrım yaratmak isteyen yazarlarca
güçlükle anlaşılmaktadır. Böyle bir ayrım keyfi ve
bilimdışı olmakla birlikte, tıbbi danışma
gerektiren ve buna gerek duymayan gebelikten korunma yöntemleri arasında
bir ayrım yapmak, günlük yaşamın pratiği
açısından yararlı olacaktır.
Kısırlaştırma söz konusu
olduğu zaman kuşkusuz bir ameliyat gerekecektir (vasektomi, tüp
bağlama). Ayrıca haplar, diyaframlar, cinsel birleşme
sonrası alınan haplar ve dölyatağı için kullanılan
aletler için de doktor reçetesi gerekmektedir. Özellikle ritimsel yöntem için
doktor tavsiyesi ve reçetesi önem kazanmaktadır. Öte yandan herhangi bir
uzmanlık gerektirmeden kullanılabilen üç tür yöntem daha vardır.
Bunlar; geri çekme, spermisid ve prezervatif (kaput, kondom) yöntemleridir.
Bazı gebelik önleyiciler de kişilere göre
hiçbir etki yapmayacağından ya da tehlikeli olabileceğinden,
doktor reçetesiyle alınmalıdır. Aslında gebelikten korunma
yöntemleri üzerine bilgi almak için doktorların yanı sıra,
konuya ilişkin çalışmalar yapan devlet kuruluşlarına
da başvurulabilir.
DEĞİŞİK TÜRDE
GEBELİK ÖNLEYİCİ HAPLAR VE PREZERVATİFLER
Prezervatif, aynı zamanda
insanı zührevi hastalıklardan koruyan mükemmel bir gebelik
önleyicidir.
Her yöntemin kullanım zamanı
değişebildiği gibi, herkes için de kendi durumlarına göre
bir yöntem belirlenmelidir. Gebelikten korunma yönteminin
sağlıklı bir biçimde seçilmesi yöntemin başarısının
ilk koşuludur. (Ülkemizde Ana Sağlığı
merkezleri bu konuda belli yardımlarda bulunmaktadır.) Dinsel nedenler ya da
kişisel özellikler yöntemi bozabilir ve bir gün bir kişide
çalışan ertesi gün başka birinde çalışmayabilir. Bu
nedenlerle yöntemin kendine özgü yanlarını ve nasıl
çalıştığını enine boyuna öğrenmek
gerekmektedir. Salt bu yüzden birçok etkin yöntemin işlevini yerine
getirememesi nedeniyle istenmeyen gebeliklerle karşılaşılmaktadır.
Korunma konusunda bilgi sahibi olan
bazıları, hiç kullanmamaktansa, herhangi bir korunma yöntemini
kullanmanın daha iyi olduğunu söylerlerdi geçmişte. Oysa pratik
olarak yararsız olduğu gibi oldukça etkisiz yöntemlerdi bunların
bir kısmı. Örneğin bunlar arasında 'karezza', yani
erkeğin 'geri tutması' diye bilinen coitus resarvatus, erkeğin
birleşme sırasında boşalmadan kalması ilkesine dayanan
yaygın bir yöntemdi. Böyle bir yöntem duygusal ve ruhsal değerler
açısından bazı niteliklere sahip olabilir, ancak bu yöntem
gebeliği kesin olarak önlemez. Başka bir tartışmalı yöntem
de vajinaya spermisidal bir toz ya da sıvıyla birlikte küçük, emici
bir tıkacın yerleştirilme-sidir. Bu yöntemin etkisiz
olmasının yanı sıra, cinsel birleşme
sırasında rahatsızlığa da yol açtığı
görülmüştür. Bir başka yöntem de, birleşmeden sonra vajinanın
değişik sıvılarla yıkanması kuralına
dayanıyor. Bir yararı olmadığı için vajinayı
yıkama ya da spreyleme yöntemlerinden kaçınılmalıdır.
Üstelik çıkardığı salgılarla vajina kendini doğal
olarak temizlemektedir. Ayrıca bu bölgeye fazla müdahale etmek,
vajinanın doğal durumunu bozabilir, bulaşımlara ya da
sinirlenmeye yol açabilir. («Zührevi Hastalıklar» bölümüne
bakınız.) Aşağıdaki paragraflarda gebelikten korunma
yöntemleri ve işleyişleri anlatılacaktır.
ERKEKLERDE ÖNLEYİCİ YÖNTEMLER
Geri Çekme
Latincesi coitus interruptus olarak bilinen
geri çekme, olasılıkla en eski korunma yöntemidir. Kabaca, tam
boşalma sırasında penisin vajina-dan çekilmesi anlamına
gelmektedir. Sonuç olarak erkeğin spermleri, kadının bedeninde
olmayacağı için yumurtanın döllenmesi de doğal olarak
olası değildir. Kuramsal olarak doğru görülmekle birlikte,
aslında pratikte bu yöntemin hiç güven verici olmadığı
açıktır. Birçok insan, geri çekmenin tam zamanını
ayarlayamadığı için istemeyerek de olsa birkaç damla meninin
vajinaya sızmasını sağlar. Ayrıca normal cinsel
birleşme anında boşalmadan önce, ilk heyecanlanma
aşamasında penisin ucuna gelen menide de sperm bulunur. Korunma
yönteminin başarılamaması ve her seferinde cinsel tepkileri
kontrol etme gereksinimi, çiftler arasında belirgin bir gerilime yol
açabilir.
Öte yandan, vajina dışına
boşalma sonucunda bile meni içindeki spermlerin nemli ortamlardan
yararlanarak vajina içine doğru hareket ettikleri de görülmüştür. Tüm
bu nedenlerle geri çekme güvenilir bir gebelik önleyici yöntem değildir.
Bu yöntemin tek üstünlüğü, cinsel birleşme öncesi herhangi bir
hazırlık gerektirmeksizin, istenilen bir zamanda uygulanabilmesidir.
Oysa bunun olumsuzlukları daha önemlidir ve çoğu insan bu yönteme
güvenerek başka bir yönteme başvurmayı düşünmeksizin,
korunma için yeterli hazırlığı yaptıkları
kanısına kapılırlar. Bu yöntem etkin değildir ama hiç
yoktan daha iyi olduğu söylenebilir.
