2. CİNSEL ORGANLAR

Erkeklere ve dişilere, cinsel olgunluklarına yaklaştıkları zaman artık çocuk yapabilecek bir yaşa geldikleri söylenir. İki cinsiyetin, yeni yaşamın yaratılmasında ayrı roller oynamaya başlamalanyla birlikte, erkek ve dişi vücudu birkaç belirgin farklılık gösterir. Benzerlikleri olduğu kadar farklılıkları da anlayabilmek, bu geleceğin aile bireylerine, kendilerine özgü sorumlulukları tanıttıktan başka, mutlu bir yaşam için büyük yardımlarda sağlayabilecektir. Böylesine önemli bir konuyu, yani dişi ve erkeğin cinsel anatomisi ve fizyolojisini ayrı bir bölümde sunmak daha yararlı görünüyor. Aşağıdaki sayfalar, erkek vücudunun görünüşünü ve cinsel etkinlik ile döllemeye uygunluğunu tartışmaya ayrılmıştır.

ERKEK CİMSEL ORGANLARI

 

İnsanlığın doğuşundan bu yana cinsel organlara vücudun tüm öteki organlarından ayrı bir özellik ve gereksinim nedeniyle dikkatle yaklaşılmıştır. Bazı toplumlar onlara tapınmışlar ve büyüleyici bir güç olarak inanmışlardır. Amerikan kültürü ise tam tersine onları uzun zamandan beri utanılan bir nesne olarak ele almıştır. Cinsel organların öyle şaşırtıcı, yüz kızartıcı, iğrenç, kirli ve adı ağıza alınmayacak bir şey olarak kabul edilmesi etkisini uzun zaman sürdürmüştür. Özcesi, istenilmeyen kötü şeyler arasında sayı-lagel mistir.

Günümüzde artık oldukça uç anlayışlar haline gelen bu yaklaşımlar ortadan kalkarken, ne yazık ki çoğu insan da bu konunun açıkça tartışılmasından hâlâ rahatsız olabiliyor. Ayrıca, herhangi bir cinsel konuyu gündeme getirip tartışmaya kalktığımızda, dilimizin de yeterince elverişli olmadığını görüyoruz. Kullanılan çoğu sözcük, bilimsel gözlemlerden çok, törel görüşleri yansıtıyor. İyice tanımlayıcı ve doğru terimler o denli az ki. Örneğin, çoğu tıp el kitaplarında cinsel organlar (Latince 'genitalia': dölleme organları) genital ya da üreme organları olarak tanımlanır. Gerçekte bu terimler ancak çocuk üretme olasılığını ve dölleme işlevini vurgulamaktadır. Sonuçta, böyle tek yanlı terimler, insanı tek yanlı yorumlara götürebilir. Şunu kesinlikle unutmamak gerekir: İnsanlarda döllenme ile cinsellik tümüyle ayrı şeylerdir. Çoğu zaman üreme organları olarak bilinen organlar, üreme organı olarak hiç kullanılmaz, yalnızca cinsel haz verme işlevini yerine getirirler. Bu, üreme yeteneğini kazanmadıkları halde orgazma ulaşan çocukların durumuyla daha açık bir biçimde görülür. İşin doğrusu, cinsel organların üreme işlevi, genelde insan ırkı için oldukça geç kalmış bir buluştur. Cinsel ilişkinin ne olduğunu anlamayan ya da hazırlıksız olan ilkel topluluklar olmuştur ama, kuşkusuz ondan haz duyulduğu da açıktır.

Bu kitapta kullanılan 'cinsel organlar' terimi, iki anlama da geldiği için çok kesin bir anlam kazanamıyor. Her şeyden önce, bu terimden bir kişinin cinsiyetini belirleyen organlar anlaşılmaktadır. Bu anlamda, cinsel organlar, cinsiyetler arasındaki en büyük fiziksel farkı oluşturmaktadır. Bu nedenle cinsel organlar aynı zamanda temel cinsel özellikler olarak değerlendirilmektedir. İkinci olarak, bu terim, kişinin cinsel tepkileriyle ilgisi olduğunu dile getirir. Gerçekten de, bu yanlış izlenimin etkisi altındaki kimi insanlar, cinsel organlara yalnızca cinsel tepkiyle ilgisi açısından yaklaşmaktadırlar. Bununla birlikte, bütün vücudun bir tepkisi yerine insanın cinsel tepkileri birkaç organla kısıtlanmamalıdır. Bu nedenle cinsel uyarı ve dönüşümü etkilediği için, ağız ve deri de birer cinsel organ olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte, sınırlı anlamlara da sahip olsa, böyle bir kullanım alanları olduğundan, cinsel organlar terimi tüm anlamlarıyla birlikte akılda tutulmalıdır.

Bazı erkekler ve kadınlar alışılmış tıbbi terimleri fazla mesleki ve kesin bulurlar. Böyleleri, 'edep yerleri' yerine kabaca bazı özel organlar için üstü kapalı bir dil kullanmayı yeğlerler. Bu terimler cinsel organların tartışılmaksı-zın, gizli kalmasını çağrıştırır, üstelik bunların her nasılsa kulak, ağız ya da

gözlerden daha özel organlar olduğu söylenerek üzerlerine bir giz perdesi çekilmeye çalışılır. Bu tutum, törel değerlerden destek almaktadır, evrensel boyutlardan uzaktır. Aslında 'edep yerleri'nin herkesin anlayacağı biçimde çok yaygın olarak kullanıldığı, hatta cinsel organların dev kopyalarının tapınak, tiyatro vb. toplanma yerlerinde büyük bir gururla sergilendiği kültürler görülmüştür. Bundan başka, kimi toplumların genel çıplaklığa karşı olumlu bir yaklaşım içinde olmamakla birlikte, kimi durumlarda cinsel organları özellikle süs eşyası olarak kullandıkları belirlenmiştir.

Bugün birçok genç insan fazilet gösterisi yapmaya az da olsa, gereksinim duyar. Kural olarak onlar insan anatomisinin herhangi bir parçasından ne korkutulabilir ne de iğrendirilebilirier. Bu tür kişiler basitçe bir merak duyarlar. Böyleleri için cinsellik yaşamın başka bir parçasıyla yüzyüze olmak demektir. Özellikle kendi cinsel olgunlaşmalarını gözlemledikleri ergenlik döneminde, çoğu kez vücutlarından soğutulmuş oldukları duygusuna kapılırlar. Kendilerini gerçekten tanıyabilmek için nesnel bilgi isterler. Gelecekte böyle bilgiler elde olunca, onların gözünde cinsel organlar o eski gizemli ve büyüleyici konumlarının çoğunu yitirecektir. Başka bir açıdan, kendi cinsel anatomilerini gerçekçi bir biçimde anlamaları, daha üretici ve daha sağlıklı bir yaşama için çok iyi bir olanak sağlayabilir.

Aşağıdaki sayfalarda, erkeğin dış cinsel organlarının kapsamlı bir tanımı sunulacaktır. Genç bir insandan bu dış cinsel organlar çoğu kez büyük ilgi yaratır. Bununla birlikte, bunların işlevlerini anlamak için, çoklarının ayırımına bile varmadığı iç cinsel organların varlığını da kabul etmek gerekir.

DIŞ CİNSEL ORGANLAR

Erkek dış cinsel organları penis ve torbadan oluşmaktadır. Torba, erbezleri ve onların uzantılarını içerir. Bu organlar çoğu kez karın boşluğunun dışında olmasına karşın, iç organlar arasında sayılır.

Penis

Latince kuyruk anlamına gelen penis, sertleştirici dokular içeren silindirik bir organdır. Daha açacak olursak: penis içinde uzunlamasına süngerimsi üç bölüm vardır. İkisi birbirine koşut olarak yukarıya doğru uzanır (corpora cavernosa). Öbürü ise alt kısım boyunca uzanır (corpus spongiosum). Daha sonraki bölüm sidik ve meninin içinden geçtiği kanalı, idraryolunu içerir. Kan damarları, bu süngerimsi bölümü kolayca kanla doldurarak penisin sertleşmesini sağlar. Sonuç olarak penis birleşmeye hazır hale gelir. Kan bu süngerimsi dokulardan çekildiği zaman sertleşme sona erer. Penisin sertleşmesi çoğu kez cinsel heyecanla başlar, ancak başka nedenler de etken olabilir. (Kapsamlı bilgi için «Erkeğin Cinsel Tepkisi»ne bakınız.)

Penis, sertleşme halindeyken boyuna ve enine büyür. Penisin dışındaki derinin gevşek olması büyümeyi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca sünnet derisi adını alan bir kısmı, penisin uç kısmında serbest bir kıvrım oluşturur.

