4. İNSANIN ÜREMESİ

İnsan yaşamı, erkek ve kadın arasındaki cinsel birleşme sonucu başlar. Erkek ve kadın cinsel organları kolayca birleşerek, her iki cinsin hücrelerinin, yani sperm ve yumurtaların birleşmesi olanağını sağlar. Bu birleşme, ilerde yeni bir insana dönüşecek olan bir hücrenin oluşmasıyla sonuçlanır.

Üreme, cinsel birleşme olmaksızın gerçekleşemez ama, üremesiz bir cinsel etkinlik her zaman düşünülebilir. Kadın olsun erkek olsun, birbirlerini arzuladıkları herhangi bir yerde istedikleri biçimde cinsel ilişki kurabilir, üstelik birleşme olmaksızın bu zevki sürdürebilirler. Ancak üreme olabilmesi için birleşmek ve bir sperm hücresinin, kadının yumurtasını dölleyebilme koşullarını beklemek gerekecektir.

Bu açık biyolojik olgulara karşın toplumumuzda hâlâ cinselliğin tek amacının ancak üremeyle olabileceği inancı sürmekte. Ayrıca bu inanış Hıristiyanlık dogmalarını, ceza yasalarını ve hatta bazı geleneksel tıp kuramlarını bile etkilemiştir. (*)

(*) Bu inanış yalnız Batı toplumlarında değil, dünyanın pek çok toplumuyla birlikte Türk toplumunda da görülür.

Kısacası biz toplum tarafından kendimize günahkâr, gayrimeşru ya da sağlıksız damgası vurdurmamak korkusuyla koşullandırılmışız.

Öte yandan, dünyamızda insanın cinsel birleşmeyle gerçekleştiğinden habersiz halklar yaşamaktadır hâlâ. Bu halklar, kadın bedenine giren bir ruhun gelişerek çocuğa dönüştüğünü varsaymaktadırlar. Böyle bir anlayışın, insanı bizim toplumumuzda görülenden çok farklı bir cinsel ahlaka götüreceği açıktır.

Cinsiyet ve üreme arasındaki bağı hiçbir zaman işitmemiş bir insan, kendi keyfince cinsel ilişki kurmakta serbesttir. Onun tutumu ancak cinsiyet ve üreme arasındaki ilişki gösterildiği zaman değişebilir. Böylece bilgisizliğinin sonu aynı zamanda onun ahlak yargılarını yeniden gözden geçirmesi anlamına gelecektir. Hatta toplumumuzun cinsel ölçütlerini kabul etmeye başlayacaktır. Bir başka deyişle, kısır olduğunu görünce, yeni bir ahlaksal çıkış ararken tekrar eski değer yargılarına bağlanacaktır. Tüm bu deneyimlerden sonra o, üreme ile cinsiyet arasında bir ilişkinin olmadığına inanmaya devam edecektir.

Bu kuramsal örnek, görüldüğü kadar uzak değildir. İşin doğrusu, belki çok yaygın bir soruna da ışık tutabilir. Biz her toplumda erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkinin gebeliğe yol açmadığı durumları biliyoruz. Bu durumda bulunanlar çok genç ya da çok yaşlı olabilir, kısırdır ya da cinsel ilişki için hemcinsini yeğliyor da olabilir. Ne de olsa onların hepsi aynı görevle karşı karşıyadır. Üremeye başvurmaksızın gelişen bir cinsel ahlak anlayışı. Geçmişte bu duruma uygun insanlar her zaman nispeten azdı. Nüfusun büyük çoğunluğu için üreme ve cinsiyet sorunu, onlar bunu isteler de istemeseler de değişmeksizin kaldı. Son zamanlarda gebeliği önlemek için yapılan araştırmalar sonucu pratik olarak herkesin üreme olmaksızın cinsel ilişki kurabileceği belirlendi. Bir başka deyişle, çiftler artık yapay döllenmeyle çocuk sahibi olabilirler, yani hiç doğrudan cinsel bir çabaya girilmeksizin gebe kalabilirler. Bu gelişmeler sonucunda cinsiyet ve üreme olgusu, bir kez daha herkesin farklı ahlak sorunlarını gözden geçirip tartışmasına yol açmıştır.

Birçok toplum artık bu olguyu hesaba katmaya başlamış, hatta bazı ülkeler cinsel bilgilerin öğretilmesi için bu işe resmen el atmışlardır. Aslında bu ülkelerde geleneksel cinsellik eğitimi hiçbir zaman üreme bilgisini vermekten öteye gitmiyordu. Öğretmenler bu konuda konuşmaya başladığında, bir bebeğin doğumunu anlatmaktan uzaklaşıp, yaşamın başka gerçeklerini tartışmaya yöneliyordu. Gerçekte, gebelikten korunma da bu anlayışla doğru bir biçimde öğretilemiyordu. Çoğu insanlar da bu tür bilgilerin öğretilmeye başlamasıyla toplumda genel bir ahlaksızlığın başgöstereceğine inandılar. Aslında bugün yeni tanınmaya başlayan bir gerçek vardır ki, o da, gençlerin bu tür bilgileri yadsımasının ahlaksızlığa yol açacağıdır. Bir yandan da nüfus patlaması dünyanın değişik yerlerindeki ülkeleri ahlak yargılarının tersine dönmesi yüzünden zorlamaktadır. Artık çoğu ülkelerde özel ve resmi kuruluşlar gebelikten korunmayı bilinçli bir biçimde öğretebilmek için birçok yolu denemektedirler. Yayımladıkları kitaplar, dergiler, broşürler, ilanların yanı sıra hazırladıkları filmler ve danışma bürolarıyla yoğun bir uğraş içindedirler. Aynı zamanda toplumdan herhangi bir tepki gelmeksizin onların üreme dünyaları üzerinde tam bir denetim kurmaya çalışmaktadırlar.

Cinsiyet ve üremenin ayrımı kuşkusuz yaşamımızda bir devrime yol açacaktır. Artık cinsel ilişki sonucu istenmeyen bir gebelik olmayacak ve gebe kalma bilinçli bir seçimle gerçekleşebilecektir. Aynı zamanda bu gelişme, çiftlerin ilişki sırasında birbirlerini kırmalarının da önüne geçen bir öğe olacaktır. Çiftler arasında karşılıklı anlayış ve ortaklık çok daha güçlenecek, birçok çift planlarını önceden yapacak ve kadının gebeliğinden çocuğun doğumuna değin çıkabilecek sorunları birlikte paylaşacaklardır. Modern hastaneler, çocuğun doğumu sırasında sabırsızlıkla bekleyen babayı yüreklendirici, ayrıca çiftlerin çocuk bakımı üzerine isteklerini artırıcı olanaklara sahiptir. Bu paylaşılan ilgi ve sorumluluklar kısa zamanda kadın ve erkeğin toplum içindeki rolünün değişimine yol açacaktır. Bu, aynı zamanda insan tarihinde ilk kez bir cinsel eşitliğe öncülük edecektir.

Zamanımızda her iki cinsiyetin de temel biyolojik olguları apaçık bilmesi gerekmektedir. Yanıtsız kalan birçok önemli sorun olmakla birlikte, bi-limadamları doğumun bilinmeyen birçok yanlarını ortaya çıkararak büyük ilerlemeler göstermişlerdir. Şimdiye değin baştacı edilen birçok mit ve yanlış anlayış geride kalmıştır artık. Bugün bedenlerinin üreme işlevini anlayan erkek ve kadının, önceki zamanlardan daha mutlu anababalar olmalarının yolu açılmıştır. Aşağıdaki sayfalarda insanın üremesi, üzerine günümüz biyolojik ve tıbbi bilgilerinin bir özetini sunacağız. İki özel bölümde de «Gebelikten Korunma ve Çocuk Düşürme»ye değinilecektir. Bu sorunlara değişik toplumsal yaklaşımlar, kitabımızın «Cinsiyet ve Toplum» adlı üçüncü bölümünde tartışılacaktır.

ÜREME

 

Eskiden, gebe bir kadına, karnında bir 'gebelik' olmuş ya da 'gebe kalmış' denirdi. Bugün bu terimler günlük dilde az duyulur hale gelmiş, dahası pek çok kişi tarafından gösterişçi ve melodramatik bulunur olmuştur. Bununla birlikte bilimadamları, yeni bir insanın varlığını ya da yeni bir yaşamın başlangıcını belirtmek istedikleri zaman, hâlâ şu 'conception', yani gebe kalma sözcüğüne başvurmaktadırlar. Gebelik bu basit görünümüne karşın, henüz tam olarak anlaşılmaktan uzak, çeşitli karmaşık olgularla doludur. Bu nedenle bilim adamlarının tümü gebe kalma terimini ortak anlamda kullanmazlar.

Bir kadının gebeliğinin birkaç biyolojik sürecin bileşimiyle sonuçlandığını biliyoruz. Buna göre:

•     Erkek ve dişi cinsiyet hücrelerinin birleşmesiyle zigot adı verilen yeni, tek bir hücre oluşur. Bu sürece döllenme denilir.

•    Zigotun gelişimi hücre bölünmesiyle olur; bu, blastosist olarak adlandırılan, top biçiminde hücrelerin oluşmasına yol açar. Bu sürece segmen-tasyon, yani bölünme adı verilir.

•     Blastosist kümesinin dölyatağına inerek bağlanması, bu sürece yuvalanma (içeyerleşim) denir.

Bu süreçlerin herhangi birinde yanlış bir olay olursa gebelik gerçekleşemez.

Gelişim üzerine çalışmalar yapan biyologlar, gebelik üzerine kesin bilimsel nedenler söylebilmek için derhal döllenmenin tamamlanma sürecini incelemeyi öngörürler. Bir başka deyişle bazı üreme fizyologları, yuvalanma sürecinin başlamasıyla, yeni bir yaşamın başlayacağı biçimindeki tezlerine inanırlar. Yani onlar döllenme olmadan gebeliğin olamayacağını söylerler.

Aynı soruna bu farklı bilimsel yaklaşımlardan dolayı bazen insan yaşamının ne zaman başladığını öğrenmeye çalışan birinin kafası karışmaktadır. Bununla birlikte modern bilimsel gelişmelerin tam ölüm anına ilişkin geleneksel yaklaşımları da parçalayıp attığını unutmamak gerekir. Artık artan bilimsel bilgilerimizle yaşamın sonu kadar başlangıcını da belirleyebilmek oldukça zorlaşmıştır. Gerçekten, şimdi herhangi bir özel durumun kesin olarak yerini belirtmek çok güçleşmiştir. Demek ki hâlâ çok şeyler bilmeyi ve

daha fazla özel terminoloji geliştirmeyi gerekli buluyoruz. Yoksa bu zor soruları nasıl yanıtlarız.

CINSlYt TIN btUHLtNMtül

Çizelge, dişi ve erkek cinsiyet hücrelerinin üretimini karşılaştırdıktan sonra, döllenmenin olası sonuçlarını gösterir.

1. Spermotozoon ve Oozon Oluşumu

Birana spermatocytle, sonunda dört olgun spermatozoa dönüşürken, bir ana olgunlaşmamış gamet (occyte), yalnızca bir yumurtaya girer. Çok küçük polar cisimcikler (oogenesis sürecinde oluşmuşlardır) ölür ve parçalanır. (Aynı zamanda 29, 30, 45. sayfalara bakınız.)

2. Döllenme

Tüm olgun yumurtalar bir X-kromozomu taşır, ancak spermatozoa ya bir X ya da bir y kromozomu taşır. Böylece bir yumurta ve spermatozoa'n\n birliği (döllenme), olası iki yeni hücrenin her ikisinden biriyle sonuçlanabilir: biri erkek çocuğun gelişmesi (X-y bileşimi), biri kız çocuğunun gelişmesidir (XX-bileşimi).

Aşağıdaki  paragraflarda  insan yaşamının  üremesine yardım  eden temel biyolojik süreçlerin bir özeti verilmiştir.

ERKEK CİNSİYET HÜCRELERİ: SPERM

İnsan yaşamı farklı cinsiyetlerden bireylerin birleşme çabaları sonucu başlar. Bir erkek ve bir kadının üreme yapabilmesi için her iki cinsin de cinsel bakımdan olgun olması gerekir. Yani onların vücutları cinsiyet hücreleri (gametler) üretebilecek düzeyde olmalıdır.

Erkek cinsiyet hücrelerine sperm denilir (spermatozoon, çoğulu spermato-zoa). Sperm hücreleri, erkek cinsiyet bezlerinde, yani erbezlerinde üretilir. İnsan vücudunun en küçük hücreleri olan spermler çıplak gözle görülmez, ancak mikroskop altında gözlemlenebilirler. Tek bir sperm hücresi üç birimden oluşur. Bunlar kafa, gövde ve kuyruktur. Baş bölümü, bütün tohum hücresinin onda biri kadar uzunluktadır ve bölümde erkeğin kalıtım özelliklerini taşıyan 23 tane kromozom bulunur. Spermin toplam uzunluğu ise 1 santimetrenin 250'de biri dolayındadır. Sperm hücresi, bir kadının yumurta-sıyla birleştiği zaman, üreyecek çocuğun cinsiyetini bu kromozomlardan biri belirler. Bir başka deyişle, iki tür sperm hücresi bulunmaktadır: X kromozomu içeren ve kız çocuğun üremesini sağlayanlar, ya da y kromozomu içeren ve erkek çocuğun üremesini sağlayanlar. Baştan sonra gelen gövde, sperme güçlü hareket yeteneği için enerji sağlar. Hareketin oluşması gövdenin altındaki üçüncü bölüm olan kamçı biçimindeki kuyrukla sağlanır. Bir kuyruğun güçlü darbesiyle uygun koşullar altında sperm hücresi dakikada 3 mm kadar yol alabilir. Bu hareket kadının iç kısımlarında bir yerde bulunan yumurtaya spermin ulaşması bakımından çok önemlidir. Bu hareketle sperm, döllenmenin gerçekleşebileceği Fallop borularında yumurta hücresiyle birleşmeye doğru yol almaktadır.

Erkeğin cinsiyet bezleri ergenlik döneminde bir kez olgunlaştıktan sonra her gün milyonlarca sperm hücresi üretir. Bu sayının en küçük bir kısmıyla bile bir kadının gebe kalması olasıdır. Bir insanın yaşamı boyunca spermlerin çoğu bir döllenme koşulları olmaksızın boşaltılır. Aslında boşalma olmadan basit olarak yeniden vücudun içine çekilir.

DİŞİ CİNSİYET HÜCRESİ: YUMURTA

Dişi cinsiyet hücrelerine yumurta denir. (Ovum, çoğulu ova). Yumurtalar, dişi cinsiyet bezi olan yumurtalıklarda üretilir ve insan vücudundaki en büyük hücreler olarak bilinir. Çıplak gözle de görülebilen yumurtalar, bir tümcenin sonundaki noktaya benzerler. Yumurta ve spermin hacimleri arasında çok büyük bir karşıtlık göze çarpar. Yalnızca üç sperm hücresinin toplam uzunlukları bir yumurta hücresinin çevre uzunluğuna eşittir. Buna karşın, yumurtanın hacmi spermin hacminden 85.000 kez daha büyüktür. Biçimi yuvarlak olan yumurta, kadının kalıtsal özelliklerini taşıyan 23 tane kromozom barındırmaktadır. Sperm hücresinde bulunan iki tür cinsiyet kromozomuna karşılık, yumurtanın kromozomu yalnızca tek türdedir. Bütün yumurtalar dişilik kromozomu, yani X kromozomunu taşır. Bir yumurta kendisi gibi bir X kromozomu taşıyan bir spermle birleşirse, bu birleşmeden doğacak çocuk kız olacaktır. Eğer, aynı yumurta bir Y kromozomu taşıyan sperm hücresiyle birleşseydi, bir erkek çocuğu olurdu. Başka bir deyişle, çocuğun cinsiyeti yalnızca yumurtayla değil, spermin içeriğine göre belirlenir. Yumurta, spermle birleşmek için kadının vücudundan ayrılmaz. Bunun yerine döllenmenin olabilmesi için spermin kadın vücuduna gelmesi gerekmektedir.