Prezervatif
Erkek tarafından kullanılan bir korunma
aracı olan prezervatif (kondom, kaput, kılıf) çok ince, eldiven
parmağı biçiminde lastik bir torbadır. Cinsel birleşmeden
önce sertleşmiş haldeki penisin üzerine geçirilir. Erkek
boşaldığında meni bu torbanın içinde kalır.
Böylece spermlerin vajinaya akması önlenir ve kadın gebe kalamaz.
Prezervatif, uygun bir biçimde
kullanıldığında çok etkin bir korunma aracıdır.
Penise geçirilirken, uç kısmında, boşaltılacak meninin
toplanacağı bir yer bırakılmalı, ayrıca
yarılmaması için özenle takılmalıdır. Penis,
boşalmadan hemen sonra, sertleşme hali devam ederken geri çekilmeli,
içindeki sıvının vajinaya akmaması
sağlanmalıdır. Prezervatif kullanılırken bazı
noktalara dikkat edilirse etkisi daha da artırılabilir. Penise uygun
olması ve takılırken iki parmak arasına alınarak
dikkatle penis üzerine geçirilmesi ve boşalma sırasında
yırtılmaması için nemlendirilmesi ya da krem sürülmesi bu
noktaların yalnızca bir bölümüdür. Ayrıca kadının
kullanacağı spermisidal köpükler de prezervatifin etkinliğini
artırmaktadır. Bu açık yararlarına karşın
bazı insanlar aşk oyunlarını böyle bir işlemle
tatsızlaştırmak istemediklerinden ya da lastik duygusunun,
duyarlılığı körelttiğinden yakındıkları
için prezervatif takmayı benimsemezler.
Tüm bunlara karşın prezervatif
kullanımı hâlâ en güvenli, en ucuz ve en basit gebelik önleyici
yöntemlerden biridir. Bu nedenle çok yaygın bir biçimde
kullanılmaktadır. Prezervatif, bu yararlarının yanı
sıra, kimi zührevi hastalıkların bulaşmasını da
önleyici bir rol oynar. Reçetesiz olarak satılır, etkinliği % 95
olup kadının köpük kullanımıyla birlikte bu oran daha da
artar.
KADINLARDA GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ
Gün Sayma Ya da Ritim Yöntemi
Gün sayma yöntemi, kadının döllenme
günlerinde cinsel birleşmeden kaçınma ilkesine dayanır. Oldukça
kolay ve etkin bir yöntem olmakla birlikte, epeyce karmaşıktır
ve çekince oranı yüksektir. Bu yöntemin asıl güçlüğü,
kadının döllenebileceği günlerin tam olarak belirlenememesinde
yatmaktadır. Döllenme günleri, yumurtanın yumurtalıktan
salınıp fallop borularına geldiği zamandır.
Spermlerin canlılığını
sürdürebilmesi nedeniyle yumurtlama öncesi ve sonrası birleşmeden
kaçınmak zorunludur. Ancak âdet döneminin düzensiz olması, yumurtlama
gününün kesir» olarak hesaplanmasını güçleştirir. Bu nedenle,
hesap yapılırken bir yumurtanın döllenebilme
olasılığının en az bir hafta devam edebileceğini
dikkate almak gerekir. Bu hesaba fallop borularında 5 gün canlı
kalabilen spermlerin bu sürelerini de eklemeliyiz. Bu günlere, 2 gün de
güvenlik payı eklenirse, ortaya 15 günlük bir dönem çıkmaktadır.
Peki bu iki hafta tam olarak ne zaman başlar?
Yukarıda belirtildiği gibi her şey
yumurtlama zamanına bağlıdır. (Bu kesin olarak
hesaplanabilseydi, güvenilmez günler iki haftadan daha az olacaktı.)
Yumurtlama çoğunlukla âdet döneminin ortasında ya da daha kesin
olarak gelecek âdet görmenin başlangıcından iki hafta önce
başlar. Genç kızlık ya da menopoza yaklaştıkları
dönemlerinde çoğu kadının âdet görmeleri düzensizlesin Hatta
âdet dönemleri düzenli olan kadınlarda bile normal sayılan 2 ile 5
gün arasında değişiklikler olur. («Kadının Cinsel Organlarına
bakınız.)
Kadın bazı kesin sonuçlara ulaşmak
için iki ayrı yöntem uygulayabilir. (Aslında gün sayma yöntemini
benimseyen kadınların çoğu bu iki yöntemi
doğal olarak uygulamaktadır.) İlkin
kadın yataktan çıkmadan önce, her sabah, özel bir
ısıölçerle vücut ısısını belirler (normal
ısı). Vücut ısısı, âdet görürken biraz artar,
yumurtlamadan önce de önemsiz bir düşüş çizgisi izler.
Kadının 6 ay önceki ısı kayıtlarıyla
karşılaştırma yapılarak bir dahaki yumurtlama zamanı
hesaplanır. 'Güvenilmez' günleri bulmanın ikinci yolu da,
kadını en az 8 aylık âdet görme kayıtlarının
belirlenmesidir. Bu zaman çizelgesini kullanarak kadın en uzun ve en
kısa âdet görme dönemlerini seçer, sonra gelecek âdet görme döneminin ilk
'güvenilmez' gününü bulmak için en kısa âdet döneminden 18 günü
çıkarır. Gelecek âdet görme döneminin son 'güvenilmez' gününü bulmak
için de en uzun âdet görme
GÜNSAYMA YÖNTEMİ
(NORMAL ISI)
döneminden 11 gün çıkarır. Örneğin,
en kısa âdet görme dönemi 25 gün ise, 25-8: 17'dir. Bu sayı,
kadının gelecek âdet görme döneminin ilk 'güvenilmez' günüdür.
En uzun evre 31 gün ise, 31-11: 20'dir. (Yirminci
gün bir dahaki âdet görme evresinin son 'güvenilmez' günü olmaktadır.)