ERKEK CİNSEL ORGANLARI

1. Penis 2. Penisin kavernoz dokusu (bir çift) 3. Süngerimsi doku 4. Deri 5. Penis başı 6. Sidik-yolu çıkış boşluğu 7. Erbezi torbası 8. Erbezi (bir çift) 9. Epididim (bir çift) 10. Meni kanalı (bir çift) 11. Meni kesesi (bir çift) 12. Sidik kesesi 13. Prostat bezi 14. Sidikyolu 15. Bulboüretral bez (bir çift)

Sünnet derisi, doğal olarak penisin gland adı verilen baş kısmını kaplamaktadır. Bununla birlikte, bir sertleşme halinde, penis başı sünnet derisinden dışarıya çıkar. Penis başının altı, penisin gövdesinden biraz daha kalın bir yapıya sahiptir. Biçim olarak bir meşe palamudunu andırmaktadır. Penis başı gerçekte süngerimsi dokunun uzantısı olup, dış idraryolu boşluğunu içerir. Penis başının düz yüzeyi sayısız sinir uçlarıyla dolu olduğundan, bu sinirler herhangi bir uyarı, bir temas halinde (özellikle kenar çevresi son derece duyarlıdır) derhal harekete geçerler. Ayrıca, aynı nedenle baş kısım erkekler için önemli bir cinsel haz kaynağıdır. Penis başı, alt kısmından fre-num ya da zar adı verilen bir incedokuyla (sünnet derisiyle) birleşmiştir. Baş halkası, yani kenarının arkasında ve sünnet derisinin altında smegma diye bilinen ve peynir gibi madde salgılayan bezler bulunur. Eğer sünnet

derisi gerginleşirse bu smegma toplanır ve kişide tahrişe neden olur. Bunu önlemek için her gün penisin başındaki sünnet derisinin çekilerek yıkanması yararlı olur.

Aynı zamanda fimosis diye bilinen sünnet derisinin gergin ve darlığı yaygın olarak yapılan sünnetin herhalde maddi nedenlerinden birisidir. Sünnet derisinin alınması cerrahi bir müdahale gerektirir. Aynı zamanda dinsel bir öneme sahip bulunan sünnet, Müslüman ve Yahudi toplumlarda uzun zamandır uygulanan bir gelenektir. Bununla birlikte, dinsel isteğe dayanmaksızın sünnet ABD'de büyük ölçüde yaygınlaşmış ve erkekler için, doğumdan hemen sonra sünnet olmak doğal bir duruma gelmiştir. Bunda, sünnetin cinsel yetenekleri herhangi bir biçimde etkilememesinin de rolü vardır.

Gelişmiş bir erkeğin penisinin ortalama uzunluğu gevşek halde 7.5 cm. ile 9 cm, sertleşme halindeyken 12.5 cm ile 17.5 cm arasındadır. Bununla birlikte penisin büyüklüğü kişiden kişiye değişiklikler gösterebilir. Yaygın olarak bilinen bazı mitlerin tersine, penisin büyüklüğü vücut yapısı, deri rengi ya da cinsel cesaretle ilgili değildir. Çok kısa boylu bir adamın penisi pekâlâ daha uzun boylu birininkinden büyük olabilir. Bir beyaz adamınınki bir zencininkinden büyük olabilir; küçük penisli bir adam, büyük penisli bir adamdan daha çok orgazm olabilir, ayrıca bu olasılıkların tersi de görülebilir. Bundan başka kimi penislerin sertleşme durumuyla normal durumu arasında büyük farklar bulunabilir.

Kültürümüzde pek çok insan, penislerin büyüklüğüyle yakından ilgilenirken, tüm bu söylenilenlerin nedenleri ne yazık ki açıklığa kavuşturulamamıştır henüz. Ama gene de, bu merak bütünüyle yersizdir. Bir penis sertleşme halinde nispeten küçük olsa bile, büyük bir penisin yapabileceği her işlevi yerine getirir. Örneğin, bir kadının vajinası, penisin büyüklüğünü dikkate almaksızın kendini her duruma göre ayarlayabilir ve kadının vajinası az sayıda sinir uçları bulundurduğundan, onun duyularındaki herhangi bir fark, psikolojik etmenler kadar vajinayı çevreleyen kasların dayanıklılığına bağlıdır. (Geniş bilgi için «Kadının Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız). Bu, aynı zamanda anal cinsel ilişki sırasında rektumlar içindeki duyular için de geçerlidir. Pratik olarak anal büzücü kasların ötesinde hiç böyle bir duyu yoktur. (Bu, rektumlarına uzun ve kalın nesneleri sokmaya çalışan insanların önemli bir biçimde yaralanmasının nedenidir, üstelik bunlar o işi de gerçekleştiremezler.)

Torba

Deriden bir kese ya da çantaya benzeyen torba, erbezlerinin doğal yuvasını oluşturur. Torba, penisin alt kısmıyla uyluklar arasına yerleşmiştir. Daha koyu derili olup ter bezlerini içerir. Torbanın iç kısmı ise iki ayrı bölümden oluşmuştur ve her birinde erbezleri ile onların ince sperma kordonu bulunur. Bunlar da karın boşluğuna dek uzanırlar. Bu sperma kordonu, meninin hareket ettiği ince bir boru biçimindedir. Vas deferans, yani meni kanalı olarak da bilinir. Meni kanalı ameliyatla kesilerek kişinin üreme özelliği ortadan kaldırılabilir. (Ayrıntılı bilgi için 'Gebelikten Korunma' bölümüne bakınız) Sperma kordonu, yani meni kanalı aynı zamanda kan damarları, sinirler ve kaslarda içerir. Kesin bir uyarıcıyla, özellikle soğuk havalarda bu kaslar büzülür ve erbezlerini çekerek karına doğru yaklaştırır. Aynı zamanda, torba derisi büzülür ve kırışık bir görünüm alır. Bununla birlikte torbanın alışılmış hali gevşek olup ince, düz bir biçimdedir. Aslında torbanın çalışması bir termostatın işleyişine benzer; meni üretimi için gerekli ısı olursa meni bezlerinin içinde sürekli meni üretilir. Bu sıcaklığın, vücudun öteki bölgelerinde görülenden az daha düşük olması gerekmektedir.

İÇ CİNSEL ORGANLAR

Erkeğin iç cinsel organları, meni ve hormon üretimini sağlayan erbezleridir. Erbezleri, bir kanal ağıyla meni ve meninin oluşması sırasında bazı yardımcı organların çıkardığı salgıların dolaşmasını ve depo edilmesini de sağlamaktadır.

Erbezleri

Erbezleri (erkek cinsel bezleri ya da gonadlar), embriyonun gelişimi döneminde, karında oluşurlar. Bununla birlikte bir erkek bebeğin doğumundan önce de normal olarak torbalara inerler. Erbezlerinin büyüklüğü kişiye göre değişmekle birlikte, her biri ortalama 20-25 gram ağırlığa, 4-5 cm uzunluğa, 2.5 cm kalınlığa ve 3 cm yüksekliğe sahiptir. Karın boşluğunun dışında, torba içerisinde iki ayrı kesede konumlanmıştır. Her iki erbezi de yaklaşık aynı büyüklükte ve biçimde olmasına karşın, sol taraftaki biraz daha aşağıya doğru sarkık durumdadır. Bu nedenle daha büyükmüş izlenimi vermektedir. Erbezlerinin iki işlevi bulunmaktadır:

•  Üreme kanallarıyla boşaltılabilen meniyi üretirler.

•  Doğrudan kan damarlarına gönderilen hormonları üretirler.

MENİ ÜRETİMİ

Bir erbezi, kıl kadar ince halkamsı borular içeren yüzlerce küçük bölümlerden oluşmuştur. Spermatogenesis (ergöze oluşumu) denilen meni üretim süreci bu boruların içinde geçer. Bu işlem, erkek ergenlik çağına yaklaştığı zaman başlar ve yaşamı boyunca kesilmeksizin sürüp gider. Meni üretimi üç aşamada gerçekleşir:

1.  İlk aşama, borunun dış kısmına en yakın hücrelerde başlar. Bu hücrelere ilkel spermatogonia adı verilir. Bunlar vücuttaki öteki hücreler gibi olup biri X, öbürü Y olmak üzere 46 kromozom içerir. Hücre bölünmesi yoluyla tek bir ilkel spermatogonia, iki benzer dişi hücreye dönüşür. Bunlardan biri hücrenin yerini alırken, öbürü de borunun merkezine doğru harekete geçer. Bu hücre daha sonra ana spermatocyte adını alır.

2.  Ana spermatocyte, öteki hücrelerin yaptığı gibi kendisini tekrarlamaz, yani çiftini yaratmaz, ancak tek bir yola ayrılır; ikiye bölünerek yeni hücreleri 22 kromozom artı 1 X kromozu ve 22 kromozom artı 1 Y kromozu-munu paylaştırır. Bu iki yeni hücre, ikincil spermatocyte'ler olarak adlandırılır ve onların her biri öteki vücut hücrelerindeki kromozomların yarısını içerir.