Ergenlik sırasında olgunlaşan dişi cinsiyet bezleri, normal olarak her ay bir yumurtayı dışarı bırakır. Bu durumda bir kadının yaşamı boyunca yumurtalıktan döllenmek üzere saldığı yumurta sayısı ancak 400'ü bulur. Kuşkusuz bu yumurtaların birçoğu döllenmeyip ölürler ve âdet sırasında vücuttan dışarı atılırlar.

CİNSEL BİRLEŞME (ÇİFTLEŞME)

Daha önce söz edildiği gibi, gebelik ancak bir kadının vücudunun içinde olabilir. Burası, bilindiği gibi yumurta ve spermin karşılaştığı yerdir. Spermle yumurtanın buluşması çoğunlukla bir birleşme sonucu gerçekleşir. Coi-tus terimi de zaten Latince 'birlikte giden' anlamına gelen bir sözcükten türemiştir. Başka bir deyişle, bu terim çiftleşme, cinsel bağlanma anlamına gelmektedir.

Erkek ve kadının cinsel birleşme sırasındaki çok yakın temasları kendilerine büyük bir haz verir. Onların bu hazları vücutlarının karşılıklı uyarımları arttıkça yükselir.

Nihayet haz ve heyecan doruğa yaklaşır. Orgazm olarak bilinen bu doruk, bir rahatlama ve derin bir doyum duygusu verir ve erkeğin cinsel organından kadınınkine ani bir meni boşalması görülür. Sperm hücreleri, meni içerisinde bulunur. Açıktır ki insan üremesinde orgazmın büyük önemi vardır. Orgazm sırasında erkeğin cinsel organlarının içinde bulunan kaslar kasılarak meninin dışarıya atılmasını sağlarlar. Bu ani atılma işine 'boşalma' denilir. Boşalma olmazsa sperm hücreleri vücudun içinde kalır. Bununla birlikte bu kurala uymayan durumlar da görülmektedir. Kimi insanlar orgazmdan hemen önce boşalabilmekte, hatta orgazm başarılı bile olamamaktadır. (Kapsamlı bilgi için bkz. «Gebelikten Korunma», «Geri Çekme».)

CİNSEL BİRLEŞME

Şekil, sperm hücrelerinin erbezlerinden meni kesesine yol alışını gösteriyor. Bu yolculuğun sonucunda sperm, cinsel etkinlik için boşalmaya hazır duruma gelir. Cinsel birleşme sırasında sperm hücreleri, rahim boynunun yanındaki vajinaya boşalarak, meninin bir kısmının bulunduğu prostat bezine girer.

1. Erbezleri, 2. Meni kesesi, 3. Vesikül Seminalis, 4. Prostat, 5. İdraryolu, 6. Meni havuzu, 7. Cervix (dölyatağı boynu)

Öte yandan bir kadın da orgazm olmaksızın gebe kalabilmektedir. (Kapsamlı bilgi için «Erkeğin Cinsel Tepkileri» ve «Kadının Cinsel Tepkileri» bölümlerine bakınız.)

Ayrıca modern tıbbî yöntemlerle artık birleşme olmaksızın yapay döllenme yoluyla da gebe kalınabilmektedir. (Bu konuya ilişkin kapsamlı bilgi için «Kısırlık» bölümüne bakınız).

DÖLLENME

Yumurtalıklardan birinden bir yumurta dışarı atılınca, bu yumurta, hiç zaman yitirmeksizin en yakındaki fallop borusunun açık ucundan hemen içeri girer. Borudan dölyatağına doğru yol alırken bir sperm hücresiyle birleşebilecek biçimde olgunlaşır. Daha fallop borusu içinde birkaç saat geçmişken olgunluğa varmış olur. Döllenmenin olabilmesi tam da bu zaman içinde gerçekleşebilir. Yumurta ile spermin birleşebilme süresi 24 saatten bile azdır. Eğer böyle bir birleşme olmazsa, yumurta ölür ve çözülür. Bununla birlikte fallop borusu içinde hareket halinde olan yumurta, cinsel birleşmeden birkaç gün sonra bile buraya dek gelmiş ve hâlâ canlı kalmış spermlerle karşılaşabilir. (Cinsel birleşmeden 5 gün sonra fallop borusu içinde canlı bulunan spermlere rastlanmıştır.) Birleşme sırasında boşalmayla dışarı fışkırtılan sperm hücreleri, meni denilen gri beyaz renkli, koyu bir sıvı içinde yüzerler. Boşalmadan sonra meni, dölyatağının girişine yakın bir yerde birikerek durur. Bir kerede akıtılan meninin tüm miktarı bir çay kaşığı dolusunu ancak bulur. Bu ölçüdeki meni içerisinde yaklaşık 200-300 milyon sperm hücresi bulunmaktadır. Bunlar dölyatağına girme ve oradan da fallop borularından yukarı çıkma çabası içindedir. Oysa, tam bu sırada yumurtalıklardan biri dışarıya bir yumurta salabilir. Dölyatağının girişi kalın ve geçilmez bir mukoza ile kaplıdır. Bu mukoza ancak yumurtlama sırasında sperm hücreleri tarafından aşılabilecek incelikte olabilir. O zamanda bile spermlerin ancak yüzde biri dölyatağına girmeyi başarabilir. Ötekiler, dölyolunun kendilerine yaramayan hafif asitli ortamında birkaç saat içinde ölürler. Dölyatağına giren sperm hücreleri ise orada hafif baz özellikte daha iyi bir ortam bulurlar. Bundan başka, dölyatağının ve fallop borularının kasılımları onlara yolculuklarında yardımcı olur. Yine de bir yumurta ve spermin birleşmesinin olası olduğu fallop borularının üst kısmına ancak birkaç yüz birkaç bin sperm ulaşabilir.

YUMURTLAMADAN YUVALANMAYA

Çoğunlukla birkaç sperm hücresi aynı zamanda yaklaşır yumurtaya. Bununla birlikte yumurtanın içine ancak onlardan bir tanesi girer, çünkü yumurtaya ilk spermin girişiyle birlikte yumurtanın dış katında oluşan kimyasal bir değişiklik, başka sperm hücrelerinin içeri girmesini engeller. Sperm hücresi, yumurtaya girer girmez kuyruğunu yitirir. Tek bir birim haline gelen sperm şişer ve ufak bir hücre çekirdeği oluşturur. Bu hücre çekirdeği daha sonra yumurta tarafından geliştirilecek bir başka hü re çekirdeğiyle birleşir. İşte bu sürecin bütününe döllenme adı verilir. Spermin çekirdeğine gelen 23 kromozom, yumurtanın çekirdeğinden gelen öbür 23 kromozomla birleşince döllenme süreci tamamlanmış olur. Böylece döllenme sonucunda 46 kromozom taşıyan yeni bir hücre oluşur. Doğrudan doğruya döllenme sonucu oluşan ve kadınla erkeğin kalıtsal özelliğini taşıyan bu yeni hücreye zigot adı verilir.

BÖLÜNME (SEGMENTASYON)

Sperm çekirdeğinin yumurta çekirdeğiyle birleşmesinden birkaç saat sonra zigotta bir iç bölünme süreci başlar. İlkönce iki hücreye ayrılır, sonra dörde, sekize, on altıya... böyle sürüp gider bu bölünme. Yani her bölünmeyle bir öncekinin iki katı oranında yeni hücre ortaya çıkar. Bu bölünme süreci, zigotu bir hücreler kümesine dönüştürür. Mikroskopla bakıldığında bu kümenin bir dut salkımına benzediği görülür. Küme, yavaş yavaş fallop borularından aşağıya inerek döllenmeden üç gün sonra dölyatağına varır. Bu süre sonunda zigot bir hücreler balonu haline gelen «blastosist»e dönüşmüştür.

YUVALANMA

Dölyatağına ulaşan blastosist, gelişimini birkaç gün daha sürdüdür. Bundan sonra dölyatağı iç duvarına bağlanmaya hazır duruma gelir. Bu bağlanma aşağı yukarı döllenmeden bir hafta sonra başlar.

İKİ İKİZ ÖRNEĞİ

A. Eş Yumurta ikizleri: Özdeş cinsiyetten olup tek plasenia'yı (döleş) paylaşır. Her iki dölüt torbasını bir dış zar kuşatır.

B.  Ayrı Yumurta ikizleri: Dölütler ayrı cinsiyetlerden olabilir, iki plasenta'nın (döleş) da kendi zarı ve dölüt torbası vardır.

ikinci bir hafta sonra da blastosist, dölyatağının iç yüzeyini oluşturan besleyici dokulara kendini bütünüyle gömer. Bu sürecin bütününe de yuvalanma denir ve bu nokta gebeliğin kesinleşme anı olarak görülür. Yuvalanma ancak belirli özel koşullar altında gerçekleşebilir. Örneğin zigot, bir blastosist biçimine dönüşmeden dölyatağına ulaşmışsa, yuvalanma olası değildir ve böyle bir durumda gebelik kesin olarak oluşmaz. Dölyatağının iç duvarı blastosisti kabule hazır değilse, yine aynı şey görülür. Her iki durum sonucunda da hücre kümesi ölüp çözülecektir.

Bazı çok seyrek durumlarda, blastosistin dölyatağı duvarına bağlanmak yerine falop borusunun içine ya da dölyatağı dışında başka bir yerlere, yani karın boşluğuna bağlanabilir. Dış gebelik adı verilen bu durumda, doğacak çocuğun yaşaması söz konusu olamayacağı gibi, kadının yaşamı da tehlikeye girer. Bu nedenle dış gebeliğe ameliyatla son verilmelidir.

ÇOK SAYILI GEBELİKLER

Kimi durumlarda zigot, bir dış bölünmeyi gerçekleştirip iki ayrı hücreye bölünür. Bu iki yeni hücre birbirinden bağımsız olarak gelişimlerini sürdürürler. Sonuçta her ikisi de dölyatağına ulaşmayı başarırlar ve burada ayrı ayrı yuvalanırlar. Bu durum sonucunda ikiz gebelik ortaya çıkar. İkizlerin her ikisi de aynı yumurta ve spermden geldiği için birbirlerinin özdeşi olacaktır: Yani özdeş cinsiyet ve öteki bakımlardan da büyük bir benzerlik.

Aslında eş yumurta ikizlerinin gelişimi fallop borularında başlamak zorunda değildir. Döllenmenin ikinci ve on dördüncü günleri arasında herhangi bir zamanda oluşabilirler. Böylece yuvalanma sırasında bile blastosist bölünerek iki değişik embriyon halinde gelişebilir.

Çok seyrek durumlarda, aynı anda, birden çok yumurtanın fallop borularına indiği görülür. Bu yumurtalar döllendikleri zaman yine birden çok embriyon oluşacaktır. Böyle bir gebelik sonunda doğan ikizler, ayrı yumurta ikizleridir. Bu biçimde üç bebek birden doğarsa üçüz, dört bebek birden doğarsa dördüz, beş olursa beşiz vb. denilir. Bu bebeklerin her biri, ayrı bir yumurtanın ayrı bir sperm tarafından döllendiğinde ayrı cinsiyetlerden olabilir ve birbirleriyle benzerlikleri, herhangi başka kardeşten daha fazla değildir.

GEBELİK

 

Bir kadının gebeliği onun dölyatağındaki döllenmiş yumurtanın yuvalan-masıyla başlar ve normal koşullar altında dokuz ay sonra bebeğin doğumuyla sona erer. Oysa çağdaş tıbbın kesin kanısı gebeliğin başlangıcının yuvalanma tarihiyle değil, en son âdet görme tarihine göre olmasıdır. (Bunun nedeni de kadının yuvalanmanın farkında olamaması, ancak çoğunlukla son âdet görme gününü anımsayabilmesidir.) Böyle bir takvime göre kadın 280 gün, yani 40 hafta sonra doğum yapacaktır. Aynı hesaplama yöntemini temel alırsak, doğum süreci önceden şöyle hesaplanabilir: 'Aylardan 3 çıkartıp, günlere 7 eklemek', Örneğin son âdet görmenin ilk günü 10 Aralık, yani 12. ayın 10. günü olursa:

Aylardan 3 çıkar: 12-3 = 9 Günlere 7 ekle: 10 + 7 = 17

Bu hesaba göre doğum tarihi: 9. ayın 17. günüdür. Yani Eylülün 17'si.

Sağlıklı bir bebek, bir kadının vücudunda son derece karmaşık ve büyüleyici bir büyüme sürecinden sonra dünyaya gelir. Bu sürecin tam mekanizması bugün bile bütünüyle anlaşılabilmiş değildir. Bununla birlikte bu sürecin temel aşamalarını tanımlayabiliriz. Aşağıdaki paragraflar döllenmiş bir yumurtanın insan vücudunda nasıl geliştiğini özetleyecektir.

EMBRİYON VE DÖLÜTÜN GELİŞİMİ

Döllenmiş yumurtanın doğumda gördüğümüz bebek haline dönüşmesi, üç temel aşamadan geçer. 1. Yuvalanmadan önceki aşama, 2. Embriyon aşaması, 3. Dölüt aşaması. Yuvalanmadan önceki aşamayı henüz gördüğümüz için, konuya yeni organizmanın dölyatağı içinde gelişiminden gireceğiz. (Ayrıca «Gebelik»e bakınız.)

Embriyon

Yunancada iş, şişkinlik anlamına gelen embriyon terimi, büyümekte olan organizmanın ikinci haftası ile sekizinci haftası arasındaki varlığını belirtmek için kullanılır. Bu hücreler kümesi, bu süre içinde 2-3 cm'lik bir uzunluğa

ulaşır. Gelişme ilerledikçe embriyon ile dölyatağı arasında değişmez özel bir alışveriş organı olan plasenta büyümeye başlar. Embriyon, plasentaya göbek kordonuyla bağlıdır. (Doğumdan hemen sonra bebeğin göbek kordonu hâlâ plasentaya bağlıdır ve onunla birlikte dışarıya atılır. Bu nedenle plasentaya 'son' da denilir.) Plasenta bir süzgeç, bir korunak görevi yapar. Embriyonun daha sonraları dölütün annenin kanından besin ve oksijen emmesine, kendi kanından karbondioksit ile öteki gereksiz maddeleri atmasına yardımcı olur. Bununla birlikte, her iki kan dolaşım sistemi, birbirinden tümüyle ayrı kalır.

Yaşamın ilk aylarında insan embriyonu kedi, köpek ya da domuz gibi herhangi bir gelişmiş hayvanın embriyonuna benzer. Sonra ikinci ay içinde yavaş yavaş insan görünümü almaya başlar, yüzü biçimlenir, kolları, bacakları, el ve ayakları gelişir. Bacaklar arasında cinsel organların ilksel başlangıçları belirir. Ancak bu gelişme anında organlar arasında farklılaşma henüz başlamamıştır. Büyümükte olan organizma tümüyle insan görünümü kazandığında, embriyon aşamasından çıkarak dölüt aşamasına girer.