Gün sayma yönteminin yollarından her biri
(normal ısı ve zaman çizelgesi) uzmanların
kılavuzluğuyla hesaplanmalıdır. Hiç kimse bunu kendi
başına denememelidir. Bununla birlikte bazen bir doktorun
yardımıyla da olsa kimi durumlarda bu yöntem pek güvenilir
olamamaktadır. Örneğin, en uzun âdet görme evresi, en
kısasından 10 gün daha fazla farka sahip kadınlarda bu yöntem
hiç çalışmaz. Bedensel ve duygusal sorunlar evrelerin uzunluğunu
değiştirebilir ve ayrıca bazı kadınlarda cinsel
birleşmeye tepki olarak ani yumurtlama olasılığı
bulunmaktadır.
Birçok olumsuz yanlarına karşın bu
yöntem Batıda Katolik ülkelerde yaygın olarak
kullanılmaktadır. Çünkü Katolik kilisesi ancak böyle bir önleme izin
vermektedir. Bazen yöntemin sakıncalarını vurgulamak için bu
yönteme 'Katolik Ruleti' de denilmektedir.
Yakın zamanlarda gün sayma yönteminin
başka yolları da tutunmaya başlamıştır. Bunlar
'kas yöntemi' ya da bunu ilk ortaya atan kişi olduğu için 'Billings
Yöntemi' olarak bilinir. Bu yöntem, yumurtlamada dölyatağı boynu
kaslarının normal olarak açık ve kaygan olduğu
gerçeğine dayanmaktadır.
Yumurtlama zamanı, spekulum ve el aynası
yardımıyla dikkatlice gözlenerek kadına kolayca gösterilebilir.
Bu gözlem sayesinde 'güvenilmez' günlerde, yani yumurtlama günlerinde cinsel
birleşme yapılmayarak döllenmenin önüne geçilir. Ne var ki bu yöntem
bir uzmana danışılmaksızın uygulanmaya
kalkılırsa gerçekten yararlı olamaz. Aslında bu olgu
yöntemin fazla kullanılmasını gündeme getirir.
Sonuç olarak şimdiye dek anlatılan üç gün
sayma yöntemi de pek etkin değildir.
Spermisidler
Spermisid, herhangi bir döllenme
olasılığını ortadan kaldırmak için sperm öldürücü
olarak kullanılan kimyasal maddelere verilen addır. Vajina
köpüğü, krem, jöleler, köpük tabletleri ya da fitiller başlıca
spermisidler arasındadır. Kimi kadınlarda yan etkilere yol
açtığı için kullanmaya başlamadan önce bir doktora
başvurmada yarar vardır. Spermisidal koruyucular
kullandığı halde gebe kalan kadınların
çocuklarında bu maddelerin yan etkilerinin görülebileceğinden
kaygılanılması yersizdir.
VAJİNA KÖPÜĞÜ
Vajina köpükleri küçük bir aerosol kutuda bulunur.
Aerosol kutu, kullanımdan önce iyice çalkalanır. Koruyucu köpükle
doldurduktan sonra, kadın, köpüğü vajinanın iç
kısımlarına yaymaya çalışmalıdır. Bu
işlem her birleşmeden önceki yarım ile bir saat arasında
yapılmalıdır. İki koruyucu kullanılırsa daha
yararlı olur. Vajinadan içeriye gönderilen köpük, dölyatağı
boynunu kaplayarak spermlerin ölmesini sağlar. Böylece herhangi bir canlı
sperm hücresinin dölyatağı girişinde dolaşmasının
önüne geçilir. Erkek de birleşme sırasında prezervatif
kullanırsa köpüğün koruma gücü daha da artar.
% 90 olan etkisi, prezervatifle birlikte % 100'e
çıkar.
SPERMİSİDAL KREM VE
JÖLELER
Spermisidal krem ve jöleler,
uygulandığı yüzeye kimi zaman eşit ölçüde dağılmadığı
için köpüklerden daha az etkili olurlar. Bazıları vajinal köpük gibi
tek başına kullanılabilir. Ancak bir diyaframla birlikte
kullanılması koruyucu gücünü artırır. Aslında bunların
kullanımında diyaframın pek bir önemi yoktur, bunun yerine
erkeğin bir prezervatif kullanması daha yerindedir. Sonuç olarak bu
spermisidler, diyaframsız birleşmede fazla etkin olmazlar.
VAJİNAL KÖPÜK TABLETLERİ VE
FİTİLLER
Vajinal köpük tabletleri ve fitiller,
vajinanın içine yeterli ölçüde girebildiklerinde etkili olabilirler. Bu
nedenle onları her birleşmeden 10-15 dakika önce bu uyarıyı
dikkate alarak vajinaya yerleştirilmelidir. Ancak bu koruyucular da
yalnız kullanıldıklarında gebelik önleyici olarak etkili
sayılmazlar.
Diyafram ve Jöle
Diyafram küçük, esnek, düğme biçiminde,
lastikten yapılma bir alettir. Döl-yatağı boynu
yakınlarına yeleştirilerek sperm hücrelerinin
dölyatağına girmesini engeller. Diyaframın etkisini
artırmak için içine ve kenarlarına jöle ya da krem sürülmelidir. Diyaframın
boyutu, kullanan kadının vajinasının yapısına
göre değişebilir. Ayrıca doktor tarafından
yerleştirilmesi iyi olur. (Kadın her gebelikten sonra ve her iki
yılda bir diyafram büyüklüğünü gözden geçirmelidir.) Doktora
başvurulduğu zaman bunun nasıl kullanılacağı
konusunda da bilgi alınmalıdır. Birleşmeden 6 saat öncesine
değin takılabilen diyaframlar, birleşmeden en geç 8 saat sonra
da çıkarılmalıdır. Eğer çiftler bu süre dolmadan
yeniden birleşirlerse, diyaframı çıkarmak gereksizdir. Ancak bu
kez vajinaya birazcık krem ya da jöle sürülmelidir. Diyafram,
birleşme sonunda çıkarıldıktan sonra sabunlu suyla
yıkanarak yeniden kullanmak üzere saklanmalıdır.
Sonuç olarak diyafram, spermisidal jöle ya da
kremle birlikte kullanılırsa, çok etkin bir gebelik önleyicidir.