3.  İki ikincil spermatocyte borunun merkezine doğru yaklaşır ve burada her biri yeniden kendine benzer bir hücre yaratır. Bu yeni hücrelere spermatid adı verilir. Spermatidler oluştuktan sonra biçimlerini değiştirerek kuyruklu bir hücre haline gelir ve böylece spermatozoa diye bilinen olgun sperm hücreleri yetişmiş olur. Üç aşamadan oluşan bu gelişme işlemi yaklaşık 64 gün sürer. Köken ve gelişme açısından spermatozoaların iki ayrı türden geldiği açıktır. Bunlar 1 X kromozomu (ve başka 22 kromozom) ve 1 Y kromozomu (ve 22 başka kromozom) içerir. Bir döllenme olduğu zaman X kromozomu taşıyan spermatozoa, bebeğin kız olmasını, Y kromozomu taşıyan spermatozoa ise oğlan olmasını sağlayacaktır. (Geniş bilgi için «Gebelik» bölümüne bakınız.)

HORMONLARIN ÜRETİMİ

Önceki bölümde tanımlandığı gibi erkek ve dişi gonadlar (erbezleri ve

yumurtalar) aynı zamanda kesin olarak hormon üretimini de sağlamaktadır. Bu gonadal hormonlar, erkek hormonları olan androjenlerle.dişi hormonları olan östrojenlere ayrılmışlardır. Bu terimlerin bu biçimde kullanılmasının, bir başka deyişle her iki hormonun da aynı erkek ya da dişide de bulunabileceğini belirtmeden söz etmenin yanlış yerlere götüreceğini bir kez daha anımsatalım. Ve bu hormonların her iki cinste yalnızca niceliğinin farklı olacağını da unutmayalım. Ergenlikten önce ise kız ya da erkekte androjen ve östro-jen düzeyi hemen hemen eşittir. Sonra yetişme sırasında erkek vücuttaki androjenler, östrojenlerden biraz daha yüksek bir düzeye ulaşırken, dişi vücuttaki öströjenler, androjenlerden çok daha yüksek bir düzeye varmaktadır.

Ergenlik döneminde erkekte androjen artışı ikincil cinsel özelliklerin gelişmesine yardımcı olur. Dişide ise aynı dönemde östrojen artışı yine ikincil cinsel özelliklerin oluşmasına yardım eder. İnsan vücudundaki hormonların rolü üzerine aslında daha çok öğrenilecek şey olmasına karşın biz bu alandaki temelimizi şu ana değin öğrendiğimiz birkaç olgu üzerine kurabiliriz.

Gonadal hormonlar genç bir kişinin bedensel olgunluğu için gerekliyken, bu hormonlar yetişkinlerin cinsel etkinliklerinin sürmesi için zorunlu değildir. Başka bir deyişle, erkek ve dişiler, cinsel yetişme döneminde etkinliklerini tam olarak geliştirmek için gonadal hormonlara gereksinim duyarlar. Bir kere bu etkinliğe ulaştıktan sonra bu hormonlar olmaksızın da cinsel işlevlerini yerine getirebilirler. Bu, gerçekte uzun zamandır, menopozdan sonra yumurta üretimi durmasına karşın kadınların cinsel tepkilerinde herhangi bir azalmanın olmaması biçiminde de değerlendirilebilir. Çoğu insanlar, örneğin hadımlaştırmayla gonadal hormonlarından yoksun kalan erkekler, bu gerçeğe inanmakta pek istekli davranmazlar. Hatta birçok ülkede yetişkin erkekler, inançlarına göre hadım edilirler, böylece cinsel işlevleri ortadan kaldırılmış olur. Bu inançların yanlış olduğu artık kesindir. (Ayrıntılı bilgi için «Hormonların Rolü» bölümüne bakınız.)

GENİTAL KANALLAR SİSTEMİ

Erbezlerinde üretilen sperm hücreleri boşaltılma noktasına değin bir genital kanal sistemiyle taşınır. Bu kanallar benzer çiftler içerirler (sırasıyla, epididi-mides, meni kanalı, boşaltma kanalları). Kanallar, sidiği boşalttıkları gibi

spermleri de erbezlerinden alarak karın boşluğuna, oradan da tek bir kanala dönüşen sidikyoluna akıtarak, bu tek kanal yoluyla boşaltma işlemini gerçekleştirirler.

Epididim

Meni üreten tüpçük ya da borucuklarda devamlı oluşan sperm hücreleri, her erbezinin çevresini saran toplama borularına doğru hareket ederler. İşte bu tür borulara epidim adı verilmektedir, (çoğulu: epididimides). Yaklaşık uzunluğu 50 cm olan epididimler, sarmal ve bükülmüş halde bulundukları için kendilerini erbezlerinin uzunluklarından fazla göstermezler. Bir sperm hücresinin toplama borularına, yani epididime ulaşabilmeleri için birkaç haftaya gereksinimleri vardır. Sperm hücreleri bu süreç içerisinde harekete geçebilecek asgari gelişmeyi sağlamış olurlar.

Meni Kanalları (Vasa Deferentia)

Sperm hücreleri toplanma borularına gelmeye başladıktan sonra, bu borulardan daha kısa ve daha yeni borulara girmeye başlarlar. İşte meni kanalları adı verilen bu borular, torbadan karın boşluğuna dek uzanırlar. Meni kanallarının aşağı kısımları sidik torbası derisinin alt kısmından hissedilebile-cek bir konumdadır. Aslında onun bu yapısı meni kanalı ameliyatı olarak da bilinen kısırlaştırmanın kolayca gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktadır. Bu ameliyat sırasında meni kanalları kesilip atılmaktadır. (Geniş bilgi İçin «Gebelikten Korunma» bölümüne bakınız.)

Erbezlerinde birleşmiş, ancak karında iki tane olan meni kanalı burada uzun bir kıvrımla bükülür ve oradan, daha genişlediği sidik torbasının altında bir noktaya ulaşır. Burada kabarcık (ampulla, çoğulu ampullae) adı verilen bir tür kese oluşturur. Sperm hücreleri, boşalmayı beklemek üzere bu keseciklere doğru yol alırlar. Ampullar buradan meni kesesi (vesikül semi-nalis) diye bilinen iki kesemsi kanalla birleşir. Meni kesesinden sonra iki kanal oluşur. Bu boşaltma kanalları, prostat bezinin içinden geçer ve oradan da üretrayla, yani sidik kesesiyle birleşir. (Kapsamlı bilgi için aşağıya bakınız.) Boşaltma kanallarına girmeden önce sperm hücreleri esas olarak kendi kendilerine belirli bir hareket kapasitesinde, boru içinde kasların kasılmasıyla ince kılların hareketine benzer bir biçimde yol alır. Ancak hemen hemen boşalmayla birlikte çok güçlü bir hareket başlar. Bu çarpıcı değişim

meninin oluşmasını sağlayan değişik kaynaktan çıkan birkaç sıvı sayesinde gerçekleştirilir. Meni içerisinde yüzmeye başlayan sperm hücreleri, aynı anda tüm enerjilerini kazanırlar.

Üretra (İdraryolu)

Sidikyolu, sidikkesesinden penisin ucuna değin uzanan tek bir boru halindedir. (Sidikyolu, böbreklerden sidikkesesine uzanan iki ayrı sidikyoluyla, üreterle karıştırılmamalıdır.) Erkeklerde sidikyolunun iki önemli işlevi vardır: sidik ya da meniyi, yani her ikisini de taşımak. Kasların kesin durumu nedeniyle sidik ve meni aynı anda taşınamaz. Sidikyoluna doğrudan sidikkesesinden girerken, birkaç sıvıdan oluşan meni, ancak prostat bezi bölgesindeki özel bazı kapılardan sidikyoluna geçebilir.

YARDIMCI ORGANLAR

Boşalmadan sonra canlı kalabilmek için sperm hücreleri besleyici, koruyucu ve koyu beyazımsı sıvı olan meni'de yüzmeye gereksinim duyarlar. Meninin birkaç farklı sıvı tarafından üretildiğini ve bunların sidikyoluna değişik yerlerden girdiğini biliyoruz. İşte bu çok önemli sıvıların hangi organlarca üretildiğini aşağıda göreceğiz.

Meni Kesesi (Vesikül Seminalis)

Meni kesesi, prostat bezinin hemen üzerinde ve sidikkesesinin altında, meni kanallarının genişlemesiyle oluşan kabarcığa uzanan iki kese halindedir. Eskiden, meni kesesinin spermlerin toplanma merkezi olduğuna inanılırdı. Bugün artık etkin olan görüş, meni kesesisin prostat beziyle birlikte boşalmadan sonra spermlerin etkinliğinin sürdürülmesini sağlayacak bir akıcı sıvı ürettiği olgusudur.