Dölüt

Dölüt, yaşamının üçüncü ayının başlangıcından doğum zamanına değin büyümekte olan organizmayı tanımlamak için kullanılan terimdir. Dölüt 2-3 cm. boyundayken ancak birkaç gram ağırlığındadır. Doğuma değin süren gelişme içerisinde aşağı yukarı 50 cm. boyunda, 3-3,5 kg. ağırlığında bir bebek durumuna gelir. Bu gelişimin ilk haftalarında iç organlarda dişi-erkek cinsiyet farklılaşması belirginleşir. Kısa bir süre sonra da dış cinsiyet organları kendilerine özgü bir görünüm kazanırlar. Bazen gebeliğin beşinci ayı dolaylarında bebeğin hareketleri anne tarafından hissedilecek ölçüde artar. Eskiden, bu anın bebeğin ana karnında canlandığı zaman olduğuna inanılırdı.

Büyümesi boyunca dölüt, her türlü incinmeden iyi korunmuş olarak, amniyos kesesi ya da dölüt torbası adı verilen, içi sıvı dolu bir kese içinde yüzer. Altıncı ayın sonunda dölüt, artık 20 cm. boyunda ve 600-650 gram ağırlığındadır. Bu aralarda nefes alıp vermeyi denetleyen beyin merkezleri gelişmeye başlar. Ne denli az rastlansa da, bu durumdaki dölütün erken doğum halinde yaşayabilmesi büsbütün olanaksız değildir. Bununla birlikte, henüz yetersiz olan nefes alıp vermeden dolayı beynin zarar görme olasılığı büyüktür. Dölütün gelişmesinin son ayı, beyinde ısı denetim mekanizması ile deri altına koruyucu bir yağ tabakasının yerleşmesi gibi özel birtakım ayrıntıları kapsar. Erkek dölütte erbezleri torbaya girer. Eğer bu inme gerçekleşmemişse doğumdan sonra bu durumu düzeltmek için gerekli müdahale yapılmalıdır. Eğer bu durum sürer giderse kısırlıkla sonuçlanır. Doğumdan öncek son haftalar sırasında dölüt yalnız boyca büyümekle kalmaz, aynı zamanda ağırlığını da önemli ölçüde artırır. 2,5 kg. altında bir dölüt, az gelişmiş sayılır.

Gebelikte Kadın

Doğumdan önce yeni bir canlının oluşumu ve gelişimini özetledikten sonra şimdi geleceğin annesinin karşılaşacağı süreci gözden geçireceğiz.

Gebeliğin Belirtileri

Bir embriyonun dölyatağında yuvalanmasıyla birlikte gelişmeye başlayan plasenta, koryon gonadadtropin adıyla bilinen belli bir hormon üretir. Bu hormon, yumurtalıkları uyarır ve östrojen ile projesteron hormonlarının salgılanmalarının devam etmesini sağlar. Sonuç olarak yeni yumurta olgunlaşması olmaz ve âdet görme kesilir. Nedeni, dölyatağı iç duvarının gebelik süresince bozulmayıp yerinde kalmasıdır. (Kapsamlı bilgi için âdet görme bölümündeki, «Kadının Cinsel Organları»na bakınız.) Bu nedenle kadın, düzenli âdet görmede bir kesilme olduğu zaman cinsel ilişki sırasında gebe kaldığını düşünür. Bununla birlikte bazen bu belirti yalnızca âdet görmenin gecikmesinden dolayı olmayabilir. Eğer kadının göğüslerinde büyüme ya da meme uçlarında bir koyulaşma varsa, sık sık sidik çıkarma gereksinimi duyuyorsa bu gebelik olasılığının arttığını gösterir. Tüm bu olası belirtiler gebeliğin kesin olarak varolduğunu söylemeye yetmez.

Ayrıca gebeliğin daha kesin olması belirtilerini aramak gerekebilir. Döl-yatağının genişlemesi, dölyatağı boynunun yumuşaması ve üçüncü ay sırasında karnın büyümesi, gebeliğin öteki belirtileri olarak sıralanabilir. Yuvalanmadan üç hafta ya da son âdet görmeden altı hafta sonra, plasental koryon gondadodtropin hormonu, kadının sidiğinde ortaya çıkabilir. Böyle basit bir denetim birkaç dakika içerisinde yapılabilir. Olumlu bir hormon denetimi doğru olmakla birlikte, olumsuz bir sonucun da tam olarak güvenilebilecek bir durum olmadığı göz önüne alınmalıdır.

EMBRİYON GELİŞİMİ 1. Dört haftalık, 2. Beş haftalık, 3. Altı haftalık, 4. Yedi haftalık, S.Sekiz haftalık

Gebeliğin kesin üç doğru belirtisi vardır: 1. Dölütün kalp atışının duyulması. Doktor bunu beşinci ayın başlarında bir stetokoskopla kolaylıkla duyabilir. 2 Dölütün etkin hareketi. Bu da aşağı yukarı aynı zamanda duyulabilir. 3. Dölüt iskeletinin bir röntgen filminde görülmesi. (Tıbbi nedenler dolayısıyla dölütün X ışınlarından etkilenmemesi için çoğu kez bu deneyimden kaçınılır.)

Gebeliğin gelişmesi üç dönemde ele alınmaktadır.

İlk Üç Aylık Dönem

Doktorlar, gebeliğin dokuz ayını üç aylık döneme ayırarak ele alırlar. En son âdetin ilk gününden başlayan ilk üç ayda kadın, gebeliğin ilk belirtilerini görür. Böylece âdetten kesilme ile bulantı (sabah hastalığı) çoğunlukta bir doktora görünmek için yeterli neden sayılır. Doktor gerçekten gebeliğin olup olmadığını saptamaya çalışacaktır. Yukarıda belirtildiği gibi basit hor-monal gebelik testi, son âdet tarihinden yaklaşık altı hafta sonra yapılabilir.

Eğer gebelik durumunun olduğu belirlenmişse tıbbi denetim ve bakım, doğuma değin sürdürülmelidir. Bu denetimin başlangıcı olarak kadının tıbbi geçmişinin saptanması gerekir ve sonra yapılacak tam bir bakım, herhangi bir sorununun olup olmadığını ortaya çıkaracaktır. Bunların yanı sıra bazı testlerin de yapılması gerekmektedir. Öneğin, kan testi ile kadının Rh pozitif mi, Rh negatif mi olduğu, ya da frengi mikrobu taşıyıp taşımadığı belirlenir. (Kapsamlı bilgi için «Olası Sorunlar ve Şikayetler» ile «Zührevi Hastalıklar» bölümüne bakınız.) Tüm bu ölçümler, normal bir gebeliğe ve sağlıklı bir çocuğun doğumuna katkıda bulunacaktır.

İkinci Üç Aylık Dönem

Dördüncü ayın başlangıcıyla altıncı ayın sonu çoğunlukla gebe kadının rahat olduğu dönemdir. Önceleri görülen bulantı kaybolur ve henüz oldukça küçük olan dölüt, herhangi bir rahatsızlığa neden olmaz. Bununla birlikte bazen beşinci ay dolaylarında kıpırtılar sezilmeye başlar ve herhangi basit bir alet yardımıyla kalp atışları duyulabilir. Dölüt, gelişmesini sürdürürken, karın da gözle görülebilir bir biçimde genişler ve ikinci üç aylık dönem sonunda gebelik belirgin bir görünüm kazanır.

Son Üç Aylık Dönem

Gebeliğin son üç ayında kadının sık sık doktora muayene olması gerekir. Çünkü görülebilecek şikayetlerin pek çoğu bu dönemde ortaya çıkar. Kadının karnındaki şişkinlik, göbek deliğinin yukarılarına ulaşınca dölütün gelişimi çok daha açık bir biçimde görülür. Gebeliğin 8. ayında dölüt, gelişmesinin en yüksek noktasına ulaşır. Artık doğuma hazır duruma gelmiştir. Gebeliğin başlangıcından sonuna kadarki süre aynı kadında bile değişebilir. Çokça beden hareketi yapan kadınlar başkalarına göre daha erken doğurur; kızlar da erkeklerden biraz daha önce doğar, kimi seyrek durumlarda gebeliğin 280 günü aştığı görülür.

Olası Sorunları ve Şikayetler

Gebelik süresince kadının vücudu birçok değişikliğe uğrar. Bu değişikliklerden kimileri rahatsız edici ve tatsız olabilir. Örneğin, bulantı, hazımsızlık, kabızlık, sırt ağrıları, kramplar ve varis, geleceğin annelerinde çokça görülebilir rahatsızlıklardır. Bununla birlikte, bu tür şikayetler çocuğun doğumunda temel herhangi bir önemli soruna yol açmazlar. Ancak kimi şikayetlerin tıbbi dikkat ve gözetim gerektirdiği de unutulmamalıdır. Düşük, erken doğum gibi durumlar bunlar arasında sayılabilir. Kadın erken davranıp gebeliği sırasında doktorunu düzenli ziyaret ederse kendini en azından bu zorlukların çoğunu atlatabilecek bir biçimde hazırlamış olur.

DÜŞÜK

Gebeliklerin hemen hemen yüzde 25'i ilk iki üç aylık zaman içinde dölütün ölümüyle sona erer. Bir başka deyişle dölüt, 'düşük'le yaşamını yitirir. Nedeni, çoğunlukla yuvalanmada ortaya çıkan zorluklar ya da kusurlu yumurta ve spermden gelen dölütün anormal gelişimidir. Başka nedenler arasında kadının anatomik ve işlevsel anormallikleri sayılabilir. Aynı zamanda kötü beslenme, hastalık ya da bazı ruhsal sorunlar da bu tür düşüklere yol açabilmektedir. Halk arasında ayrıca düşme, atlama, çarpma ya da karnın tekmelenmesinin kadının düşük yapmasına neden olabileceğine inanılmakla birlikte, bu tür güç bedensel çalışmaların etkin olduğu söylenemez.

ERKEN DOĞUM

Son üç ay içerisinde olan düşük, ölü doğum olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte normal doğum tarihine yakın düşüklerde dölütün canlı kalabilme şansı vardır. Seyrek olmakla birlikte altıncı ayın sonunda doğan bir dölütün yaşayabildiği gözlemlenmiştir. Yedinci aydan sonra yaşama şansı çoğalır, sekizinci ay içinde daha da artar. Bu tür doğumlar elbette uzman ellerde bakım ister. Erken doğumların nedeni her zaman açıkça anlaşılmaz. Bunda kimi hastalıkların, annenin sağlığının ve başka sorunların etkin olduğu söylenebilir. Örneğin, çok sigara içmenin bu tür sonuçlara yol açtığı saptanmıştır.

RH ETMENİ

Rh etmeni, çoğu insanların kanında bir antijen oluşturur. Bu insanların genellikle Rh pozitif oldukları söylenir. Sorun, Rh negatif kan grubuna sahip bir kadının, Rh pozitif kan taşıyan bir erkekten gebe kalması durumunda ortaya çıkar. Bu durumda dölüt de Rh pozitif olabilir. Kadının vücudu dölü-te zarar verebilecek antikorlar üretebilir. İlk gebelik durumunda böyle bir tepki çoğunlukla fazla sorun yaratmaz, ancak daha sonraki gebeliklerde etkili olabilir.

GEBELİK ZEHİRLENMESİ (KAN ZEHİRLENMESİ TOKSEMİ)

Kan zehirlenmesi; yüsek kan basıncı, ani ağırlık kazanma, ayakbileği şişmesi ve sidikte protein görülmesi gibi belirtiler gösteren bir gebelik hastalığıdır. Kuşkulu durumlarda bir doktor muayenesine gidilmezse, kan zehirlenmesi, plasentanın erken ayrılması, gebelik çırpmağı (lohusa humması ya da havale) gibi tehlikeli sonuçlara neden olabilir. Doktorlar, bu hastalığın nedeni konusunda kesin bir yargıya varabilmiş değildir. Bununla birlikte onu, özel bir beslenme dengesinin önleyebileceği belirtilmektedir.

YALANCI GEBELİK

Gebe olmayan kimi kadınlar çok seyrek durumlarda gebeliğe özgü belirtiler gösterirler. Bir kadın, birkaç aydır âdet görmüyor olabilir; bulantılar, kilo alma, karnın genişlemesi, hatta doğum ağrıları gibi belirtiler de göstermiş olabilir. Ancak tüm bunlara karşın herhangi bir dölütün doğmasına da rastlanmaz. Bu koşulların gebeliğin güvenilir bir belirtisi olmayacağı açıktır.

GEBELİKTE CİNSEL İLİŞKİ

Gebelik sırasında kimi kadınlar cinsel ilişki konusunda daha az istek duyarken, kimi kadınlar da daha fazla cinsel ilişkide bulunma eğilimi taşırlar. Genellikle gebeliğin ikinci üç aylık döneminde çoğu kadınların cinsel isteklerinde bir artış olduğu görülür. Oysa bu isteğin gebeliğin son üç aylık döneminde oldukça azaldığı belirtilmektedir.

Bir kadının, gebeliğin herhangi bir aşamasında cinsel birleşmede bulunup bulunmaması kuşkusuz kendi kişisel duygularına kalmış bir şeydir. Bir kere sevişmeyi tıbbi bakımdan engelleyecek hiçbir neden yoktur. Ancak doktor şu durumlarda birleşmeden kaçınılmasını önerir: 1. Eğer birleşme karında ya da vajinada ağrıya neden oluyorsa, 2. Dölyatağı kanaması varsa, 3. Dölyolu ile dölyatağı arasındaki zarda yarılmalar olmuşsa, (Kapsamlı bilgi için «Doğum» bölümüne bakınız.) 4. Orgazm sırasında yer alan dölyatağı kasılmalarının düşük ya da erken doğum olasılığına yol açması durumu söz konusuysa. (Bu durumda kendi kendine doyumdan da kaçınmak gerekmektedir.) Gebelik sırasında vajinaya pompalanan havanın hem dölü-te hem kadına zarar verebileceği de düşünülmüştür. Bu nedenle ağızla cinsel ilişki de önerilmemektedir. Yukarıdaki nedenlerden herhangi biri söz konusu olduğunda, doktorun, kadının özel durumuna ilişkin önerileri eşlere açıklanmış olmalıdır.

Gebelik ilerledikçe kadının büyüyen kamı cinsel ilişki sırasında bazı duruşları olanaksız kılar ya da çok rahatsız edici bir durum olabilir. Böyle durumlarda erkeğin, kadının üzerine çıkarak sağladığı birleşmeleri kural olarak uygulamamak gerekmektedir. İki eşin yan yana ya da erkeğin kadının arkasında olduğu ya da kadının erkeğin üstünde oturduğu duruşlar daha uygun ve daha haz verici olabilir. Ayrıca, cinsel birleşmenin birçok yolları vardır, bir anlayışa saplanıp kalma yerine başka biçimler denenebileceğini anımsamak kuşkusuz her iki eş için de yararlıdır.

DOĞUM

 

Bir bebeğin doğumu, kadının yaşamında büyük bedensel, duygusal ve toplumsal değişimlere neden olan bir doruk noktasıdır. Özellikle isteyerek çocuk sahibi olan bir kadın için bu son derece olumludur ve duygusal yönden önemli bir yaşantıdır.

Viktorya Çağında kadının bedensel işlevlerini öğrenmesi bilerek engellenirdi. İnsan üremesi üzerine tam bir bilgi edinmek olası değildi, bir tabu gözüyle yaklaşılıyordu bu konuya. Bu inanışa göre cinsel organların 'kirli, pis' olduğu düşünülür, hatta kendilerine çıplak haldeyken bakmaları bile doğru bulunmazdı. Gebe kalma, gebelik ve doğum; karanlık, uzak durulacak gizemli konulardı. Tabii bu anlayışların bir sonucu olarak birçok kadın gebe kalmaktan bile korkar olmuştur.