Diaların Yerleştirilmesi
Rahim için araçları (DİA, spiraller),
eskiden beri kullanılmaktadır. Ancak bu araçların çok
gelişmiş örnekleri yakın zamanlarda ortaya
çıkmıştır. Modern bir DİA, esnek bir metal ya da küçük
plastik bir parçanın alt kısmına bir naylon ip tutturularak
yapılmaktadır. Doktorun yardımıyla gebelik önleyici olarak,
adından da anlaşıldığı gibi,
dölyatağının iç kısmına yerleştirilir. DİA'lar
para, spiral ya da 7 rakamı gibi değişik biçim ve büyüklüklerde
olabilmektedir. Aslında DİA'ların da tam işlevi konusunda
kapsamlı bir açıklama yapılamamaktadır. Ancak bu
araçların uygun koşullar altında spermle yumurtanın
birleşmesinin önüne geçtiği ya da döllenmiş yumurtanın
dölyatağı duvarında yuvalanmasını engellediği
sanılmaktadır. Bunların işleyişine ilişkin birkaç
görüş ileri sürülmekle birlikte, içlerinden bir tanesi
ağırlık kazanıyor; DİA'lar yerinde
kaldıkları sürece gebelik önleyici işlevleri son derece
güçlüdür. Hiç dokunulmadan yerinde yıllarca kalabileceği gibi, gebe
kalmak istenildiğinde de kolayca çıkartabilmektedir.
ÜÇ MODERN RAHİM İÇİ ARACI
(DİA-SPİRAL)
DİALARIN YERLEŞTİRİLMESİ
Son zamanlarda hapların bileşiminde
bulunan hormonların kullanıldığı bir DİA türü
geliştirilmiştir. Progestasert olarak bilinen bu aygıt,
birbirinden farklı iki korunma yöntemi üzerine oluşturulmuştur.
Öteki DİA'lara benzememekle birlikte, Progestasertler de yılda bir
kez değiştirilmelidir.
DİA'lar ne yazık ki bazı durumlarda
kadının haberi olmaksızın yerlerinden kaymaktadır. Bu
nedenle her âdet dönemi sonrasında vajina içindeki ip yoluyla aletin ne
durumda olduğu gözden geçirilmelidir. Eğer kadın hiç çocuk
sahibi olmamışsa, DİA'lar şiddetli kramp ve kanamalara
neden olabilir. Böyle durumlarda doktorun da önerisiyle DİA'lar
yerlerinden çıkarılabilir. Bununla birlikte, birçok kadın, önce
biraz rahatsızlık geçirse bile DİA'lara bir süre sonra
alışmaktadır. Sonuç olarak DİA'lar çok etkin bir gebelik
önleyicidir.
«Hap»
Gebelik önleyici haplar, kadın
yumurtalıklarının ürettiği östrojen ve preges-trojen
hormonlarının yapay yolla elde edilenlerinden
yapılmaktadır. Bu tür haplar, yumurtanın
yumurtalıklarından çıkmasını engeller. Aynı
zamanda dölyatağı boynunda döllenmeyi önleyici bazı
gelişmelere de yol açmaktadırlar. Bu yanlarıyla haplar, spermin
dölyatağına girmesini engellemektedir. Bu sürecin sonunda da
kadın gebe kalmaktan kurtulmuş olur.
Haplar, bir ayda biten kutular halinde
hazırlanmaktadır. Âdet görme döneminin beşinci gününde
başlanarak 20 ya da 21 gün süresince her gün bir hap alınır.
Haplar bitince, yeni âdet döneminin beşinci gününe değin bu
işleme ara verilir. (Bazı kutularda 28 hap vardır, bu durumda
son 7 gün hap alınmaz.)
Haplar, ancak düzenli kullanılırsa
yararlı olacağından herkese her gün aynı saatlerde
alması öğütlenir. (Örneğin uyandığı zaman,
sabahleyin dişlerini fırçalarken, kahvaltıda, yemekte, yatmaya
hazırlanırken vb.) Böyle uygulanacak bir günlük düzen, kadının
hap almayı unutmasını önler. Eğer hap almayı bir gün
unutursa, ikinci gün yine alışageldiği zamanda alarak yöntemi
sürdürebilir. Arka arkaya iki kez alınmazsa, bu kez kadının geri
kalan günler için bir başka gebelik önleyici kullanması gerekir.
Gebelik önleyici haplar yalnızca reçeteyle verilir. Yakın zamanlarda
sonuçlanan araştırmalarla hapların bazı yan etkilerinin
olabileceği, bunun özellikle 40 yaşını aşmış
kadınlarda daha sık görülebileceği belirlenmiştir. Tabii
doktor tavsiyesiyle kişiler bu tür haplardan hangisinin kendileri için
uygun olacağını öğrenebilirler.
Bu hapları henüz kullanmaya başlayan
kadınlarda, başlangıçta gebeliği
çağrıştıracak belirtiler görülebilir.
Ağırlığın artması, mide bulantısı ve
bir yumuşamayla göğüslerin irileşmesi, bu belirtilerden
birkaçıdır. Aslında belirtiler birkaç ay içinde kaybolmakla
birlikte, bu süre sonunda hâlâ devam ediyorsa kadına o an
kullandığı hapı bırakıp başka bir hapa
başlaması öğütlenebilir. Öte yandan, bu tür hapların kan
pıhtılaşmasına da yol açtığı ileri
sürülmektedir. Kuşkusuz böyle bir durumda kadının
sağlığı, gebelikten çok daha önemlidir. Sonuç olarak bu
hapların % 100 etkili olduğu söylenebilir.
Cinsel Birleşmeden Sonra Alınan Haplar
Herhangi bir gebelik önleme yöntemi
uygulamaksızın cinsel ilişki kuran ya da
kullandığı yöntemin etkin olmayacağına inanan ve bu
yüzden gebe kaldığını sanan kadınlar 'morning arter
pili' olarak adlandırılan haplardan alarak, gebeliğin önüne
geçebilirler. Yoğun östrojen içeren bu haplar, döllenmiş
yumurtanın dölyatağı duvarına yuvalanmasının
önüne geçerler. Reçete ile satılırlar ve birleşmeden sonraki
üçle beş gün arasında alındıkları zaman etkili
olurlar.
Artık bu tür haplar bir kez
başlandıktan sonra daha sonraki kullanımlar için reçetesiz
sağlanabilmektedir. (Ülkemizde de böyle bir uygulama
yaygınlaşıyor.)