Prostat Bezi

Prostat bezi sert, yuvarlak gövdeli, kestane büyüklüğünde ve doğrudan sidikkesesinin aşağısında yer alan bir yardımcı cinsiyet organıdır. Daha önce tanımlanan iki boşaltma kanalı gibi sidikyolu tarafından bir uçtan bir uca aşılır. Prostatlar da kesin olarak spermlerin döllenme yeteneklerini güçlendiren bir salgı üretir. Bunların bir bölümü sidikle yol alırken, geri kalanları daha büyük salgılar oluştururlar.

Kimi yaşlılarda prostat bezleri genişleyerek sidikyolunun üzerinde bir baskı oluşturur. Böylece sidik boşaltma işi zorlaşır. Böyle durumlarda prostat bezinin ameliyatla kaldırılması gerekebilir.

Gowper Bezi (Bulboüretal Bezler)

Prostat bezinin aşağısında, bezelye büyüklüğünde iki küçük bez vardır. Cinsel coşku ya da orgazm öncesi saydam, alkalin bir sıvı salgılayan bu beze cowper bezi denilmektedir. Boşalmaya yaklaşıldığı sırada, penis ağzında çoğu kez saydam sıvıdan damlalar görülebilir. Bu damlaların sperm hücreleri içermesi kimi zaman olasıdır. (Bu sav, meni boşalması olmaksızın gebe kalınan seyrek durumlar için ileri sürülmektedir.)

Boşalma sırasında, çoğunlukla bir çay kaşığı dolusuna yakın miktarda gelen meni, sperm hücreleri ve epididim, meni kesesi, prostat bezi ve cow-per bezinin salgıladığı sıvıların karışımından oluşmuştur. Bu sıvıların hiçbiri zararlı bir madde içermez. Yanlışlıkla ya da bilerek meni yutanların herhangi bir hastalığa kapılma korkusu yersizdir. Meni, çoğu kez koyu kıvamlı, kurşuni beyaz bir renktedir. Bununla birlikte, kimileyin daha az kıvamlı suya benzer bir görünümde olabilmektedir. Meninin tam miktarı, içeriği ve bileşimi, boşalmanın sık olup olmamasına bağlıdır.

KADIN CİNSEL ORGANLARİ

 

Kadın cinsel organları üzerine nesnel bir çalışma her zaman güç olmuş vebu nedenle onların işlevleri erkek cinsel organlarının işlevlerinden daha az anlaşılmıştır. Bu bilgisizliğin bir nedenide, toplumsal tepkiler ve kadının üreme etkinliği üzerindeki aşırı baskıdır. Kadının orgazmsal etkinliğine ilişkin basit bir bilgi yeterince ilginç değildir. Başka bir neden de, kadın cinsel organlarının ya güç bela görülebilmesi ya da karın boşluğunda olduklarından, görülememesindendir. Çıplak gözle bir kadının kolayca gözlemlenebilecek dış organı daha iç kısımlara yönelecek fiziksel çözümlemelere ilişkin bir ipucu vermez. Böylece kadın çoğu kez kendi vücudunun işlevlerini anlamakta güçlükle karşılaşır. Ancak çağdaş bilimsel çalışmalar sayesinde bu görev çok daha kolayca anlaşılabilir bir duruma getirilmiştir. Gerçekte

birçok sorun yanıtsızlığını sürdürmesine karşın, günlük yaşamın amaçlarına yetecek ölçüde bir gelişme de sağlandığından, kadın artık en azından bu kadar bilgiyi bulmakta zorlanmayacaktır. Böyle olgulara dayalı bilgiler, kadın cinsel organlarına karşı olgun ve sorumlu bir tutumun her iki cinsiyette de gelişmesine yardımcı olurken, eski boş inançlarla birlikte boş yere duyulan korkuları da silebilmektedir.

KADININ DIŞ CİNSEL ORGANLARI

Kadının dış cinsel organları venüs tepesi, büyük ve küçük dudaklar, klitoris ve vajina ağzından oluşmaktadır. Bu organların tümü vulva olarak da adlandırılmaktadır (Latince: kaplayan).

Venüs Tepesi

Venüs tepesi (Latince: Venüs dağı) tam kasıkkemiği üzerindeki deri altında bulunan yağ dokusunu içermektedir. Venüs tepesinin dış kısmı kasık kılla-rıyla kaplıdır. Bilindiği gibi, bu kasık kılları ergenlik döneminde ortaya çıkmakta ve uzaktan bakıldığında Venüs tepesini vulvanın en göze çarpan kısmı yapmaktadır.

Büyük Dudaklar

Büyük dudaklar, yağlı kalın iki deri parçası olup, Venüs tepesinden aşağı kısma doğru vulvanın dış sınırlarını oluşturarak uzanmaktadır. Dış yüzeyi, tıpkı Venüs tepesinde olduğu gibi kıllarla kaplıdır. Büyük dudakların iki yaka-

sı çoğu kez birbirine yakın bir durum alır ve böylece vulvanın öteki parçalarını koruyor görünür.

Küçük Dudaklar

Hemen büyük dudakların altında uzanırlar. İki ince deri parçası halinde olan küçük dudaklar, kan damarları ve sinir uçları bakımından oldukça zengin sayılırlar. Dolayısıyla temesa karşı çok duyarlıdırlar. Küçük dudaklar, üst kısımda klitorisi kaplayan tek bir deri haline gelirler. Bu tabaka aynı zamanda klitoris derisi ya da klitoris başlığı adıyla bilinir.

Klitoris

Klitoris, Venüs tepesinin küçük dudaklarla birleştiği noktada konumlanmış-tır. Klitoris, aslında kanla sertleşebilir bir dokudan oluşmuş küçük, silindirik

DİŞİ CİNSEL ORGANLARI

1. Venüs tepesi 2. Büyük dudaklar (bir çift) 3. Küçük dudaklar (bir çift) 4. Klitoris 5. İdraryolu ağzı 6. Sidik kesesi 7. Vajina ağzı 8. Vajina 9. Dölyatağı boynu (rahim boynu) 10. Dölyatağı (rahim) 11. Fallop borusu (bir çift) 12. Yumurtalıklar (bir çift)

bir organdır. Yani iki süngerimsi bölüm çabucak kanla dolabilir ve böylece organın sertleşmesini, büyümesini sağlayabilir.

Klitoris, kısmen klitoris başlığıyla örtülüdür. Bu başlık, smegma gibi genital salgıların deri altında toplanmasına olanak verirken, bir yandan da tahriş ve başka sorunlara yol açabilir. («Acılı Cinsel Birleşme» bölümüne bakınız.)

Bir klitorisin uyarılmamış durumdaki uzunluğu 2.5 cm'den daha azdır ve çoğu kısmı da gözden ıraktır. Bununla birlikte, uyarılmış durumdaki uzunluğu, alışılmış ölçülerinden iki kat fazla olabilir. Bir başka açıdan klitoris, küçük bir penis ve onun başıyla karşılaştırabilir. Sayısız sinir uçlarıyla dolu olduğu için bir temas sırasında son derece duyarlı bir durum alabilir. Uyarılmış durumdayken, penis gibi dışarı çıkmaz ve başlığı altına gizlenebilir.

Klitoris, mekanik uyarımlarla kolayca duyarlı bir duruma getirilebilir ve kadının cinsel coşkusunda zorunlu bir rol oynar. (Kapsamlı bilgi için «Kadının Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız.)

Vajina Ağzı

Kadında sidikyolunun aşağısında uzanan vajina ağzı, cinsel organlardan bağımsızdır ve yalnızca sidik çıkışı için kullanılır. Çok küçük olan sidikyolu ağzı, vajina ağzı ve klitorisin ortasında bir yerde konumlanmıştır. Sidikyolu ağzının tersine, kızlık zarı denilen bir zarla kısmen kapalı olmasına karşın daha geniştir.

Kızlık zarının fizyolojik işlevleri bilinmemektedir. Bununla birlikte geçmişte birçok insan ona büyük anlamlar yüklemiştir. Örneğin, parçalanmış bir kızlık zarı, kadının bakireliğini yitirmesi anlamına geliyordu. Ama gene de boş bir inandan öteye gidemiyor bu görüş. Nitekim bir kızlık zarının üzerinde çoğu kez bir ya da birkaç deliği bulunması, zarda yırtılma olmadan bir kalemin ya da penisin içeriye sokulabileceğini ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, bazı kadınlarda kızlık zarının kolayca yırtılması, yalnızca bir cinsel ilişki sonucu değil, ağır bir bedensel iş ya da bir spor çalışması sırasında da olabilir. Kimi durumlarda ise kızlık zarı tümden bulunmayabilir. Tüm bu gözlemler sonucunda, bir kadının kızlık zarının durumu, onun cinsel masumiyetini ya da deneyimini gösteren bir ölçü olarak değerlendirilemez.