O zamanlar çocuk doğurmak çok zordu, dahası, tehlikeli deneyimlerle doluydu. Üstelik o dönemde bir kadının çocuğunu acı içerisinde doğurmasının onun annelik duygularının artacağına ve bu tür zorlukların anne için iyi olacağına inanılıyordu. Böyle bir durumda annenin ancak edilgin bir konumda olması söz konusu olabilirdi. Kadın, doğum sürecinin de olduğunu anlayamadığı gibi, kendisindeki değişimin ne olduğunu da bilemiyordu. Bundan başka, evde ya da hastanelerdeki sağlıksız koşullarla karşı karşıya kalan anne ve bebeği, önemli bulaşımlara uğruyordu. Böylece birçok kadın, doğum sırasında ölürken, doğmayı başarabilen birçok bebek de, ne yazık ki doğumlarının ilk birkaç haftasında yaşamlarını yitiriyorlardı.

Günümüzdeki tıbbi gelişmeler, çocuk ölüm oranının önemli ölçüde azalmasını sağlamaktadır. Anne, artık hastaneye giderken bile eskisinden daha fazla bir güven içerisinde doğum masasına yatmayı bekleyebilmekte-dir. Aslında benzer gelişmeler doğum öncesi ve sonrası eğitimde de görülmektedir.

Doğuma hazırlıklı olmanın ilk önemli yararlarını, doğum sırasında çekilen acıların gereksiz kasılmalardan kaynaklandığını ortaya atan İngiliz doğum uzmanı Dr. G. Dick Read'e borçluyuz. Onun doğal doğum yöntemi, özel bedensel ve zihinsel davranışlarla bir gevşeme, bir dinlenme sırasında doğumu gerçekleştirmeye dayanmaktadır.

Öte yandan, yakın zamanlarda 'eğitilmiş çocuk doğumu' yöntemi üzerine Fransız doktor Lameze'nin geliştirdiği çalışmalar bu ülkede geniş bir biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Bu yöntem, doğumun bir baskı durumu oluşturduğu ve bunun, kadının etkin katılımıyla ortadan kaldırılabileceği varsayımı üzerine kurulmuştur.

Amerikalı doğum uzmanı Dr. Robert Bradley tarafından geliştirilen doğum yöntemi ise babanın kılavuzluğu altında annenin gevşeme durumunu öğrenmesine dayanmakta, ancak uzun bir çalışma süreci gerektirmektedir. Bu, Lameze yönteminden daha uzun bir çalışma istemekle birlikte, birçok anne ve baba bu eğitimden hoşlanmaktadır. Bu yöntemle herhangi bir ilaç kullanmaksızın bir doğum yapılması ile anne ve babanın bedensel ve ruhsal yakınlaşmaları sağlanmaktadır. (ABD'de ağrısız doğum seansları)

Ayrıca Fransız doğum uzmanı Dr. F. Leboyer tarafından geliştirilen ve Ağrısız Doğum' diye bilinen yeni bir yöntem daha vardır. Bu yöntemin temeli, annenin dölyatağında bulunan dölütün doğal süreç içerisinde doğumunu sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle anneyle temas halinde olan dölya-tağının karanlık, dingin durumuna benzesin diye doğum odası donuk bir ışıkla aydınlatılır, ılık bir banyo hazırlanır ve tıbbi müdahale yavaşça gerçekleştirilir. Bu sırada bebek sakin, gözü açık ve mutlu bir ağlamayla dünyaya gelir. Doğduktan hemen sonra annesinin karnı üzerine koyulur ve göbek kordonu, bebek nefes almaya başladığı zaman kesilir.

Bir süre sonra bebeğe masaj yaptırarak onun bu arada banyo yapmasını da sağlar. Tüm bu yapılan işlemler bebeğin 'doğum incinmesi' ya da travmasını en az düzeyde tutabilmek içindir ve onun bu aşamada yüksek bir duyusallığa sahip olduğunu dikkate almak gerekir. Çocuk doğumu için başka yöntemler de vardır, ancak bunlar genellikle aynı anlayışta birleşir: Bebeğin duygusuz edilgin halinin bilinçli bir başarıya dönüştürülmesi: Giderek çok daha fazla erkek bu başarıya yardım etmek için eşlerine destek olmakta ve hastaneler bu süreçte başarılı olabilmesi için baba adayına cesaret vermektedir. Nitekim, anne olsun baba olsun, onların eğitim gruplarına, hastanelere ya da doktorlar tarafından yönlendirilen doğum öncesi hazırlık sınıflarına gitmeleri önerilmektedir. Sonuçta bu tür eğitim yerleri anne ve babanın birbirlerine daha da yakınlaşmalarını sağlamakta ve böylece onlar bir çocuk sahibi olmanın sorumluluğunu daha yakından duyabilmektedirler.

Günümüzde birçok kadın, doğum deneyimini tüm ailesiyle birlikte yaşamayı ve yeni doğan çocuğundan ayrılmayı istemediği için doğumu evde yapmak istemektedir. Ayrıca hastane havası dışında, bambaşka bir hizmet anlayışı içerisinde oluşturulan Deneysel Çocuk Doğum Merkezleri de kadının bu istemini karşılayabilecek doğumevleri olarak düşünülmüştür.

Aşağıdaki paragraflar çocuk doğumunun değişik anlarının ana biyolojik süreçlerini özetleyecektir.

DOĞUM SANCILARI VE KURTULMA

Doktorlar çocuk doğumunu üç aşamada ele alırlar: 1. Dölyatağı boynunun yavaş yavaş genişlemesi, 2. Bebeğin dünyaya geldiği zaman, 3. Plasenta ya da 'son'un doğumu. Bu tıbbi sınıflandırma çerçevesinde her aşamayı ayrı ayrı ele alalım:



Doğumun İlk Aşaması

İlk aşamada doğum sancıları uzun zaman alır. (Kadın ilk kez doğum yapıyorsa sancılar 6, sonraki doğumlarında ise 8 saat önceden doğuma değin sürer.) Bu dönem süresince doğum sancıları daha şiddetli ve sık sık hissedilmeye başlar. Bu sancılara, tam gevşemeye başlayan dölyatağı kaslarının ritmik kasılmaları neden olur.

Başlangıçta kasılmalar 30 saniye kadar sürer ve aşağı yukarı her 15-20 dakikada bir görülür. Sancılar ilerledikçe kasılmalar 60 ya da daha fazla saniyeye çıkarken gevşeme dönemleri de 3-4 dakikada bir görülür. Birinci aşamada her kasılma sırasında dölyatağının kas lifleri kısılır ve dölyatağının boynu, dölyatağının iç kısmına doğru çekilir. Dölyatağı boynu, dölyatağının duvarları kadar inceldiği zaman açılmaya, genişlemeye başlar. Dölyatağı boynunun genişlemesi, bebeğin başının vajinaya kolayca geçebilmesini sağlar. Bu aşama tamamlandığında, doğum artık çok yaklaşmıştır.

Doğumun bu aşamasındaki kasılmalar her beş dakikada bir olur ve bir dakika süreyle devam etmeye başlar. Gerçekte böyle bir duruma gelindiğinde annenin hastaneye götürülmesi gerekir. Doğumun başladığının bir başka belirtisi de dölyatağı ve vajina arasında bir engel oluşturan dölyatağı boynu mukozalarının geri çekilmeleridir. (Çekilen kaslar açık kırmızı renkli kanla benekli bir görünüm oluşturur.) Başka bir belirti ise dölüt torbası zarının parçalanmasıdır. Bu parçalanma sonucu vajinadan su gibi berrak bir sıvı akar.

Doğumun İkinci Aşaması

Doğumun ikinci aşaması, birinci aşamasından daha kısa sürer. (Bu, ilk doğum yapan kadınlar için yaklaşık iki saat, sonrakiler için bir saat dolaylarındadır.) Bu aşamanın başlarında bebeğin başı dölyatağından geçerek vajinaya, oradan da dışarıya çıkar. Bu sırada annenin karın kaslarını kasarak ve aşağıya doğru dayanarak bu sürece büyük yardımları olabilir. Başı dışarıya çıktıktan sonra bebeğin vücudunun geri kalan kısmı kolayca dışarı çıkarılabilir.

Yeni doğan çocuk, dölyatağı içindeki plasentaya göbek kordonuyla hâlâ bağlıdır. Bununla birlikte bu beslenme ve oksijen kaynağına artık daha fazla gerek kalmamıştır. Isıda ve basınçtaki bu ani değişim (çoğu kez de poposuna bir şaplak) bebeğin ilk nefesini almasını sağlar. Nefes alma düzenli hale gelince göbek kordonu karından birkaç santimetre yukarıdan kesilir. (Göbek kordonu herhangi bir sinir içermediği için kesme işi sırasında acı duyulmaz.) Kesildikten bir süre sonra, kalan kısım kuruyarak kendiliğinden yere düşer.

Doğumun Üçüncü Aşaması (Kurtulma)

Doğumun üçüncü ve son aşaması, bebeğin doğumundan 15 dakika sonra dölyatağından göbek kordonunun ve plasentanın çekilmesine sahne olur. Tıp dilinde plasentanın çıkması sayılan kurtulma, yalnızca birkaç dakika sürer. Bu arada dölyatağı, yerine çekilerek eski büyüklük ve biçimini almaya başlar.

Olası Şikayetler

Doğum yapma, dişi vücudunun normal bir işlevidir. Birçok geçmişle ilgili tehlike ve şikayetler doğumla birlikte ortaya çıkabilir. Çoğunlukla bu şikayetler doğrudan doğuma etki etmezler ama, doğum olayı altında görülen ilksel ve sağlıksız durumlar olduğu için hem doğumun durumuna ilişkin bir ipucu verirler hem de doktor muayenesinin gerekli olup olmadığını anımsatırlar. Ancak gebeliğin görülmesiyle birlikte doktorunun önerilerini düzenli uygulayan ve bunu uygulayarak doğum yapan kadının önemli sorunlardan korkması için bir neden yoktur. Olası zorluklar artık kolayca ve çabucak ele alınabilmektedir. Örneğin dölütün basınçla vajina ağzını yırtması çok sık görülen bir durumdur. Böyle bir durumda doktorun yırtılmayı önleyebilmesi için küçük bir yarma yapması yeterli olacaktır. Doktorun açtığı yarık kolayca dikilerek kısa zamanda iyileşir. Başka bir sorun ise, bebeğin ayağı ya da kıçının doğum sırasında öne geçmesi, yani ters dönmesidir. Kıçtan gelme, kurtulma, sürecini uzatabilir ve bebeğin biraz tehlikeye girmesine yol açabilir. Tüm yeni doğan çocuklar için bir risk de gözden belsoğukluğu bulaşımı-dır. Bu tür bulaşımları önlemek için her yeni doğan çocuğun gözleri gümüş nitratlı bir eriyikle ilaçlanır.

Kimi seyrek durumlarda da normal bir doğum bir ya da birden çok nedenle gerçekleşemez. Bu durumda sezaryan ameliyatıyla çocuğun doğumu sağlanır. Bu, doktorun bebeği vajinadan geçirmeden önce karnı dölya-tağına doğru kesmesi demektir. Söylenceye göre Roma imparatoru Sezar da bu işleme uygun bir ameliyatla doğmuştur.

DOĞUMDAN SONRAKİ DÖNEM

Doğumdan sonra anne de çocuk da yorgun bir durumda oldukları için dinlenmeye gereksinim duyarlar. Çoğu kadının hastaneden birkaç gün içerisin-

de ayrılmakla birlikte eski gücünü toplayabilmesi için biraz dinlenmesi gerekir. Aşağıda bu doğum sonrası döneme ilişkin bilgiler sunulacaktır.

İyileşme

Doğumu izleyen haftalarda dölyatağı yavaş yavaş eski yerine çekilir. Bu süreç içerisinde dölyatağı duvarı parçalanarak vajinaya dökülür. Başlangıçta bu bozulmuş yığın, kalın ve kanlıdır; sonraları ince ve sarımsı bir görünüm kazanır, hatta beyazımsı bir renge bile dönüşebilir. Doğumdan üç hafta sonra tüm bozulmuş maddeler ortadan kalkar. Altı hafta sonra dölyatağı-nın geri çekilmesi tamamlanır. Aslında doğumdan altı hafta sonra annenin her şeyin normale dönüp dönmediği konusunda bir doktora görünmesinde yarar vardır. Kuşkusuz bu ziyaret sırasında ya da hemen arkasından bebeğin de ilk denetimi yapılmalıdır.

Kimi bedensel hareketlerin uygun koşullar altında bu sürece yardım edeceğini göz önüne almalıdır. Bu tür bedensel hareketler aynı zamanda iştahsızlık, kabızlık gibi bu dönemde görülen rahatsızlıkların en azından hafif geçirilmesinde etkin olabilir.

Bu küçük rahatsızlıklara ek olarak bazı kadınlar bu dönemde küçük çapta bunalımlar geçirebilir. Kadınlar bu dönemde oldukça duyarlı ve sinirli olabilir, açıkça görülemeyen nedenlerden dolayı ağlayabilirler ya da bağıra-bilirler. Bu beklenmedik üzüntü her zaman önemli sonuçlara götürmez. Halk arasında bu duruma «al basması» denilir. Gerçekte bütün bu rahatsızlıklar bedensel değişikliğin yanı sıra anne olmanın getirdiği ruhsal durumla koşutluk içerisinde ele alınan bir yaklaşımla kolayca geçirilebilir.

Emzirme

Doğumdan hemen sonra kadın memelerinden su gibi bir akıcı sıvı gelir. Kolostrum adı verilen bu sıvının bebeğe belirli bir bağışıklık kazandırdığı görülmektedir. Yaklaşık üç gün sonra bu sıvı, yerini ana sütüne bırakır. Süt üretimine laktasyon (Latince lac: süt demektir.), yani sütlenme adı verilir. Eğer kadın çocuğunu kendi sütüyle beslemek isterse bunu aylarca sürdürebilir. Çoğu kadında vücuttaki belirgin hormonal değişimler sonucu yumurtlama (ve yine bu nedenle âdet görme) olmaz. Bir başka deyişle, bu dönemde kadın gebe de kalamaz. Bununla birlikte çiftler bu 'doğal korunma'yı hesaba katmamalıdır. Bu bebeği besleme süreci gebelikten korunmanın

yerine koyulamaz. Bebeğine meme verirken bir kadının cinsel heyecanının uyanması çok doğaldır. Bunun için telaşa kapılmanın bir anlamı yoktur. Tam tersine, bu deneyimden önemli bedensel ve ruhsal işlevler yerine getirdiği için memnun kalmalıdır.

Doğumdan Sonra Cinsel İlişki

Bebek olduktan sonra kadınlar cinsel ilişkiye yeniden ilgi duyabilmek için zamana gereksinirler. Bu arada geleneksel olarak çiftlere doğumdan en az altı hafta sonrasına değin cinsel ilişkide bulunmamaları önerilir. Bununla birlikte yakın zamanlarda yapılan araştırmalar böyle genel bir kuralın gerçekten yararlı olmadığını ve kararı her duruma göre almanın daha doğru olacağını göstermektedir. Anneye acı vermeksizin daha yakın bir zamanda cinsel birleşme gerçekleştirilebilir. Ancak salt tıbbi kaygılardan ileri gelen durumlarda, örneğin vajinadan gelen kanın durması, vajina yöresinde herhangi bir yırtık, ya da yarılmanın iyileşmesi sonrasına değin cinsel ilişkiye girilmemesi yerinde olacaktır. Vajinadan gelen önemsiz oranda bir kahve-rengimsi akıntının cinsel birleşmeyi engelleyici bir işlevi yoktur.