ERKEK YA DA KADIN İÇİN BİR
BAŞKA GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMİ
Kısırlık
Kimi erkek ya da kadın, artık hiç çocuk
yapmamaya karar verirler. Bunu gerçekleştirmek için en etkin gebelikten
korunma yöntemi sayılan kısırlaştırmayı seçerler.
Ancak bu öteki yöntemlerden farklıdır ve küçük bir ameliyat
gerektirir. Öte yandan doktorlar çok yakın zamanlarda ayrıca
kısırlığı giderip yeniden eski haline getirecek yeni
ameliyat teknikleri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Ancak
bu girişimler henüz başlangıç aşamasındadır.
ERKEĞİN KISIRLAŞTIRILMASI: VASEKTOMİ
Erkeğin
kısırlaştırılması basit, güvenli ve birkaç
dakikada yapılabilen meni kanalı ameliyatı yoluyla, yani
vasektomi ile sağlanır. Torbanın her iki yanında bulunan ve
içinde spermlerin yol aldığı ince kanalların kesilerek
bağlanmasından başka bir şey değildir vasektomi
ameliyatı. Ameliyat sonucunda, sperm hücreleri, meniye
karışmayıp vücut içerisinde emilerek yok olur. Bunun sonucunda
erkek, kadını gebe bırakamaz. Erkeğin cinsel işlevinde
bir değişiklik yaratmaz bu ameliyat. Sertleşme, orgazm ve boşalma
her zamanki gibi devam eder. Başka bir deyişle, vasektomi, bir
erkeğin cinsel isteğini ya da bu alandaki becerisini hiç etkilemez.
Hatta bazı erkeklerin, istenmeyen gebelik korkusu ortadan
kalktığı için cinsel birleşmeden eskisine oranla daha çok haz
duyduğu görülmüştür. Etkinliği hemen hemen % 100'dür.
KADININ KISIRLAŞTIRILMASI: TÜP BAĞLAMA
Kadında kısırlaştırma,
tüplerin bağlanması yoluyla olur. Bu, kadının
yumurtalarının içlerinden geçerek dölyatağına
ulaştığı fallop borularının kesilerek bağlanmasıyla
gerçekleştirilir. Fallop boruları vücudun içerisinde yer aldık-
VASEKTOMİ VE TÜP
BAĞLAMA
1- Meni kesesi 2- Erbezi 3- Fallop
borusu 4- Yumurtalık 5- Dölyatağı.
A. Vasektomi
Meni kanalları kesilir ve
kesik uçlar düğümlenir.
B. Tüp Bağlama
Fallop borusunun her bir
parçası önce bağlanır, sonra da kesilir. Borunun kesilen
uçlarındaki yara birkaç hafta içinde kapanır ve uçlar birbirlerinden
ayrılır.
lan için kadında
kısırlaştırma işlemi erkeğinkinden daha zordur.
En azından 24 saat hastanede yatmayı gerektirir. Bununla birlikte,
kimi doktorlar lapa-roskop adı verilen bir araç yardımıyla bu
ameliyatı basitleştirerek süresini azaltmaktadırlar. Bu
ameliyat, fallop borularının bağlanması sonucunda yumurta
ile sprem hücresinin karşılaşmasını olanaksız
hale getirmektedir. Yani artık ameliyattan sonra kadının gebe
kalması olası değildir. Öte yandan, kadının cinsel
yaşamında da hiçbir değişiklik görülmez. Kadının
duyguları ve orgazm yetisi eskiden olduğu gibi kalır. Hatta,
tıpkı erkeklerde görüldüğü gibi, istenmeyen gebelik korkusu
ortadan kalktığı için, eskisine göre daha iyi durumda olabilir.
Etkinliği % 100'dür.
GELECEKTE GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ
Öte yandan, erkekler için de gebelik önleyici hap
bulmak amacıyla tıbbi araştırmalar yapılmaktadır
yıllardan beri. Ancak bu alanda yapılan testler daha uzun bir zaman
süreceğe benzer. Aslında bu çalışmalara ilişkin
bazı pratik sonuçlar da şimdiden alınmaya başlanmıştır.
Bu arada kadınlar için de birkaç yeni korunma yöntemi üzerinde duruluyor.
Bunlar arasında, hapın her gün değil de yalnız cinsel
ilişki öncesi alınması için yürütülen çalışmalar en
dikkat çekici olanıdır. Başka bir yöntem de, deri altına
küçük bir koruyucu kapsülün yerleştirilmesini öngörüyor. Böyle bir
kapsülle kan damarlarına gebeliği yıllarca önleyebilecek
maddenin boşaltılabileceğine inanılıyor. Bir
başka yöntem de, vajinanın kasılması sağlanarak,
döllenmeye karşın gebeliğin önlenmesi ya da herhangi bir zamanda
sona erdirilmesini amaçlamaktadır. En son yöntemlerden biri de, her üç
ayda ya da altı ayda bir vücuda hormon verilerek, gebeliğin önlenmesi
biçimindedir.
Bu kısa özetten de
anlaşılacağı gibi, henüz deneme aşamasında
bulunan korunma yöntemlerinin büyük çoğunluğu, korunmanın
önceliği ve sorumluluğunu hâlâ kadına bırakmaktadır.
Korunmada erkeğin işlevinin de artırılması bir
beklentiden öte gitmiyor henüz. Bundan anlaşılacağı gibi,
aslında gereksinim duyulan şey; tam cinsel eşitlik isteminin
gebelikten korunma yöntemlerinde de pratik olarak uygulanmasıdır.
Yani bu ilişkide koruyucu yöntemler bakımından erkeğin
seçeneğinin artırılması da, en azından kadın
üzerindeki yükü azaltıcı bir rol oynayacaktır.
DÜŞÜK
Düşük, en genel anlamda, dölütün yaşama
yeteneğine kavuşmadan gebeliğin sona ermesi diye
tanımlanır. Aslında bu tanım, gebeliğin isteyerek ya
da istekdışı sona erdirilmesini kapsamaktadır. Öte yandan
bu terim, halk arasında istenilmeyen bir gebeliğin istenilerek sona
erdirilmesi, yani çocuk düşürme anlamında da
kullanılmaktadır.