Çoğu kez, ilk cinsel ilişki, kızlık zarının yırtılması için çok iyi bir yol olabilir, ancak bu durum bir mastürbasyon, bir kızgınlık anında ya da kadının ilk âdet tamponunu kullandığı zaman da olabilir. Kızlık zarının yırtılması, ilk anlarda biraz acı verebilir ve önemsiz bir kanamaya neden olabilir. Bununla birlikte, kadınların bu konuda herhangi bir korku duymalarına gerek yoktur.

Vajina ağzının her iki yanında, kızlık zarı ve küçük dudaklar arasında, Bartholin bezi adı verilen daha büyük bir bez vardır. Bu bez erkeklerde Cowper beziyle bir benzerlik taşır. Bartholin bezleri, az miktarda yağlı bir sıvı salgılar. Bununla birlikte cinsel ilişki sırasında gerek duyulan vajinal yağların çoğu, bu bezler tarafından değil, vajinanın kendi duvarları tarafından sağlanır.

KADININ İÇ CİNSEL ORGANLARI

Kadının iç cinsel organları yumurtalıklar, fallop borusu, dölyatağı (rahim) ve vajinadan oluşmaktadır.

Yumurtalıklar

Yumurtalıklar (dişi cinsel bezleri ya da gonadları) karın içinde, dölyatağının her iki yanında yer alan, ceviz büyüklüğünde birer organdır. Yumurtalıkların iki işlevi vardır.

•  Falop borusuna gönderilen yumurtayı üretir.

•  Doğrudan kan damarlarıyla salgılanan hormonları üretir.

Yumurta Üretimi

Kız çocuğu doğmadan önce, ilerde yumurtalara dönüştüreceği tüm hücreleri, yumurtalıklarda oluşturmaya başlar. İlk zamanlarında bu hücreler oogonla adı verilir. Bu oogonlalar daha sonra oocytes adı verilen olgunlaşmamış gametlere dönüşürler. Bunların bazıları ilerde olgun yumurtaların oluşmasına neden olur. Oogenesis adı verilen bu yumurta üretme işlemi dişi dölütte başlar, ancak doğumla bir duraklamaya uğrar. Böylece her kız çocuğu ergenlik çağına değin gelişmesini donduran 500.000 ana oocytes ile birlikte doğar. Bu süreç içerisinde hiç yeni oocytes üretilmez. Tam tersine, bunların büyük çoğunluğu gelişmesini sağlayamadan daha önce ölmüştür. Nitekim ergenlik çağına yaklaşan bir kızda, gelişme yeteneğini yitirme-miş oocytes sayısı 30.000'in üzerinde değildir. 30 yaşlarına gelindiğinde bu sayı gittikçe azalarak 10.000 dolaylarına inmiş ve menopoz döneminde ise tüm ana oocytes ortadan kalkmıştır. Bir kere oogenesis işlemi, ergenlik döneminde yeniden başlamış, menopoz dönemiyle birlikte her iki yumurtalığın da işlevini yapamaz duruma gelmesine değin yumurtalıkların her biri, her ay bir ya da birkaç yumurta üretmiştir. Üreme dönemi boyunca bir kadın 400 dolayında olgun yumurta üretebilir. Kuşkusuz gebelik için bunların çok küçük bir bölümü her zaman yeterli olabilir.

Tüm bu işler sperm hücrelerinin üremesiyle çarpıcı bir karşıtlık oluşturur. Oysa sperm hücreleri ergenlik döneminin başlamasıyla birlikte her gün milyonlarca sayıda üreyebilmektedir.  (Kapsamlı bilgi için «Erkek Cinsel

Organları» bölümüne bakınız.) Olgun bir yumurtanın gelişimi birkaç aşamada gerçekleşir: Her ana oocytes, bir küme destekleyici hücre içerir. Bu hücre kümeleri yumurtalığın dış tabakası altında uzanır. Her ay, hormonların kesin etkisi altındaki kümelerden biri, yumurtalığın dış yüzeyinde oldukça geniş bir kabarcık görünümüne ulaşıncaya değin gelişimini sürdürür. Bu kabarcığa, 17. yüzyıl anatomistlerinden de Graaf onuruna Graafian folikülü adı verilmiştir. Folikülün (bezcik) gelişme döneminde herhangi bir dişi gövde hücresinin içerdiği 46 kromozon (2 X kromozomu içerir) gibi çok eşitsiz büyüklükte iki yeni hücreye bölünür. Bu yeni hücreler, nispeten geniş ikincil oocytes (olgunlaşmamış dişi gamet) ve polar body denilen mini cisimlerdir. Bu bölünmede 46 kromozom da parçalara ayrılır ve onların yarısı yeni hücrelerin her birine dağılır. Böylece ikincil olgunlaşmamış dişi gamet bu sırada oluşan mini cisimler (polar body) gibi 23 kromozom içerir (bir tanesi X kromozumudur).

Bu mini cisimler ölerek parçalanır. Yalnızca ikincil dişi gametler olgunlaşma için ayrılır. İlkönce oocyte, gelişmekte olan sıvı folikülün içinde serbestçe yüzer. Nihayet folikülden ikincil oocyte karın boşluğuna çıkar. Bu çıkma, dökülme işlemine yumurtlama denilir. Daha sonra, ikincil olgunlaşmamış dişi gamet en yakın fallop borusuna girer. Burada yeniden eşitsiz iki yeni hücreye bölünür: Biri nispeten geniş ootid (olgun yumurta), öbürüyse ikinci mini cisimdir (polar body). Bununla birlikte, bu bölünme sonucu parçalanan kromozom sayısından daha çok üreme olur. Böylece hücrelerin her ikisi de 23 kromozom alıkoyar (biri X kromozomudur). Bu son bölünme ve ikinci mini cismin (polar body) çıkarılması, yalnızca döllenmeden sonra gerçekleşir, ikinci mini cisim de, tıpkı birincisi gibi, ölürken ootidin 23 kromozomu, spermatozoon'un 23 kromozomuyla birleşir. Böylece, vücudun öteki hücrelerinde görüldüğü gibi, 46 kromozom içeren yeni bir hücre oluşur. (Ayrıntılı bilgi için «Gebelik»e bakınız.)

Hormonların Üretimi

Önceki bölümde de tanımlandığı gibi, erkek ve dişi gonadları aynı zamanda hormonlar üretmektedir. Bu gonadal hormonlar, dişi hormonları olan östrojenle erkek hormonları olan androjene ayrılmışlardır. Bununla birlikte, erkek ve dişi hormonlarının, erkek ve dişi vücudunda aynı anda bulunmasının yanlış yorumlara yol açabileceği belirtilmiş, ayrıca bunların yalnızca

nicelik bakımından farklı olduğuna dikkat çekilmişti. Ergenlik öncesinde, erkek ve kadın vücudundaki androjen ve östrojen düzeyi aynı orandadır. Bu denge sonraları, yetişme sürecinde değişmeye başlar. Erkekte andro-jenler, östrojenlerden birazcık fazla bir düzeye, kadında ise östrojenler, and-rojenlere göre çok daha fazla bir düzeye ulaşır. Kadınlarda, ergenlik döneminde östrojen artışı, ikincil cinsel özelliklerin gelişmesine yardımcı olur. (Erkekte androjen artışı da ikincil cinsel özelliklerin gelişmesine yol açar.)

Östrojen (andojen)e ek olarak, cinsel bakımdan olgun dişi yumurtalıkları aynı zamanda projesteron denilen hormonu üretir. Projesteron üretimi, esas olarak yumurtlama sırasında folikülden kopan parçaların oluşturduğu corpus luteum'un katılmasıyla görülür. Bir kadının dölleme yeteneğini sürdürdüğü yıllarda, projesteron kadar östrojenlerin de önemli bir rolü vardır onun üreme dönemlerinde. (Kapsamlı bilgi için «Âdet Görme» bölümüne bakınız.)

İnsan vücudundaki hormonların işlevi ve doğası üzerine hâlâ öğrenilecek çok şey var. Bununla birlikte, şimdiden birkaç temel olguyu belirlemiş bulunuyoruz:'Gonadal hormonlar genç bir kişinin fiziksel olgunluğu için zorunluyken, yetişkinlerin cinsel etkinliğinin sürdürülmesi açısından zorunlu değildir. Başka bir deyişle, erkek ve kadınlar, yetişme dönemlerinde cinsel etkinliklerini tam olarak geliştirmek için gonadal hormonlara gereksinim duyarlar. Bununla birlikte, bir kez cinsel etkinliğe ulaşıldıktan sonra, her iki cinsiyet de hormon salgılamaksızın cinsel etkinliklerini sürdürebilirler. Bu nedenle menopoz dönemine yaklaşan bir kadının cinsel etkinliğini yitirme korkusuna kapılması yersizdir ve doğru temellere dayanmamaktadır. Yumurtalıkları hormon üretimini kesse bile, bir kadın, cinsel etkinliğini sürdürebilir. Aynı şey, bir hastalık nedeniyle yumurtalıklarını aldıran kadın için de geçerlidir. (Geniş bilgi için «Hormonların Rolü»ne bakınız.)