Anne ve baba arasında cinsel iletişimi de içeren tam iletişim, kuşkusuz yeni doğan çocuğun da ilgisini çeker. Kadının bu dönemdeki kişisel duygu ve istekleri bebek için ilk çıkış noktası kabul edilecektir.

GEBELİKTEN KORUNMA

 

Gebelikten korunmanın en kesin ve güvenilir yolu elbette ki cinsel birleşmeden uzak kalmaktır. Ancak tarih boyunca erkek de kadın da bu kolay yolu seçmektense gebelikten korunmanın çarelerini araştırmaktan geri kalmamıştır. Yani birleşme sırasında istenmeyen sonuçları önleyebilmek için hangi yöntem ve araçları kullanmalıdır ve bunların hangisi en güvenilir yoldur? Bu tür yöntemler oldukça kusurlu ve yetersiz bir biçimde binlerce yıldır uygulanagelmiştir. Geçmişte yalnızca çeşitli deneyimler sonucu uygulanan yöntemler, yerini daha çağdaş yöntemlere bırakmıştır. İstenmeyen gebelikler kesin olarak önlenebilmektedir artık. Bundan sonraki çalışmalar daha güvenli, daha basit ve daha ucuz korunma yollarının bulunması için sürdürülmektedir.

Gebelikten korunma yöntemlerinin gelişmesi, insanın cinsel davranışları üzerinde çok derin etkiler yapmıştır. Geçmişte cinsellik ve döllenme arasında bir ayrım olmadığından, kadın ve erkek arasındaki cinsel ilişki her zaman bir çocuğun doğumuyla sonuçlanacak bir birleşmeyle sınırlıydı. Tabii doğan çocukların iyi bir şekilde yetiştirilmesi ailenin en önemli uğraşıydı ve bu nedenle de ailenin büyükleri çocuğun bakımını üzerlerine alıyordu. Bu tür bir anlayış sonucu toplumların çoğunda ahlak kuralları ancak evli çiftlerin cinsel etkinlikte bulunabileceği sınırlamasıyla biçimleniyordu. Evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel ilişki ahlaksızlık kabul ediliyor, hatta bazen bu tür davranışlar şiddetle cezalandırılıyordu. Evli çiftlere ise çok sayıda çocuk yapmaları telkin ediliyordu. Böylelikle doğurganlık 'doğanın' tek ve gerçek amacı olarak ifade edilirken, gebelikle sonuçlanmayan cinsel ilişki ya da cinsel davranışların tümü doğadışılıkla suçlanıyordu.

Günümüzde modern ve kesin sonuçlu korunma yöntemlerinin bulunması bu ahlak anlayışının temellerini büyük ölçüde sarsmıştır. Artık geleneksel evlilik, anne-baba olma ve cinsellik arasındaki o kutsal bağ çözülmeye başlamıştır. Böylece evli bir çift çocuksuz kalmaya ya da evliliklerinden yıllarca sonra bir çocuk yapmaya rahatlıkla karar verebilirler. Aynı nedenle istenilmeyen gebelikler sonucu yapılan zorunlu evlilik anlayışını reddedebilirler. Sonuç olarak, evlilik kavramının anlamı değişmeye başlamıştır. Ana babalık, evliliğin temel koşulu olmaktan çıkmıştır artık. Bunun yerini alan aşk, dostluk, mesleksel dayanışma, manevi destek ve güven, evliliğin kurulmasında ve korunmasında yeterli nedenler haline gelmiştir. Aynı zamanda evlilik içi ve dışı cinsel ilişki dikkate değer bir iletişimin kurulmasıyla çocuk doğurma amacından tümüyle ayrı olarak ele alınmaktadır.

Bütün bunlar sonuç olarak, insana yaklaşıma temel bir değişim getirmektedir. Yeni bir özgürlük hareketi ve kişisel karar ve sorumluluklar için yeni bir soluk. Ancak insanı öteki insanlara karşı sözde korumaya yönelik yasaklayıcı ahlak kuralları, kısıtlayıcı yasalar ya da bastırıcı siyasetler yürürlükte kaldığı sürece tüm bu gelişmeler hayata geçirilemez. İnsanın gerçek gereksinimlerini ortaya çıkarıp artık bunları karşılamak zorunlu hale gelmişken tüm bu kısıtlayıcı anlayışları değiştirmek gerekir.

Ne var ki, eski inanış ve alışkanlıkların hemen ortadan kalkmasını beklemek anlamsızdır. Daha uzun bir süre, pek çok erkek ve kadın gebelikten korunma yöntemlerine gözlerini kapayacak ya da açıkça korkacaktır. Günümüzde, korunmanın herkesçe kabul edilmesinin, ilişkileri karmaşıklaştıraca-ğını ve bir ahlak çöküntüsüne yol açacağını düşünen pek çok insan vardır. Sorunun bir başka yanı da, korunmanın ortadan kalkmasıyla nüfusun hızla artması tehlikesi ve bunun yaratacağı sorunların gittikçe daha fazla sayıda insanı kaygılandırmasıdır. Gerçekten de denetimsiz nüfus artışının dünyanın pek çok yerinde büyük sorunlar yaratacağından kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak buna karşılık çevre kirliliği, savaşlar, hastalık ya da kıtlığın da aykırı bir olgu olarak insan ırkını yok etmeye başladığı pekâlâ ileri sürülebilir.

Birçok ülkede bu karmaşık sorunlar belirsiz birtakım siyasetlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Gebeliği önleyici maddelerin kullanımı konusunda evli çiftlere hoşgörü ve anlayışla yaklaşırken ne yazık ki küçük ve evli olmayanlara aynı tutum gösterilmemektedir. Bazı ülkelerde yasaklanan çeşitli yollardan düşük yapma girişimlerini azaltmak için korunma fikri yay-gınlaştırılırken, bazı ülkelerde ise düşük, nüfusu asgaride tutacak bir girişim olarak hoşgörülmektedir. (Korunmanın güç olduğu yerlerde düşük oranı yüksektir ve yaygın düşük görülen yerlerde de gebelikten korunma savsak-anabilmektedir.) Bazı ülkelerde ise düşükde, gebelikten korunmada yasaktır. Bazı ülkelerde kişinin kendi isteğiyle gebelikten korunmasının yaygınlaş: tırılması hâlâ bir karara bağlanmamışken, öte yandan, kişilerin zorla kısırlaştırmasına da vicdan elvermemektedir. Aslında kısırlaştırma genellikle de genetik bazı bozuklukların yeni kuşaklara geçişini önlemek için uygulanmaktadır. (Bkz. «Genetik Bozukluklar») Bununla birlikte bazen tıbbi zorun-luktan çok toplumsal nedenlerle zorla kısırlaştırmanın yapıldığı da bir gerçektir. (Öte yandan yoksulluk ya da cinsel isteksizlikleri nedeniyle pek çok sağlıklı erkek ve kadın kısırlaştırmaktadır.) Çoğu otoritenin gebelikten korunmaya yaklaşımı onun bu konuya bakışını gösterir. Örneğin bugün birçok insan konuşmalarında 'Doğum Kontrolü'ne değinir. Bu terim çocuk aldırmayı da içermektedir. (Çocuk alındıktan sonra doğum olmaz.) Ancak kimi durumlarda sorun doğumun değil, gebeliğin önlenmesidir. Bu nedenle 'Gebelik Kontrolü' ya da 'Gebelikten Korunma' demek çok daha kesin bir tanımdır. Kimi insanlar da 'Aile Planlaması' deyimini kullanmakta ısrar ederler. Bu deyimle gebelikten korunmadan yalnızca bir ailenin büyümesinin ölçüsü anlaşılır. Başka bir deyişle, bu deyim, yalnızca ailelere yöneliktir. Bizce, «gebeliğin planlaması» teriminin kullanılması kuşkusuz çok daha nesnel olacaktır. Bir başka terim de 'Sorumlu Ana-babalık;tır ki bu terim kadın ve

erkekte kesin ahlaksal nitelikler aramaktadır. Daha yansız bir terim olan 'planlı ana-babalık', evli olsun olmasın, gebelikten korunma yollarını arayan herkese önerilerde bulunan dünya çapında örgütlerce kullanılmaktadır.

Bugün için gebelikten korunma yöntemlerinin kısıtlı sayıda kişilerce uygulanması, bunun böyle sürüp gideceği anlamına gelmez. Gerçekleşmesi uzun bir süre alsa da korunma yöntemleri yaygınlaşacaktır. Daha şimdiden, pek çok sayıda erkek ve kadın bir kişisel hak olarak üreme yaşamları üzerinde tam bir denetim kurmak istemektedirler. Bu hakkın kazanılmasıyla mutlaka daha insanca ve daha onurlu bir yaşam için bir adım atılmış olacaktır. Bütün çiftler şans eseri olarak değil, isteyerek, yani istedikleri zaman ve istedikleri kadar çocuğa sahip olabileceklerdir. Soylarında gördükleri hastalık, zayıflık ya da kusurluk gibi bozuklukların yeni kuşağa geçmemesi için pek çok insan hiç çocuk yapmamaya karar verebilecektir. Birçokları da duygusal bakımdan olgunlaşana ya da ekonomik güvence ve mesleki ilerlemesini sağlayıncaya değin çocuk sahibi olmayı istemeyebilecektir. Gençlerin artık 'zorla evlendirme' ya da 'başının derde girmesi' gibi sorunlar başlarını fazla ağrıtmayacaktır. Böylece her çocuk, istenen bir çocuk olacak ve sağlıklı bir ortamda, daha iyi koşullarda yetişecektir.

NÜFUS PATLAMASI

Çoğu kişi insan özgürlüğünde bir gelişme umarken, birçok insan da madalyonun öbür yüzüne ilişkin karışık duygular içindedir. Başta gençler olmak üzere evlenmemiş çiftler arasında çok daha fazla cinsel ilişki olabilir. Ancak okullarda resmi cinsel eğitim sınıfları, kiliseler ve gençlik kuruluşlarında nedense gebelikten korunma, söz konusu edilmekten kaçınılır. Bundan başka çoğu eğitmen, insan üremesine ilişkin olguları açıklarken biraz zorlanır ve cinsel etkinliğin kapsamlı bir biçimde tartışılmasına girmek zorunda kalacağı için gebelikten korunmanın değişik yöntemlerini anlatırken çok sıkıntı çeker. Aynı zamanda bu gençlerin aileleri ve kendilerini beklenmedik bir ikilem içerisinde bulurlar. Eğer çocuklarına gebelikten korunma yöntemlerini anlatırlarsa onları daha fazla cinsel etkinliğe özendirmiş olacaklar, sorunları anlatmazlarsa bu kez de istenmeyen gebeliklere davetiye çıkarmış olacaklardır.

Küçüklerin gebelikten korunmasına ilişkin yasa açık değildir. Üstelik

«NÜFUS PATLAMASI»

Son birkaç yüzyıldır, dünya nüfusu çarpıcı bir gelişme göstermiştir. Gelecekte, bu gelişmenin çok daha dikkat çekici bir görünüm kazanacağı bekleniyor. Grafikte de görüleceği gibi, en büyük artışlar dünyanın en yoksul bölgelerinde olacaktır. Bu gelişmenin dayattığı gerçekler karşısında birçok ülke, gebelikten korunma yöntemlerinin yaygınlaşması için büyük çaba harcamaktadır. (Tablolar Washington DC Nüfus Bürosundan alınmıştır.)

bu konuya ilişkin karşıt yasaların yanı sıra, birçok mahkeme kararı da çok farklı bir şaşkınlığa neden olmaktadır ABD'de. Tabii yasal alandaki bu karışıklık sonucunda bu tür sorunlarını çözümlemede yine ailenin iznine gereksinim duyulur.

Günümüzde ABD'de küçüklere gebelikten korunmayı anlatan 'planlı ana-babalık ya da öğrenci sağlık servisleri' gibi örgütler, resmi ve özel birçok grup vardır. Aslında 10-12 yaşları arasında gençlerin herkesten daha çok bu tür yardımlara gereksinimleri olduğu açıktır. Gençler, cinsel olgunluğa kavuşmalarına karşın aileye destek sağlama uğruna ve evlene değin yıllarca beklemek zorunda kalmaktadırlar. Gençlerin kafası kendilerine özgü duyguları, gereksinimleri ve yaşamlarındaki başka nesneleri tanıma konusunda karmakarışıktır. Bazı gençler gerçekten kumar oynar gibi, doğanın, kendileri için doğru olanı seçeceğini, hatta gebe kalınca yaşamlarına birazcık olsun düzen ve amaç geleceğini düşünürler. Daha da ileri giderek, doğuracakları bebeğin ailelerinden bağımsız olabilmelerini sağlayacak gizli bir umut kaynağı olduğuna inanırlar. Bazı genç kızlar bilerek arkadaşlarını aldatırlar ve onları evliliğe ya da sürekli arkadaşlığa zorlamak için kendilerini gebe bırakmaya çalışırlar.

Günümüzde birçok kuruluş, gençlerin bu sorunlarını çözebilmek amacıyla, onlarla yakın ilişkiler kurulmasını, bunun bir parçası olarak da gebelikten korunma konusunun tartışılmasını sağlar. Bu tür yaklaşımlar her zaman, gebelikten korunmanın her iki cins tarafından da sorumlu ve bilinçli bir biçimde ele alınmasına yaramıştır. Buraya değin anlatılanları özetlersek:

•   Her çocuk isteyerek yapılmalıdır.

•   İstenmeyen gebelikler dikkatli bir gebelik önleyici yöntemle çözülmelidir.

•   Gebelik her iki cinsin de sorumluluğu altındadır.

•   Her gebelikten korunma yöntemi, eşit etkide ya da herkes için uygun ölçülerde olmayabilir.

•  Gebelik önleyici yöntemler uygun bir biçimde kullanılmadıkça işe yaramaz.

GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ

Çeşitli gebelikten korunma yöntemleri, etki ve nitelik bakımından doğal olarak birbirine benzememekle birlikte, gebelikten korunmanın oldukça basit bir disiplini vardır. Önceki bölümde tanımlandığı gibi gebelik süreci fallop borularından birinde bir sperm hücresinin yumurtayı döllemesiyle başlar. Dölyatağında gelişen hücre kümesinin yuvalanmasıyla, gebelik tam anlamıyla gerçekleşmiş olur. Açıktır ki gebelikten korunma ya da gebelikten

sakınım, ya yumurtlamayı, döllenmeyi ya da yuvalanmayı önleyerek gerçekleşir. İşte bu sürece karışmanın birkaç farklı biçimi vardır:

1  -   Yumurtalıklardan yumurtanın çıkmasını önleme,'Hap'.

2  -   Yumurtanın fallop borusuna geçişini önleme.

3  -   Dışarıya atılan sıvının bir parçası olan spermlerin önlenmesi.

4  -   Yumurtlama zamanında birleşmeden kaçınılması.

5  -   Vajinada toplanan spermin önlenmesi.

6  -   Dölyatağı boynu  içinden vajinaya doğru  ilerleyen spermlerin

önlenmesi (Diyafram, spermisid).

7  -  Yuvalanma sürecini engelleme.

Yukarıda belirtilen tüm gebelikten korunma yöntemleri, uygulamaya Soyulmadan önce uzun ve dikkatli gözlemlerden geçirilerek geliştirilmiştir. Bunların hepsi bilimsel ve rasyonal hesaplamalar sürecinden geçmiş ve çoğunda bir ısıölçer, bir takvim, aygıt, özel aletler ya da kimyasal maddeler kullanmak gerekmiş, böylece insan marifeti doğanın işine engel olmuştur. Özcesi, gebelikten korunma her zaman, doğaya kendi yasalarıyla meydan okuyan bilinçli bir kararın sonucudur.