İstenilmeyen gebeliklerin birçok nedeni
vardır. Bazen cinsel ilişki sırasında gebelikten
korunmayı bilmemekten, bazen de gebelik önleyicilerin etkisiz
kalmasından kaynaklanabilir. Hangi nedenle olursa olsun, istenilmeyen
gebeliklerin çok önemli sorunlar yarattığı bir gerçektir.
Zaten bin bir güçlükle yetiştirilen çocuklara
bir tane daha eklenince ekonomik sıkıntı iyice artmakta, öte
yandan da yeni bebek aile içinde bir dert ve üzüntü kaynağı olarak
görülmektedir. Bu nedenle aile bireylerinin tutumlarında olumsuz
değişmeler olabilmektedir. Üstelik, böyle bir olaya annenin bedensel
zayıflığı, hastalıklı olması ya da ancak
ilaçlarla ayakta durabilmesi durumu da eklenince koşullar daha da
zorlaşmaktadır. Bu durumda gebe bir anne, sağlığını
büyük tehlikelere atabileceği gibi, hastalıklı ya da sakat bir
doğumla da karşılaşabilecektir. Gebe kalan genç,
evlenmemiş bir kız ise, hazırsızlık ya da
anneliğin getirdiği sorumluluktan habersiz olabilecektir. Böylece
istenilmeyen bir gebelik yalnız onun değil, çocuğun da
geleceği konusunda birçok sorunu gündeme getirecektir.
Buna benzer durumlarda kadın, çocuk
aldırmanın tek çıkış yolu olduğunu iyice
düşünüp karar vermelidir. Ne yazık ki, kimi kadınlar türlü
rahatsızlık ya da sakatlıklara yol açan, yaşamlarını
tehlikeye sokan üzüntü verici yöntemlerle düşük yapmaya
kalkışmaktadırlar. Aslında toplumumuzda çoğunlukla
güvenilir bir düşük yapabilmenin zor olması, kadınları bu
tür sakıncalı yöntemlere sürüklemektedir. Kadınların çocuk
aldırma hakkına sahip olmamalarının yanı sıra,
resmi, dinsel ve siyasal yetkilerin aşırı baskıcı
tutumları da bu tür kötü yöntemlerin yaygınlaşmasına yol
açmaktadır. (Türkiye'de çocuk aldırma, 1984 başlarında
belli koşul altında serbest bırakılmıştır.)
Kendilerini dölütün koruyucusu ilan eden
bazıları çocuk aldırmaya karşı çıkarak insan
yaşamının bu kutsal görevinin yüceltilmesi (yani
doğurmayı) gerektiğini söylerler. Buna benzer bir güdünün kimi
insanları ters yönde etkilediği, bu türden insanların düşük
yapmak isteyen ve bunun bir hak olarak kabul edilmesi için savaşım
veren kadının yanında yer almaya götürdüğü de
görülmüştür.
Bu karşıt bakış
açıları arasında bir uzlaşma olasılığı
görünmüyor. Üstelik bu ikilemin bilime başvurularak çözülemeyeceği de
ortadadır. Çünkü bir insan yaşamının ne zaman
başladığı ve buna hangi koşullar altında son
verilebileceğini kararlaştırmanın bilimsel bir yolu yoktur.
Bunlar gerçekte bireysel bilinçle yanıtlanabilecek ahlaksal
sorunlardır.
Böyle konulara ahlaksal yol göstericilik geleneksel
olarak kurulu birçok değişik din ve felsefi sistem tarafından sağlanmaktadır.
Oysa bu-kurumların bakış açıları her zaman aynı
olmuyor. Kimi çağdaş dinsel gruplar kimi durumlarda, özellikle
gebeliğin ilk aşamalarında çocuk aldırmaya hoşgörüyle yaklaşırken,
kimileri de her çocuk aldırmanın bir cinayet olduğu
düşüncesiyle (annenin yaşamını kurtarmak durumu
dışında) şiddetle karşı çıkıyor.
Örneğin bugün Katolik Kilisesi, ortaçağdaki öğretisinin tersine,
gebe kalındığı andan başlayarak bir dölütün canlı
bir insan sayılması gerektiğine inandırmaya
çalışıyor herkesi. Bununla birlikte bilimadamları,
tutumlarını, böyle bir özel durumun olup olmadığına
göre belirlemeye çalışmıyorlar. İnsanın gebeliği
ansızın görülen bir olay gibi değil ancak yavaş yavaş
gelişen bir süreç içerisinde oluşur. Bir yumurtanın spermle
birleşmesiyle başlar, değişik aşamalardan geçilerek
dölyatağı boynuna ulaşır. Bu, yukarıda
belirtildiği gibi otomatik bir işleyişle tamamlanmaz. Her zaman
görülmeyen kimi beden içi koşullara bağlıdır. Bazı
durumlarda da gelişme farklı bir yol izler: döllenmiş yumurta
yuvalanamadan dışarıya atılır. İşte tüm bu
nedenlerle biz, dölyatağında bir yuvalanmanın
başlamasına değin gebeliğin oluştuğundan söz
edemeyiz. (Kapsamlı bilgi için «Gebelik» bölümüne bakınız.)
Daha yakın zamanlara değin ABD'nin birçok
eyaletinde çocuk aldırma yasaklar arasında yer alıyordu. Bununla
birlikte çoğu dar kapsamlı yasalar, olası gebelikleri önlemek
için rahim içi araçların, cinsel ilişki sonrasında
kullanılan hapların, herhangi bir ceza söz konusu olmaksızın
kullanılabilmesi için daha geniş bir bilimsel bakış
açısını kabul ettiler. Gerçekten de bu anlayış,
gebelik önleyicilerin yaygın bir biçimde kullanılmasını
sağladı ve Katolik yorum bu alanda giderek gerilemeye
başladı.
Aslında çocuk düşürmenin bir cinayet
olduğu düşüncesi hiçbir zaman ABD yasalarına
yansımamıştır. Eğer bu durum yasalara geçmiş
olsaydı, çocuk aldıran kadın, bir katille aynı cezaya
çarptırılacaktı: ölüm ya da ömür boyu hapis. Oysa bu konudaki
cezalar daha hafif olmuştur. Üstelik çocuk aldıran kadın,
pratikte hiçbir kovuşturmaya uğramamıştır.