FaIlop Boruları

Adını 16. yüzyıl anatomistlerinden Fallopius'tan alan bu borular, yumurtalıklardan dölyatağına uzanırlar. Bunların yumurta geçidi anlamına gelen ovi-ducts adıyla anıldığı da olur. Gerçekte bu terim, fallop borusunun işlevini de tanımlamış olmaktadır. Yani bir döllenme sırasında, yumurtaların aşağı kısımlara ulaşmasını sağlayan bir geçityol görevi yapar. (Fallop borularının aynı zamanda dölyatağından yumurtaya yaklaşmaya çalışan sperm hücre-

lerinin yukarı kısma doğru yüzmesini sağlayan bir kanal işlevi de vardır.) Fallop borusunun yumurtalık sonuna doğru geniş kısmında, parmağa benzer, yumurtalık yüzeyi boyunca hareket eden saçak gibi cisimler bulunmaktadır.

Bir yumurtanın döllenmesi, bir Fallop borusunun üst kısmında gerçekleşir doğal olarak. Borunun içinde, boru kaslarının kasılmasıyla birlikte hareket eden ve silia adı verilen, kısa kıla benzer sayısız tüycükler vardır: Silia-lar, yumurtayı dölyatağına doğru sürükler. (Erkek meni kesesindeki sperm hücreleri, kendi kendilerine hareket edemedikleri için bu noktada aynı şekilde taşınırlar.)

Dölyatağı

Kaslardan oluşan dölyatağı, karnın alt merkeziyle yumurtalıkların tam aşağısında yer almıştır. Dölyatağının biçimi, 7.8 cm. uzunluğundadır ve üst kısmı aşağıya dönmüş küçük bir armuda benzer. Dölyatağının üst kısmına yakın bir yerden Fallop borusu girer. Geniş olan üst kısmı dölyatağı gövdesi olarak bilinir ve çoğu kez sidik kesesinin üst kısmı üzerine yatık olup, önemsiz bir geçitle dar olan aşağı kısımdan ayrılır. Bu aşağı kısım cervix ya da dölyatağı boynu (rahim boynu) olarak bilinmektedir. Cervix (dölyatağı boynu), vajinadan dölyatağına doğru hareket eden sperm hücrelerinin geçişini sağlayan bir ağıza sahiptir. Bununla birlikte, yumurtlama dönemi dışında bu ağız kesin olarak herhangi bir geçişe olanak vermeyen bir sümüksüyle tıkalı durumdadır.

Dölyatağının kalın duvarı üç tabakadan oluşmuştur: Dış tabaka peri-metriumla kaplıdır, orta tabaka ya da kas tabaka myometrium diye bilinir, iç tabakaya ise endometrium denir. Bu endometrium tabakası, döllenmiş bir yumurtanın yetişmesi için her ay dölyatağının hazırladığı özel bir dokuyla kalınlaşır. («Gebelik»e bakınız) Eğer döllenmiş yumurtanın gelişmesi söz-konusu değilse, endometrium tabakası bozularak cervix'e, oradan da âdet sırasında vajinaya geçerek dışarıya atılır. (Bakınız «Âdet Dönemleri»)

Gebelik sırasında dölütün gelişmesiyle dölyatağı genişler. Orta tabakanın (myometriumun) değişik kas yapısı yalnız dölyatağının genişlemesini değil, dölütün doğum anında dışarıya çıkması için gerekli kolaylığı da sağlamaktadır. (Bakınız: «Doğum»)

Dölyatağı kasları ayrıca orgazm sırasında da kasılırlar. (Kapsamlı bilgi için «Kadının Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız.)

Vajina

Latince koruncak, kap anlamına gelen bir sözcükten türeyen vajina, 8-9 cm. uzunluğunda, cervix'ten dışarıya vulvanın parçası olan bir ağızla açılan bir boru biçimindedir. Vajinanın üç ana işlevi vardır:

•    Âdet kanamasının dışarıya atılması için bir geçit görevi yapar.

•     Bir erkeğin penisini kabul edebilen ve boşalan sperm hücrelerini karşılayan bölümdür. Bu hücreler sonra cervix'e doğru hareket ederler. (Bakınız: «Gebelik»)

•     Doğum sırasında bebeğin dölyatağından dışarıya çıkması için bir geçit görevi yapar. (Bakınız: «Doğum»)

Vajina, bilindiği gibi çöküntü sonucu oluşmuş bir borudur. Ağız kısmı gibi iç yüzeyi de farklı tür organizmaların doğal bir çevresel denge çerçevesinde yaşayabildiği sıcak bir yuva yapısındadır. Bununla birlikte bu denge, kimyasal karışımlar sonucu bozulabilir. Bunun nedeni, kullanılan vajinal püs-kürteç ve şırıngalardır. Gerçekte vajina, kendi salgılarıyla temizler kendisini. Aynı zamanda bu salgıların herhangi bir bulaşıma karşı koruyucu bir özelliği de vardır. (Vajinal bulaşımlar ve istilalara ilişkin olarak «Zührevi Hastalıklar» bölümüne bakınız.)

Birbirine yakın uzanan vajina duvarları sümüksü çukurcuklar ve kan damarları içerse de, salgı bezleri ya da sinir uçları bulunmaz. («Kadının Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız.) Cinsel coşku sırasında bu duvarlar, cinsel ilişkiye yardım eden kaygan, yağlı bir sıvı salgılar. Eğer bu yağlayıcı madde salgılanmasaydı penisin vajinaya girmesi güçleşir ve cinsel ilişki hem kadına hem erkeğe büyük acılar verebilirdi. (Bakınız: «Cinsel İlişki Sırasındaki Acılar») Kimi kadınlar orgazm sırasında sidikyolundan birtakım sıvıları dışarıya atarlar.

Eskiden bu sıvının yalnızca idrar olabileceği düşünülür ve bu durumun kadının utanması ya da sıkılmasından ileri geldiği söylenirdi. Kuşkusuz başka açıklamalar da getirildi bu konuya: Sıvıyı belki vajinanın kendisi salgıla-mıştır, belki aşırı bir yağlanmadır ya da Bartholin bezlerinden gelen bir salgı-

dır. Oysa her iki açıklama da yanlıştır; çünkü bu sıvı gerçekten idraryolun-dan gelmektedir, ama idrardan değil. Son yıllardaki araştırmalar, sıvının idrar yolları sisteminin oluşturduğu bir salgıdan kaynaklandığını göstermektedir. Yani idraryolunu çevreleyen bezler, salgıyı idraryolunun içine dökmektedir. Bu bez sistemi kimi kadınlarda daha fazla gelişmiştir. Herhalde bu, erkeklerde idraryolunu çevreleyen prostatla benzer işlevleri görmektedir. Bu nedenle kimi araştırmacılar buna «bir kadın prostatı» gibi adlar takmışlardır. Aynı nedenle orgazmik kasılma sırasında bez sisteminden sıvının dışarı çıkarılmasına bu sıvının özellikle erkek prostatik sıvısıyla benzerlikler göstermesi nedeniyle 'kadın boşalması' adı verilmiştir. (Kuşkusuz bu 'kadın boşal-ması'nda sperm hücrelerine rastlanmamıştır.) Ancak az sayıda kadın 'boşalma' duyusuna kapılırken, tümüne yakın bir bölümü de vajina duvarının ön kısmının uyarılmasını ve bu uyarımı duyabilmelerini sağlayan şeyin, sidikyo-lunu saran bir doku kümesi olduğunun ayrımındadır. Sidikyolunu çevreleyen bir doku salkımı tarafından vajinanın ön duvarlarının uyarılabilir olmasıdır bunun nedeni. Bu duyarlı bölge (olasılıkla sidikyolu bez sistemiyle ilgisi vardır), şiddetli uyarıcılar yoluyla ilkönce büyür ve sonra şiddetli bir orgazm geçirilmesine yardımcı olur. Bu duyarlı bölge, anatomik olarak Ernest Gra-fenberg tarafından 1950'de belirlenmesinden bu yana Grafenberg noktası olarak bilinmektedir.