Bu temel olgu bazen 'doğal ve yapay' gebelikten korunma arasında bir ayrım yaratmak isteyen yazarlarca güçlükle anlaşılmaktadır. Böyle bir ayrım keyfi ve bilimdışı olmakla birlikte, tıbbi danışma gerektiren ve buna gerek duymayan gebelikten korunma yöntemleri arasında bir ayrım yapmak, günlük yaşamın pratiği açısından yararlı olacaktır.

Kısırlaştırma söz konusu olduğu zaman kuşkusuz bir ameliyat gerekecektir (vasektomi, tüp bağlama). Ayrıca haplar, diyaframlar, cinsel birleşme sonrası alınan haplar ve dölyatağı için kullanılan aletler için de doktor reçetesi gerekmektedir. Özellikle ritimsel yöntem için doktor tavsiyesi ve reçetesi önem kazanmaktadır. Öte yandan herhangi bir uzmanlık gerektirmeden kullanılabilen üç tür yöntem daha vardır. Bunlar; geri çekme, spermisid ve prezervatif (kaput, kondom) yöntemleridir.

Bazı gebelik önleyiciler de kişilere göre hiçbir etki yapmayacağından ya da tehlikeli olabileceğinden, doktor reçetesiyle alınmalıdır. Aslında gebelikten korunma yöntemleri üzerine bilgi almak için doktorların yanı sıra, konuya ilişkin çalışmalar yapan devlet kuruluşlarına da başvurulabilir.



DEĞİŞİK TÜRDE GEBELİK ÖNLEYİCİ HAPLAR VE PREZERVATİFLER

Prezervatif, aynı zamanda insanı zührevi hastalıklardan koruyan mükemmel bir gebelik önleyicidir.

Her yöntemin kullanım zamanı değişebildiği gibi, herkes için de kendi durumlarına göre bir yöntem belirlenmelidir. Gebelikten korunma yönteminin sağlıklı bir biçimde seçilmesi yöntemin başarısının ilk koşuludur. (Ülkemizde Ana Sağlığı merkezleri bu konuda belli yardımlarda bulunmaktadır.) Dinsel nedenler ya da kişisel özellikler yöntemi bozabilir ve bir gün bir kişide çalışan ertesi gün başka birinde çalışmayabilir. Bu nedenlerle yöntemin kendine özgü yanlarını ve nasıl çalıştığını enine boyuna öğrenmek gerekmektedir. Salt bu yüzden birçok etkin yöntemin işlevini yerine getirememesi nedeniyle istenmeyen gebeliklerle karşılaşılmaktadır.

Korunma konusunda bilgi sahibi olan bazıları, hiç kullanmamaktansa, herhangi bir korunma yöntemini kullanmanın daha iyi olduğunu söylerlerdi geçmişte. Oysa pratik olarak yararsız olduğu gibi oldukça etkisiz yöntemlerdi bunların bir kısmı. Örneğin bunlar arasında 'karezza', yani erkeğin 'geri tutması' diye bilinen coitus resarvatus, erkeğin birleşme sırasında boşalmadan kalması ilkesine dayanan yaygın bir yöntemdi. Böyle bir yöntem duygusal ve ruhsal değerler açısından bazı niteliklere sahip olabilir, ancak bu yöntem gebeliği kesin olarak önlemez. Başka bir tartışmalı yöntem de vajinaya spermisidal bir toz ya da sıvıyla birlikte küçük, emici bir tıkacın yerleştirilme-sidir. Bu yöntemin etkisiz olmasının yanı sıra, cinsel birleşme sırasında rahatsızlığa da yol açtığı görülmüştür. Bir başka yöntem de, birleşmeden sonra vajinanın değişik sıvılarla yıkanması kuralına dayanıyor. Bir yararı olmadığı için vajinayı yıkama ya da spreyleme yöntemlerinden kaçınılmalıdır. Üstelik çıkardığı salgılarla vajina kendini doğal olarak temizlemektedir. Ayrıca bu bölgeye fazla müdahale etmek, vajinanın doğal durumunu bozabilir, bulaşımlara ya da sinirlenmeye yol açabilir. («Zührevi Hastalıklar» bölümüne bakınız.) Aşağıdaki paragraflarda gebelikten korunma yöntemleri ve işleyişleri anlatılacaktır.

ERKEKLERDE ÖNLEYİCİ YÖNTEMLER

Geri Çekme

Latincesi coitus interruptus olarak bilinen geri çekme, olasılıkla en eski korunma yöntemidir. Kabaca, tam boşalma sırasında penisin vajina-dan çekilmesi anlamına gelmektedir. Sonuç olarak erkeğin spermleri, kadının bedeninde olmayacağı için yumurtanın döllenmesi de doğal olarak olası değildir. Kuramsal olarak doğru görülmekle birlikte, aslında pratikte bu yöntemin hiç güven verici olmadığı açıktır. Birçok insan, geri çekmenin tam zamanını ayarlayamadığı için istemeyerek de olsa birkaç damla meninin vajinaya sızmasını sağlar. Ayrıca normal cinsel birleşme anında boşalmadan önce, ilk heyecanlanma aşamasında penisin ucuna gelen menide de sperm bulunur. Korunma yönteminin başarılamaması ve her seferinde cinsel tepkileri kontrol etme gereksinimi, çiftler arasında belirgin bir gerilime yol açabilir.

Öte yandan, vajina dışına boşalma sonucunda bile meni içindeki spermlerin nemli ortamlardan yararlanarak vajina içine doğru hareket ettikleri de görülmüştür. Tüm bu nedenlerle geri çekme güvenilir bir gebelik önleyici yöntem değildir. Bu yöntemin tek üstünlüğü, cinsel birleşme öncesi herhangi bir hazırlık gerektirmeksizin, istenilen bir zamanda uygulanabilmesidir. Oysa bunun olumsuzlukları daha önemlidir ve çoğu insan bu yönteme güvenerek başka bir yönteme başvurmayı düşünmeksizin, korunma için yeterli hazırlığı yaptıkları kanısına kapılırlar. Bu yöntem etkin değildir ama hiç yoktan daha iyi olduğu söylenebilir.


Prezervatif

Erkek tarafından kullanılan bir korunma aracı olan prezervatif (kondom, kaput, kılıf) çok ince, eldiven parmağı biçiminde lastik bir torbadır. Cinsel birleşmeden önce sertleşmiş haldeki penisin üzerine geçirilir. Erkek boşaldığında meni bu torbanın içinde kalır. Böylece spermlerin vajinaya akması önlenir ve kadın gebe kalamaz.

Prezervatif, uygun bir biçimde kullanıldığında çok etkin bir korunma aracıdır. Penise geçirilirken, uç kısmında, boşaltılacak meninin toplanacağı bir yer bırakılmalı, ayrıca yarılmaması için özenle takılmalıdır. Penis, boşalmadan hemen sonra, sertleşme hali devam ederken geri çekilmeli, içindeki sıvının vajinaya akmaması sağlanmalıdır. Prezervatif kullanılırken bazı noktalara dikkat edilirse etkisi daha da artırılabilir. Penise uygun olması ve takılırken iki parmak arasına alınarak dikkatle penis üzerine geçirilmesi ve boşalma sırasında yırtılmaması için nemlendirilmesi ya da krem sürülmesi bu noktaların yalnızca bir bölümüdür. Ayrıca kadının kullanacağı spermisidal köpükler de prezervatifin etkinliğini artırmaktadır. Bu açık yararlarına karşın bazı insanlar aşk oyunlarını böyle bir işlemle tatsızlaştırmak istemediklerinden ya da lastik duygusunun, duyarlılığı körelttiğinden yakındıkları için prezervatif takmayı benimsemezler.

Tüm bunlara karşın prezervatif kullanımı hâlâ en güvenli, en ucuz ve en basit gebelik önleyici yöntemlerden biridir. Bu nedenle çok yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Prezervatif, bu yararlarının yanı sıra, kimi zührevi hastalıkların bulaşmasını da önleyici bir rol oynar. Reçetesiz olarak satılır, etkinliği % 95 olup kadının köpük kullanımıyla birlikte bu oran daha da artar.

KADINLARDA GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ

Gün Sayma Ya da Ritim Yöntemi

Gün sayma yöntemi, kadının döllenme günlerinde cinsel birleşmeden kaçınma ilkesine dayanır. Oldukça kolay ve etkin bir yöntem olmakla birlikte, epeyce karmaşıktır ve çekince oranı yüksektir. Bu yöntemin asıl güçlüğü, kadının döllenebileceği günlerin tam olarak belirlenememesinde yatmaktadır. Döllenme günleri, yumurtanın yumurtalıktan salınıp fallop borularına geldiği zamandır.

Spermlerin canlılığını sürdürebilmesi nedeniyle yumurtlama öncesi ve sonrası birleşmeden kaçınmak zorunludur. Ancak âdet döneminin düzensiz olması, yumurtlama gününün kesir» olarak hesaplanmasını güçleştirir. Bu nedenle, hesap yapılırken bir yumurtanın döllenebilme olasılığının en az bir hafta devam edebileceğini dikkate almak gerekir. Bu hesaba fallop borularında 5 gün canlı kalabilen spermlerin bu sürelerini de eklemeliyiz. Bu günlere, 2 gün de güvenlik payı eklenirse, ortaya 15 günlük bir dönem çıkmaktadır.

Peki bu iki hafta tam olarak ne zaman başlar?

Yukarıda belirtildiği gibi her şey yumurtlama zamanına bağlıdır. (Bu kesin olarak hesaplanabilseydi, güvenilmez günler iki haftadan daha az olacaktı.) Yumurtlama çoğunlukla âdet döneminin ortasında ya da daha kesin olarak gelecek âdet görmenin başlangıcından iki hafta önce başlar. Genç kızlık ya da menopoza yaklaştıkları dönemlerinde çoğu kadının âdet görmeleri düzensizlesin Hatta âdet dönemleri düzenli olan kadınlarda bile normal sayılan 2 ile 5 gün arasında değişiklikler olur. («Kadının Cinsel Organlarına bakınız.)

Kadın bazı kesin sonuçlara ulaşmak için iki ayrı yöntem uygulayabilir. (Aslında gün sayma yöntemini benimseyen kadınların çoğu bu iki yöntemi



doğal olarak uygulamaktadır.) İlkin kadın yataktan çıkmadan önce, her sabah, özel bir ısıölçerle vücut ısısını belirler (normal ısı). Vücut ısısı, âdet görürken biraz artar, yumurtlamadan önce de önemsiz bir düşüş çizgisi izler. Kadının 6 ay önceki ısı kayıtlarıyla karşılaştırma yapılarak bir dahaki yumurtlama zamanı hesaplanır. 'Güvenilmez' günleri bulmanın ikinci yolu da, kadını en az 8 aylık âdet görme kayıtlarının belirlenmesidir. Bu zaman çizelgesini kullanarak kadın en uzun ve en kısa âdet görme dönemlerini seçer, sonra gelecek âdet görme döneminin ilk 'güvenilmez' gününü bulmak için en kısa âdet döneminden 18 günü çıkarır. Gelecek âdet görme döneminin son 'güvenilmez' gününü bulmak için de en uzun âdet görme

GÜNSAYMA YÖNTEMİ

(NORMAL ISI)



döneminden 11 gün çıkarır. Örneğin, en kısa âdet görme dönemi 25 gün ise, 25-8: 17'dir. Bu sayı, kadının gelecek âdet görme döneminin ilk 'güvenilmez' günüdür.

En uzun evre 31 gün ise, 31-11: 20'dir. (Yirminci gün bir dahaki âdet görme evresinin son 'güvenilmez' günü olmaktadır.)

Gün sayma yönteminin yollarından her biri (normal ısı ve zaman çizelgesi) uzmanların kılavuzluğuyla hesaplanmalıdır. Hiç kimse bunu kendi başına denememelidir. Bununla birlikte bazen bir doktorun yardımıyla da olsa kimi durumlarda bu yöntem pek güvenilir olamamaktadır. Örneğin, en uzun âdet görme evresi, en kısasından 10 gün daha fazla farka sahip kadınlarda bu yöntem hiç çalışmaz. Bedensel ve duygusal sorunlar evrelerin uzunluğunu değiştirebilir ve ayrıca bazı kadınlarda cinsel birleşmeye tepki olarak ani yumurtlama olasılığı bulunmaktadır.

Birçok olumsuz yanlarına karşın bu yöntem Batıda Katolik ülkelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü Katolik kilisesi ancak böyle bir önleme izin vermektedir. Bazen yöntemin sakıncalarını vurgulamak için bu yönteme 'Katolik Ruleti' de denilmektedir.

Yakın zamanlarda gün sayma yönteminin başka yolları da tutunmaya başlamıştır. Bunlar 'kas yöntemi' ya da bunu ilk ortaya atan kişi olduğu için 'Billings Yöntemi' olarak bilinir. Bu yöntem, yumurtlamada dölyatağı boynu kaslarının normal olarak açık ve kaygan olduğu gerçeğine dayanmaktadır.

Yumurtlama zamanı, spekulum ve el aynası yardımıyla dikkatlice gözlenerek kadına kolayca gösterilebilir. Bu gözlem sayesinde 'güvenilmez' günlerde, yani yumurtlama günlerinde cinsel birleşme yapılmayarak döllenmenin önüne geçilir. Ne var ki bu yöntem bir uzmana danışılmaksızın uygulanmaya kalkılırsa gerçekten yararlı olamaz. Aslında bu olgu yöntemin fazla kullanılmasını gündeme getirir.

Sonuç olarak şimdiye dek anlatılan üç gün sayma yöntemi de pek etkin değildir.

Spermisidler

Spermisid, herhangi bir döllenme olasılığını ortadan kaldırmak için sperm öldürücü olarak kullanılan kimyasal maddelere verilen addır. Vajina köpüğü, krem, jöleler, köpük tabletleri ya da fitiller başlıca spermisidler arasındadır. Kimi kadınlarda yan etkilere yol açtığı için kullanmaya başlamadan önce bir doktora başvurmada yarar vardır. Spermisidal koruyucular kullandığı halde gebe kalan kadınların çocuklarında bu maddelerin yan etkilerinin görülebileceğinden kaygılanılması yersizdir.

VAJİNA KÖPÜĞÜ

Vajina köpükleri küçük bir aerosol kutuda bulunur. Aerosol kutu, kullanımdan önce iyice çalkalanır. Koruyucu köpükle doldurduktan sonra, kadın, köpüğü vajinanın iç kısımlarına yaymaya çalışmalıdır. Bu işlem her birleşmeden önceki yarım ile bir saat arasında yapılmalıdır. İki koruyucu kullanılırsa daha yararlı olur. Vajinadan içeriye gönderilen köpük, dölyatağı boynunu kaplayarak spermlerin ölmesini sağlar. Böylece herhangi bir canlı sperm hücresinin dölyatağı girişinde dolaşmasının önüne geçilir. Erkek de birleşme sırasında prezervatif kullanırsa köpüğün koruma gücü daha da artar.

% 90 olan etkisi, prezervatifle birlikte % 100'e çıkar.

SPERMİSİDAL KREM VE JÖLELER

Spermisidal krem ve jöleler, uygulandığı yüzeye kimi zaman eşit ölçüde dağılmadığı için köpüklerden daha az etkili olurlar. Bazıları vajinal köpük gibi tek başına kullanılabilir. Ancak bir diyaframla birlikte kullanılması koruyucu gücünü artırır. Aslında bunların kullanımında diyaframın pek bir önemi yoktur, bunun yerine erkeğin bir prezervatif kullanması daha yerindedir. Sonuç olarak bu spermisidler, diyaframsız birleşmede fazla etkin olmazlar.