Yasanın belirttiği konu üzerinde
çağdaş anlayışın hiçbir dinsel ya da ahlaksal
görüşe yarayacak bir desteği olamaz. Ancak bazı durumlarda her
iki görüşü uzlaştırmaya yöneldiği olur. Gerçekte çok
farklı yanlarıyla çoğu kez çatışan
inanışları koruması ya da uzlaştırması,
ancak kendi yasalarının akılcı anlayışları
temelinde olasıdır. Çocuk aldırma söz konusu olunca bu
anlayışlar açıkça bir yönü gösterir; konunun tam olarak yetkin
tıbbi değerlendirmelere ve bireyin bilincine
bırakılması.
Bu yönelim aynı zamanda 1973 yılında
ABD Anayasa Mahkemesince de benimsenmiş, gebeliğin ilk üç ayında
yaşama zarar vermeme, sağlığı koruma ve tıbbi
ölçüler çerçevesinde kadının çocuk aldırma hakkı
olduğu kararına varılmıştır. Sonraları,
Anayasa Mahkemesinin kararı genişleyerek annenin
sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla,
gebeliğin üçüncü ayından sonra da çocuk aldırmanın yasalara
uygun olacağı aşamasına ulaşıldı. Ancak yine
annenin yaşamsal durumu ve sağlığını koruma
amacı dışında, dölütün anne dışında da
yaşayabileceği büyüklükte iken çocuk aldırmayı
kısıtlayan bir durum da söz konusudur.
Tıbbi nedenlerle, esas olarak 19.
yüzyılın sonlarında yürürlükte bulunan kısıtlı
düşük yasalarını anımsamak belki yararlı olur. O
dönemde kadını kolayca ölüme götürebileceği için çocuk
aldırma çok tehlikeliydi. Çocuk aldırma ameliyatları, tıbbi
gelişmenin bir sonucu olarak ancak şimdilerde mükemmel bir noktaya
ulaşmıştır. Özcesi, bugün düşük özel bir konu olarak
ele alınmakta, gerektiğinde onun koruyucu rolü
azaltabilmektedir. Aslında bu resmi tutum, düşüğün istenilen bir
şey olduğunu göstermez. Anayasa Mahkemesi yalnızca çocuk
aldırmanın suç olduğunu ileri sürmeyi doğru bulmuyor. Çocuk
aldırmanın cinayet olduğunu düşünenler bunu yadsımakta
özgürdür. Bu, tam anlamıyla zorla anne olmak gibi, zorla çocuk
aldırmanın da öz-istem, özgürlük, eşitlik idealleriyle
bağdaşamayacağına benzemektedir.
Geçmişte bu idealler büyük ölçüde
gerçekleşmeden kalmak zorundaydı. Üstelik bu çocuk aldırma
gündeme geldiğinde, çok daha eşitsiz ve kaba uygulamalar
etkinliğini sürdürüyordu. Kadınların güvenli ve resmi
makamların kabul ettiği ölçüler çerçevesinde bir düşük
yapabilmesi için, bulunduğu yerden başka bir eyalete ya da daha
liberal yasalarla yönetilen ülkelere gitmesi gerekiyordu. Ancak bu yol da
yöneticilerce engellenmekteydi. Aslında tehlikeli sayılan ve kabul
edilen düşükleri ve istenilmeyen doğumlara katlanmak zorunda olanlar,
yoksul ve eğitilmemiş insanlardı.
Tüm bu çocuk aldırma olayları ve
sorunlarından şu kısa sonuçları çıkartmakta yarar var:
• Çocuk aldırmayı düşünmeye
başlayınca hemen bu işin uzmanına danışın.
• Erken
çocuk aldırma her bakımdan daha iyi olur.
•
Ülkemizde de ilgili hastane ve doktor muayenehanelerinde çocuk
aldırmak, artık resmen kabul edilmiş bulunmaktadır.
• Usta olmayan,
zaman zaman kadının ölümüne bile neden olan sözde uzmanlardan uzak
durun.
• Bu
işi kendi kendinize yapmaya kalkışmayın.
ÇOCUK ALDIRMA YÖNTEMLERİ
Gebeliğin başlarında ya da
sonlarında çocuk aldırma arasında çok büyük farklar vardır.
Başlarda yapılan daha iyi sonuç vermektedir. Gebeliğin ilk 12
haftası içerisinde yapılan işlemler hiç kuşkusuz daha
güvenlikli ve basittir. Üstelik bu dönem içinde yaptırılan düşük
sonucunda hastanede bir gün bile yatmaya gerek kalmaz. 12. haftadan sonra
şikayetler daha büyük riskler taşır ve ameliyat için daha zor
teknikler kullanılır. Çoğunlukla, hastanede de birkaç gün yatmak
zorunludur. Doğal olarak geç çocuk aldırma daha pahalıya patlar.
20. haftanın sonuna gelindikten sonra çocuk aldırma, resmen kabul edilmiş
olsa bile tıbben oldukça güç ve nazik bir duruma yol açabilir. Bu dönemde
dölüt, bir erken doğum olasılığı
gerçekleştiğinde, yaşayabilecek duruma gelmiştir. Bu ve
benzeri nedenlerle doktorların çoğu böyle bir ameliyata girmeye
karşı çıkar.
Erken de olsa her çocuk aldırmanın bir
ameliyat olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu
ameliyatlar sonucu beliren rahatsızlıkları ortadan
kaldırmak amacıyla daha güvenli çocuk alma yöntemlerinin bulunmasına
çalışılmakta.
Bunlardan biri de «prostaglandis» yoluyla dölyatağı
kaslarının kasılmasını sağlamaktır. Prostat
bezi tarafından üretilen ve erkek menisi içinde bulunan bu madde,
dölyatağına akıtıldığında şiddetli
kasılmalara neden olmaktadır. Bu kasılmalar sonucunda da dölüt
yuvalandığı yerden kurtularak, kendiliğinden
dışarıya atılır. Ancak bu yöntem henüz deneme
aşamasında olduğu için yaygın bir kullanıma
geçilememiştir.