Vajina, birleşme sırasında penisin büyüklüğü ya da küçüklüğüne göre kendini hazırlar. Bununla birlikte, cinsel birleşmenin durumuna bağlı olarak dışa en yakın kısmı oldukça gevşeyebilir. Bu, çocuk doğumundan sonra görüldüğü gibi normal yaşlanma süreci sonucunda da görülebilir. Bazen vajinal giriş öyle gergin ve sert bir durum kazanabilir ki penisin girmesi olanaksızlasın Bu tür vajinal spazmlara vajinizm (vajina kasılması) denilmektedir. Bir kadın, anımsadığı herhangi bir olay sayesinde vajinal kaslarını denetlemeyi başarabilir ve bunu uygun alıştırmalarla geliştirebilir. Kegel Deneyleri olarak bilinen bu tür alıştırmaların bir bölümü her yerde ve her zaman kolayca uygulanabilir. Bu konu, kitabımızın başka bir bölümünde ele alınmıştır. (Bakınız: «Kadında Cinsel İşlevsizlik - Orgazm Yokluğu»)

ÂDET GÖRME DÖNEMİ

Bir kadın, üreme yeteneğine ergenlik döneminde kavuşur ve bunu 50'li yaşlarda yitirir. Ne var ki, bir kadın, doğurganlık yeteneğinin bulunduğu süreç içerisinde bu olanağa her zaman sahip değildir. Doğurganlığını koruduğu sürece, her ay kesin olarak bir kez âdet görür, bu da yumurta üreme zamanıdır. Vücuttaki öteki değişimlerle birlikte, bu olayın aylık süregitmesi, kadının üreme dönemini oluşturur. Bu dönemin en önemli dış belirtisi âdet görmedir (aybaşı kanaması). Bunun nedeni olan üreme dönemi aynı zamanda âdet görme dönemi olarak tanımlanabilir. Son kullanılan terim, tüm kadınların pratik olarak alışılagelmiş yoğun deneyimlerini de içermesi bakımından daha doğru görünüyor. Oysa üreme terimi tüm deneyimleri içermemektedir.

Bir kızın ilk âdeti (aynı zamanda menarşe diye adlandırılır) çoğunlukla 11 ile 13 yaşları arasında görülür. Bununla birlikte bu ilk âdet dönemleri düzenli olmayıp ikinci âdet daha uzak dönemlere çıkabilir. Ancak olgunlukta âdet görme dönemleri oldukça düzenlidir. Olgun bir kadında âdet görme dönemi çoğu kez son 28 ve 35. günler arasındadır. Bu dönemlerde bile kimi düzensizlikler görülebilmesi, oldukça olağan bir durumdur. Bu düzensizlikler, kadının yaşı ilerledikçe daha sık görülür. Sonunda, menopoz dönemiyle birlikte âdet görme tümden kesilir.

Bilimsel metinlerde âdet görme dönemi çoğu kez ikiye, üçe, dörde, hatta çok daha fazla aşamalara bölünerek ele alınır. Böyle bölümlemeler her ne kadar kendince yapılsa da âdet görmeyi kapsayan biyolojik sürecin anlaşılmasına yardım edebilir. Gelecek bölümde, bu ayırımı üç aşamada ele alınarak incelemenin daha uygun olduğu görülecektir.

Şekil: A. Endometrium B. Dölyatağı boynunun sümüksü tıkacı C. Atılmak üzere parçalanmış endometrium parçacıkları D. Tıkanmamış bölge.

(Son âdet görme gününü izleyen gün başlangıç alınarak)

1.  Yumurtlama Hazırlığı

Endometrium, âdet görmeden sonra yetişmeye başlar.

2.  Yuvalanmaya Hazırlık

Endometrium, bir tomurcuk gametin yuvalanması için hazır duruma gelir. >. Adcı Görme

Yuvalanma, yani döllenme olmazsa, dölyatağı için hazırlanan duvar parçalanarak vajinaya boşaltılır.

Âdet Görme Döneminin Üç Aşaması

Âdet görmenin temel işlevi; döllenmiş bir yumurtanın yuvalanmasını gerçekleştirmek için dölyatağının iç duvarlarının hazırlanması biçiminde özetlenebilir. Yuvalanma olmazsa bu duvarı oluşturan maddeler dışarıya atılır. Bu boşalmanın dışarıya atılmasına basit olarak âdet görme adı verilir. Kanama durduğu zaman yeni bir dölyatağı iç duvarı hazırlığı başlar ve böylece dönem yinelenir.

Kuramsal olarak bir âdet görme döneminin tanımı, onun herhangi bir aşamasında başlatılabilirdi. Tıbbi hesabın amaçları âdet görmenin ilk günüyle başlamayı sağlamak ve gelecek âdetten önceki son günle sona erdirmektir. Bununla birlikte bu hesaba yumurtanın gelişimiyle ve azar azar dölyatağı duvarının yuvalanma hazırlıkları için kalınlaşmasıyla başlamak çok yararlı görünüyor.

1. Yumurtlamaya Hazırlık

Âdet kanaması durduğu zaman dölyatağı duvarı çok incedir. Bununla birlikte kan damarları yoluyla atılan ve yumurtalıklarca üretilen bir hormon olan östrojenin etkisi altında yavaşça kalınlaşmaya başlar. Östrojen düzeyinin yükselmesi aynı zamanda olgunlaşmamış yumurtayı kaplayan Graafian foli-küllerinin bazılarının gelişiminde uyarıcı bir rol oynar. Nihayet öbürleri geri çekilirken bu foliküllerden biri gelişmesini tamamlar. Yaklaşık olarak iki hafta sonra bir folikül kopar ve yumurtalıktan atılır. Bu atılış yumurtlama olarak bilinir. Yumurtlama zamanında dölyatağı duvarı yuvalanma için belirgin bir kalınlığa ulaşır ve olası bir yuvalanmaya hazır duruma gelir.

Bir yumurtlama, gelecek âdet görmeden önceki yaklaşık 14 gün içerisinde gerçekleşir. Bu şu demektir: Eğer yumurtalık döllenmez, yuvalanmazsa, iki hafta sonra dölyatağı duvarı parçalanarak dışarı atılır. Geri kalan kısmın da hesaplandığında bir âdet görme döneminin 28 günde bir olduğu, yumurtlamanın ise 14. günde gerçekleştiği 35 günlük bir âdet görme döneminde ise yumurtlamanın 21. günde olduğu açıklık kazanmış olmaktadır. Bir başka deyişle, yumurtlama ve onu izleyecek âdet görme arasındaki zaman dönemi genellikle değişmez ise de, âdet görme ve gelecek yumurtlama arası epeyce değişebiir. Gebelikten korunmak için ritmik yöntem uygulayan çiftler, bunu akıllarından çıkarmamalıdır. («Gebelikten Korunma» bölümüne bakınız.)

2.  Yuvalanma Hazırlığı

Yumurtlamadan kısa bir süre önce, yumurtayı barındıran folikül, progeste-ron adıyla anılan yeni bir hormon üretmeye başlar. Bu üretim, çatlayan folikül yumurtlamadan sonra corpus luteum adındaki sarı bir cisme dönüştüğünde çarpıcı bir biçimde artış gösterir. Dölyatağı duvarının son hazırlıklarında önemli bir rol oynayan progesteronlara ek olarak, sarı cisim de östrojen üretmeyi sürdürür. Bu hormonal uyarımın etkisi altında, dölyatağı duvarı, yuvalanmaya hazır duruma gelerek en son kalınlığına ulaşır.

Yumurta, yumurtalıktan sonra en yakın fallop borusuna girer ve oradan da dölyatağına doğru yol alır. Birkaç saat içinde olgunlaşır ve döllenme için hazır duruma gelir. (Kapsamlı bilgi için «Gebelik» bölümüne bakınız.) Döllenmeden sonra da bir hücre salkımı biçiminde, fallop borusundan dölyatağına doğru yolculuğunu sürdürür. Döllenmiş yumurta, yaklaşık üç günde varabilmektedir dölyatağına. Dördüncü güne geçildiğinde, besleyici dölyatağı duvarında yuvalanmaya başlar. Böylece gebelik gerçekleşmiş olur.

Gebelik, sarı cismin dölyatağında kalmasına, östrojen ve progesteron üretimine yardım eder. Bunun sonucu olarak yeni bir yumurtlama olmaz ve dölyatağı iç duvarı bozulmaz. Başka bir deyişle, gebelik durumunda aylık dönemin bu noktasında duraklanır ve aşağıda anlatılan üçüncü bölüme girilmez.