VAJİNAL KÖPÜK TABLETLERİ VE FİTİLLER

Vajinal köpük tabletleri ve fitiller, vajinanın içine yeterli ölçüde girebildiklerinde etkili olabilirler. Bu nedenle onları her birleşmeden 10-15 dakika önce bu uyarıyı dikkate alarak vajinaya yerleştirilmelidir. Ancak bu koruyucular da yalnız kullanıldıklarında gebelik önleyici olarak etkili sayılmazlar.

Diyafram ve Jöle

Diyafram küçük, esnek, düğme biçiminde, lastikten yapılma bir alettir. Döl-yatağı boynu yakınlarına yeleştirilerek sperm hücrelerinin dölyatağına girmesini engeller. Diyaframın etkisini artırmak için içine ve kenarlarına jöle ya da krem sürülmelidir. Diyaframın boyutu, kullanan kadının vajinasının yapısına göre değişebilir. Ayrıca doktor tarafından yerleştirilmesi iyi olur. (Kadın her gebelikten sonra ve her iki yılda bir diyafram büyüklüğünü gözden geçirmelidir.) Doktora başvurulduğu zaman bunun nasıl kullanılacağı konusunda da bilgi alınmalıdır. Birleşmeden 6 saat öncesine değin takılabilen diyaframlar, birleşmeden en geç 8 saat sonra da çıkarılmalıdır. Eğer çiftler bu süre dolmadan yeniden birleşirlerse, diyaframı çıkarmak gereksizdir. Ancak bu kez vajinaya birazcık krem ya da jöle sürülmelidir. Diyafram, birleşme sonunda çıkarıldıktan sonra sabunlu suyla yıkanarak yeniden kullanmak üzere saklanmalıdır.

Sonuç olarak diyafram, spermisidal jöle ya da kremle birlikte kullanılırsa, çok etkin bir gebelik önleyicidir.

Diaların Yerleştirilmesi

Rahim için araçları (DİA, spiraller), eskiden beri kullanılmaktadır. Ancak bu araçların çok gelişmiş örnekleri yakın zamanlarda ortaya çıkmıştır. Modern bir DİA, esnek bir metal ya da küçük plastik bir parçanın alt kısmına bir naylon ip tutturularak yapılmaktadır. Doktorun yardımıyla gebelik önleyici olarak, adından da anlaşıldığı gibi, dölyatağının iç kısmına yerleştirilir. DİA'lar para, spiral ya da 7 rakamı gibi değişik biçim ve büyüklüklerde olabilmektedir. Aslında DİA'ların da tam işlevi konusunda kapsamlı bir açıklama yapılamamaktadır. Ancak bu araçların uygun koşullar altında spermle yumurtanın birleşmesinin önüne geçtiği ya da döllenmiş yumurtanın dölyatağı duvarında yuvalanmasını engellediği sanılmaktadır. Bunların işleyişine ilişkin birkaç görüş ileri sürülmekle birlikte, içlerinden bir tanesi ağırlık kazanıyor; DİA'lar yerinde kaldıkları sürece gebelik önleyici işlevleri son derece güçlüdür. Hiç dokunulmadan yerinde yıllarca kalabileceği gibi, gebe kalmak istenildiğinde de kolayca çıkartabilmektedir.

ÜÇ MODERN RAHİM İÇİ ARACI (DİA-SPİRAL)





DİALARIN YERLEŞTİRİLMESİ

Son zamanlarda hapların bileşiminde bulunan hormonların kullanıldığı bir DİA türü geliştirilmiştir. Progestasert olarak bilinen bu aygıt, birbirinden farklı iki korunma yöntemi üzerine oluşturulmuştur. Öteki DİA'lara benzememekle birlikte, Progestasertler de yılda bir kez değiştirilmelidir.

DİA'lar ne yazık ki bazı durumlarda kadının haberi olmaksızın yerlerinden kaymaktadır. Bu nedenle her âdet dönemi sonrasında vajina içindeki ip yoluyla aletin ne durumda olduğu gözden geçirilmelidir. Eğer kadın hiç çocuk sahibi olmamışsa, DİA'lar şiddetli kramp ve kanamalara neden olabilir. Böyle durumlarda doktorun da önerisiyle DİA'lar yerlerinden çıkarılabilir. Bununla birlikte, birçok kadın, önce biraz rahatsızlık geçirse bile DİA'lara bir süre sonra alışmaktadır. Sonuç olarak DİA'lar çok etkin bir gebelik önleyicidir.

«Hap»

Gebelik önleyici haplar, kadın yumurtalıklarının ürettiği östrojen ve preges-trojen hormonlarının yapay yolla elde edilenlerinden yapılmaktadır. Bu tür haplar, yumurtanın yumurtalıklarından çıkmasını engeller. Aynı zamanda dölyatağı boynunda döllenmeyi önleyici bazı gelişmelere de yol açmaktadırlar. Bu yanlarıyla haplar, spermin dölyatağına girmesini engellemektedir. Bu sürecin sonunda da kadın gebe kalmaktan kurtulmuş olur.

Haplar, bir ayda biten kutular halinde hazırlanmaktadır. Âdet görme döneminin beşinci gününde başlanarak 20 ya da 21 gün süresince her gün bir hap alınır. Haplar bitince, yeni âdet döneminin beşinci gününe değin bu işleme ara verilir. (Bazı kutularda 28 hap vardır, bu durumda son 7 gün hap alınmaz.)

Haplar, ancak düzenli kullanılırsa yararlı olacağından herkese her gün aynı saatlerde alması öğütlenir. (Örneğin uyandığı zaman, sabahleyin dişlerini fırçalarken, kahvaltıda, yemekte, yatmaya hazırlanırken vb.) Böyle uygulanacak bir günlük düzen, kadının hap almayı unutmasını önler. Eğer hap almayı bir gün unutursa, ikinci gün yine alışageldiği zamanda alarak yöntemi sürdürebilir. Arka arkaya iki kez alınmazsa, bu kez kadının geri kalan günler için bir başka gebelik önleyici kullanması gerekir. Gebelik önleyici haplar yalnızca reçeteyle verilir. Yakın zamanlarda sonuçlanan araştırmalarla hapların bazı yan etkilerinin olabileceği, bunun özellikle 40 yaşını aşmış kadınlarda daha sık görülebileceği belirlenmiştir. Tabii doktor tavsiyesiyle kişiler bu tür haplardan hangisinin kendileri için uygun olacağını öğrenebilirler.

Bu hapları henüz kullanmaya başlayan kadınlarda, başlangıçta gebeliği çağrıştıracak belirtiler görülebilir. Ağırlığın artması, mide bulantısı ve bir yumuşamayla göğüslerin irileşmesi, bu belirtilerden birkaçıdır. Aslında belirtiler birkaç ay içinde kaybolmakla birlikte, bu süre sonunda hâlâ devam ediyorsa kadına o an kullandığı hapı bırakıp başka bir hapa başlaması öğütlenebilir. Öte yandan, bu tür hapların kan pıhtılaşmasına da yol açtığı ileri sürülmektedir. Kuşkusuz böyle bir durumda kadının sağlığı, gebelikten çok daha önemlidir. Sonuç olarak bu hapların % 100 etkili olduğu söylenebilir.

Cinsel Birleşmeden Sonra Alınan Haplar

Herhangi bir gebelik önleme yöntemi uygulamaksızın cinsel ilişki kuran ya da kullandığı yöntemin etkin olmayacağına inanan ve bu yüzden gebe kaldığını sanan kadınlar 'morning arter pili' olarak adlandırılan haplardan alarak, gebeliğin önüne geçebilirler. Yoğun östrojen içeren bu haplar, döllenmiş yumurtanın dölyatağı duvarına yuvalanmasının önüne geçerler. Reçete ile satılırlar ve birleşmeden sonraki üçle beş gün arasında alındıkları zaman etkili olurlar.

Artık bu tür haplar bir kez başlandıktan sonra daha sonraki kullanımlar için reçetesiz sağlanabilmektedir. (Ülkemizde de böyle bir uygulama yaygınlaşıyor.)

ERKEK YA DA KADIN İÇİN BİR BAŞKA GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMİ

Kısırlık

Kimi erkek ya da kadın, artık hiç çocuk yapmamaya karar verirler. Bunu gerçekleştirmek için en etkin gebelikten korunma yöntemi sayılan kısırlaştırmayı seçerler. Ancak bu öteki yöntemlerden farklıdır ve küçük bir ameliyat gerektirir. Öte yandan doktorlar çok yakın zamanlarda ayrıca kısırlığı giderip yeniden eski haline getirecek yeni ameliyat teknikleri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Ancak bu girişimler henüz başlangıç aşamasındadır.

ERKEĞİN KISIRLAŞTIRILMASI: VASEKTOMİ

Erkeğin kısırlaştırılması basit, güvenli ve birkaç dakikada yapılabilen meni kanalı ameliyatı yoluyla, yani vasektomi ile sağlanır. Torbanın her iki yanında bulunan ve içinde spermlerin yol aldığı ince kanalların kesilerek bağlanmasından başka bir şey değildir vasektomi ameliyatı. Ameliyat sonucunda, sperm hücreleri, meniye karışmayıp vücut içerisinde emilerek yok olur. Bunun sonucunda erkek, kadını gebe bırakamaz. Erkeğin cinsel işlevinde bir değişiklik yaratmaz bu ameliyat. Sertleşme, orgazm ve boşalma her zamanki gibi devam eder. Başka bir deyişle, vasektomi, bir erkeğin cinsel isteğini ya da bu alandaki becerisini hiç etkilemez. Hatta bazı erkeklerin, istenmeyen gebelik korkusu ortadan kalktığı için cinsel birleşmeden eskisine oranla daha çok haz duyduğu görülmüştür. Etkinliği hemen hemen % 100'dür.

KADININ KISIRLAŞTIRILMASI: TÜP BAĞLAMA

Kadında kısırlaştırma, tüplerin bağlanması yoluyla olur. Bu, kadının yumurtalarının içlerinden geçerek dölyatağına ulaştığı fallop borularının kesilerek bağlanmasıyla gerçekleştirilir. Fallop boruları vücudun içerisinde yer aldık-

VASEKTOMİ VE TÜP BAĞLAMA

1- Meni kesesi 2- Erbezi 3- Fallop borusu 4- Yumurtalık 5- Dölyatağı.

A. Vasektomi

Meni kanalları kesilir ve kesik uçlar düğümlenir.

B.  Tüp Bağlama

Fallop borusunun her bir parçası önce bağlanır, sonra da kesilir. Borunun kesilen uçlarındaki yara birkaç hafta içinde kapanır ve uçlar birbirlerinden ayrılır.

lan için kadında kısırlaştırma işlemi erkeğinkinden daha zordur. En azından 24 saat hastanede yatmayı gerektirir. Bununla birlikte, kimi doktorlar lapa-roskop adı verilen bir araç yardımıyla bu ameliyatı basitleştirerek süresini azaltmaktadırlar. Bu ameliyat, fallop borularının bağlanması sonucunda yumurta ile sprem hücresinin karşılaşmasını olanaksız hale getirmektedir. Yani artık ameliyattan sonra kadının gebe kalması olası değildir. Öte yandan, kadının cinsel yaşamında da hiçbir değişiklik görülmez. Kadının duyguları ve orgazm yetisi eskiden olduğu gibi kalır. Hatta, tıpkı erkeklerde görüldüğü gibi, istenmeyen gebelik korkusu ortadan kalktığı için, eskisine göre daha iyi durumda olabilir. Etkinliği % 100'dür.

GELECEKTE GEBELİKTEN KORUNMA YÖNTEMLERİ

Öte yandan, erkekler için de gebelik önleyici hap bulmak amacıyla tıbbi araştırmalar yapılmaktadır yıllardan beri. Ancak bu alanda yapılan testler daha uzun bir zaman süreceğe benzer. Aslında bu çalışmalara ilişkin bazı pratik sonuçlar da şimdiden alınmaya başlanmıştır. Bu arada kadınlar için de birkaç yeni korunma yöntemi üzerinde duruluyor. Bunlar arasında, hapın her gün değil de yalnız cinsel ilişki öncesi alınması için yürütülen çalışmalar en dikkat çekici olanıdır. Başka bir yöntem de, deri altına küçük bir koruyucu kapsülün yerleştirilmesini öngörüyor. Böyle bir kapsülle kan damarlarına gebeliği yıllarca önleyebilecek maddenin boşaltılabileceğine inanılıyor. Bir başka yöntem de, vajinanın kasılması sağlanarak, döllenmeye karşın gebeliğin önlenmesi ya da herhangi bir zamanda sona erdirilmesini amaçlamaktadır. En son yöntemlerden biri de, her üç ayda ya da altı ayda bir vücuda hormon verilerek, gebeliğin önlenmesi biçimindedir.

Bu kısa özetten de anlaşılacağı gibi, henüz deneme aşamasında bulunan korunma yöntemlerinin büyük çoğunluğu, korunmanın önceliği ve sorumluluğunu hâlâ kadına bırakmaktadır. Korunmada erkeğin işlevinin de artırılması bir beklentiden öte gitmiyor henüz. Bundan anlaşılacağı gibi, aslında gereksinim duyulan şey; tam cinsel eşitlik isteminin gebelikten korunma yöntemlerinde de pratik olarak uygulanmasıdır. Yani bu ilişkide koruyucu yöntemler bakımından erkeğin seçeneğinin artırılması da, en azından kadın üzerindeki yükü azaltıcı bir rol oynayacaktır.

DÜŞÜK

 

Düşük, en genel anlamda, dölütün yaşama yeteneğine kavuşmadan gebeliğin sona ermesi diye tanımlanır. Aslında bu tanım, gebeliğin isteyerek ya da istekdışı sona erdirilmesini kapsamaktadır. Öte yandan bu terim, halk arasında istenilmeyen bir gebeliğin istenilerek sona erdirilmesi, yani çocuk düşürme anlamında da kullanılmaktadır.

İstenilmeyen gebeliklerin birçok nedeni vardır. Bazen cinsel ilişki sırasında gebelikten korunmayı bilmemekten, bazen de gebelik önleyicilerin etkisiz kalmasından kaynaklanabilir. Hangi nedenle olursa olsun, istenilmeyen gebeliklerin çok önemli sorunlar yarattığı bir gerçektir.

Zaten bin bir güçlükle yetiştirilen çocuklara bir tane daha eklenince ekonomik sıkıntı iyice artmakta, öte yandan da yeni bebek aile içinde bir dert ve üzüntü kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle aile bireylerinin tutumlarında olumsuz değişmeler olabilmektedir. Üstelik, böyle bir olaya annenin bedensel zayıflığı, hastalıklı olması ya da ancak ilaçlarla ayakta durabilmesi durumu da eklenince koşullar daha da zorlaşmaktadır. Bu durumda gebe bir anne, sağlığını büyük tehlikelere atabileceği gibi, hastalıklı ya da sakat bir doğumla da karşılaşabilecektir. Gebe kalan genç, evlenmemiş bir kız ise, hazırsızlık ya da anneliğin getirdiği sorumluluktan habersiz olabilecektir. Böylece istenilmeyen bir gebelik yalnız onun değil, çocuğun da geleceği konusunda birçok sorunu gündeme getirecektir.

Buna benzer durumlarda kadın, çocuk aldırmanın tek çıkış yolu olduğunu iyice düşünüp karar vermelidir. Ne yazık ki, kimi kadınlar türlü rahatsızlık ya da sakatlıklara yol açan, yaşamlarını tehlikeye sokan üzüntü verici yöntemlerle düşük yapmaya kalkışmaktadırlar. Aslında toplumumuzda çoğunlukla güvenilir bir düşük yapabilmenin zor olması, kadınları bu tür sakıncalı yöntemlere sürüklemektedir. Kadınların çocuk aldırma hakkına sahip olmamalarının yanı sıra, resmi, dinsel ve siyasal yetkilerin aşırı baskıcı tutumları da bu tür kötü yöntemlerin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. (Türkiye'de çocuk aldırma, 1984 başlarında belli koşul altında serbest bırakılmıştır.)