Çocuk aldırma, istense de istenmese de günün
birinde ailenin karşısına çıkacak bir olay. Bu nedenle
değişik çocuk aldırma yöntemlerini bilmek ve gerekli tıbbi
bilgilere sahip olmak, kadının çocuk aldırma öncesi ve
sonrasında ne gibi durumlarla
karşılaşacağını görmesi açısından
yararlı olacaktır. Belki de bu bilgileriyle başından
geçecek herhangi bir çocuk aldırma ameliyatının yeterli olup
olmadığını ya da bu ameliyatta kullanılan
tekniğin yasalara uygunluğunu, öğrendikleriyle
değerlendirmeye çalışacaktır.
İLK ÇOCUK ALDIRMALARDA KULLANILAN YÖNTEMLER
Âdet Düzenleme
Alışılagelmiş gebelik testleri,
son âdet görmeden sonraki günler ya da 40 güne değin olan günler için
güvenilir bir sonuç vermez. Bu yüzden kadınlar bu dönemde gebe olup
olmadıklarını sağlıklı bir biçimde
öğrenebilmek için bir doktora başvurmalıdır. Bu işlem,
rahim içi araçlarına ayrılan zamandan daha fazla tutmaz. Üstelik
işlemin kendisi de bu aracın yerleştirilmesi sırasında
izlenen yola benzer. Doktor, gebeliği önlemek için küçük bir tüpü
dölyatağı boynuna koyar.
Kadın, gebeliğinin ilk
aşamasında çocuk aldırıyorsa, düşük ya da kürtaj
terimi yalnızca bu işlem için kullanılabilir. Ama yukarıda
da belirtildiği gibi salt âdet görme döneminin gecikmesi
kaygısıyla doktora gelmişse, yani gebe olup
olmadığı henüz bilinmiyorsa, âdet görme döneminin başka
nedenlerle geciktiği durumu açıklamak için âdet 'düzenlemesi'
terimini kullanmak yerinde olacaktır.
Âdet düzenleme işi, doktorun
dölyatağı boynuna ucu havasız olan, yani havası
boşaltılmış bir tüpü yerleştirmesiyle başlar. Bu
hava boşluğu yardımıyla çekilen parçalanmış
dölyatağı duvarı dışarıya atılır. Bu
işlem, çocuk aldırmanın anlamı (yani sonuçları,
niteliği) ile gebelikten korunma arasındaki boşluğu
doldurmak anlayışı üzerine kurulmuştur.
Emme
Vakum kürtajı denilen emme yöntemi,
gebeliğin 12. haftasına değin uygulanabilecek en güvenli
yöntemdir. Yalnız ABD'de değil, Batıda ve ülkemizde de yaygın
bir biçimde kullanılmaktadır. Bu yönteme göre önce
dölyatağı genişletilir; sonra ucunda emme pompası bulunan
bir tüp dölyatağına yerleştirilir. Pompa bir elektrik süpürgesi
gibi çalışarak dölyatağındaki plasenta ve embriyonu emerek
dışarı çıkarır, sonra bu maddeleri tüpün içerisinde
bulunan toplama şişesine boşaltır. Tüm ameliyat süresi
birkaç dakikayı geçmez. Ameliyat sonunda hasta birkaç saat dinlendikten
sonra hastaneden taburcu edilir.
Genişletme ve Kürtaj
Eski teknik, basit olarak 'G ve K', yani genişletme
ve kürtaj yöntemi olarak bilinir. Aslında emme yönteminden çok farklı
değildir: Bu işlemdâ dölyatağı boynu genişletilir.
Ancak tüp ya da vakum pompası kullanılmaz. Ameliyat tamamen elle
gerçekleşir. Ameliyata ucu hafif eğimli kaşık gibi boş
bir aletin yardımıyla başlanır. Küret adı verilen bu
aletin dölyatağına sokulmasıyla dölyatağı
duvarında yuvalanmış bulunan embriyon ve plasenta
kazınır. Ameliyat yaklaşık 15 dakika sürer.
GEÇ ÇOCUK ALDIRMALARDA KULLANILAN YÖNTEMLER
Tuz İçitme
Bu yöntemde dölütün çevresi tuzlu suyla çevrelenir.
İşlem karın boşluğundan dölyatağı
içerisindeki dölüt torbasına bir iğneyle su verilmesinden
oluşmaktadır. Dölyatağı, işlemden sonraki iki gün içinde
kasılmaya başlar. Böylece dölütün kendiliğinden
dışarı çıkması sağlanır.
Histerotomi
Histerotomi, minyatür bir sezaryen ameliyatı
olarak tanımlanabilir. Karın boşluğunda açılan bir
yarıktan dölüt ve plasentanın dışarı
çıkarılmasıdır. Ancak bu ameliyat sonucunda hastanede
birkaç gün yatmak zorunludur. Histerotomi yaptıran bir kadın
(Histeroktomi, ya da dölyatağının kaldırılmasıyla
karıştırılmamalıdır.) yeniden gebe kalabilir,
ancak bebeğini doğuracağı zaman genellikle sezaryan
ameliyatı uygulanır.
ÜÇ KÜRTAJ YÖNTEMİ
1. Genişleme ve Kürtaj
Resimde, kimidölyatağı
boynu genişleticileri ve bir küret görülüyor. Genişletici ve
küretler, dölyatağı boynunu açmak için kullanılır.
Aşağıdaki resimde, modern emme yöntemi görülüyor. Bu yöntemde,
dölyatağı duvarından plasenta ve dölütü kazımak için
yalnızca küret kullanılır.
2. Emme Yöntemi
Emmenin olabilmesi için ilkönce
dölyatağı boynu bir aletle açılır. Sonra bir emme tüpü,
genişletilmiş dölyatağı boynundan dölyatağına
yerleştirilir. Bu tüp, embriyon ve plasentayı emerek bir
şişeye boşaltır.
3. Tuz içitme Yöntemi
ilkönce dölyatağına bir
iğne sokulur. Bununla dölüt tor-basındaki sıvının bir
kısmı alınarak, yerine
yoğunlaştırılmış tuzlu su içitilir. Bu su ile
dölütün ölmesi sağlanır.