3. Âdet (Kanama)

Döllenme, yalnızca yumurtlamayı izleyen 24 saat içinde olasıdır. Bu dönemde yumurta herhangi bir spermle karşılaşmazsa, doğal olarak ölür ve bozulur. Kuşkusuz bu durumda dölyatağı içinde başka bir yuvalanma söz konusu olamaz. Bunun sonucu olarak dölyatağında kalın bir iç duvara gereksinim duyulmadığından, dölyatağının bu kısmı kısa bir süre sonra parçalanarak dışarıya atılır. Atılan madde esas olarak sümüksü mukoza duvar dokusu ve değişik miktarda kandan oluşmaktadır. Bu atılma, aylık kanama ya da âdet görme olarak adlandırılmaktadır. (Latince 'mensis', ay anlamına gelir.) Çoğu kez 3 ile 5 gün arasında sona erer. Halk dilinde kanamanın ilk günü bazen tüm aylık dönemin başlangıcı sayılır.

Âdet görme günlerinde kadının baş ağrısı, sırt ağrısı ve kramp gibi birtakım fiziksel şikayetleri olur. Gerçekte, kimi kadınlarda bu belirtilerin bir

bölümü âdet başlamadan birkaç gün önce görülür. Âdet şikayetleri gibi, âdet öncesi gerginlikler de çoğunlukla ilaçla önlenebilir. Bu dönemde, günlük düzenli etkinlikleri bir kesintiye uğratmak pek gerekli değildir. Örneğin, âdet görmekte olan bir kadın, sağlığının bozulmasından korkmaksızın, spor etkinliklerine rahatça katılabilir.

Günümüzde, âdet sırasında tampon kullanan kadın sayısında büyük artış görülmektedir. Bu tamponlar pamuk ya da emici madelerden yapılmaktadır ve kanamayı emdikleri yer loan vajina girişine yerleştirilir. Yeterli ölçüde yerleştirildiğinde, kullanımında herhangi bir tıbbi tepki olmaz. Ancak, ağır kanamalarda geleneksel âdet görme peçeteleri kullanmak daha uygundur.

ADET GÖRME DÖNEMİNİN ÜÇ AŞAMASI

Açıklama: FSH Folikül uyarıcı hormon, E: östrojen, LH: yumurtlamayı ve sarı cismin oluşumunu düzenleyen hormon. P: progesteron. Yumurtlamayı izleyen 24 saat içinde progesteron düzeyinin belirgin bir biçimde yükseldiğine dikkat ediniz.

Âdet Görme Döneminde Cinsel İlişki

Geçmişte, birçok toplumda âdet görme döneminde cinsel ilişkiye katı yasaklar konmuştu. Kadınlar, bu dönemde çoğu kez kirli olarak kabul edilir ve kimi toplumlarda âdet gören kadınla cinsel ilişkiye giren erkeğin hastala-nabileceğine inanılırdı. Oysa çağdaş tıbbi araştırmalar bu ve benzeri anlayışların salt önyargı ve boş inanlar olduğunu ortaya koymuştur. Tıbbi bir yaklaşımla açıkça görülebileceği gibi kadınların âdet görmeleri sırasında herhangi bir zamanda cinsel ilişkiye girmeyi engelleyecek bir durum söz konusu değildir. Üstelik pek çok kadın, âdetlerinden hemen önce ya da âdet sırasında oldukça duyarlı olabilmektedir. Yine de kimi çiftler kanamanın yol açtığı estetik kaygılardan ötürü cinsel ilişki kurmada ikircimli davranırlar. Bu durumda, koruyucu bir diyafram kullanılabilir. Böyle bir korunma

yalnızca kanı durdurmakla kalmayacak, döllenmeyi de engelleyecektir. Buna karşın sperm hücreleri kadının bedeninde canlı kalmayı başarabilir, üstelik erken yumurtlama olasılığı da gözardı edilmemelidir. («Gebelikten Korunma» bölümüne bakınız.)

Menopoz

Çoğunlukla bir kadının 45-50 yaşları arasında âdet görme dönemi gittikçe daha düzensiz bir durum alır ve sonunda âdetten kesilme gibi değişik terimlerle anılan bu dönem, kadının yaşamına sorunlu bir dönem olarak bilinir. Çünkü birtakım fizyolojik ve ruhsal sorunlara yol açabilir. Daha önce de vurgulandığı gibi, yaşı ilerledikçe bir kadının yumurtalığında döllenmek üzere oluşan yumurta sayısı azalarak sıfıra iner. Bu dönemde, dölyatağı iç duvarının hazırlığı için gerekli hormon üretimi de kesilir. Kimi kadınlarda bu hor-monal değişimin sonucu acı verici baş ağrısı, baş dönmesi, yorgunluk, uykusuzluk ve bunalım belirtileri görülür. Sık sık yinelenen bir başka belirti de, 'sıcak basması' diye bilinen, bedende kısa bir sıcaklık yayılması duygusudur. Bu, bir saniyeden birkaç dakikaya değin sürebilir, ardından terleme ya da üşüme gelir. Bu ve başka menopoz rahatsızlıkları, hormon tedavisiyle azaltılmakta, hatta tümüyle giderilebilmektedir.

Klimakterik dönem, yani âdet kesilmesi çoğunlukla iki yıl kadar sürer. Bu dönemde âdet görme önemli ölçüde azalmasına karşın yumurtlama az da olsa sürdüğünden, gebe kalma olasılığı vardır. Menopoz döneminde gebe kalmak istemeyen bir kadın, gebelikten korunmak için gerekli önlemleri almaya sürdürmek zorundadır. Âdet kesilmesinden bir yıl geçtikten sonra, döllenme olasılığının kalmadığından emin olunabilir. Döllenme yeteneğinin yitimi, bir kadının cinsel tepkilerini etkilemez. Dahası, birçok kadın, istenmeyen gebelik korkusundan kurtulduğu için, cinsel ilişki kurmada kendini yeniler ve daha atak davranabilir. («Hormonların Rolü» bölümüne bakınız.)

GÖĞÜSLER

Terimin dar anlamıyla göğüsler, cinsel organ olarak kabul edilmemesine karşın, yalnızca cinsel istek uyandırmakla kalmayıp, aynı zamanda bebeğin beslenmesini de sağlarlar. Dahası, göğüslerin üreme işlevinin yanı sıra, erotizme de sahip olduğu söylenebilir.

Olgun bir kadının göğüsleri, iki yağlı şişkinlik ve meme bezlerini çevreleyen dokulardan oluşmuştur. Bir kadın, çocuk doğurduğu zaman bu bezler özel kanallarla meme uçlarına giden ana sütünü salgılamaya başlar. Meme uçları düz iplikçil kaslardan oluşmuştur ve çok sayıda sinir uçları içermektedir. Bu, bir temas sırasında ya da cinsel coşku anında kadının çok duyarlı olmasını sağlamaktadır. («Kadının Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız.) Meme çevresindeki bölge pembemsidir, ancak gebelik sonucu rengi koyulaşabilir ve daha sonra olduğu gibi kalabilir.

Göğüsler, tam olarak hormonal uyarımın bir sonucu olan ergenlik döneminde gelişmeye başlar. («Hormonların Rolü»ne bakınız.) En son biçimi ve büyüklüğü kalıtımsal olarak belirlenir.

Pek çok erkek ve kadın için özel bir cinsel anlamı vardır göğüslerin. Ama gene de, tüm cinsel konularda olduğu gibi, bu konu da cinsel tercihe bağlıdır. Kimi toplumlarda, kadın göğüslerinin iyice sarkık ve uzun olması makbul sayılmış, kimilerinde ise yuvarlak ve dik göğüsler beğeni kazanmıştır. Kimi toplumlarda ise küçük göğüsler çok güzel bulunarak övülmüş, kimilerinde ise büyük göğüsler ideal kategorisine girmiştir. Hatta aynı toplum içinde güzel göğüs kavramının kuşaktan kuşağa değiştiği ya da bu kavramın kişiden kişiye değişebileceği gözlemlenmiştir. Daha az gelişmiş olmakla birlikte erkekler de göğüslere sahip bulunmaktadır. Hatta erkek meme uçları da herhangi bir uyarım karşısında oldukça duyarlı ve erkek göğüsleri de cinsel ilişki sırasında önemli bir cinsel coşku kaynağı olabilmektedir. («Erkeğin Cinsel Tepkileri» bölümüne bakınız.) Ama erkek göğüslerinde bir fark vardır: Meme bezleri gelişmeyerek eksik kalmıştır. Gerçekte bir erkeğin yaşamı boyunca bir kez 'süt verebileceği' belirlenmiştir, o da doğumu sırasında. Yeni doğan bir bebek, hormonlarını annesiyle paylaşmaya devam eder. Bu hormonlar, annenin süt üretimine uyarıcı bir etki yapmaktadır. Bu nedenle bebeğin göğüsleri de aynı zamanda süt öncesi maddesi olan kolostrumu içerir. Bu, kız olsun erkek olsun, her iki bebek için de geçerlidir. Ama doğaldır ki, pek uzun sürmez bu durum. («Erkek ve Kadının Anatomik Gelişimi» bölümüne bakınız.)