Kendilerini dölütün koruyucusu ilan eden bazıları çocuk aldırmaya karşı çıkarak insan yaşamının bu kutsal görevinin yüceltilmesi (yani doğurmayı) gerektiğini söylerler. Buna benzer bir güdünün kimi insanları ters yönde etkilediği, bu türden insanların düşük yapmak isteyen ve bunun bir hak olarak kabul edilmesi için savaşım veren kadının yanında yer almaya götürdüğü de görülmüştür.

Bu karşıt bakış açıları arasında bir uzlaşma olasılığı görünmüyor. Üstelik bu ikilemin bilime başvurularak çözülemeyeceği de ortadadır. Çünkü bir insan yaşamının ne zaman başladığı ve buna hangi koşullar altında son verilebileceğini kararlaştırmanın bilimsel bir yolu yoktur. Bunlar gerçekte bireysel bilinçle yanıtlanabilecek ahlaksal sorunlardır.

Böyle konulara ahlaksal yol göstericilik geleneksel olarak kurulu birçok değişik din ve felsefi sistem tarafından sağlanmaktadır. Oysa bu-kurumların bakış açıları her zaman aynı olmuyor. Kimi çağdaş dinsel gruplar kimi durumlarda, özellikle gebeliğin ilk aşamalarında çocuk aldırmaya hoşgörüyle yaklaşırken, kimileri de her çocuk aldırmanın bir cinayet olduğu düşüncesiyle (annenin yaşamını kurtarmak durumu dışında) şiddetle karşı çıkıyor. Örneğin bugün Katolik Kilisesi, ortaçağdaki öğretisinin tersine, gebe kalındığı andan başlayarak bir dölütün canlı bir insan sayılması gerektiğine inandırmaya çalışıyor herkesi. Bununla birlikte bilimadamları, tutumlarını, böyle bir özel durumun olup olmadığına göre belirlemeye çalışmıyorlar. İnsanın gebeliği ansızın görülen bir olay gibi değil ancak yavaş yavaş gelişen bir süreç içerisinde oluşur. Bir yumurtanın spermle birleşmesiyle başlar, değişik aşamalardan geçilerek dölyatağı boynuna ulaşır. Bu, yukarıda belirtildiği gibi otomatik bir işleyişle tamamlanmaz. Her zaman görülmeyen kimi beden içi koşullara bağlıdır. Bazı durumlarda da gelişme farklı bir yol izler: döllenmiş yumurta yuvalanamadan dışarıya atılır. İşte tüm bu nedenlerle biz, dölyatağında bir yuvalanmanın başlamasına değin gebeliğin oluştuğundan söz edemeyiz. (Kapsamlı bilgi için «Gebelik» bölümüne bakınız.)

Daha yakın zamanlara değin ABD'nin birçok eyaletinde çocuk aldırma yasaklar arasında yer alıyordu. Bununla birlikte çoğu dar kapsamlı yasalar, olası gebelikleri önlemek için rahim içi araçların, cinsel ilişki sonrasında kullanılan hapların, herhangi bir ceza söz konusu olmaksızın kullanılabilmesi için daha geniş bir bilimsel bakış açısını kabul ettiler. Gerçekten de bu anlayış, gebelik önleyicilerin yaygın bir biçimde kullanılmasını sağladı ve Katolik yorum bu alanda giderek gerilemeye başladı.

Aslında çocuk düşürmenin bir cinayet olduğu düşüncesi hiçbir zaman ABD yasalarına yansımamıştır. Eğer bu durum yasalara geçmiş olsaydı, çocuk aldıran kadın, bir katille aynı cezaya çarptırılacaktı: ölüm ya da ömür boyu hapis. Oysa bu konudaki cezalar daha hafif olmuştur. Üstelik çocuk aldıran kadın, pratikte hiçbir kovuşturmaya uğramamıştır.

Yasanın belirttiği konu üzerinde çağdaş anlayışın hiçbir dinsel ya da ahlaksal görüşe yarayacak bir desteği olamaz. Ancak bazı durumlarda her iki görüşü uzlaştırmaya yöneldiği olur. Gerçekte çok farklı yanlarıyla çoğu kez çatışan inanışları koruması ya da uzlaştırması, ancak kendi yasalarının akılcı anlayışları temelinde olasıdır. Çocuk aldırma söz konusu olunca bu anlayışlar açıkça bir yönü gösterir; konunun tam olarak yetkin tıbbi değerlendirmelere ve bireyin bilincine bırakılması.

Bu yönelim aynı zamanda 1973 yılında ABD Anayasa Mahkemesince de benimsenmiş, gebeliğin ilk üç ayında yaşama zarar vermeme, sağlığı koruma ve tıbbi ölçüler çerçevesinde kadının çocuk aldırma hakkı olduğu kararına varılmıştır. Sonraları, Anayasa Mahkemesinin kararı genişleyerek annenin sağlığını korumak ve geliştirmek amacıyla, gebeliğin üçüncü ayından sonra da çocuk aldırmanın yasalara uygun olacağı aşamasına ulaşıldı. Ancak yine annenin yaşamsal durumu ve sağlığını koruma amacı dışında, dölütün anne dışında da yaşayabileceği büyüklükte iken çocuk aldırmayı kısıtlayan bir durum da söz konusudur.

Tıbbi nedenlerle, esas olarak 19. yüzyılın sonlarında yürürlükte bulunan kısıtlı düşük yasalarını anımsamak belki yararlı olur. O dönemde kadını kolayca ölüme götürebileceği için çocuk aldırma çok tehlikeliydi. Çocuk aldırma ameliyatları, tıbbi gelişmenin bir sonucu olarak ancak şimdilerde mükemmel bir noktaya ulaşmıştır. Özcesi, bugün düşük özel bir konu olarak ele alınmakta, gerektiğinde onun koruyucu rolü azaltabilmektedir. Aslında bu resmi tutum, düşüğün istenilen bir şey olduğunu göstermez. Anayasa Mahkemesi yalnızca çocuk aldırmanın suç olduğunu ileri sürmeyi doğru bulmuyor. Çocuk aldırmanın cinayet olduğunu düşünenler bunu yadsımakta özgürdür. Bu, tam anlamıyla zorla anne olmak gibi, zorla çocuk aldırmanın da öz-istem, özgürlük, eşitlik idealleriyle bağdaşamayacağına benzemektedir.

Geçmişte bu idealler büyük ölçüde gerçekleşmeden kalmak zorundaydı. Üstelik bu çocuk aldırma gündeme geldiğinde, çok daha eşitsiz ve kaba uygulamalar etkinliğini sürdürüyordu. Kadınların güvenli ve resmi makamların kabul ettiği ölçüler çerçevesinde bir düşük yapabilmesi için, bulunduğu yerden başka bir eyalete ya da daha liberal yasalarla yönetilen ülkelere gitmesi gerekiyordu. Ancak bu yol da yöneticilerce engellenmekteydi. Aslında tehlikeli sayılan ve kabul edilen düşükleri ve istenilmeyen doğumlara katlanmak zorunda olanlar, yoksul ve eğitilmemiş insanlardı.

Tüm bu çocuk aldırma olayları ve sorunlarından şu kısa sonuçları çıkartmakta yarar var:

•    Çocuk aldırmayı düşünmeye başlayınca hemen bu işin uzmanına danışın.

•     Erken çocuk aldırma her bakımdan daha iyi olur.

•     Ülkemizde de ilgili hastane ve doktor muayenehanelerinde çocuk aldırmak, artık resmen kabul edilmiş bulunmaktadır.

•     Usta olmayan, zaman zaman kadının ölümüne bile neden olan sözde uzmanlardan uzak durun.

•     Bu işi kendi kendinize yapmaya kalkışmayın.

ÇOCUK ALDIRMA YÖNTEMLERİ

Gebeliğin başlarında ya da sonlarında çocuk aldırma arasında çok büyük farklar vardır. Başlarda yapılan daha iyi sonuç vermektedir. Gebeliğin ilk 12 haftası içerisinde yapılan işlemler hiç kuşkusuz daha güvenlikli ve basittir. Üstelik bu dönem içinde yaptırılan düşük sonucunda hastanede bir gün bile yatmaya gerek kalmaz. 12. haftadan sonra şikayetler daha büyük riskler taşır ve ameliyat için daha zor teknikler kullanılır. Çoğunlukla, hastanede de birkaç gün yatmak zorunludur. Doğal olarak geç çocuk aldırma daha pahalıya patlar. 20. haftanın sonuna gelindikten sonra çocuk aldırma, resmen kabul edilmiş olsa bile tıbben oldukça güç ve nazik bir duruma yol açabilir. Bu dönemde dölüt, bir erken doğum olasılığı gerçekleştiğinde, yaşayabilecek duruma gelmiştir. Bu ve benzeri nedenlerle doktorların çoğu böyle bir ameliyata girmeye karşı çıkar.

Erken de olsa her çocuk aldırmanın bir ameliyat olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Bu ameliyatlar sonucu beliren rahatsızlıkları ortadan kaldırmak amacıyla daha güvenli çocuk alma yöntemlerinin bulunmasına çalışılmakta.

Bunlardan biri de «prostaglandis» yoluyla dölyatağı kaslarının kasılmasını sağlamaktır. Prostat bezi tarafından üretilen ve erkek menisi içinde bulunan bu madde, dölyatağına akıtıldığında şiddetli kasılmalara neden olmaktadır. Bu kasılmalar sonucunda da dölüt yuvalandığı yerden kurtularak, kendiliğinden dışarıya atılır. Ancak bu yöntem henüz deneme aşamasında olduğu için yaygın bir kullanıma geçilememiştir.

Çocuk aldırma, istense de istenmese de günün birinde ailenin karşısına çıkacak bir olay. Bu nedenle değişik çocuk aldırma yöntemlerini bilmek ve gerekli tıbbi bilgilere sahip olmak, kadının çocuk aldırma öncesi ve sonrasında ne gibi durumlarla karşılaşacağını görmesi açısından yararlı olacaktır. Belki de bu bilgileriyle başından geçecek herhangi bir çocuk aldırma ameliyatının yeterli olup olmadığını ya da bu ameliyatta kullanılan tekniğin yasalara uygunluğunu, öğrendikleriyle değerlendirmeye çalışacaktır.

İLK ÇOCUK ALDIRMALARDA KULLANILAN YÖNTEMLER

Âdet Düzenleme

Alışılagelmiş gebelik testleri, son âdet görmeden sonraki günler ya da 40 güne değin olan günler için güvenilir bir sonuç vermez. Bu yüzden kadınlar bu dönemde gebe olup olmadıklarını sağlıklı bir biçimde öğrenebilmek için bir doktora başvurmalıdır. Bu işlem, rahim içi araçlarına ayrılan zamandan daha fazla tutmaz. Üstelik işlemin kendisi de bu aracın yerleştirilmesi sırasında izlenen yola benzer. Doktor, gebeliği önlemek için küçük bir tüpü dölyatağı boynuna koyar.

Kadın, gebeliğinin ilk aşamasında çocuk aldırıyorsa, düşük ya da kürtaj terimi yalnızca bu işlem için kullanılabilir. Ama yukarıda da belirtildiği gibi salt âdet görme döneminin gecikmesi kaygısıyla doktora gelmişse, yani gebe olup olmadığı henüz bilinmiyorsa, âdet görme döneminin başka nedenlerle geciktiği durumu açıklamak için âdet 'düzenlemesi' terimini kullanmak yerinde olacaktır.

Âdet düzenleme işi, doktorun dölyatağı boynuna ucu havasız olan, yani havası boşaltılmış bir tüpü yerleştirmesiyle başlar. Bu hava boşluğu yardımıyla çekilen parçalanmış dölyatağı duvarı dışarıya atılır. Bu işlem, çocuk aldırmanın anlamı (yani sonuçları, niteliği) ile gebelikten korunma arasındaki boşluğu doldurmak anlayışı üzerine kurulmuştur.

Emme

Vakum kürtajı denilen emme yöntemi, gebeliğin 12. haftasına değin uygulanabilecek en güvenli yöntemdir. Yalnız ABD'de değil, Batıda ve ülkemizde de yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Bu yönteme göre önce dölyatağı genişletilir; sonra ucunda emme pompası bulunan bir tüp dölyatağına yerleştirilir. Pompa bir elektrik süpürgesi gibi çalışarak dölyatağındaki plasenta ve embriyonu emerek dışarı çıkarır, sonra bu maddeleri tüpün içerisinde bulunan toplama şişesine boşaltır. Tüm ameliyat süresi birkaç dakikayı geçmez. Ameliyat sonunda hasta birkaç saat dinlendikten sonra hastaneden taburcu edilir.

Genişletme ve Kürtaj

Eski teknik, basit olarak 'G ve K', yani genişletme ve kürtaj yöntemi olarak bilinir. Aslında emme yönteminden çok farklı değildir: Bu işlemdâ dölyatağı boynu genişletilir. Ancak tüp ya da vakum pompası kullanılmaz. Ameliyat tamamen elle gerçekleşir. Ameliyata ucu hafif eğimli kaşık gibi boş bir aletin yardımıyla başlanır. Küret adı verilen bu aletin dölyatağına sokulmasıyla dölyatağı duvarında yuvalanmış bulunan embriyon ve plasenta kazınır. Ameliyat yaklaşık 15 dakika sürer.

GEÇ ÇOCUK ALDIRMALARDA KULLANILAN YÖNTEMLER

Tuz İçitme

Bu yöntemde dölütün çevresi tuzlu suyla çevrelenir. İşlem karın boşluğundan dölyatağı içerisindeki dölüt torbasına bir iğneyle su verilmesinden oluşmaktadır. Dölyatağı, işlemden sonraki iki gün içinde kasılmaya başlar. Böylece dölütün kendiliğinden dışarı çıkması sağlanır.

Histerotomi

Histerotomi, minyatür bir sezaryen ameliyatı olarak tanımlanabilir. Karın boşluğunda açılan bir yarıktan dölüt ve plasentanın dışarı çıkarılmasıdır. Ancak bu ameliyat sonucunda hastanede birkaç gün yatmak zorunludur. Histerotomi yaptıran bir kadın (Histeroktomi, ya da dölyatağının kaldırılmasıyla karıştırılmamalıdır.) yeniden gebe kalabilir, ancak bebeğini doğuracağı zaman genellikle sezaryan ameliyatı uygulanır.

ÜÇ KÜRTAJ YÖNTEMİ

1. Genişleme ve Kürtaj

Resimde, kimidölyatağı boynu genişleticileri ve bir küret görülüyor. Genişletici ve küretler, dölyatağı boynunu açmak için kullanılır. Aşağıdaki resimde, modern emme yöntemi görülüyor. Bu yöntemde, dölyatağı duvarından plasenta ve dölütü kazımak için yalnızca küret kullanılır.

2. Emme Yöntemi

Emmenin olabilmesi için ilkönce dölyatağı boynu bir aletle açılır. Sonra bir emme tüpü, genişletilmiş dölyatağı boynundan dölyatağına yerleştirilir. Bu tüp, embriyon ve plasentayı emerek bir şişeye boşaltır.

3. Tuz içitme Yöntemi

ilkönce dölyatağına bir iğne sokulur. Bununla dölüt tor-basındaki sıvının bir kısmı alınarak, yerine yoğunlaştırılmış tuzlu su içitilir. Bu su ile dölütün ölmesi sağlanır.